', ' öğrenmeye hoşgeldiniz: YENİ TOPLUMSAL YAPILARIN ÖZELLİĞİ

12 Ekim 2007 Cuma

YENİ TOPLUMSAL YAPILARIN ÖZELLİĞİ

YENİ TOPLUMSAL YAPILARIN ÖZELLİĞİ

Açıkça söylemek gerekirse çevre ekonomik sistem ken­diliğinden anlaşılamaz. Zira merkezle olan ilişkiler esas alın­masına rağmen, çevre ekonomilerin sosyal yapısı, gerçek yerine yani evrensel sosyal yapı içindeki yerine konmadıkça ek­sik bir sosyal yapıdır.

Batılı ülkelerde olduğu gibi, ekonominin kapitalist sek­törleri sadece feodaliteden çıkmaz. Yanısıra merkezle yapılan değişimler aracılığıyla, ticari kâr yapmanın yeni imkanlarının ortaya çıkmasıyla oluşurlar: O halde dünya ekonomisi için­deki az gelişmişliğin yeni biçimleri ortaya çıkmış olacaktır. Bu nedenle, Avrupa'da olanın tersine, ticari burjuvazi ile toprak sahipliği burjuvazisi arasındaki karşıtlıklar ters bir nitelik gös­termez. Aksine, bu iki sınıf arasında, serbest değişime dayalı çıkar birliği vardır. Şayet Burjuva Devrimine yol açabilecek karşıtlıklar mevcut değilse, Batılı kapitalist ülkelerde de tarih­sel olarak sınıfların ortaya, çıkış, biçimleri de farklı oluşa­caktır.

Kapitalist ilişkilerin yayılması ihracat sektörünün var­lığına bağlıdır. Bu noktayı açıklamak gerekir: ihracat sektö­rü (modern) kapitalist olduğundan işgücünü satın alır. İşgücünün değeri, işgücünün ikincil sektördeki üretim koşullarınca belirlenir. İhracat ürünlerinin artış hızı, hacmi ve kapasitesi dağıtılan ücret miktarını belirler. Bu.ücret miktarı ve buna ek­leyeceğimiz ekonomide kalan kâr miktarları «paraya geçiş eko­nomisinin» temelini oluştururlar. Birincil gelirler olan ücretler ve kârlar ikincil gelir dalgalarına yol açar.

İhracat sektörü kapitalist ilişkilerin yayılmasının kay­nağıdır. Buna rağmen bu yayılma ihracat ekonomisinin fre­ni gibi bir rol oynar. Gerçekte bu ekonominin motoru dışa bağımlıdır. Endüstriyel gelişme sadece dış ticaretin buhran­ları zamanında ve savaşlarda ortaya çıkar. İhracat ekonomi­si endüstrileşme karşıtı bir gelişmeyi açıklar.

İHRACAT EKONOMİSİ ANTİ-ENDÜSTRİYELDİR

Yarı feodal rantiyeler ihracat sektörünün gelişmesinden, dolaylı olarak yararlanırlar. İhracatçılar endüstrinin gelişme­sine karcıdır, çünkü, çıkarları ithalatçılarınkiyle çakışır. İhracatçılar sadece yabancı pazarlardaki satma olanağını araştırır­lar. Bu pazarlar şayet ihracat için üretilen mallan özellikle İn­giliz ithalatçılarına satarlarsa varolurlar. Ayrıca güçlü ihracatçılar en az vergiyi ödemek isterler; hükümet bu durumda büt­çe açığını kapatmak için yabancı kredilere başvurur. İhracatçı ülkelerin ekonomi politikaları iki güçlüğe katlanmak zorun­dadır. Pazarlar ve dış borç buradan da anti-endüstriyel bir ekonomi politika çıkar.

Bununla beraber, iki olgu ulusal sanayi burjuvazisinin ortaya çıkmasına neden olacaktın İlki esastan, ikincisi dö­nemsel.

DÜNYA EKONOMİSİYLE İLİŞKİLERİN DEĞİŞMESİ BÜYÜMEYİ KOLAYLAŞTIRIR

Dış ticaretin buhranları ulusal burjuvazi ile komprador burjuvazi arasındaki çatışmaları ortaya çıkarırlar. Buhran bi­tince, bu çatışmalar geçici olarak komprador burjuvazi lehine çözülür. Bu çözüm emperyalist merkezlerin ihracat ekono­misi üzerindeki egemenliğini açığa vurur. Fakat çatışmaların nedeni ortadan kalkmaz. Bunlar ih­racat temeline dayalı kalkınmanın çelişkili niteliğine bağlı dırlar.

Buna rağmen komprador grupların yararına çatışmaların çözülmesi eski statükonun geri dönüşü değildir. Dış ticaret­teki buhran esnasında sanayileşme zayıf bile olsa tamamen ortadan kalkmaz, ithal ikame üretimi sayesinde AGÜ ekono­miler lehine çeviren üretim kısmî olarak kalır.

Dünya ekonomik buhranı ile tehdit edilen ihracatçı ulusal sermaye birikiminin zorunlu temellerini hazırlar. Hükü­metin ürün fazlası sayesinde, bu grupların gelirlerini koru­ması istihdam seviyesini durgunlaştırır. Ücretlerin ve ihra­catçı gelirlerinin desteklenmesi ve eskisi gibi ithal zorluğu endüstrileşmeyi sağlayan unsurlar olarak etki etmiştir. Ger­çekten, ithalata konu olan malların fiyatlarının yükselmesi üretim kapasitelerini daha yoğun şekilde kullanmayı sağlar: Diğer taraftan da," arzın ilk baştaki yetersizliği ve elastik ol­maması talebin durgunluğu enflasyonist bir süreci başlatır. Bu da sermayenin ulusal birikimi için yararlıdır. Çünkü, aynı mik­tarda ithal yetersizliği ithalat yapısının değişmesi gereğini ortaya çıkaracaktır.

Sanayileşme farklı gruplar arasında keskin çatışmalar do­ğurmadan gelişir. Sanayileşme bir strateji olmaktan çok bir uzlaşmanın ürünüdür. Bu yönde, Brezilya için Araes şunları yazar: «Brezilya'da kentsel sanayi ile geleneksel tarım yapısı arasındaki mevcut çelişkilerin artması, sanayi burjuvazisinin ekonomik ve politik yükselişini sağlayamamıştır».

Özetleyecek olursak:

Az gelişmişlik kendi başına açıklanamaz. Azgelişmişliği ele alan bütün incelemeler otomatik olarak evrensel ekonomi­nin gelişimini egemen merkezlerin gereksinmelerinden ayıra­rak başarısızlığa uğrayacaktır. Zira esas sorun gözardı edil­mektedir: Bu, azgelişmişliğin tarihsel kökenidir.

Evrensel gelişim yasaları ve sermaye birikiminin biçim­leri azgelişmişliğin oluşumunu tek başına açıklayamaz. Yanı sıra basit karikatürler çizerek az gelişmişliğin farklı oluşum biçimleri ve gelişim çizgisini araştırmaya girişilmelidir.

BÜYÜMENİN HIZLANMASI DENGELİ BİR KALKINMA GEREKTİRİR

Ücret oram ve kullanılan tekniklerdeki tüm değişiklikler yatırımların iki sektörü arasındaki yeni bir dağılımını da sağ­lar. Çünkü artığı değiştirir. Aksi halde büyüme dengesiz ölür ve sektörler arasında darboğazlar ortaya çıkabilir.

Tüketim malları sektöründen elde edilen artık yatırıma dönüştüğü zaman yatırım malları üretimi artar. Ve dolayısıyla bu sektörlerde istihdamda artar.

Bu modellerin sorunsalı şudur: Tekniklerin seçimi gelir dağılımını değiştirir. Belirli bir zaman sonra yüksek bir büyü­me oranına erişmek için, gelir merkezileşmesini kâr lehine çe­virip ve buna uygun tutarlı teknikleri seçmek gerekir. Fakat bu görüş imalat mallan sektörü ile tüketim mallan sektörü ara­sında bazı dengelere uyulmasını gerektirir. Bu koşulla, büyü­me hızlanmış olabilecektir. Ulaşılmak istenen gelir birikimi dü­zeyine göre az çok önemli ve ağır sayılabilecek fedakârlıklara ancak hızlı büyümenin gerçekleşmesi için katlanmak gerekir.

Bu nedenledir ki diğer modeller birikimin temellerini he­men genişletmeyi önerirler ve gelirlerin merkezileşmesine ne­den olan tekniklerin seçiminin aynı sonuca ulaşmasını bekle­mezler. Böylece, özveri daha kısa olacak ve kimi yazarlar için önemli de olmayacaktır.

Gerçekten, AGÜ'de sanayiye çekilebilecek gizli, saklı önemli kaynaklar vardır. Araçlar değişik olacaktır. Bazıları için gizli işsizliğin azaltılması tarım sektöründe üretimi düşürme­den istihdam azalması ilkesinden ibarettir. Diğerleri için yatırım teşvikinin artışı ve özellikle gösteriş etkisiyle yapılan tasarruftan kaçışlar söz konusu olacak bir kalkınma politikası sayesinde uygun hale gelecektir. (Nurkse'ye göre dengeli, Hirschman'a göre dengesiz). Sonuncu olarak ise, yüksek ge­lirleri ağır şekilde vergilemek ve bu vergi ile kaynakları ya­tırımlara dönüştürmek ya da yabancı şirketlerin gelirlerini sis­tematik olarak vergilemek ya da dış ticaretin kârlarını vergilemek ya da yabancı (dış) yardıma çağrıda bulunmak öneriler arasındadır.

BÜYÜMENİN HIZLANDIRILMASI, YAVAŞLATILMASINDAN DAHA BÜYÜK BİR SIKINTIYI ORTAYA KOYAR

Başlangıçta istihdamın büyüme oranı (rj) aktif nüfusun büyüme oranından azdır. Bu olayın bütün AGÜ'de gö­rüldüğü kabul edilir.

Büyümeyi hızlandırmanın amacı, çalışanların vasıflarım güvence altında tutarak işsizlik oranını azaltmak ve üretken yapıları geliştirmek olacaktır.

Amaç, en kısa zamanda tam istihdamı sağlamaktır. Fa­kat bu amaca ulaşmak eğer optimal toplumsal fonksiyonun aşağıdaki ölçütlerine göre belirlenmişse oldukça zordur.

• Tüketimin mutlak düzeyi düşmemelidir;

• Tüketimin artış oranı en azından nüfus artışı oranına eşit olmalıdır.

Bu ikinci koşul öncekine göre daha sınırlayıcıdır.

Bu ölçünün olumsuz yanı eşitlenme süresiyle ilişkilidir. Kayıp süresinin yoğunluğunu da ölçen budur. Bazı yazarlara göre olumlu taraf gelir dağılımındaki, değişiklik sayesinde büyümenin hızlanmasıdır. Bu şekilde dönem sonuna kadar de­vam eder. Bu politikanın felsefesi basittir: Hızla büyüyen bir hasıla yavaş büyüyen fakat iyi bölüşülmüş bir hasıladan iyidir.

BU MODELLERİN YETERSİZLİĞİ

Üretimin toplumsal yönünün üretim sürecinin gerçekleş­tiği çerçeveden çıkarılması, toplumsal eşitsizliği arttıran ve sü­rekli büyümeye izin vermeyen endüstriyel bir politika ile be­lirlenir. Çelişki ortaya çıkar: Bir taraftan olumsuz yönler var­ken (Gelir merkezileşmesi) diğer yandan araştırılan amaçlar elde edilmez (büyüme). Bu çelişki modellerin bilimsel ve tarihsel olmayan karakterinden ortaya çıkar.

BU MODELLERİN ULUSLARARASI EKONOMİK İLİŞKİLERİN ÖZELLİĞİNDEN HABERSİZLİĞİ

Sorunu bu şekilde ortaya koymak hatalı bir sorunsala götürür. Modelleri daha karmaşık yapar. Bu onlara kabul edilebi­lir bir hava verir ancak onları geçerli hale getirmez.

Kapalı ekonomiden açık ekonomiye geçiş, sadece dış pazarlar seviyesinde, dünya ekonomisi içindeki yan sanayileşmiş ekonomiye daha geniş teknik seçim imkanı sağlamak için bazı araçlarla bütünleşmeye yöneltir.

İlk olarak alternatif tekniklerin seçimi bulunmaz. Bunlar eskimiştir. Dünya pazarındaki geçerlilikleri alternatif teknikle­rin seçimlerini azaltır.

İkinci olarak, AGÜ, dünya ekonomisiyle olan ilişkilerin­den bağımsız olarak seçim yapamaz ve tekniklerin seçimini dışlayamaz. Aksine ilerde belirteceğimiz seçim zorluklarına katlanırlar. Çünkü evrensel üretken sürecin içindedirler (31). Böylece, çözümlemenin yönü değişir: Değişim modelinden üre­tim modeline geçilir. Uluslararası ölçekte üretimin ele alınma­sı mübadelenin ele alınmasından daha önce gelir ve onu be­lirler.

Bu geçiş çok önemlidir. Değişim modeli düzeyinde kal­mak, YEE'nin evriminin anlaşılmasını sınırlar. Gerçekten bu durum girişte gördüğümüz gibi azgelişmiş ülkeyi dünya eko­nomisi ile sadece değişim ilişkileri içinde bağlı kılarak adeta özerk kabul etmek demektir. Kısacası azgelişmişliğin tarihsel kökenini ve gelişimini anlamamak demektir.

Çözümlemenin merkezine birikim sürecini koymak ilk etapta evrensel düzeyde ele alınan tek bir üretim modeli ile AGÜ sorunsalını kavramayı sağlar.

İncelediğimiz modeller sorunu bu açıdan ele almıyorlar. Bu açıdan dünyanın geri kalan kısmıyla olan ilişkilerinin de­rin anlamını da kavrayamazlar. Merkez ekonomilerin hakim ilişkilerinden ve evrensel üretim sisteminin varlığından tama­men ayrı tekniklerin seçimine ilişkin bazı ölçütleri ortaya koy­maktadırlar. Bu şekilde olgusal düzeyde ele alındığı için ger­çek olayların gelişim çizgisini kavramaktan uzaktırlar. Bu metodolojik hatayı yarı sanayileşmiş ekonomi girişim­cilerinin tavırlarında görüyoruz.

NİSPİ YOKSULLAŞMA SÜRECİNİN GELENEKSEL SUNULUŞU

Biliyoruz ki kapitalist, işgücüne değişim değerini öder. Bu da değerin kaynağıdır, maloluşundan fazla değer üretir. Fark artık değer ya da sermayenin kendine mal ettiği artık emektir. Karşılığı ödenen emek ile gerçekleşen emek arasın­daki fark birçok öğenin etkisi altında büyüyebilir:

a. Çalışma süresinin artırılması. Bu yöntem ikili bir sı­nırlama ile karşılaşır; bir taraftan işgücü kendini yeniden üret­mek zorundadır; bunu fizik gücü ile 24 saatle sınırlı olarak yapmalıdır, diğeri -de; sermayenin birikim süreci gibi üretimin doğrusal olmayan (non-lineaire) toplumsal ilişkilerinin yeni­den üretimi sürecidir. Geleneksel teorisyenler tarafından kasıt­lı olarak «unutulan» bu görüş, sermaye tarafından emeğin sö­mürü biçimini değiştiren sermayenin de birikim sürecidir, iş­lerin bölünmesi, sermayenin yoğunlaşması nesnel ,biçimde pro­letaryayı bir sınıf olarak karşıtı olan başka bir sınıfla (kapi­talistlerle) kazanılmış olan haklarının mücadelesine götürür. Sonuç; sermaye karşısında mücadelesini veren proletaryanın iş­gününü azaltması yönünde bir sınırlama getirmesidir. Bu da sermaye birikim sürecindeki nesnel gelişmelerden çıkar.

b. Emek yoğunluğunun artması : Bireysel kapitalist için çalışma hızının arttırılması için sadece «bilimsel» iş etütleri yaparak daha fazla mal ürettirmek değil, aynı çalışma süresin-de daha fazla değer ürettirmek biçiminde dolaylı bir işlem söz konusudur. "Süresi ve üretkenliği veri olarak alınırsa, emek toplumsal ortalama yoğunluğu aşacak kadar bir değer üstünden gerçekleşir. Bu yöntem salt bireysel düzeyde vardır.

c. Uzun dönemde, gerçek ücret oranı, bağımlı değişken, bi­rikim oranı ise bağımsız değişkendir. Marx'ın uzun dönemde geçerli olanın tam tersine, kısa dönemli bir ilişkiyi (tersine) ileri sürdüğünü görebiliriz: Yani ücret oranı birikim oranı ta­rafından belirlenen ilk etkendir. Kısa vadede gerçek ücretler eksik-istihdam derecesiyle belirlenir; karşılığında birikim ora­nı ücret ödendikten sonra kapitaliste bırakılan payla belirlenir.» O halde, kısa vadede, ücret oranı ilk unsurdur, ve birikim oranını etkiler. Buna karşılık uzun vadede, birikim ora­nı ilk unsurdur ve ücret oranının belirlenmesine etki eder.

Bu durum anlaşılmazlık kaynağıdır. İşte bu kuramdan hareketle Neo-Cambridge okulu tutarlı bir sistem ileri sürer. Buna göre; dengeli' büyüme de, (altın çağ: Robinson'a göre normatif bir kavram, Kaldor'a göre gerçekleşmiş, Kahn'a gö­re ise gerçekleşebilir) gerçek ücret oranı bir (16) bağımlı de­ğişken, birikim oranı da bağımsız değişkendir. Halbuki den­gesiz büyümede, gerçek ücret oranı bağımsız değişken, biri­kim oranı ise bağımlı değişken olacaktır. Dengeli büyümeyi uzun dönem ve dengesiz büyümeyi, kısa dönem olarak ele alırsak, Steindl tarafından önerilen, ona göre Kapitalden alı­nan paklarıma ulaşırız.

Dengeli büyümenin dengesizliğini açıklayabilen meka­nizmalar içinde tutarlı bir sistem önermenin imkansızlığı bi­rikime geçebilmek için büyüme kavramını bırakan bazı yazarlar yönlendirilecektir. Bu da onları sömürü probleminin bütün mantıksal zincirini ortaya koymaya itecektir.

Bize göre bu karmaşıklığın asıl yeri mekanizma düzeyin­de, zaman içindeki kopuşu ele almanın güçlüğüdür. Tarihsel zaman içine, mantıksal bir zaman sokmak imkansızdır. Bu tarihsel maddecilikle alay etmektir. Halbuki «işgücü değeri­nin belirlenmesi» sorununu doğru ve onsuz ortaya koyamaya­cağımızı gördük. Marx'ın çalışmalarını burjuvazi tarafından bilimsellik maskesi altında bir denklem serisi gibi kabullenip dışlamak sömürü sürecini bilip, birikim sürecinin esaslarını inkâr etmeye götürür.

O halde, işgücünün değeri dışsal bir etken olarak kabul edilemez. Ücret oranı-birikim oranı ilişkisinde ilki (ücret ora­nı) bağımsız bir belirleyici değildir. Bununla beraber ilişki me­kanik olmaksızın da mevcuttur. Sadece birikimin sürmesi için, ücret oranının belirli bir düzeyde tutulmasını öngörür. O hal­de bu sermaye birikimi sürecinin çelişkili görünüşünü yansıtır. Yani bütün ücret artışları az ya da çok kuvvetli biçimde üre­tim ilişkilerinde yeniden üretmenim zorunluluğu ve dolayısıy­la birikim süreci ile çelişkiye girer.

Sermaye birikiminin geniş sekilide yeniden üretimi için, işgücünden daha çok artık-değer elde etmek zorunda olduğu­nu böylece anlarız.

Madem ki üretken güçlerin -belirli bir kalkınma düzeyi­ne gelmesiyle, mutlak artık değeri çoğaltmak iyice güçleşir. Ek artık-değer elde etmenin mekanizması nispi artık değer yoluyla olmalıdır. emek üretkenliğinin artışı malların değerinin düşmesini ifade eder. o halde emek mallarının değerinin değişmesi için birikim biçiminin teknolojik yenilikleri kapsayacak şekilde değişmesi yeterlidir.

Nispi yoksullaşma çözümlemesinin derinleştirilmesi ge­rekmektedir. Nispi yoksullaşmanın gelirdeki nispi payların görünür durgunluğu ile çelişkili olmadığını ve ilk önce tek­nik ilerlemeyi içeren sermaye birikiminin etkilerinin daha has­sas ve ikili bir incelemesini göstermek gerekir. İkinci olarak da belirli bir sistemin çelişkilerine yanıt verecek biçimde, üret­ken olmayan çalışanların artması, gelir dağılımı ve talep ke­siti üstünde etkisiz değildir.

İki tür verimsizlik vardır. Bir tarafta, doğrudan gelir üze­rinden ödenen gruplar: Hizmetçiler, rahipler, artistler vb. Bu sınıflama Marx tarafından uzun uzun incelenmiştir. Diğer ta­raftan, üretken olmayan ikinci bir kategori vardır. Bunların işlevi malı paraya çevirmektir. Bu sınıflamanın işlevi Marx tarafından biçimlenmiştir. 'Bu sonradan Marksistler tarafından pek geliştirilmemiştir. Bizi ilgilendiren de budur, zira bu özel­likle önemli bir gelişmeyi ortaya koyacaktır. Otuz kırk yıldan bu yana çalışanların yeni bir sınıflamaya göre ortaya çıkışı, sermayenin çelişkili gelişimine geçici bir yanıt olarak analiz edebilir. Özellikle kâr oranının düşmesi, aşırı nüfus ve gelir dağılımı düzeyindeki gelişmeler, burada bizim dikkatimizi çe­kecektir. (Özellikle gelir dağılımı). İlk ikisi başka yerlerde açık­lanmıştı.

Üretken olmayan bu «yeni»ler toplam sermayenin yeni­den üretimindeki işlevleri ile belirginleşirler. İşlevleri (ticaret, pazarlama, reklam) kuşkusuz üretken değildir. Fakat, «yeniden üretim için gerekli bir zaman» tahsis ederler.

İSTİHDAM HACMİNİN DEĞİŞMESİNİ BELİRLEYEN UNSURLAR

Bir taraftan sermaye yoğunluğunun artışı ve sermaye biri­kimi diğer taraftan işgücü fazlası yaratılması yoluyla istihdam artışının çelişkili mekanizması işin içine girer. Azalma (veya istihdamın gerilemesi) otomatik olarak artış veya yükselme ile ilişkili değildir. Yeni istihdam yaratılışı (ya da gerileyişi) bu çelişkili mekanizmanın, nihaî etkisinden çıkar. Nihai etki bu mekanizmanın gerçekleştiği tekelci ya da rekabetçi yapılara bağlıdır. Serbest rekabet, birikimin temellerini genişleten ve ek is­tihdam yaratılmasına uygun bir çerçevedir. (A) Fakat, ve­rimliliğin getirişinin yayılması, tekelci bir yapı içinde gerçekleştiğinde bu mekanizma ile aynı yolları izlemez. O halde istihdam hacmi üzerinde nihai etkisi değişiktir.

Bununla beraber, bu çözümlemenin tamamlanması gere­kir, yetersizliği normatif özelliğinden ileri gelir. Çözümleme ile istihdamdaki değişmenin ne kadar olacağı tam olarak belirlenemez. Sadece, istihdamdaki gerilemenin-artışın tekelci rekabetin durumuna göre daha elverişsiz koşullarda gerçekleştiğini belirtir. Sermaye birikiminin büyüme oranı ile emek verimliliğinin bü­yüme oranı arasındaki ilişkinin incelenmesi bu yetersizliğin an­laşılmasını sağlayacaktır. Böylece, aktif nüfusun büyüme oranı işsizlik oluşumunun açıklayıcı bir unsuru olma­dığı ve sermaye birikiminin de -evrensel birikimin bir parçası olarak- YEE'de sınai istihdamın artışına uygun bir unsur olmadığı anlaşılacaktır.

İSTİHDAM HACMİNİN DEĞİŞMESİ REKABET BİÇİMLERİNE BAĞLIDIR.

Bugünkü gelişmiş kapitalist ülkelerde mevcut, serbest rekabet düzeni sermaye birikiminin gelişmesini sağlamıştır. Bu gelişme, birikimin teknolojik ve malî temelinde yeni tekelci, rekabetin ortaya çıkışı ile somutlaşan bir değişikliği doğur­muştur. Diyebiliriz ki, serbest rekabet kendi içinde tekelci rekabetin tohumlarım barındırır.

Kapitalist üretim biçiminin genişlemesi rekabetin değiş­mesine paralel olarak gerçekleşiyordu. Oysa günümüz YE eko­nomilerinde durumun böyle olmadığı anlaşılır. Burada, tekel du­rumu ticari kapitalizmden sınai kapitalizme geçişin sonucu olarak ortaya çıkmaz. Çünkü böyle bir geçiş ortaya çıkmamıştır. Tekel, doğal ve kapalı ekonomilerin, daha kapitalist ve geliş­miş ekonomilerle ilişkiye girmesi sonucu birdenbire ortaya çı­kar. Üretimin tekelci biçimlerinin ortaya çıkması ise, bu eko­nomilerin evrensel üretken sistemle bütünleşmeleri sonucu­dur. Üretimin bu,tekelci biçimleri merkez ekonomilerle olan ilişkiler bozulduğu zaman, değişecektir. İlişkilerin merkez eko­nomilerle olan geçici gevşekliği -savaş sonrası 1929 buhranını takip eden dönemde- sınai üretimin gelişmesini sağlayarak: rekabet biçimlerini değiştirir. İlişkilerin yeniden sağlamlaşması, ile iç talep için üretim yapan yabancı yatırımların gelişimi, üretimin yeni tekelci biçimini değiştirecektir.

SERBEST REKABET İSTİHDAM ARTIŞINI KOLAYLAŞTIRIR

Emek verimliliğinin artısı eksik istihdama yol açar.

Rekabetin birçok türü ve farklı ekonomi okullarına göre de bu kavramın birçok anlamı vardır. Klasiklerin rekabeti (Smith, Ricardo, Marx) neo-klâsiklerinkinden ayrıdır. İlki, bir süreçle, ikincisi bir durumla ilişkilidir.

Tam ve saf rekabet kavramını ele almıyoruz. Onun ko­nusu bizimkinden farklıdır. Genel dengeyi yöneten yasaları değil, sermayenin birikim sürecini açıklayan yasaları araştırıyoruz.

Bu tip rekabet serbest giriş ve çıkışla belirginleşir. Animal, Spirit’le teşvik edilen yatırımcılar birikim yapmak için birikim yaparlar.

Emek verimliliğinin arttırılmasının istihdam üzerindeki et­kilerinin incelenmesini, Ricardo bu çerçevede ele alır. Amacı, issizlik oluşumunun, ekonominin artan mekanizasyonundan ileri gelebileceğini göstermektir.

Bu incelemenin varsayımları kapitalizmin o çağda ulaştığı seviyeden etkilenmiştir. Bunları dört başlık altında özetleyebi­liriz;

a) incelemesi, rekabetçi bir düzen içinde yer alır. O hal­de, mal fiyatlarının aşağıya doğru bir esnekliği vardır. Ücret­ler için aynı şey yoktur. Ücretler geçimlik bir seviye ile ilişkili olarak durağan bir yapıdadır.

YEE'de sermaye birikim sürecinin çözümlenmesi için, gerçek ücretlerin durağanlığı önemli bir veridir. Ücretlerin nispi değişmezliği -gördüğümüz gibi- emek arzının geçim­lik bir ücret seviyesi için çok yüksek olan esnekliğinden ileri gelir.

b) Sermaye ve emek tamamlayıcı iki unsurdur. Teknik ilişkiler birini diğerine bağlar.

c) Yatırım mallan üreten sektör yoktur. Bunlar nihai mallar üreticisi tarafından üretilir. Bu varsayım Ricardo dö­nemindeki üretken yapıların biçimini ifade eder. -ilerde göre­ceğimiz gibi- bu varsayım düşünceyi ve sonuçları değiştirmek-sizin ortadan kaldırabilir.

d) Dördüncü varsayım tasarrufun yatırıma özdeşliği ile ilgilidir. Bu Ricardo'da serbest rekabet sistemi içinde kapita­listlerin birikim eğilimini ifade eder. Marx, tasarrufu yatırıma özdeşleştirmeden, bu konuda şunu söyler: «Rekabet, kapi­talist üretimin kendiliğinden var olan yasalarım, her kapita­liste, dışsal ve zorlayıcı yasalar olarak benimsetir. Ona ser­mayesini artırmaksızın korumasına izin vermez. Yükselmesi ise artan bir birikim olmadıkça devam edemez.»

TEKEL BİR EKSİK İSTİHDAM UNSURUDUR

Serbest rekabette iki unsur istihdam hacminin genişlemesi lehine rol oynar: Biri, verimlilik getirişinin yayılışına bağlıdır. Diğeri ise, birikimin eğilimine bağlıdır.

Birinci unsur, istihdam gerilemesinin ilk etkisini giderir. İkincisi, istihdam hacminin net gelişmesi lehine rol oynar.

İSTİHDAM HACMİNİN DEĞİŞMESİ SERMAYE BİRİKİMİNİN BİÇİM VE HACMİNE BAĞLIDIR

Serbest rekabetin tekele göre birikim temellerini genişlet­mek ve yeni istihdam yaratmak için daha elverişli bir ortam oluşturduğunu gördük. Bu çözümleme üretkenliğin yükseltilmesi sermaye birikiminin artması ikilisinin oynadığı önemli ro­lü ortaya koyar.

Fakat, bu çözümleme onun normatif özelliği tarafından sınırlanmıştır. Ancak Tekel koşullarında verimlilik-birikim iki­lisinin istihdam hacmindeki değişmeler üstüne ne gibi etkileri olduğunu ortaya çıkarmaz. Sadece, istihdamın gerileme-artma mekanizmasının tekel durumuna göre serbest rekabetin hipo­tetik durumunda daha uygun koşullarda gerçekleştiğini belir­tir. Sermaye birikiminin büyüme oranı ile emek üretkenliği­nin büyüme oranı arasındaki ilişkinin derinlemesine incelen­mesi bu yetersizliği dolduracaktır.

İlk önce, işsizliğin oluşumunu açıklayıcı bir unsur olarak ya teknik ilerleme, ya da çalışma yaşında olan nüfusun artış oranındaki değişmeleri gösteren geleneksel düşüncenin aksine, bu ilişkinin önemli olduğunu göstereceğiz. Bu çözümleme­nin sonuçları, bize açık olarak, YEE'deki tekelci yapıların istihdam hacmi değişmeleri üzerine etkilerini yeniden ele alma­yı sağlar. Yarı endüstrileşme safhasına ulaşmış ekonomilerde sermaye birikimi istihdamın gelişmesi için uygun bir unsur olarak ortaya çıkmayacaktır.

SINAİ İSTİHDAMIN DURGUNLUK EĞİLİMİ

(Merkez-Çevre)

Sermaye birikimi, YEE'de sınai istihdamın durgunluk eğilimini de beraberinde getirir. Bu çelişkili gözükebilir. Ger­çekten evrensel ekonomiyle bütünleşme sürecinin gelişimi bazı çevre ekonomilerinin sanayileşmesini sağlamıştır. Bu sa­nayileşme sınai istihdamın büyük ölçüde gelişmesini berabe­rinde getirdi. Evrensel ekonomiyle ilişkiler yeniden kurulup, güçlenince, sanayileşmenin istihdam hacminin gelişmesine yol açabileceğini düşünebilirdik. Halbuki böyle olmadı. Sadece YEE'nin ulaştığı kalkınma düzeyi nedeniyle değil, fakat yatırımların evrensel ekonomiyle bütünleşme derecesi de çok az yeni istihdam yaratıyordu. Daha önce tanımladığımız kuramsal yaklaşımın yardımıyla, bu öneriyi kanıtlamaya çalışacağız.

Yöntem şöyle olacak; sınai istihdam hacminin gelişimini çözümlemek için, çevre ekonomilerdeki sanayileşme sürecini hızlı bir biçimde ana hatlarıyla belirteceğiz. Sınai istihdam kökeninin çözümlemesi sınaî istihdamın durgunluk eğilimi­nin de nedenlerini az çok kavramamızı sağlayacaktır.

İKAME YATIRIMIN ORTAYA ÇIKMASINI SAĞLAYAN KOŞULLAR

İkame yatırımı kapitalist üretim tarzından el sanatları üretimiyle rekabet eden yatırımdır. O halde bu da teknolojik bir sıçramayı gerçekleştirir Bu modern ekonomideki kapitalistlerin kararlarının ürünüdür.

Merkez ve çevre ekonomileri arasındaki ilişkiler sanayi­leşmeyi engelleyici biçimde katı kurallara bağlı değilse, ikame yatırımı gelişebilir. Gelişmesi ise aşağıda inceleyeceğimiz birçok unsura bağlıdır.

Çağdaş üretim biçimleri ile yatırım eğilimi; talebin •önceden mevcut yapısı ile arzın kullanılan üretim teknikleri cinsinden yapısı arasındaki ayırıma bağlıdır. Bu ayırım yatm­anın rantabilitesini de belirler. Talebin yapısı arzdan bü­yükse, ikame teknikleri gerçekleşebilir. Yatırım kârlıdır.

SONUÇ olarak diyebiliriz ki:

Evrensel düzeyde sermaye birikim süreci, gerçekleştiği kutuba göre değişik sonuçları ortaya koyar. Sonuçlar gelir dağı­lımında, olduğu kadar sınai istihdamın yaratılmasında da fark­lıdır. Kârlar lehine gerçekleşen gelir dağılımı az gelişmiş eko­nomilerde emperyalist merkezlere göre çok daha berrak biçim­dedir. Sınai istihdamın oluşumu da farklıdır. İstihdam, emper­yalist merkezlerde günümüz YEE'lerine göre daha açık ve sü­rekli bir gelişme göstermektedir. Her iki durumda da, sınai istihdamın artış oranı bugün zayıf hatta sıfırdır. Fakat yine de birinden diğerine göre sınai istihdam hacmi daha geniştir. Bu gözlemler önemlidir. Ancak bunlar sınıf mücadelelerinin hatta az gelişmişler ülkelerdeki mücadelenin de nesnel temellerinin anlaşılmasını sağlar. Sadece bunlar bile yıllardan beri Latin Amerika'da gözlenen işçi ayaklanmalarının bir boyutunu kav­ramayı sağlayabilecektir.

0 yorum: