', ' öğrenmeye hoşgeldiniz: SİLAHSIZLANMA

12 Ekim 2007 Cuma

SİLAHSIZLANMA

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ.....................................................................................................................................................1

I.BÖLÜM...............................................................................................................................................3

KAVRAMSAL ÇERÇEVE. ............................ ....................................................................................3

1.1.Savunma Halinin Gerekliliği......................................................................................................3

1.2.Silahlanma ve Silahsızlanma Sorunu..........................................................................................5

1.3.Savaş........................................................................................................................................9

1.4.Silahsızlanmanın Kavramsal Analizi.........................................................................................13

II.BÖLÜM............................................................................................................................................16

2.SİLAHLANMA.................................................................................................................................16

2.1.Soğuk Savaş ve Silahlanma......................................................................................................16

2.1.1.Bloklararası Rekabet ve Güvensizlik............................................................................20

2.1.2.Üçüncü Dünya Ülkelerinde Silahlanma.........................................................................22

2.2.Üstünlük Mücadelesi ve Silahlanma..........................................................................................25

2.2.1.Savunmada Üstünlük ve Savunma Harcamaları............................................................27

2.2.2.Konvansiyonel Silahlar, Nükleer Güçler ve SDI............................................................31

III. BÖLÜM..........................................................................................................................................40

3.SİLAHSIZLANMA............................................................................................................................40

3.1.Silahsızlanma Çabalarına Götüren Nedenler...............................................................................40

3.1.1.Uluslararası Sistemdeki Değişmeler...............................................................................40

(Yumuşama Dönemi)

3.1.2.Ekonomik Etkenler ve Bağımlılık..................................................................................43

3.1.3.Teknolojik Etkenler ve Çatışma Alanlarının...................................................................45

Genişlemesi

3.2.Silahsızlanma Çabaları...............................................................................................................47

3.2.1.20.yüzyıla Kadar Silahsızlanma Çalışmaları....................................................................47

3.2.2.II. Dünya Savaşına Kadar Silahsızlanma Çalışmaları.......................................................49

3.2.3.1990'a Kadar Silahsızlanma Çalışmaları..........................................................................52

3.2.4.1990 Sonrası Silahsızlanma Çalışmaları..........................................................................59

3.3.Silahsızlanmaya İlişkin Çok Taraflı Antlaşmalar..........................................................................65

IV. BÖLÜM............................................................................................................................................68

4.SİLAHSIZLANMA VE TÜRKİYE....................................................................................................68

4.1.Türkiye'nin Silahsızlanma Sürecine Bölgesel Olarak...................................................................68

Katkıları ve Rolü

4.2.Yeni Dünya Düzeni İçerisinde Silahsızlanma ve Türkiye.............................................................71

4.3.Silahsızlanma Çalışmalarında Son Durum...................................................................................76

V. BÖLÜM.............................................................................................................................................81

5. SONUÇ...............................................................................................................................................81

Kaynakça.............................................................................................................................................83


GİRİŞ

"Büyük bir savaş ülkelere üç ordu bırakır: Sakatlar, yas tutanlar ve hırsızlar ordusu".1 Bu sözü kimin ne zaman söylediği bilinmemekle birlikte; bu söz savaşlardan geriye kalan gerçekleri en iyi şekilde ifade etmektedir.

Savaşlar insanlığın doğuşuyla yaşıttır. Her ikisinin tarihi de eş bir tarihi gelişim arz etmiştir. Dün vardı bugün de var ve büyük bir olasılıkla gelecekte de var olacak. Sopalarla, kılıç-kalkanlarla başlayan savaşlar insanlık ve onun geliştirdiği teknoloji sayesinde tüfekler, toplar, bombalar ve füzelerle devam etmektedir.

Savaş, devletlerin ekonomik, siyasal ve askeri amaçlarını gerçekleştirmek için bazen ilk bazen de son çare olarak kullandıkları bir araç görünümünde olmuş ve uzun bir süre uluslararası hayatın doğal ve yasal bir kurumu kabul edilmiştir. Toplumlar bu anlayışın etkisiyle yüzyıllar boyunca barış kadar savaşı da doğal karşılamışlardır.

Bu durum uzun süre insanlığın savaş tehlikesiyle karşı karşıya bırakmış ve barış arayışlarının geç kalmasına neden olmuştur. Ne yazık ki savaş olasılığının var olması devletleri ulusal çıkarlarının korumak uğrunda silahlanmaya itmiştir. Etki-tepki yoluyla gün geçtikçe büyüyen silahlanma yarışı devletler arasında güvensizlik yaratarak savaş tehdidinin sürekli gündemde kalmasına yol açmıştır.2

Savaşın olumsuzluğunu yaşayan toplumların savaşın önlenmesini olanak dışı görmeye başlaması ile devletlere oldukça ağır yükler getiren silahlanma yarışına son vermek için çalışmalara başlanmıştır. Zira bu çalışmalardaki amaç kısa ve orta vadede nükleer ve konvansiyonel
silahlanma yarışı ile bu yarışın itici gücü olan silah teknolojisinin korkunç boyutuna son verebilmektir.

Bunun yanında nihai amaç medeniyeti ve düzenli yaşamı tehlikeye sokan tüm silahların ve silah üretim sistemlerinin yok edilmesi ve dünyadaki açlık, sefalet, sosyal adaletsizlik, yoksulluk ve çatışmayı ortadan kaldırarak insanlığı nihai barışı getirebilmektir.3 Bu çalışma içinde de bu konuyla ilgili olarak yapılan çalışmalara değinilmiştir.


I. BÖLÜM

1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE

1.1. Savunma Halinin Gerekliliği

İnsanoğlu içinde yaşadığı doğa ve onun bilinmez gücü karşısında kendisini savunmak zorunda kalmıştır. Kendisini doğanın zor şartlarına, açlığa ve vahşi hayvanlara karşı korumak, savunmak zamanla insanların toplu olarak yaşamalarına sebep olmuştur. İnsan toplulukları artık yalnız kendilerini değil bunun yanında sahip oldukları yerleşim yerlerini, mallarını da korumaya başlamışlardır. Önce sahip olunan şeyler korunmaya çalışılmışsa da zamanla daha fazlasını elde etme isteği nedeniyle saldırganlık ortaya çıkmıştır. Ve böylece savunma ve savaş beraber gelişimlerini sürdürmüştür.4

Topluluklar halinde yaşayan insanların devlet oluşturma şeklinde örgütlenmesiyle savunma ve güvenlik daha da çok önem kazanmıştır. Artık savunma sistemleştirilmeye ve geliştirilmeye başlanmıştır. Ayrıca devletin anayasal görevlerinden olan savunma işlemini gerçekleştirmesi sosyal refahın paylaşılmasında da dolaylı olarak dengeleyici olmuştur.5

Güvenlik bugün de devletlerin en fazla önem verdikleri konulardan birisi olmaya devam etmekte, hiç bir devlet bu konuda sadece diğer devletlerin iyi niyetlerine güvenmemektedir. Savunmasını sağlayabilmek için her devlet askeri ve diğer güç ögelerini en üst düzeyde tutmaya özen göstermektedir.6

Güvenlik, uluslararası ilişkilerde sistemin yapısını belirlemede önemli bir rol oynamaktadır. Bu anlamda güvenlik devletler arasındaki ilişkileri düzenleyen temel belirleyicilerdendir. Bu bağlamda da sürekli güvenliğin sağlanması birincil amaçtır. Bu amaç farklı görüşler tarafından benimsenmesine karşın, güvenliğe yaklaşımları birbirinden farklıdır. "Gerçekçi ekol,1 güvenliği gücün bir uzantısı olarak görme eğiliminde iken, idalistler ise güvenliği barışın bir sonucu olarak görme eğilimindedirler."7

Güvenliği güce dayandıran görüşler gücün diğerlerinin aleyhine olacak şekilde sağlanması veya güvenlik arayışları içinde yapılan savunmayla diğerlerinin güvenliğinin tehlikeye sokulması gibi konularda çıkmaza düşerler.

Durum böyle iken günümüz gerekli ve devlet politikalarını yönlendirmesi dolayısıyla güvenlik kavramının güç ya da barış kavramlarının ötesinde uluslararası ilişkiler alanındaki çalışmalarda kendi başına ele alınması doğru bir yaklaşım olarak görülmektedir.

Soğuk savaş döneminde askeri güç ve üstünlük belirleyici iken 1980'lerdeki gelişmeler nedeniyle ekonomik, siyasi, toplumsal ve çevresel meseleler gündeme gelmiş ve stratejik gündem genişlemiştir. Bu durumun sonucu olarak ortak ya da kapsamlı savunma ve güvenlik olarak adlandırılan yeni bir savunma ve güvenlik anlayışı oluşmuştur. Kapsamlı güvenlik, uluslararası güvenliğe tehdidin ülkelerin kendinde değil de ülke içindeki ve ülkeler arasındaki hayat standartları arasında uçurumlar, nükleer savaş, küresel çevre sorunları vb. sorunlardan kaynaklandığı düşüncesine dayanır. Bu çerçevede gelenksel askeri güvenlik politikaları da ulusal güvenliğe tehdit olarak algılanır.8

Anlayışın değişmesiyle tanımlamalarda da farklılıklar mevcuttur. Ancak güvenliğin uluslararası ilişkiler alanındaki yerini ve rolünü şöyle bir tanımlamada daha iyi görebiliriz: "...güvenlik tanımları ya da ilkeleri uluslararası siyasetin iyi düzenlenmiş kurumlarıdır".

BM Genel Kurulu tarafından 1987 yılında toplanmış olan Silahsızlanma ve Kalkınma Arasındaki İlişki Konulu Uluslararası Konferansta da güvenliğin tanımı yapılmıştır. Buna göre: "Güvenlik tüm
uluslar için hem de kalkınma için esastır. Güvenliğin sadece askeri yönü yoktur. Güvenlik aynı zamanda siyasi, ekonomik, insani ve çevresel yönlere de sahiptir".

Tüm bu gelişmeler ışığında savunma ve güvenlik konusunda günümüz şartlarında yeni tehdit algılamalarına cevap verebilecek şekilde düzenlenmesi kaçınılmaz olmuştur.9

1.2.Silahlanma ve Silahsızlanma Sorunu

a) Hayat Mücadelesi :

Uluslararası fetih hakkının meşru sayıldığı devirlerde bir silahsızlanma sorununun mevcut olmadığı görülmektedir. Devletler arası ilişkilerde güç politikasını ve bunu uygulamasını kendi kendine hak olarak gören devletler daha ziyade silahlanma sorunu ile meşgul olmuşlardır.

Var olan her varlık doğa içinde kendi varlığını korumadaki, gelişimini sağlamak ve neslini devam ettirmek bakımından bir takım zorluklarla karşı karşıyadır. Bu zorluklarla mücadele alanı ve mücadele biçimi yaşayan varlığın içinde bulunduğu yere ve hayat şartlarına göre değişmektedir. Yalnız yaşayan canlılar özellikle doğa ve onun şartlarına karşı mücadele verirken topluluk içinde bireyler birbirine karşı mücadele ederler. Bu topluluklar genişleyerek devlet halinde örgütlenince bunlar arasındaki mücadeleler savaş olarak nitelendirilmektedir.10

İnsanların toplum olarak yaşamaya geçmesiyle beraber yönetim mevkiileri, sahip bulundukları haklar ve ayrıcalıklar ortaya çıkmıştır ve buna bağlı olarak mevcut durumdan memnun olanlar ve olmayanlar şeklinde iki ayrı sınıf belirmiştir. Bunlar arasında grup otoritesine bağlı olarak gizli veya açık, şiddetli veya pasif bir mücadele başlamıştır. Millileşen bir topluluk hayatı içinde bireylerin
mücadelesini engelleyecek, hayat şartlarını düzenleyecek bir otoritenin varlığı iç mücadele şeklini azaltabilmiştir.11 Ve devlet biçiminde bir örgütlenme ile savaş kurumsallaşmış ve belirli kurallara göre yapılan bir mücadele şeklini almıştır. Bu gibi mücadelelerde devletin amacına ulaşabilmesi için daha çok silahlanması ihtiyacı ortaya çıkmıştır.

b) Uluslararası Mücadele :

Uluslararası mücadelenin nedenleri de bireyler arasında çarpışmaya yol açan sebeplerden çok farklı değildir. Bireyler arasında ekonomik ve üstünlük kazanma nedenlerine bağlı mücedeleler mevcut ise devletler arasında da kendi varlıklarını devam ettirmek, maddi menfaatlerini korumak, kendi inançlarını yaymak, hakimiyet kurmak gibi nedenlerde mücadele söz konusudur. Zaten insanlık tarihinin başlangıcından bu yana büyük teşkilatların ve büyük devletlerin kurulması hep güç unsuruna dayanan fetih ve siyasi mücadele ile gerçekleşmiştir.12

Yakın zamanlara kadar herhangi bir üst düzey kuruluşa bağlı bulunmayan, kendi gücü, takdiri üstünde hiç bir kural ve nüfuz tanımayan devlet gücünü kendi kanunu saymıştır. Her devlet hakkını kendi gücüne dayandırırken ve güçlenmenin bir hak, bir zorunluluk olduğunu ileri sürerken devletlerarası hayatta etkin olacak yegane kural da "güç" unsuru olmaktadır.13 Bu ortam içinde devletin öncül hedefi güçlenmek ve güç yoluyla amaçlarını gerçekleştirmek olmaktaydı. Gücün yolu da silahlanmadan geçmekteydi.

Devletlerarası mücadelelere "harp" (savaş) denildiği için devletlerin politikalarının başlıca gerçekleşme aracı savaş olmakta ve tüm insanlık tarihi boyunca doğal ve meşru bir müessese olarak kabul görmektedir.

c) Eski Savaş Anlayışı ve Savaş Psikolojisi:

Savaş hemen son devirlere kadar insanlık ve devlet hayatının da doğal zorunlu bir kurumu sayılmış ve bu nedenle kaçınılması imkansız görülmüştür. Bundan dolayı önlenmeye çalışılması yerine zafer kazanımını
sağlayacak önlemler ele alınmış, devletin silahlanması zaruri görülmüştür. Hegel ve onu takip eden bir çok düşünür savaşı devlete ait bir egemenlik hakkı olarak görmüşlerdir. Yine bu dönemde devletler arasındaki savaş konusunda daha üstün bir karar alıcının bulunması, devletlerin savaş konusunda tek karar alıcı olmasını sağlamıştır.14

Dönem hukukçuları kimlerin savaş yapabileceğini, savaşın hangi şartlarda haklı olabileceğini ve kaidelerin neler olduğunu belirtmeye çalışmışlardır. Buna göre savaş ancak bağımsız devletlerin hükümdarları tarafından yapılabilmektedir. Savaş bozulan hak ve hukukun düzeltilmesinde son çare olarak yapılabilir ve nihayet savaşın amacının gerçekleşmesi için gerektiği kadar zor ve şiddet uygulanır. Tabii ki kurallara uygun yapılan savaşın sonundaki fetih de meşrutiyet kazanmış olmaktaydı. Bu karlı ve faydalı hak ancak güçle sağlanabildiğine göre devletler arasında güç yalnız savunma aracı olarak değil aynı zamanda yayılmacı maksatlar ile de kullanlıabilmekte ve silahlanma keyfiyeti bu amaçlar doğrultusunda ortaya çıkıyordu.

Savaşın uluslararası hayatta tabii ve meşru sayılması insanları savaşlar karşısında uzun zaman pasif bırakmış ve insanlar arasında barış kadar savaşın da doğal olduğu düşüncesi kökleşmişti. Savaş daha ziyade toplum hayatındaki sakatlıklardan, çıkar çatışmalarından ve bunların doğurduğu kin ve ihtiraslardan meydana gelen sosyal bir olaydır. Zamanına göre, bazen bir hükümdarın fetih, şan, şeref isteği, büyük savaş sanayii sermayedarlarının kazanç hırsları, siyasi emperyalizmin ekonomik emperyalizme dayanması zorunluluğu gibi etkenler kararsız insan topluluklarını daha çabuk harekete geçirebilir.15

d) Savaşın Uluslararası Hayattaki Rolü :

Savaşlar insanlığın kaderi görünümüyle tarihin seyri üzerinde daima büyük etkiler yapmıştır. Savaşlar meydana geldiği alanlar, kullanılan teknik ve teknoloji ve yaptığı tahriplere göre etkisi değişse de daha çok şu iki olay üzerinde etkisi görülür: Birincisi savaşlar uluslararası hayatın değişmesini, gelişmesini hızlandırması ve hatta ona bir anlamda yön tayin etmesi, ikincisi yaşamda zamana uymayan şartların ancak savaş
yolu ile değişmesidir. Tarihte dönüm noktaları teşkil eden dini, siyasi ve iktisadi büyük gelişmeler genelde savaşlar sonucunda ortaya çıkmıştır.16

Barış zamanlarında fazla ilişki kuramayan toplumlar eski devirlerde, daha çok savaş zamanlarında birbirlerini tanımışlardır. Bilindiği üzere toplum hayatı zamanın ve mekanın şartlarına uymak ve bunlar değiştiği takdirde değişmek durumundadır. Bu uyum çoğu zaman savaşlar neticesinde mümkün olmuştur.

e) Savaş Korkusu ve Silahsızlanmanın Güçlükleri :

Savaşlar gerek devletlerin hayatında gerekse uluslararası hayatta çok yıkıcı felaket ve acılara sebep olmuştur. Savaşan tarafların güç seviyelerine, medeniyet derecelerine silahların gelişmişliğine ve savaşın yapıldığı alana göre doğurduğu sonuçların olumsuz etkileri büyüyebilmektedir.

Teknolojini gelişmesiyle silahların tahrip ve imha güçlerinin gittikçe artması, demokrasi rejiminin yayılması, savaşların millileşmesi mücadele sahalarının genişlemesi savaşın neden olduğu felaketlerin alanını da genişletmiştir. Ayrıca savaş korkusu nedeni ile başvurulan silahlanma devletlere pahalıya mal olmuş, devletlerin ekonomilerini olumsuz yönde etkilemiştir. Silahlanma bir yarış halinde sürekliliğini korumuştur. Her yeni teknolojik gelişme sayesinde üretilen silahlar bu yarışı tırmandırmıştır. Bu tırmanış gerginliği ve çatışmayı beraberinde getirmiştir.17

Savaşı ortadan kaldırmak girişimleri fikir ve doktrin alanında bir yer işgal etmekle beraber bunlar henüz insanların eski inanç ve geleneklerini kısa bir süre içinde silip atacak kadar etkinlik kazanamamıştır. Uluslararası hayatın bugünkü şartları savaşın her an mümkün olması ihtimali ve bunun karşısında devletlerin meşru müdafaa haklarının varlığı tam anlamda silahsızlanmayı engellemektedir.

Uluslararası hayatta emniyet ve güvenin yerleşmesini ve genel bir silahsızlanmayı hukuki ve teknik zorluklar, manevi silahsızlanma ve silahsızlanmanın alan , konu ve şartlarına bağlı anlaşmazlıklar ve bu olayın uluslararası kontrolü ile ilgili zorluklar engelleyici rol oynamaktadır.18

Yukarıda anlatılmaya çalışılan tüm özellikler silahlanmayı meşru kılmış ve genel bir silahsızlanmayı engellemiştir.

1.3. Savaş

Savaş çok eski dönemlerden beri insan toplulukları arasındaki sorunların çözümünde zaman baş vurulan bir araç görünümündedir.Tarih boyunca çeşitli insan topluluklarının, devletlerin birbirine karşı sıklıkla kullandıkları bir dış politika aracı olmuştur.

Savaş en genel anlamda, iki ya da daha çok devletin birbirlerine iradelerini kabul ettirmek amacıyla ve devletler hukuku tarafından düzenlenmiş kurallar çerçevesinde yaptıkları silahlı mücadele olarak tanımlanır19.

Savaş silahlı kuvvetler tarafından yapılan bir mücadele olduğundan dolayı bir devletin diğerine karşı yapmış olduğu tek taraflı zorlamalar karşı devlet tarafından aynı şekilde karşılanmadıkça savaş sayılmaktadır.

Özellikle eski medeniyetlerde fiziki zorlama ve savaş sosyal hayatın vazgeçilmez ögelerinden biridir. Orta Çağda ise Aristokrasi tarafından yönlendirilen bir olgu olan savaş taraflar arasında sıkı olarak belirlenmiş kurallara göre işleyen bir yarışma, bir satranç oyunu niteliği taşımaktaydı. Korunma silahlarının gelişmesiyle savaşlarda ölümler oldukça azalmış, esir tutma savaş sonucunu belirleyen en önemli kriter durumuna gelmiştir.

Zamanla savaş kavramı yeni özellikler kazanmış ve yeni değerler bu kavram içine yerleşmeye başlamıştır. 1789'da Fransız Devrimi ile birlikte ülkede gelişen milliyetçilik bilinci, ortak değerler için
mücadele etmenin verdiği moral üstünlük de ordunun önemli silahlarından biri olmuştur. Ayrıca Napolyon Savaşları ile gündeme "Topyekün Savaş" kavramı girmiştir. Bu anlamda savaş toplumun bütününe ilişkin bir olay olarak tanımlanmaktadır.20

Clausewitz'e göre savaş, doğada herhangi iki veya daha fazla öğe arasındaki itilaf değildir : "O her şeyden önce insana özgü bir olay, daha açıkçası insani ilişkilerin bir biçimidir". Yine ona göre "Savaş, politikanın başka araçlarla devamı"dır. Savaş bir anlamda fizik gücü ve zorlama ile diğerini iradesine boyun eğdirmek ve tüm direnişini yok etmektir. Şiddet ve fiziki zorlama savaşın aracı, düşmana irademizi zorla kabul ettirmek ise savaşın amacıdır.21

Savaş içerisindeki en önemli kavramlardan biri de güç kavramıdır. "Güç büyüklük, büyüklük etki ve etki de diğer devletleri etkilemek demektir. Bu tanımın sahibi olan Michael Sullivan'a göre güç uluslararası politika açısından da büyük öneme sahiptir.22

Güç sosyal hayatın veçhelerine göre sınıflandırıldığında ilk akla gelen askeri güç olmaktadır. Bir başka deyişle yapılan bir güç analizi son anlamda savaş yeteneğinin analizidir. Bu ikisi arasında hem amaç hem araç olmak açısından bir ilişki gözlenmektedir. Güç savaşın bir aracı olmakla beraber savaş da güç açısından bir gösterge olarak değerlendirilebilmektedir.

Uluslararası politika için de güç ile birlikte uygulanan güç politikası uluslararası politikayı uluslar ve ulus grupları arasında üstünlük sağlamaya yönelik sonsuz bir mücadele olarak görmektedir. Yani uluslararası politika hem güç mücadelesi hem de özgül bir takım politik etkinlik olarak tanımlanabilir.

Tüm bu yaklaşımların yanında savaşın türlerine de değinilmelidir. savaşlar çeşitli kriterlere göre sınıflandırılabilir. Bu kriterlerden biri savaşın yoğunluk derecelerine göre yapılan ayrımdır. Topyekün ve sınırlı. Bu kriter coğrafi alana da uygulanabilir. O zaman genel ve yerel olarak ayrılır. XVIII. yüzyıl sonlarına kadar Avrupa'da meydana gelen savaşlar esas itibariyle yerel nitelikli sınırlı savaşlardı. Oysa XX. yüzyılda meydana gelen I. ve II. Dünya Savaşları tam anlamıyla topyekün ve genel nitelikte savaşlardır. Bu sınıflandırmalar oldukça geneldir ve nükleer savaş faktörünün ortaya çıkmasıyla, bu ayrımların önemi azalmıştır.23

Savaşların nedenleri konusunda da yıllardan beri bir çok araştırma yapılmıştır. en sonunda nedenler de bir sınıflamaya tabii tutulmuştur. 1) Birey düzeyinde açıklanan nedenler 2) Devlet düzeyinde açıklanan nedenler 3) Uluslararası sistem düzeyinde açıklanan nedenler

Savaşlara neden olan konuların tarihsel seyrine bakıldığında şöyle bir tablo ortaya çıktığı görülür :

+-------------------------------------------------------------------------------+

¦KONULAR 1648-1714 1715-1814 1815-1914 1918-1941 1945-1989 ¦

¦‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑-‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑¦

¦Toprak ¦ 24 26 14 14 8 ¦

¦Stratejik Toprak ¦ 10 7 4 9 7 ¦

¦Sınır ¦ - 1 - - 3 ¦

¦Ulusal Kurtuluş/Devlet Yaratma ¦ 2 3 10 4 9 ¦

¦Ulusal Birleşme/Tahkim ¦ - 1 9 - 6 ¦

¦Ayrılma/Devlet Yaratma ¦ - - - - 2 ¦

¦İmparatorluk Oluşturma ¦ - 4 3 6 - ¦

¦Ticaret/Denizcilik ¦ 16 14 4 - 1 ¦

¦Ticaret/Doğal Kaynaklar ¦ 2 - - 6 3 ¦

¦Sömürgecilik Rekabeti ¦ 4 4 1 - - ¦

¦Dışarıdaki Vatandaşları/Ticari ¦ - - 1 5 3 ¦

¦ Çıkarları Koruma ¦ ¦

¦Dindaşları Koruma ¦ 6 4 3 - - ¦

¦Soydaşları Koruma ¦ - - 5 2 3 ¦

¦Etnik/Dini Birleşme/İrredentizm¦ - - 2 5 4 ¦

¦Müttefike Destek/Yardım ¦ 2 4 - 3 5 ¦

¦İdeolojik Yardım ¦ - 1 3 3 4 ¦

¦Hükümetler ¦ - 5 4 5 9 ¦

¦Devletin/İmp.un Birliği ¦ - 3 18 9 9 ¦

¦Anlaşma Şartlarını ¦ 6 3 1 9 2 ¦

¦ Kabul Ettirme ¦ ¦

¦Bölgesel Hakimiyet ¦ - - 3 2 2 ¦

¦Hanedanların Ayrılışı ¦ 14 9 3 - - ¦

¦Devletin/Rejimin Varlığı ¦ 10 7 2 11 7 ¦

¦Özerklik ¦ - 1 2 2 2 ¦

¦Güç Dengesi ¦ 4 1 1 1 1 ¦

¦‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑-‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑‑¦

¦ 1648-1989 Döneminde Savaşlara Neden Olan Konular (%) Uls.Pol. Ana s:346 ¦

+-------------------------------------------------------------------------------+

Tablo 1

Zamanla silah teknolojisindeki gelişmeler bu zamana kadar yapılan çatışmaları belirgin bir şekilde etkilemiştir. Askeri teknolojide ve stratejide, nükleer silahların üretilmesiyle önemli gelişmeler olmuştur. Bu gelişmenin ilk adımı atom bombası ve çekirdeğinin parçalanması ile çıkan enerjiden yararlanma temeline dayanan fizyon (fission) bombasının 16 Haziran 1945'de ABD'nin Alamogordo Çölü'nde denenmesidir.25 Ardında atom bombasından daha etkili olan Hidrojen bombası yapılmıştır. ABD 1952 yılında, SSCB 1953 yılında ve sonradan da ÇHC, İngiltere ve Fransa bu bombalardan üretilmiştir. Söz konusu bombaların tahrip gücü oldukça yüksektir.26

Bu bombaların gerçek bir nükleer silah haline gelmesini sağlayan asıl öğe gönderme aracıdır. Nükleer silahı hedefe taşıyan araçlar uçaklar ve füzelerdir. Füzelerde de önemli gelişmeler sağlanmış ve füzeler Kıtalararası Balistik Füzeler (ICBM), Denizaltlarından Atılan Balistik Füzeler (SLBM) olarak ayrılmıştır. ayrıca füzeler artık çok başlıklı füze halinde gelmişlerdir.

Böylelikle genel bir nükleer savaş tarihteki sayısız örnekteki mücedelelerden oldukça farklı anlam kazanmıştır. Nükleer savaşta caydırıcılık unsuru ön plana çıkmıştır. Çünkü taraflardan hiç birisinin birinci vuruş kapasitesi, karşı tarafın ikinci vuruş kapasitesini tamamen yok edememektedir. Bu durumda caydırma nükleer düzeydeki askeri hazırlığın en önemli amacı durumuna gelmiştir.27

Artık savaşın eskiden olduğu gibi tarafların birbirine haber göndererek veya meydanlarda karşılaşacak yaptığı mücadelenin dışına çıktığı ve üstün teknolojiye sahip araçlarla yürütüldüğü görülmektedir. Hem burası gücü yüksek, hem mahvolma riski yüksek ve hem de imha gücü yüksek silahlarla savaş dönemi başlamıştır. Şimdi savaşlar canlı yayınlarda 1-2 saat ya da 1-2 gün içinde yapılabilmektedir.


1.4.Silahsızlanmanın Kavramsal Analizi

Devletlerin silahları dış politikalarının doğrudan veya dolaylı bir aracı kullanmaları yanında zaman zaman silahsızlanmayı da benzer bir biçimde kullandıkları görülmektedir.

Silahsızlanma dar anlamda ulusların güvenlik arayışları içerisinde çatışma ve uyuşmazlıktan uzak barış ve karşılıklı güvenliğin mantıksal bir denge konumuna kavuşturulması amacıyla akid devletin ülke topraklarında konuşlandırılmış mevcut silah sistemlerinde karşılıklı olarak sayısal ve niceliksel azaltım veya tamamıyla ortadan kaldırılması faaliyetlerini içerir.28

Bazı yazarlar silahsızlanma (disarmament), silahların denetimi (arms control), silahların indirimi (arms reduction) ve silahların sınırlandırılması (arms limitation) terimlerini birbirilerinin yerine kullanmaktadır. Yapılan teknik bir ayrımda silahsızlanmanın, var olan silahların hemen tamamen ortadan kaldırılmasına işaret ettiği, silahların denetiminin ise, devletlerin silahlanma politikalarına ilişkin miktar, nitelik, geliştirme veya kullanma açısından genellikle bir uluslararası antlaşma çerçevesinde uygulanan sınırlandırma veya indirimi anlamına geldiği görülmektedir.29

Uluslararası alanda devletlerin dış politikaları açısından daha sık gündeme gelen konu silahların denetimidir. Silahların denetiminde; 1)Savaş riskini azaltmak 2-) Savaşın patlak vermesi halinde yol açabileceği zararların azaltılması 3-)Askeri savunma harcamalarındaki azaltım işlevinin güvenceye alınması. Ayrıca devletler, güvenlik artırmak, mevcut statükodaki nispi avantajlarını muhafaza etmek, kaynak tasarrufu sağlamak, bazı anlaşmalara ve insani değerlere saygılı olmak veya doğrudan insanı korumak gibi amaçlarla da silahsızlanma veya silahların denetimi yoluna gidebilirler.30

Terminolojide silahsızlanma, Dünya devletlerinin mütekabiliyet esaslarına göre genel ve kalıcı barışın temini maksadıyla, savaşın en önemli aracı olan silah veya silah sistemlerinin azaltılması, üretiminin
yasaklanması, belirli alanlarda sayısal tavanlarının sınırlandırılması, ya da mevcut tüm silahların yok edilmesi durumlarını içermektedir.31

Silahsızlanma kavramı sınırlandırmaya tabi tutulduğunda üç yöntemin uygulandığı görülmektedir. 1) Mevcut silahların imha yöntemi 2) Zorunlu silahsızlandırma 3) Görüşler yoluyla silahsızlanma

Silahsızlanma silahların niteliğine veya uygulandığı coğrafi bölgeye göre de sınıflandırılmaktadır. Silahsızlanma ya tüm silahları ya da konvansiyonel, nükleer, bakteriyolojik veya kimyasal silahlardan sadece bir kısmını içine alabilir. Yine aynı şekilde silahsızlanma ya sadece belli bir bölgedeki devletler için uygulanır ya da tüm devletleri kapsamına alır. Bütün silahları içine alan, geniş kapsamlı silahsızlanmaya "genel ve tam silahsızlanma" yalnız bir veya bir kaç tür silahı kapsayan silahsızlanmaya ise "kısmi silahsızlanma" denmektedir.32

Nükleer çağda silahlanma ve silahların denetimi konuları daha farklı bir anlam kazanmıştır. Bu silahların tahrip gücünün büyüklüğü II. Dünya Savaşı sonrasındaki silahsızlanma ve silahların denetimi çalışmalarının bir dış politika aracı olarak ABD ve SSCB tarafından kullanılması söz konusudur. Zaman zaman ikinci derecede nükleer güç denilen İngiltere, Fransa, ÇHC ve kendi nükleer güçlerini geliştirmeye çalışan diğer bazı ülkelerde benzer çabalara yönelmiştir. Ayrıca silah teknolojisinde meydana gelen gelişmeler sonucu ortaya çıkan tahrip ve imha gücü yüksek nükleer ve bakteriyolojik silahlar devletlerin silahsızlanma ve silahların sınırlandırılması konusunda yeni politikalar üretmelerine gerekçe olmuştur.


II. BÖLÜM

SİLAHLANMA

II. Dünya Savaşı'ndan sonra dünya düzeninde büyük değişikler olmuştur. İmparatorluklar yıkılmış, yeni güçler ortaya çıkmıştır. Üçüncü dünya ülkelerinde bağımsızlık hareketleri gelişmiştir. İngiltere'nin büyük dünya imparatorluğu sona ermiş ve büyük bir devlete dönüşmüştür. BM'de ABD'nin savunduğu, "Sömürgelere Özgürlük" tezine uyarak Ortadoğu'da bulunan bir çok sömürgeden elini çekmiştir. Fransa savaşta fazla bir başarı göstermemiş ve sömürgelerinin bir çoğunu mücadele sonunda bırakmıştır. İngiltere gibi Fransa'da savaştan yenik çıkmıştır.

Yeni doğan güçlerin ilki Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) idi. Bu devlet savaştan zaferle çıkmış ve ABD'den sonra dünyanın en büyük askeri gücü konumuna gelmişti. Büyük bir devlet olarak dünya siyasetinde etkili olabiliyor, sosyalist ekonominin başarısını savunuyor, ABD'ye meydan okuyordu. SSCB, Asya ve Afrika'daki bağımsızlık bereketlerini desteklemiştir. Bu dönemde Japonya ve Almanya kısa süre içinde ekonomilerini güçlendirip dünya siyasetindeki yerlerini aldılar. Diğer bir önemli olay da Çin'in bağımsızlığa kavuşması, Çin Halk Cumhuriyeti'nin bir dünya gücü olmaya başlamasıydı.

Son olarak ABD savaştan en karlı devlet olarak çıkmıştır. Savaş sonrası dönemde dünya üretiminin yarısını karşılıyordu. Ürünlerini pazarlamak için de çeşitli yardım programları (Marshall planı gibi) ile bir kısım Avrupa ve üçüncü dünya halklarına alım kabiliyeti sağlamaktaydı. Aynı zamanda ABD dünyada bir çok bölgeye askeri üsler kurmuş ve ikili anlaşmalar yapmıştır.33

Dönemin iki büyük devi olan ABD ve SSCB uzun sürecek yarışlarına böylelikle hız vermişlerdir. Şimdi bu silahlanma yarışını bölümler halinde ele alalım :


2.1. Soğuk Savaş Ve Silahlanma

Soğuk Savaş, batı ve SSCB arasında gelişen düşmanca ilişkiyi tanımlayan 1940'ların sonunda genel olarak benimsenmiş bir terimdir. Terim mecazi olarak, varolan rekabet ve uzlaşmazlığa rağmen tarafların bunu sıcak çatışmalardan başka yöntemlerle sürdürdüğü ve bu durumun devamını sağlamayı ifade etmektedir. Yani batı ce SSCB arasındaki ilişkilerde bulunan eylem - karşı eylem döngüsünü betimleyecek terim soğuk savaş terimidir. Taraflar diğerinin engelleyici, tehdit edici tavrına karşılık, haklı bir savunma yaptığına inanıyordu. Bu durumu belirginleştiren ve tırmandıran etken, her iki tarafın önemli çıkar çatışmalarının olması ve çatışmalarda psikolojik dinamiklerin (ideoloji farklılığı gibi) yer almasıdır.34

Soğuk Savaş kavramı, "fiziksel, şiddet olmaksızın tehditler, engeller, propaganda vs.'den oluşan bir düşmanlık durumu" olarak da tanımlanmıştır. Daha teknik bir tanımlama ile soğuk savaşı dikkatlerin askeri ve stratejik çekişmeler üzerinde yoğunlaştığı ve karşılıklı görüşmenin en düşük düzeyde kaldığı ya da hiç olmadığı belirli bir global anlaşmazlık dönemidir.35

Soğuk savaş dönemi içinde Batı'nın ve SSCB'nin ortak amacı III. Dünya Savaşı'nın önlenmesidir. Bu ortak amaç aşırı derecede çatışma içerikli bir uluslararası sistem olmasına rağmen bu ortak amaç aradaki rekabete bir denge sağlamaktadır. Yani tarafların birbirine uyguladığı politika "caydırıcılık"tır.

II.Dünya Savaşı tarihin geçirdiği en yıkıcı savaşlardan biri olmuştur. savaşın etkilerini tüm toplumlar hissetmiştir. Bu döneme kadar olan zaman içinde hiç bir silahsızlanma çalışması amacına ulaşamamıştır. Hatta II. Dünya Savaşı'ndan sonra dahi insanlığın barışa ulaşması mümkün olmamıştır. Uluslararası mücadeleler, büyük devletlerin çatışmaları ve egemenlik kurma çabaları bölgesel çatışmalar insanlığı savaş tehtidi altında bırakmıştır. Dünya Soğuk Savaş'ın etkisine girmiştir.

1940'ların sonlarına doğru batılı güçler ile SSCB arasındaki ilişkiler bozuldukça uluslararası sistemin iki kutuplu yapısı ortaya çıkmıştır. İki süper güçte dünya çapında bir ittifak sistemi kurmak ve yönetmek için hızla harekete geçtiler.

Soğuk Savaş dönemlerinde politikayı devlet kurumları belirler, hükümetler uygular ve şartlara göre sert ya da yumuşak hale getirirler. Rekabet süreklidir. Bu rekabet genelde modelleri tanıtma, benimsetme ve savunma biçiminde propagandaya dayanan siyasal nitelikte ve aynı derecede askeri gücün arttırılması şeklinde karşılıklı tehdit, blöf-dehşet dengesi biçiminde tırmanmaktadır. Ekonomik araçlarda durumu destekleyecek şekilde kullanılır. Farklı varsayımlara dayanarak değişik modelleri savunanlar birbirlerine karşıt ideolojik boyutlara paralel aralarındaki "Soğuk Savaş"ı sürdürürler. Bu yöntem genelde yürütmenin elinde bir tehdit silahıdır.36

Soğuk Savaş 1917'den beri doğu-batı arasında süregelen çelişkinin bir ürünü olarak dünya politikasının bir ürünü olmuştur. II. Dünya Savaşı'ndan sonra ise evrensel nitelik kazanmıştır.

1945 sonrasında soğuk savaş döneminin ayrılabileceği altı evre vardır. Bu evreler öncelikle ABD-SSCB ilişkilerinin karakterini yansıtmaktadır.37

1.Evre : 1946-1950 savaştan sonra Almanya, Polonya ve İran'ın paylaşılması müttefikler arasında şiddetli çekişmelere yol açmıştır.1947'de Truman Doktrini ve arkasından Marshall Planı ABD savaştan sonra büyük zarara uğrayan Avrupalı müttefiklerine yardımının ve kapitalizmi yayma çalışmalarının simgesi olmuştur.

1947'den 1948 Haziran'ında başlayan Berlin ablukasına kadar önemli bir olay olmazken 1948-49 yılları arasında soğuk savaşı tırmandıran gelişmeler olmuştur. SSCB Doğu Berlin'işgal altına almış ,1949 NATO'nun ABD ve Batı Avrupalı devletler tarafından kurulması 1949 Ekim'inde Çinli
Komünistlerin Pekin'de iktidara gelmesi Kore'nin Komünist ve Demokratik olarak ikiye bölünmesi Yunanistan'da iç savaşın başlaması Doğu Avrupa'da komünizmin yayılması SSCB'nin askerlerini İran'da tutması ve nihayet 1949 Eylül ayında SSCB'nin atom bombası yapması.38

2.Evre : İstikrarsız Karşıtlık Dönemi (1950-62)

Bu dönemin başlangıcı 1950 Haziran'ında Kuzey Kore'nin Güney Kore'ye saldırması ile soğuk savaşın sıcak çatışmaya dönüşmesidir. Bu dönemde ideolojik ayrım en üst noktaya çıkmıştır. Bu dönemde Varşova Paktı kurulmuş, Mısır Süveyş Kanalı'nı millileştirmiş, Küba'da komünist iktidar kurulmuş, SSCB Macaristan'aaskeri mücadelede bulunmuş ABD, karşı cepheyi genişletmiş, Stalin'in ölümü ile (1953) Sovyet Politikası bir çözülme yaşamıştır.

Ancak 1953'te Kore'de 1954'te Çin Hindi'nde ateşkes ilan edilmesi iki taraf arasında bir yumuşamanın başladığını simgeliyordu. Bu dönemde taraflar kendi cephelerini genişletmeye çalışmışlardır.

3.Evre : I. Detant Dönemi 1962-73

1962 yılına doğru silahlanma yarışı, hız kazanmıştır. Teknolojik ilerleme nükleer alanda büyük tehditler doğurmuştur. Bunun yanında propaganda savaşı da yoğunluk kazanmıştır. Bu dönem gerilimleri azaltarak uzlaşma girişimlerinin başlatıldığı dönemdir.

1960 Paris zirvesinin dağılması, 1961'de Laos ve Berlin bunalımları ve 1962 de Küba Füze Krizlerinin ardından 1963 Temmuz'unda Nükleer Denemeleri Yasaklanması Anlaşması, Kırmızı Hattın çekilmesi gibi görüşmeler başlatılmıştır. Ancak ABD ve SSCB'nin yayılmacı emelleri bu süreci durdurdu.*


1969 yılında Nixon'un ABD Başkanı seçilmesiyle yumuşama başlamıştır. Bu dönemde ABD ile Çin arasında diplomatik ilişki kurulmuş, 1973'te ABD Vietnam Savaşı'ndan sıyrılmış, Mısır'la iyi ilişkiler kurulmuş, silahsızlanma ile ilgili önemli bir gelişme olan SALT I (Stratejik Silahların Sınıflandırılması Anlaşması) imzalanmıştır.

4.Devre : Detant'ın ekonomik problemler ve bölgesel çatışmalardan etkilenmesi (1974-79) 1969'da iyileşmeye başlayan ilişkiler sürecinin yanı sıra bölgesel krizler de söz konusuydu. Bu çatışmalar 1979'la başlayan ikinci soğuk savaş dönemini getirecektir.

Bu dönemde, petrol krizi gelişmekte olan ülkeleri ve az gelişmiş ülkeleri olumsuz yönde etkileyerek dış devlet ve kuruluşlara bağımlılığı arttırmış, 1975 yılında Angola Bunalımı yaşanmış, Yunanistan ve Türkiye, Kıbrıs Sorunu nedeniyle karşı karşıya gelmiş, 1975'ten itibaren nükleer araştırmalar yaygınlaşmış ve nükleer tehdit çemberi genişlemiş, Terörizm uluslararası sorun haline gelmiş, 1979'da SALT II imzalanmış, aynı yıl SSCB Afganistan'ı işgal etmiş ve İran İslam Cumhuriyeti kurulmuştur.

5.Evre : İkinci Soğuk Savaş Dönemi 1979-85

Bu dönem kapitalist ülkelerle SSCB arasında ilişkilerin kopması sonucu başlamıştır. Bunun sonucu olarak taraflar savaş olasılığına karşı silahlanma yarışına hız vermişlerdir. 1978 yılından sonra batılı ülkeler SSCB'nin 1970'lerdeki sürekli silahlanmasını bahane ederek askeri harcamalarının yükselişini savunuyorlardı. (Carter 1978 yılında ABD için %3'lük bir artış kararı vermiştir.)

Bu olayların yanı sıra 1970'ler boyunca Üçüncü Dünya'da üç kıtada birden yoğun toplumsal ayaklanmalar başlamıştır. Soğuk savaşın yeniden başlamasında "dış tehdit" varsayımı gerekçe gösterilmekteydi. Böylelikle ABD "Sovyet Tehdidi" imgesi ile SSCB ile uzlaşmak yerine karşı koyma ve diğer devletleri bu stratejiye dahil etmeye çalışıyordu. 1980 yılında SALT II'nin ABD Senatosu'ndan dönmesi, Başkan Reagan'ın güçlü ABD görüşüyle politika izlemesi ve yine SDI (Stratejik Savunma Girişimi) projesini ileri sürmesi, yeni füze sistemlerinin oluşturulması gibi gelişmeler yaşanmıştır.


6.Evre : II. Detant Dönemi : 1985 ve Sonrası

Gorbaçov'un SSCB lideri olarak iktidara gelmesinden sonra iç siyasal ve ekonomik düzende yaptığı yeniliklerle toplumuna çağdaşlık kazandırmaya çalışmıştır. Dış politika da ise ABD ve Batı Avrupa'ya karşı yarısını "barışçı görüntü içinde" yürütmeye çalışmıştır. Taraflar arasında kesilmiş olan görüşmeler ABD ve SSCB Dışişleri Bakanlarının Stratejik Nükleer Silahlar (START) Orta Menzilli Füzeler (INF), savunma ve Uzay Sorunlarını içine alan silah kontrol müzakereleri için 1985 yılında Cenevre'de bir araya gelmeleri ile yeniden başlamıştır. Böylece başlayan Detant Dönemi 8 Aralık 1987'de INF Antlaşması'nın imzalanması ile somut temele oturdu.

Altı evreye ayrılarak incelenen Soğuk Savaş Dönemi'nin silahlanma yarışını karşılıklı "tehdit algılayışı" içinde önemli ölçüde etkilediği görülmektedir.

2.1.1. Bloklararası Rekabet ve Güvensizlik

Kutupluluk (Blokluluk) uluslararası sisteme kaç blok veya devlet kümesinin etki yaptığını belirtmek için kullanılır. Burada büyük ve orta büyüklükteki devletlerin tamamına yakını iki blok içinde toplanmış bulunmaktadır. İki kutuplu sistemin uluslararası hukuk ve kurallara tam anlamıyla uyarak yönetimi ve düzenlenmesi oldukça zordur. Tüm bağımsız devletler bir araya gelseler dahi her iki tarafa da etki edemez, çözüm kabullendiremezler. Resmi olmayan düzenleyiciler yoluyla taraflar birbirlerini denetler, karşı tarafın gücünü güçle dengelemeye çalışırlar. Sistemde birinin tarafına denge bozulursa, diğeri bunu hemen dengeleyici önlemler alır ve sistemde ortaya çıkan bozukluk düzeltilmeye çalışılır.39

Blokların ve bloklararası rekabetin egemen olduğu iki kutuplu sistem II. Dünya Savaşı'nın bir sonucu görülmektedir. Bu tarihten sonra uluslararası ilişkilerde diğer öğelere nazaran iki öğe öne çıkmıştır. İlki toplumsal sistem olarak kapitalizm ile komünizm arasındaki çelişki,
ikincisi silahlanma yarışıdır. Bu iki ideoloji arasındaki çelişki, uluslararası ilişkilerin yapısını biçimlendirmiştir. Silahlanma yarışı ise, gerek savaşların niteliği gerekse barış dönemlerinde diplomatik yöntemleri etkilemiştir. Bu iki faktör uluslararası ilişkileri önemli ölçüde etkilerken bazı durumlarda birinin diğerine nazaran daha ön plana çıktığı zamanlar olmuştur.40

1945'ten sonra Doğu-Batı arasında kendi politik ve askeri dinamiklerini dünyada egemen kılma yarışı vardı. Bu durum amaca ulaşmak için silahlanma yarışını beraberinde getirmiştir. Ancak nükleer silahların devreye girmesi ve bu silahların yok edici gücü karşısında devletlerin savunmasız ve çaresiz kalması bu yarışa farklı bir nitelik kazandırmıştır. II. Dünya Savaşı sırasında geliştirilen nükleer silahlar uluslararası politikanın yeni ve temel faktörlerinden biri olmuştur.

Bu silahlar ilk defa II. Dünya Savaşı sırasında kapitalistler arası egemenlik yarışında bir tarafta Alman uzmanlar diğer tarafta Amerikalı ve İngiliz bilim adamları tarafından geliştirildi. Bu dönemde uluslararası politikaya komünizm- kapitalizm arasında çelişkinin egemen olması, silahlanma yarışına başka bir nitelik kazandırdı. Bu nitelik uluslararası alanda devletler arası ilişkilerin düzenlenmesi yanısıra toplumsal değişimleri de etkileme aracı olarak askeri-politika için yeni nedenler ve kullanım alanları yarattı.41

ABD ile SSCB'nin karşılıklı güvensizlik duygularının temel nedeni iki ülkenin de "kıta devleti" olmalarıdır. Bu özelliğe sahip olan devletlerin dış politikalarının temel özelliği kıtaya egemen olacak stratejik bir bölgede kurulduktan sonra, kıtanın tamamını eline geçirene veya sınırdaş devletleri "nötralize" (hareketsizlik) duruma getirip göreli bir güvenliğe kavuşana dek genişlemeleridir. Hemen akabinde kıtaya yakın bölgelerin denetimi veya blokuna geçirilişi söz konusudur.42

Ayrıca her iki devletin düşman bloklarda olması farklı ideoloji ve sistemlere sahip olması ve yine her iki devletin bu sistem ve ideolojilerinin birbirlerinin aksine genişletme çabaları direkt birbirlerini hedef alan
davranışları gerginliği artırıcı nedenler olmuştur. Dolayısıyla güvensizlik oluşmuş ve bu durum bir etki-tepki durumuyla silahlanma yarışını hızlandırmıştır.

2.1.2.Üçüncü Dünya Devletlerinde Silahlanma

ABD ve SSCB arasındaki çekişme yalnız kendi toprakları ya da bölgeleri dahilinde kalmamış rekabet üçüncü dünya devletleri üzerinde de sürdürülmüştür. Soğuk Savaş Avrupa'nın kendisinden dünyanın diğer bölgelerine sürekli yanal tırmanışını sürdürmüştür. Bu çekişme hem SSCB'nin hem ABD'nin dünyanın diğer bölgelerinde ittifaklar kurmaları ve kendilerine yeni ortaklar bulmaları ve üçüncü dünya devletlerini karşı tarafa kaptırmama çalışmaları şeklinde sürdürülmüştür.43

Üçüncü dünya devletlerinin ortak özelliği yoksulluk ve az gelişmişliktir. Bunun yanında üçüncü dünya devletlerindeki toplumsal sistem çeşitliliği bu devletlerin dış politikalarında ortak bir nitelik sağlamamaktadır. Bir kısmı Batı'nın ideolojisi ve emperyalizm olgusunun temsilcisi olarak gördüğü kapitalizme meydan okurken, diğer kısmı da bu sistem içinde sağlam bir yer edinme çabası içindedir. ABD ve SSCB'nin yayılma alanı olarak gördüğü bu devletler üzerinde birbirlerinin açıklarını doldurmaya çalışmaları kendi alanlarını genişletme çabaları bu çekişmeye şekil vermiştir.

Üçüncü Dünya deyimi kimi uluslararası ilişkiler uzmanlarınca yakıştırılmıştır. Bu devletlerin önemli özelliği gerçekten de hem ABD egemenliği hem de Rus egemenliği altında bulunan bloktan farklılığı konusunda ısrarcı olmalarıdır. Uzmanlar Batı Bloku’na birinci, Doğu Blokuna ikinci, bu ikisinin dışında kalan devletler grubuna ise Üçüncü Dünya Deyimini kullanmışlardır. İlk ikisi fazla kullanılmamakla beraber Üçüncü Dünya deyimi sıkça kullanılmakta bazen de bunlara "Bağlantısızlar" denilmektedir.44


Üçüncü Dünya üzerinde denetim kırmak isteyen yayılmacı devletler yeni ve çeşitli silahlarla kontrolü ele geçirmeye çalışmaktadırlar. Bunlar doğrudan askeri müdahale, baskı rejimleri kurma, ülke içinde istikrarsızlık yaratma, ekonomik baskılarla birlikte savunma harcamalarına ayrılan payı sürekli artırarak bağımlılık yaratma, ideolojik kutuplaşma ve temsil edilen çıkarlar doğu ve batıyı Üçüncü Dünya'da egemenlik yarışına ve kendi sistemini yerleştirmeye yükümlü hale getirmiştir. Bu ilk yıllarda ağırlıklı olarak ABD'nin sürdürdüğü ve ilk zamanlarda başarılı da olduğu bir etkinlikti. Batı yarı küresi haricinde çok sayıda garnizona ve hava üssüne sahip ve çok sayıda devlete de ekonomik ve kimi zaman da askeri destek aracıyla hükmedebiliyordu. ABD Komünist egemenliğini engellemek için NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması)'yu da kullanmıştır. NATO'ya 1950 yılında yeni üyelerin katılımı ile Avrupa'nın büyük bir bölümü, Yakın Doğu'nun kimi yerlerini, Spitzberger'den Berlin Duvarı'na ve ötelerde Türkiye'nin Asya sınırlarına kadar olan sahanın savunmasını üstlenmiş oluyordu. Rio Paktı ve Kanada'yla yapılan düzenleme sonucu ABD tüm batı yarım küresi, ANSUZ Antlaşması ile güneybatı Pasifik ve SEATO (Güneydoğu Asya Antlaşma Teşkilatı)'nun kurulmasıyla da oldukça geniş bir alanda mücadele sözü vermiş oluyordu. Ayrıca Orta Doğu da Bağdat Paktı (sonradan Merkezi Antlaşma Teşkilatı CENTO) ile de alanı biraz daha genişletmiştir.

1970 yılında bir gözlemci; "ABD 30 ülkede 1.000.000'dan fazla asker bulunduruyordu, dört bölgesel savunma ittifakının üyesi ve beşincisinin aktif katılımcısı idi; 42 ulusla karşılıklı savunma anlaşmaları vardı, 53 uluslararası teşkilata üye bulunuyordu ve yerküre üzerinde 100 ulusa askeri ya da ekonomik yardım yapıyordu." diye işaret etmiştir.45

SSCB'nin gücü ve nüfuzunun dışarıdaki dünyaya uzanması biraz daha dar kapsamda olmuştur. Soğuk Savaş döneminde SSCB "buzları eritme" politikası izliyordu. SSCB Üçüncü Dünya devletlerine önem vermeye başladığı dönemde çok sayıda Asya ve Afrika devleti bağımsızlığını kazanmıştı. SSCB'de NATO'ya karşılık Varşova Paktı'nı kurmuştu. SSCB emperyalizme karşı olan Ghana, Mali ve Guinca'yı teşvik etmiş,
Hindistan'la ticaret antlaşması yapmış, Irak, Afganistan ve Kuzey Yemen'e borç vermiş ayrıca Küba ile de ticaret antlaşması imzalamıştır.46

ABD ve SSCB'nin bu devletleri silahlandırma politikaları, silah bağışlama yoluyla alt metropollerde ve bağımsızlıklarını kazanan ülkelerde devletlerin militarist yapılarının güçlendirilmesi şeklindedir. Böylece bir taraftan bağımlılık koşulları kabul ettirilirken, silahlanma da temel ihtiyaç halini almaktadır.

1960 ve 70'lerde ABD Avrupa ve Uzakdoğu'da yeni oluşan ekonomik güçlerle rekabeti sonucu, yıpranan ekonomisini toparlamak için silah satış politikasını canlandırdı. Üçüncü Dünya'da silahlanma çabalarının altında, pazarlık aracı oluşturma, kendi ideolojisini yayma, karşı tarafı yarışa itme, savaşı kazanma gibi girişimlerin yanında kendi politikalarını uygulayacak "bölgesel polisler" yaratma gibi düşünceler mevcuttur.47

Batı 1970'lere kadar hem nükleer strateji alanında hem de Üçüncü Dünyadaki denetim kurma yarışında üstünlüğe sahipti. Fakat her iki alanda da üstünlüğü on yıl gibi bir zaman dilimi içinde zayıflamıştır. Buna karşılık ABD ve Batılı müttefikleri karşılaşılan problemlerin kaynağını SSCB tehdidi şeklinde ifade adarek silahlanma yarışına yeni bir ivme kazandırmaya çalışmışlardır.

Fakat Üçüncü Dünyadaki siyasal gelişmeler yayılmacılığa karşı bağımsızlık hareketi ile verilen direniş soğuk savaş eğilimini desteklemektedir. Bu durumu ABD, SSCB ve Çin'in Üçüncü Dünya Ülkelerine yardımı (parasal, askeri) ve buradaki siyasal bilinçlenmenin Çin ve SSCB tarafından desteklenmesi olarak görmüşlerdir. Bu sebeple bölgedeki gücünü bu iki devleti sınırlandırmak için kullanmıştır. Çünkü dünyadaki bu gelişmelere karşı ABD çevik kuvvet hazırlığına girmiştir. Böylelikle bölgede doğrudan yer almayı ve eski üstünlüğünü kazanmayı amaçlamaktadır. Bunu da ancak askeri yöntemlerle yapabileceği için savunma ve askeri harcamalarını artırmıştır. ABD ve SSCB'nin arasındaki rekabetin devam etmesi, ABD'nin yeniden üstünlük
kazanma çalışmaları Üçüncü Dünya Ülkelerinin silahlanma yarışına hız vermiştir. Bu ülkeler yayılmacı ve sömürgeci ülkelerin ekonomik, siyasal ve askeri baskıları sonucu ulusal gelirlerinin büyük bir kısmını savunma harcamalarına aktarmaktadır. Ayrıca alınan dış kaynaklı kredilerin ve yardımların büyük kısmının askeri amaçlı olması dış borç yükünü artırmakta; bu da siyasi ve ekonomik bağımlılığı beraberinde getirmektedir.48

2.2.Üstünlük Mücadelesi ve Silahlanma

Uluslararası siyasal sistemde bir ölçüde belli bie düzeni sağlayan üç çeşit öge mevcuttur. Bunlardan biri de, uluslararası siyasal sistemlerin yapılarından kaynaklanan devletler, devlet grupları ya da bloklar arasındaki ilişkileri düzenleyen "güç dengesi" mekanizmasıdır. Güç dengesi teorisi orta ve uzun vadeli, genel nitelikli olgu ve olayları değerlendirmeye elverişlidir. Yani bir çok durumda devletlerin dış politika davranışlarını anlamamıza yardımcı olmaktadır.

Güç dengesi kurallarına uygun davranan devletler birbirleriyle rekabet eder ve güçlerini artırmaya çalışırlar. Ancak bazı zamanlar, ideoloji, uluslararası hukuka saygı, işbirliği gibi güç artırma amacı dışında sayılabilecek bazı normlara uygun davranabilmektedirler. Böyle bir durum güç dengesinin varlığını ortadan kaldırmamaktadır. Güç dengesi mekanizması içinde bulunan devletler, aralarındaki dengeyi sağlamak amacıyla bazı yöntemler kullanırlar. Bunlar, kendi gücünü artırmak veya rakip/rakiplerin gücünü azaltmaktır. Bir devletin gücünü artırmasının doğrudan doğrudan şekli silahlanma ve savaş gücünü artırmaktadır. Bu konuda kullanılan dolaylı yöntem de ittifak oluşturmaktır. İkinci yöntem de rakiplerinin gücünü azaltan böl ve yönettir.49

II. Dünya Savaşı'ndan sonra oluşan iki kutuplu sistem güç dengesi olgusunun evrimi ve nükleer silahlara ilişkin gelişmeler açısından büyük önem taşımaktadır. Bu sistemdeki güç dengesinin ilk döneminde 1945-1953
yıllarında ABD nükleer silah açısından SSCB'den daha üstündür. SSCB'nin de atom bombasını patlatmasıyla durum değişmiş, sonra ABD 1952'de hidrojen bombasını üreterek yeniden üsütünlük sağlamıştır. Sonra SSCB de bu bombadan üretmiş ve denge sağlanmıştır. Ancak daha sonra ABD 1954-1957 yılları arasında stratejik nükleer silahlarda üstünlük sağlamıştır. 1957'de SSCB'nin Sputnik'i uzaya göndererek uzun menzilli füzelere sahip olması yeniden denge sağlamıştır. 1968'e kadar nükleer silahlanma yarışı sürmüştür. 1969-1990 dönemi ise nükleer denklik dönemidir.50

Ancak şu bir gerçektir ki nükleer silahların kullanılması halinde tarafların üstünlükleri anlamını kaybetmektedir. Çünkü savaş olasılığı bulunmadığı zamanlarda nükleer silah yarışı ve bu yarışta üstünlük kazanma politik bir işleve sahiptir.

Nükleer silahların hızı ve aniliği stratejik güvensizlik duygusunu güçlendirmiştir. 1950-1960 döneminde ABD güvenliği nükleer silahlardaki üstünlüğü ile sağlamaktaydı. 1980 sonrasında Reagon Kongre'den geniş yetkiler isteyek dünya çapındaki ABD gücünün ideolojik kaynağını oluşturan üstünlük politikasını yeniden canlandırmak istemiştir.

ABD'nin üstünlük politikası genelde Üçüncü Dünya üzerinde egemenliğini korumaya yöneliktir. Çünkü nükleer silahlardaki üstünlük SSCB'nin karşısında Üçüncü Dünya ile bir pazarlık aracı olarak görülmektedir. ABD'nin üstünlüğünün artmasının SSCB'nin Üçüncü Dünyada faal bir rol oynamasını engelleyeceği düşüncesi vardır. ABD Avrupa'ya füze yerleştirirken gerek Afrika, gerekse Ortadoğu'da etkinliğini artırmayı da amaç edinmiştir.

Üstünlük sağlamak amacında olan ABD'nin bundan dolayı savunma harcamalarında bir artış meydana gelmekte ve bu durum SSCB'nin de savunmaya fazla kaynak ayırmasına neden olmaktadır. SSCB'ye yansıyan bu etki diğer ülkelere de yansımaktadır. Ayrıca üstün güce sahip olan devlet savaşı kazanma şansını da artıracaktır. Bu durumda üstünlük caydırma özelliğinden çok, savaş kazanma özelliği kazanır.51

Üstünlük politikası bir kaç alanda uygulanır; savunma harcamaları, savunmada üstünlük, konvansiyonel güçler, nükleer silahlar ve SDI (Stratejik Defence, İnitiative) projesi gibi.

2.2.1.Savunmada Üstünlük ve Savunma Harcamaları

II. Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupalı güçlerin önemini yitirmesi, askeri personele ve harcamalara daha da belirgin biçimde yansımıştır. 1950 yılında ABD savunmaya 14.5 milyar dolar harcarken, 138 milyon askeri personele sahipti. SSCB 4.3 milyon silahlı kuvveti için 15.5 milyar dolar harcamıştır. Aynı dönemde İngiltere 2.3 milyon dolar 680.000 personel, Fransa 1.4 milyar dolar 230.000 personel sahibiyken iki süper gücün de çok gerisindeydi. Almanya ve Japonya ise askerden arındırılmış durumdaydı.

Her gerginlik, çatışma ve tehdit durumunda olduğu gibi Kore Savaşı'nın da yarattığı gerginlikler yüzünden 1951 yılında Avrupa'nın orta büyüklükteki ülkelerinde savunma harcamaları önemli bir artış göstermiştir. Ancak bu artışlar ABD ve SSCB'nin harcamaları yanında sönük kalmıştır. ABD 33.3 milyar dolar, SSCB 20.1 milyar dolar ayırmıştır. Bu durumda Avrupalı devletler hem ekonomik hem askeri güç olarak geri kalmışlardır. 52

İki süper güç arasındaki yarışta ilk önce ABD'nin atom silahı üretmesi ile SSCB'ye karşı bir üstünlüğü söz konusuydu. Ancak bu üstünlük SSCB'nin ABD'nin nükleer üstünlüğüne yetişmeye başlaması sonucu kısa sürmüştür. Bu silah diğer devletlerin de dikkatini çekmiş İngiltere, Fransa ve ÇHC bu devletler arasında yer almıştır.

Soğuk Savaş'ın başlamasıyla ABD ve SSCB Avrupa devletleri üzerinde etkilerini etkilerini artırmaya başlamışlardır. NATO ve Varşova Paktı bu durumun askeri yönünü tamamlayıcı rol oynamıştır. Böylece Soğuk Savaş döneminde şiddetlenen silahlanma hız kazanmıştır. (bkz.Tablo 2)


GÜÇLERİN SAVUNMA HARCAMALARI 1948-1970 (Milyar Dolar Olarak)

+---------------------------------------------------------------------+

¦ TARİH º BD º SSCB º ALMANYA º FRANSA º BK º İTALYA º JAPONYA º ÇİN ¦

¦---------------------------------------------------------------------¦ ¦ 1948 ³ 10.9³ 13.1 ³ ³ 2.9 ³ 3.4 ³ 0.4 ³ ³ ¦

¦ 1949 ³ 13.5³ 13.4 ³ ³ 1.2 ³ 3.1 ³ 0.5 ³ ³ 2.0 ¦

¦ 1950 ³ 14.5³ 15.5 ³ ³ 1.4 ³ 2.3 ³ 0.5 ³ ³ 2.5 ¦

¦ 1951 ³ 33.3³ 20.1 ³ ³ 2.1 ³ 3.2 ³ 0.7 ³ ³ 3.0 ¦

¦ 1952 ³ 47.8³ 21.9 ³ ³ 3.0 ³ 4.3 ³ 0.8 ³ ³ 2.7 ¦

¦ 1953 ³ 49.6³ 25.5 ³ ³ 3.4 ³ 4.5 ³ 0.7 ³ 0.3 ³ 2.5 ¦

¦ 1954 ³ 42.7³ 28.0 ³ ³ 3.6 ³ 4.4 ³ 0.8 ³ 0.4 ³ 2.5 ¦

¦ 1955 ³ 40.5³ 28.5 ³ 1.7 ³ 2.9 ³ 4.3 ³ 0.8 ³ 0.4 ³ 2.5 ¦

¦ 1956 ³ 41.7³ 26.7 ³ 1.7 ³ 3.6 ³ 4.5 ³ 0.9 ³ 0.4 ³ 5.5 ¦

¦ 1957 ³ 44.5³ 27.6 ³ 2.1 ³ 3.6 ³ 4.3 ³ 0.9 ³ 0.4 ³ 6.2 ¦

¦ 1958 ³ 45.5³ 30.2 ³ 1.2 ³ 3.6 ³ 4.4 ³ 1.0 ³ 0.4 ³ 5.8 ¦

¦ 1959 ³ 46.6³ 34.4 ³ 2.6 ³ 3.6 ³ 4.4 ³ 1.0 ³ 0.4 ³ 6.6 ¦

¦ 1960 ³ 45.3³ 36.9 ³ 2.9 ³ 3.8 ³ 4.6 ³ 1.1 ³ 0.4 ³ 6.7 ¦

¦ 1961 ³ 47.8³ 43.6 ³ 3.1 ³ 4.1 ³ 4.7 ³ 1.2 ³ 0.4 ³ 7.9 ¦

¦ 1962 ³ 52.3³ 49.9 ³ 4.3 ³ 4.5 ³ 5.0 ³ 1.3 ³ 0.5 ³ 9.3 ¦

¦ 1963 ³ 52.2³ 54.7 ³ 4.9 ³ 4.6 ³ 5.2 ³ 1.6 ³ 0.4 ³10.6 ¦

¦ 1964 ³ 51.2³ 48.7 ³ 4.9 ³ 4.9 ³ 5.5 ³ 1.7 ³ 0.6 ³12.8 ¦

¦ 1965 ³ 51.8³ 62.3 ³ 5.0 ³ 5.1 ³ 5.8 ³ 1.9 ³ 0.8 ³13.7 ¦

¦ 1966 ³ 67.5³ 69.7 ³ 5.0 ³ 5.4 ³ 6.0 ³ 2.1 ³ 0.9 ³15.9 ¦

¦ 1967 ³ 75.4³ 80.9 ³ 5.3 ³ 5.8 ³ 6.3 ³ 2.2 ³ 1.0 ³16.3 ¦

¦ 1968 ³ 80.7³ 85.4 ³ 4.8 ³ 5.8 ³ 5.6 ³ 2.2 ³ 1.1 ³17.8 ¦

¦ 1969 ³ 81.4³ 89.8 ³ 5.3 ³ 5.7 ³ 5.4 ³ 2.2 ³ 1.3 ³20.2 ¦

¦ 1970 ³ 77.8³ 72.0 ³ 6.1 ³ 5.9 ³ 5.8 ³ 2.4 ³ 1.3 ³23.7 ¦

+---------------------------------------------------------------------+

Tablo 2, Kaynak: Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, s:451

Tabloda da görüldüğü gibi ABD'nin savunma harcamalarında 1950'yi izleyen bir kaç yıl içinde Kore Savaşı'nın etkisiyle büyük artış olmuş, 1953'te Eisenhower'in savunma sanayiini denetime almasıyla düşüş görülmüş, 1961-1963'te Berlin Duvarı ve Küba Füze bunalımlarının etkisiyle artmış, 1965 sonrasında ABD'nin Güneydoğu Asya'ya taahhütleri sebebiyle artmaya devam etmiştir.

1955 döneminde SSCB uçak ve füze sayısını artması sebebiyle savunma harcamaları artmış, 1955-1957 döneminde Kruschev'in detente politikası nedeniyle düşüş göstermiş, 1959-1960 döneminde batıyla ilişkilerinin bozulması ve Küba Bunalımı nedeniyle yeniden artmıştır. Çin bu dönemde Rusya'dan ayrılmaya başladığı için harcamalarını artırırken, İngiltere ve Fransa Kore Savaşı nedeniyle savunma harcamalarını arttırmıştır.


Ve yine bu dönemde Batı Almanya, İtalya ve Japonya'ya savunma amaçlı bütçelerini artırmalarını sınırlı da olsa izin verilmiştir.53

Tüm bu artışlarda dikkati çeken silahlanma yarışının çok düzeyli ve çok yanlı olmasıdır. Önemli bir unsur da süper güçlerin dünyanın her köşesinde ittifak kumaları ve kendilerine yeni ortaklar bulma yarışı içinde Üçüncü Dünya Ülkelerini öbür tarafa kaptırmama çabasıdır. Bu durum dolaylı olarak Üçüncü Dünya Ülkeleri'nin savunma harcamalarının artmasına neden olmuştur.

1970'li yıllarda SSCB askeri güç bakımından ABD'ye oldukça yaklaşmıştır. 1974 yılında ABD savunma için; 85 milyar dolar, SSCB 109 milyar dolar bütçe ayırmışlardır. Aynı dönemde ÇHC 26 milyar dolar, İngiltere 9.7 milyar dolar, Fransa 9.9 milyar dolar, Batı Almanya 13.7 milyar dolar harcamışlardır.54

Silahlanma yarışı böyle hızla devam edince, silah ticareti de dünya ticareti içinde önemli bir yer işgal etmeye başlamıştır. 1984'de 35 milyar dolar olan silah ticareti aynı yıl dünya tahıl ticareti olan 33 milyar doları geçmiştir. Silaha yapılan yatırımlar global ekonomi ile ulusal ekonomilerin genişlemesinden daha hızlı olmuştur.1985 verilerine göre dünyada toplam savunma harcamalarını %31.2'si SSCB ve %30.2s'si ABD tarafından gerçekleştirilmiştir. Aynı dönemde dünya toplam silah ithalatının %35'şi Ortadoğu Ülkelerine yapılmıştır. Ortadoğu Ülkelerindeki bu silah artışına karşın Asya ve Latin Amelika Ülkelerinin silah ithalatları azalma göstermiştir.55

Amerikan Kongresi Araştırma Servisi'nin 1996'te gelişmekte olan ülkelere konvansiyonel silah satışlarını yayınladığı rapora göre : 1987-1994 yıllarında Türkiye'nin güney komşuları İran, Irak, Suriye hızla silahlanmışlardır. Gelişmekte olan ülkelere yapılan silah satışının %53'ü bu bölgeye yapılmış ve bu silah satışının %56'sı ABD tarafından gerçekleştirilmiştir. Fransa 1991-1994 arasında %24 oranında satış
gerçekleştirmiş ve bu 1994'de %45'e yükselmiştir. Fransa, Suudi Arabistan, Katar ve Pakistan'a silah satarken ABD, İsrail, Türkiye ve Körfez Ülkelerine silah satmaktadır.

Türkiye'nin güney komşuları olan İran, Irak ve Suriye en çok Rusya ve Çin'den silah almışlardır. Bu üç ülkenin aşırı silahlanmaları Türkiye için bir tehdit oluşturmaktadır.56

Silahsızlanma yolunda yapılan tüm anlaşmalara rağmen, 1984-85 yıllarından beri dünyada silah harcamaları ekonomik masrafları aşmıştır. Dünya ekonomisi 1986'dan bu yana askerileşmeye başlamıştır. 1990'lı yıllardan beri yalnız Rusya değil, ABD, Fransa, İngiltere hızla silahlanmakta silah satışlarını sürdürmektedirler. 1990-95 döneminde devletlerin birbirlerinden aldıkları silahların maliyeti 160 milyar dolara ulaşmıştır. Hindistan, Japonya, Suudi Arabistan, Türkiye, Yunanistan ve Afganistan en fazla silah satın alan ülkelerin başında gelmektedir. En çok silah satanların başında ise ABD, Rusya ve Fransa gelmektedir.57

Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsünün 1996 raporuna göre orta ve büyük hacimli konvansiyonel silahların alıcıları, Tayvan, ÇHC, Güney Kore, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Türkiye'dir. En çok silah satın alan bölge Orta Doğu'dur. 1999 yılında bölgedeki silah pazarının 18 milyar dolara çıkacağı ve bu pazardaki ABD ve Rusya payının %60'lara ulaşacağı tahmin edilmektedir. Rusya ihracatını İsrail'den çekinen petrol zengini Arap Ülkelerine yaparken ABD İsrail'e fazla oranda silah satmaktadır. Bu iki devletin pazar payını yükseltme amaçları doğrultusunda hareket etmeleri sonucu Körfez tam bir silah deposuna dönmektedir.

Savunma harcamaları olarak hep silaha verilen paradan bahsedilmesine rağmen bu masrafların içinde çeşitli ödenekler mevcuttur. Bunlar alınan silahların bakımı, tamiri, teknik eleman ihtiyacı, yeni silahların geliştirilmesi amacıyla AR-GE masrafları gibi sınıflandırılabilmektedir.

Devletlerin silahlanmaya önem vermelerinin ve savunma bütçelerini arttırmalarının altında yatan ana neden, savunmada üstünlük sağlama girişimi yani karşısındakinden güçlü olmak isteğidir.

Tüm bu gelişmeler "Tarihteki tek tük değişmezliklerden biri askeri harcamalara ayrılan ödeneklerin hep artmış olmasıdır" sözünün haklılığını da göstermektedir.58

2.2.3.Konvansiyonel Güçler, Nükleer Silahlar ve SDI

Konvansiyonel silah nükleer olmayan silahlara verilen isimdir. Konvansiyonel askeri gücü devletler, düşmanlarının kendileri aleyhinde olan girişimlerden kaçınmalarını sağlamak ve düşman devletlerin, devletin kendi çıkarlarına ters düşen isteklerine karşı gelebilmek amacıyla kullanmaktadırlar. Konvansiyonel güç caydırıcılık anlamında başarılı olmazsa, belirli bir dış politika aracı olarak doğrudan kullanılabilir. Konvansiyonel silahlar, nükleer silahların yarattığı büyük tehdit ve tehlike nedeniyle daha fazla kullanılmaktadır. Tank, top, tüfek, uçak, helikopter vs. silahlar konvansiyonel silah kategorisine girmektedir.59

Konvansiyonel güç nükleer çağda da devletlerin çoğunluğu tarafından önemli bir dış politika aracı olarak kullanılmaktadır. Dünyadaki ülkelerin büyük bir kısmı nükleer silahlara sahip değildir. Sahip olanlar ise bu silahları istedikleri gibi kullanma iradesine sahip değillerdir. Bu konumda olan devletler kendi dış politikalarını uygularken konvansiyonel güç kullanımına başvururlar. Nükleer çağ öncesindeki klasik savaş anlayışına en uygun araçlar konvansiyonel araçlardır ve yapılan bu türden savaşlar yoğunluk açısından sınırlı-top yekun kapsadıkları coğrafi alan itibarıyla da yerel özellik taşırlar.

Konvansiyonel askeri gücün dış politika aracı olarak bir başka kullanım yolu da dolaylı şekilde uluslararası kuruluşlarca oluşturulan uluslararası askeri güçler arasında yer almasıdır. Bazen de bazı
devletler katıldıkları askeri ittifakların gereği olarak bir kısım konvansiyonel güçlerini ortak amaçları için örgütün ortak komutanlığının emrine vermektedirler.

Ayrıca büyük devletler konvansiyonel düzeydeki askeri malzeme ve silah yardım veya satışlarını dış politikalarının bir aracı olarak kullanmaktadırlar.60

Kullanılma alanı ve hareket serbestisi daha kolay olan konvansiyonel güçlerde üstünlük devletler için oldukça önem taşımaktadır. ABD ve SSCB arasında yapılan böyle bir karşılaştırmada SSCB'nin üstün olduğu gözlenmektedir. Avrupa'da ve Üçüncü Dünya'da mevcut olan konvansiyonel birikim ABD'nin güç arttırma girişimlerine sebep oluşturmaktadır. SSCB'nin Avrupa'da ve diğer bölgelerde konvansiyonel üstünlüğü hava ve deniz gücü ve ordular ile ilgilidir.

Yapılan karşılaştırmada Varşova Paktı örgütünün NATO'nun Avrupa savunma kapasitesinin arttırılması için önlemle almasına neden olmuştur. Ancak şurası da önemlidir: Varşova Paktı konvansiyonel güçlerde her ne kadar nicel üstünlüğe sahipse, NATO'da gelişmiş teknolojisi ile niteliksel üstünlüğe sahiptir. NATO'nun konvansiyonel silahlara ağırlık vermesinin iki sebebi vardır. İlki 1970'lerdeSSCB'nin konvansiyonel güç olarak ileri gitmesi; ikincisi, Üçüncü Dünya'daki bunalımlarda kullanılacak ilk silah olma özelliğidir. Bu nedenle konvansiyonel silahlara ayrılan bütçe daha fazla olmaktadır.61

Bu dönem sonunda nükleer denge daha fazla önem kazanmışsa da 1987'den sonra durum tekrar değişmiş ve konvansiyonel silah dengesi önemli hale gelmiştir. Bu sebeple de günümüzde İsrail, Güney Afrika Cumhuriyeti, Taywan, Güney Kore, Hindistan , Brezilya, Arjantin, Venezuella, Endonezya, Türkiye gibi bazı gelişmekte olan ülkeler bu silahlar konusunda başka devletlere bağımlı olmaktan kurtulmak arzusuyla, kendi silah sanayilerini oluşturabilmek için yoğun çabalar sarfetmektedirler. Hatta bu devletlerden bazılarının küçük miktarlarda silah ithalatı da yaptıkları görülmektedir. Dünya silah ticaretinde
konvansiyonel silah kategorisi geniş yer tutmaktadır. Silah ithalatı gelişmiş ülkelerden Üçüncü Dünya Ülkelerine doğru gerçekleşmektedir. Son otuz yıldır Üçüncü Dünya Ülkelerine yapılan silah satışlarının yaklaşık %87'si ABD,SSCB, Fransa ve İngiltere, yaklaşık %94'ü ise NATO ve eski Varşova Paktı üyeleri tarafından gerçekleştirilmiştir.62

Yine 1990 yılında 132 ülkeye satılan 21.7 milyar dolarlık temel konvansiyonel silahların %88'ini dünyada barış ve güvenliği korumayı amaç edinen BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesi gerçekleştirmiştir. Ve yine bu devletler dünyanın en büyük silah ihracatçısı durumundadırlar. Ayrıca 1990 yılında ABD 1983 yılından itibaren ilk defa SSCB'yi geçerek silah ihracatında bir numara olmuştur.

Bunu yanında dünyanın en büyük silah ihracatçısı devletleri Üçüncü Dünya Devletlerindendir. Diğer bir deyişle gelişmiş ülkeşer askeri bütçeleri kısarlarken, Üçüncü Dünya Ülkelerinin silahlanma yarışını sürdürdükleri görülmektedir. 1968-1988 yılları arasında konvansiyonel silah ihracatçılarının sayısı 21'den 45'e çıkmış, aynı dönemde bu pazara giren ihracatçı devletlerin 15 tanesi Üçüncü Dünya Devleti olmuştur.

Daha başından beri önemli bir yere sahip olan konvansiyonel güç bugünde önemini yitirmemiştir. Devletlerin önem verdiği silah kategorilerinde ilk sıralardadır. Dolayısıyla bu alanda üstünlük çabası ve rekabet fazla olmaktadır.

II. Dünya Savaşı'ndan sonra uluslararası politikada önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Geleneksel güç dengesinin merkezi ve en önemli öğesi olan Avrupa savaşta büyük yıkıma uğramış, ABD ve SSCB süper devletler olarak ortaya çıkmışlar, birleşik halde termonükleer silahlar geliştirilmiş ve dünyanın çeşitli bölgelerinde bağımsızlık hareketleri ortaya çıkmıştır.

Uluslararası alanda ABD ve SSCB'nin iki ayrı blok halinde önderler olarak ortaya çıkmaları nükleer silahlanma yarışını da beraberinde getirdi. Ve sonraki dönemlerde nükleer silahlar ABD ve SSCB'nin askeri
gücünün temeli oldu. Karşılıklı tehdit algılayışı şeklinde ileri sürülen çeşitli gerekçelerle nükleer silahlanma yarışı gittikçe hız kazanmış günümüzde Üçüncü Dünya Ülkelerini de kapsayacak duruma gelmiştir.

Savaş sonunda SSCB'nin konvansiyonel silahlardaki üstünlüğünün yarattığı tedirginlik karşısında Avrupa yalnız karşı koyamayacağını anlayınca Avrupa ile Atlantik'in öte yakasını müşterek bir ortamda koruma altına alan NATO Güvenlik Teşkilatı 4 Nisan 1949'da Washington'da kurulmuştur. Böylece oluşturulan Kollektif Güvenlik Kuşağı mukabil savunma prensibini getirmiştir.63

İlk atom bombaları II. Dünya savaşı sırasında ABD'nde Monhattan Projesi olarak adlandırılan bir program çerçevesinde iki türde üretilmiştir. 16 Temmuz 1945'te plütonyumlu atom bombası Alamogordo'da denenmiştir. 6 Ağustos 1945'te ise uranyumlu ilk atom bombası Hiroşima'ya atılmış ve büyük bir yıkama yol açmıştır. Böylece büyük bir fırsat yakalayan ABD caydırıcı politikayı devreye sokmuştur.64

ABD'nin nükleer silah üretmesinin ardından bu konu üzerine ağırlık veren SSCB 1949 yılındaki ilk denemesinin arkasından 1952'lerin ortalarına doğru nükleer silah üretimine başlamış ve bir süper güç olarak yeniden prestij kazanmıştır.

Atom bombasının yapılmasından sonra ondan daha fazla etkiye sahip olan hidrojen (Füzyon) Bombası üretilmiştir. Hidrojen bombası patlatılabilmesi için ilk önce bir atom bombasının patlatılması gerekmektedir. Hidrojen bombasının patlatılması sonucu oluşan enerji atom bombasından daha fazladır. ABD'nin 1952 yılında ürettiği bu bomba 1953 yılında SSCB tarafından da üretilmiştir. Sonrasında ÇHC, İngiltere, Fransa gibi ülkeler de bu bombaya sahip olmuşlardır.

Bir nükleer bombanın patlamasıyla dört temel etki çıkar. Bunlardan biri yıkma etkisidir. İkincisi patlama sırasında ortaya çıkan yüksek derecede ısı ve ışık olarak yakma etkisi, üçüncüsü, canlıların ölümüne
yol açan radyasyon ışınlarınca yaratılan ani radyasyon etkisi, dördüncüsü de, patlama sonucu oluşan radyoaktif kalıntıların geniş alanlara yayılmasına yol açan radyasyon serpintisidir.65

Nükleer silahların etkisini artıran ve ona daha fazla güç katan unsur gönderme araçlarıdır. Nükleer silahı hedefe ulaştıran iki tür gönderme aracı vardır : Uçaklar ve füzeler.

Nükleer bombaları hedefe ulaştırmak için kullanılan en eski gönderme aracı uçaklardır. İlk zamanlarda uçaklar menzil, zürat, taşıma kapasitesi gibi nitelikler bakımından atom bombalarını stratejik silaha dönüştürmeye pek elverişli değildir. ABD'nin B-29'ları ve SSCB'nin Tu-4'leri birbirlerinin topraklarına ulaşabilmek için bir ülkede yakıt ikmali yapmak zorundaydı. Bu dönemde daha fazla müttefike sahip olduğu için ABD daha üstün konumdaydı.

ÚÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄ¿

³ NÜKLEER KUVVETLER ³

ÀÄÄÄÄÄÄÄÄÄÂÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÙ

³

ÚÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÁÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄ¿

ÚÄÄÄÄÄÄÄÄÄÁÄÄÄÄÄÄÄÄ¿ ÚÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÁÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄ¿

³ STRATEJİK ³ ³ HAREKET ALANI NÜKLEER ³

³ STRATEGIC (ICBM) ³ ³ THEATRE NUCLEAR ³

ÀÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÙ ³ FORCES (TNF) ³

5500 KM'DEN FAZLA ÀÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÂÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÙ

ÚÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÁÄÄÄÄÄÄÄ¿

ÚÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÁÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄ¿ ÚÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÁÄÄÄÄÄÄÄÄÄ¿

³ ORTA MENZİLLİ ³ ³ KISA MENZİLLİ ³

³ INTERMEDIATE RANGE ³ ³ SHORT RANGE ³

³ (INF) ³ ³ (SNF) ³

ÀÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÂÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÙ ÀÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÙ

ÚÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÙ 500 KM'DEN AZ

LRINF ³ ÚÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄ¿

ÄÄÄÄÄÄ_ÅÄ´ UZUN-ORTA MENZİLLİ ³ CRUISE /SS-4

³ ³ LONGER-RANGE INF ³ PERSHING-II/SS-20

³ ÀÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÙ

³ 1000-5500 KM.

SRINF ³ ÚÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄ¿

ÄÄÄÄÄÄ_ÅÄ´ KISA-ORTA MENZİLLİ ³ PERSHING-I A SS-12/20

³ ³ SHORTER-RANGE INF ³ SS-23

³ ÀÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÙ

³ 500-1000 KM.

³ ÚÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄ¿

³ ³ N_KLEER KAB~L~YETL~ ³

ÀÄ´ UÇAKLAR ³

³ NUCLEAR CAPABLE ³

³ AIRCRAFT ³

ÀÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÄÙ

750-1000 KM.

Tablo 3, Kaynak: Akbulut, op.cit., s:6

Daha sonra uçaklara ait teknolojide hızlı bir gelişmenin sağlanmasıyla ABD'nin B-52'nin ağır bombardıman uçaklarını (1000 km sürat, 13000 km menzil) üretmesiyle gönderme aracı olarak uçaklarda en ileri düzeye ulaşılmıştır.

Füzeler ise kısa, orta ya da uzun menzilli olan ve roket motorlarınca sağlanan güç sayesinde süratli hareket eden gönderme araçlarıdır. II. Dünya Savaşı zamanında Almanların geliştirdiği V-2 roketleri günümüzde artık balistik füzeler kıtalararası ve çok başlıklı aşamalara gelmiştir. Balistik Füzeler, kıtalararası balistik füzeler (ICBM), Deniz altılardan Atılan Balistik Füzeler (SLBM) olarak gruplandırılır.66

1957'de SSCB'nin yapma uydu Sputnik'i uzaya fırlatması ilk defa ICBM sahibi olduklarını göstermiştir. SSCB artık ABD'ye karşılık verecek konuma gelmiştir. Bundan sonra her iki devlette ikinci vuruş güçlerini geliştirme amacını gütmüş ve 1966 yılında gerçekleştirmişlerdir. Artık bu dönemden sonra nükleer silahlar kullanılma amacı için değil caydırıcılık için kullanılmıştır. Her ne kadar bu nükleer silahların kazandıkları özellikler kullanımlarını zorlaştırmışsa da bu durum üretilmelerine engel olmamıştır. Bu landa üstünlük sağlama yarışı devam etmiştir.


Kıtalararası balistik füze teknolojisindeki gelişmelerden biri de bir füzeye birden fazla savaş başlığı takılabilmesi olmuştur. 1960'da gerçekleşen bu Çok Başlıklı Füze (MRV) ile bir hedefe birden fazla bomba gönderilebilmiştir. Aynı yıl her savaş başlığını ayrı hedefe gönderen Bağımsız Olarak Hedefe Yöneltilebilen Çok Başlıklı Füze (MIRV) geliştirilmiştir. Böylece bu füzelerden biri ile birbirinden ayrı bir kaç hedefi vurmak mümkün olmuştur. Hemen arkasından Manevra Yetenekli Çok Başlıklı Füze (MARV) teknolojisi geliştirilmiştir.

Zamanla bu nükleer füzelerin menzilleri arttırılmıştır. En az 500 en fazla 5000 km uzaklıktaki hedeflere ulaşabilen füzeler Orta Menzilli Nükleer Füzeler (INF) olarak adlandırılmakta ve kendi içinde daha kısa ve daha uzun olarak sınıflandırılmıştır. SRINF ve LRINF olarak adlandırılan 1000-5000 km arasında değişen menzile sahip füzeler (bkz. Tablo 3)


Bu füzelerin çoğu Doğu ve Batı Avrupa'da konuşlandırılmıştır. SSCB ,Demokratik Alman Cumhuriyeti ve Çekoslavakya'da 500-1000 km menzile sahip Hareket Taktik Füzeleri tek taraflı yerleştirerek bir üstünlük sağlamıştır. SSCB'nin 1977'de SS-20 leri yerleştirmesine karşılık NATO 12 Aralık 1979'da aldığı kararla Batı Avrupa'ya Cruise ve Pershing orta menzilli füzelerini yerleştirmeye başlamıştır. Aynı zamanda füzeleri modernleştirme kararı da alınmıştır.67

ABD'de 1980 yılında yapılan seçimlerde Reagan ve onun savunduğu batıda topyekün soğuk savaş çağrısı büyük başarı kazanmıştır. Reagan ABD'nin gücünün yeniden dünyaya egemen olmasını, komünist blokun
tamamıyla ortadan kaldırılmasını kendisine temel politika seçmiştir. Bu nedenle 1981-86 döneminde askeri harcamalar artırılmıştır. Üçüncü Dünyada ve Avrupa'da etkinlik kurmak amacıyla Reagan her alanda silahlanmayı ön görmüştür.

Tüm bu silahlanma programları içinde uzayın silahlandırılmasını içeren program da mevcuttu. 1982 yılında Uzay Kumandanlığı kuruldu. Uzay mekikleri SSCB'nin füze ve deniz altılarına karşı stratejik üstünlük sağlamak için kullanılmaya başlandı. SSCB'nin füzelerinin ve uydularının uzayda yok edilmesi için kullanılmaya başlandı. SSCB füzeleri ve uydularının uzayda yok edilmesi için çalışmalar başlatıldı. Oldukça yüksek bütçelerin ayrıldığı proje Reagan tarafından Stratejik Savunma Girişimi (SDI) olarak açıklandı. Bu proje caydırıcılık yerine nükleer silahların kullanım aşamasında yok edilmesi anlayışına dayanır. Buna göre düşman füzeler uzaya yerleştirilen lazer ve benzeri ışınlar ile yok edileceklerdir. ABD bu sistemi SSCB'yi hedef alarak yapmış ve karşı tarafın işe yaramayacak yeni saldırı füzeleri yapmaktan vazgeçeceğini düşünmüştür. Bu durum zaman içinde topyekün silahsızlanmayı sağlayacaktır.

SDI nükleer füzelerin özellikle kıtalararası stratejik silahların savunmasına yönelik hazırlık aşamasında bulunan bir uzay sistemidir. Bu sistemi savunan ABD sistemin gücüne güvendiği için caydırıcılık etkisinin nükleer savaş tehlikesini azaltacağını ileri sürmüştür. SSCB ise SDI Projesi'nin silahlanma yarışını uzaya taşıyacağını ve nükleer savaş tehlikesini artıracağını savunmuştur. SSCB'ye göre SDI yeni silahların ortaya çıkmasına neden olacak ve ayrıca mevcut stratejik durumun dengesinin bozulması ile sonuçlanacaktır. Bütün dünya kontrol edilemeyecek bir silahlanma yarışına dahil olacak ve bu silaha sahip devlet diğer devletlerin egemenlik alanlarını tehdit etmiş olacaktır.68

İster konvansiyonel ister nükleer isterse başka kategoride olsun taraflar birbirinden üstün olmaya çok önem vermiş ve silahlanma yarışını tırmandırmışlardır. Üstün olma isteği ve etkili olma mücadelesi diğer etkenlerle de birleşince bu yarışın alanını da genişletmiştir. Bu durum pek çok olumsuz etkiyi beraberinde getirmiştir.


III. BÖLÜM

SİLAHSIZLANMA

3.1.Silahsızlanma Çalışmalarına Götüren Etkenler

II. Dünya Savaşı'dan sonra dünyada kalıcı bir barışın sağlanması tim devletlerin ortak arzusuydu. Bu barışı sağlayacak uluslararası örgüt de BM'di. Bu gelişmelerin yanısıra barış tarafları güçler, uluslararası alanda etkinliklerini arttırmaktaydılar.

Savaştan sonra devletler ayrı ayrı askeri ve siyasal bloklara ayrılmıştır Soğuk Savaş'ta bu bloklaşmanın en belirgin sonucu olarak karşımıza çıkmıştı. Soğuk Savaş döneminde blokların diğer devletleri kendi tarafına çekme yarışı bazı zamanlar bölgesel savaşlar ve askeri girişimleri ve de dolayısıyla silahlanma yarışını beraberinde getirmişti. Silahlanma yarışı hem nitelik hem de nicelik olarak korkunç boyutlara ulaşmıştı. Uluslararası ilişkiler caydırıcılık, dehşet dengesi ve nükleer silahlar gibi kavramlar üstüne kurulmaya başlanmıştı. Dünyada mevcut olan bu askeri ve siyasal istikrarsızlık büyük küçük bütün ülkeleri silahlanma yarışının içine çekmiştir. Bu durum beraberinde az gelişmişlik, açlık, işsizlik, geri kalmışlık, diktatör rejimler... vs. sorunlar getirmiştir. Askeri endüstri çevrelerinin hedefleri ve çıkarları bir ulusun çıkarları gibi gösterilerek savunma harcamalarına yasallık kazandırılmıştır. Bu yarış teknolojik gelişmenin de etkisiyle tüm insanlığın geleceğini tehdit etmeye başlayınca silahsızlanma ön plana çıkmaya başlamıştır. Silahsızlanma çalışmalarına götüren nedenler genel olarak bir kaç başlık olarak sınıflandırılabilir.

3.1.1.Uluslararası Sistemdeki Değişmeler (Yumuşama Dönemi)

Silahsızlanma girişimlerinin 1899 La Haye Barış Konferansı'na kadar gitmesiyle beraber II. Dünya savaşına kadar konu üzerinde somut adımlar atılamamıştır. Asıl çalışmalar II. Dünya Savaşı sonrasında gerçekleşebilmiştir. Bunda II. Dünya Savaşı'ndan sonra uluslararası sistemin değişmesi etkili olmuştur. Sistemin değişimini etkileyen önemli olaylardan biri Hiroşima'ya atom bombasının atılmasıyla nükleer çağın
başlamasıdır. Nükleer silahların ortaya çıkması blok ayrımını keskinleştiren askeri etken olmuştur. II. Dünya Savaşı'ndan sonra başlayan, silahlanmayı hızlandıran Soğuk Savaş dönemi uluslararası politikayı etkileyen önemli bir süreç olmuştur. Bu süreç içinde ülkelerarasında anlaşma kuralları yaratılmasına ve ilişkilerin bir uyum içinde yürütülmesine olanak sağlayan diplomasi, bir yöntem olarak hiç kullanılmamış ve bunun yerini güç ilişkileri almıştır. Soğuk Savaş'ta temel ilke karşı, tarafta tedirginlik yaratmak üzerine kuruluydu. 69

Böyle bir ortamda ekonomik ve sosyal sorunların bütün dünyada üst düzeylere yükselmesi, askeri harcamaların artması, nükleer silahların sağlıksız ve güvensiz bir ortam yaratmış olması, kamuoyu ve dolayısıyla halkların tepkisine sebep olmuş ve bu tepkilerin yarattığı baskı devletleri ortaklaşa güvenlik için işbirliği yapmaya itmiştir. Oluşan bu tepkiye en bariz örnek II. Dünya Savaşı'ndan sonra çok sayıda devletin katılarak oluşturduğu Bağlantısızlar Grubu'dur. Blok dışı olarak oluşturulan bu grup kalıcı ve güvenlikli bir dünya yaratılması, ekonomik sorunların adil çözümlenmesi, az gelişmişlik sorununun birlikte ele alınması fikirlerinin gelişmesinde etkili olmuştur.

Yine bu durumu destekleyici sayılabilecek bir gelişme de uluslararası ortamda entegrasyonu sağlayabilecek ve devletlerarası ilişkileri arttırabilecek uluslararası örgütlerin önem kazanması ve birlik oluşturma fikrinin yaygınlaşmasıdır. Bu örgütlerin önem kazanması ve birlik oluşturma fikrinin yaygınlaşmasıdır. .bu örgütlerin arasında en önemli teri BM almaktadır. BM silahsızlanma çalışmalarında büyük bir etki ve role sahiptir. BM en başta devletlerin sorunlarını tartıştıkları bir forum özelliği taşıdığı için ilk elde anlaşmazlıklardan savaş çıkmasını bir nevi engellemiştir. Zaten BM'in kuruluş amacı da sürekli bir uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasıdır. BM gibi oluşturulan diğer örgütlerde (AET, AKÇT vs.) devletlerarası uyumun sağlanmasında, ekonomik ilişkilerin gelişmesinde ve dolayısıyla silahsızlanma girişimlerinde etkili olmuştur. Entegrasyon olgusunun gelişmesi üye devletler arasında çatışma doğurabilecek uzlaşmazlıkları azaltmıştır.70

Bu ve benzeri olumlu gelişmeler Doğu-Batı bloklaşmasında var olan keskinliği azaltmış ve 1960'lı yıllarda taraflar arasındaki gerginlik yavaş yavaş yumuşamaya başlamıştır. Yumuşama globalleşen bir dünyada uluslararası sistemi oluşturan birimlerin, çıkacak uzlaşmazlıkların ve anlaşmazlıkların global bir savaşa yol açabileceğinin farkında olmaları ve belirli kurallara uygun davranmaları biçiminde algılanabilir. Stalin'in ölümü ile SSCB'nin genel politikası 'Barış içinde bir arada yaşama" ilkesini içeren daha uzlaşmacı bir nitelik kazanmıştır. Bu uzlaşmacı tutumda etkili olan bir neden de nükleer silahların imha gücünün aşırı büyümesi ve silahlanma yarışının getirdiği ekonomik külfetin ağırlığının artmasıdır.71

Batı Avrupa'nın entegrasyon çabaları ve ekonomik ilişkilerin artması sonucu gelişmesi diğer az gelişmiş Doğu Batı Doğu Avrupa devletlerinin de bu devletlerle ilişki kurmasına ve bloklaşmasının etkisinin azalmasına sebep olmuştur. Bu durumun doğal sonucu da barış yanlısı hareketlerin genişlemesidir. İnsan hakları, eşitlik, gelişme, barış, çevre, sosyo-ekonomik sorunlar uluslararası platformda devletlerin ortak sorunu olarak tartışılmakta ve çözüm arayışlarına gidilmektedir.

Değerlendirilmesi gereken bir önemli gelişme de demokratikleşme yolunda tüm dünya ülkelerinde görülen gelişmedir. Diktatörlükler, monarşiler, Latin Amerika'da, Asya'da ve Afrika'da yerini demokratik yönetimlere bırakmıştır. Herhangi bir ülkede meydana gelen askeri müdahalelere, yönetimlere tepkiler diğer uluslararası birimlerden gelebilmektedir.

İşte genel olarak 1960'lı yıllardan sonra belirgin olarak ortaya çıkan bu değişme ve gelişmeler kalıcı barış ve güvenliğin sağlanması amacıyla yapılan silahsızlanma çalışmaları konusunda önemli etkilerde bulunmuştur.


3.1.2.Ekonomik Etkenler ve Bağımlılık

Uluslararası alanda devletlerin artık ekonomik bir izolasyon içinde yaşamaları imkanı kalmadığı gibi kendi kendine yeterlilik savı da geçerliliğini kaybetmiş görünmektedir. Böyle bir ortamda siyasi bütünleşmenin, ortak savunma ve güvenliğin ekonomik bütünleşmeden ayrı düşünülmemesi pek makul görünmemektedir. Devletlerin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkilerini yoğunlaştırmak amacıtla yapılan birleşme ve anlaşmalar giderek hız kazanmıştır. Batı Avrupa'da AT ve EFTA, Kuzey Amerika'da ABD e Kanada arasında serbest ticaret bölgesi anlaşması, Uzak Doğu'da ASEAN Orta Doğu'da Körfez Ülkeleri işbirliği konseyi, Latin Amerika'da LAFTA vs. gibi oluşumlar daha çok ekonomik kaynaklı olmakla beraber siyasal, sosyal ve kültürel ilişkileri de geliştirmekte ve devletleri ortak bir pota da birleştirebilmektedir.72

İlk silahsızlanma görüşmelerinden bu yana taraflar silahsızlanma ile ilgili birçok proje sunmuşlardır. Bu projeler silahlanma yarışının getirdiği ağır ekonomik külfetin ağır toplumsal sonuşlarına dayandırılmaktadır. Fakat şu da bir gerçektir ki silahlanma yarışı sırasında taraflar hep birbirlerini suçlamışlardır. ABDi SSCB'ni sürekli bir tehdit unsuru olarak nitelendirilmiş; SSCB ise silahlanma yarışında ABD'nin daha fazla etkisinin olduğunu çünkü ABD yönetiminin askeri-sınai kompleksine, nükleer ticarete ve kar elde etmeye yönelik tekelci gruplara aşırı bağlı olduğunu ileri sürmüştür. SSCB'nin bu savında en çok değindiği konu ABD'nin SDI projesi ile SSCB'ni ekonomik olarak tüketme çabası içinde olduğudur.73

Taraflar silahlanma yarışının yarattığı güvensizlik ortamının ve silahlanmaya büyük miktarkarda pay ayrılmasının gerek kendi ülkelerinde gerekse az gelişmiş ülkelerde yarattığı sorunları görmeye başlayınca silahsızlanma daha bir önem kazanmıştır. Buna en iyi örnek SSCB'nin 1988 yılında tek taraflı indirm yapmasıdır.
Çünkü bu dönemde SSCB'nin endüstriyel modernizasyon stratejisi gittikçe artan güçlükler ile karşı karşıya kalmıştır.

Silahlanma ve zamanla bunun yarattığı tırmanış önemli kayıplara neden olduğu, savunma ve askeri harcamaların niteliği, kaynakların ziyan edilmesi ve bunların ulusal ve uluslararası düzeylerde yarattığı kayıplara bakılarak daha iyi değerlendirilir. Bu harcamalar yalnızca silahlar için değil, aynı zamanda makina, teçhizat, personel, yakıt, kaynak, bakım ve onarımı ...vs. içinde yapılmaktadır. AR-GE çalışmalarına devletlerin bütçelerinden ayırdıkları büyük paylar ile geliştirilen yeni silah sistemleri etki tepki yoluyla gerek üretici gerekse karşı ülkeyi olumsuz yönde etkilemektedir. Üstünlük sağlamak amacıyla yürütülen tüm bu çalışmalar karşı tarafın kolları sıvayıp yeni sistemlerin peşinde gitmesine ve bütçesinden büyük payları buna transfer etmesine neden olmaktadır.74

Askeri harcama miktarlarına bakıldığında büyük ülkelerin dahi güç duruma düşebildikleri ve onların yarattığı bu tehdit ortamında gelişmekte olan devletlerin daha çok etkilendikleri ve diğer sosyal konulara ayrılan fonlardan daha fazlasını savunmaya ayırdıkları görülmektedir.75 Ayrıca yeterli kaynağa sahip olamayan bu devletlerin bu gibi harcamalar için krediler alması ve gelecek kuşakların borçlu olarak doğmalarına neden olmaktadır.

Silahlanma dünyada barış ve güvenliği tehdit ederken bütün ülkelerin ekonomilerine de olumsuz etkilerde bulunmuştur.Her Silahlanma tırmanışı yaşama standardını yükseltmede kullanılabilecek imkanları yutmuştur. Devletler bunun etkisinin farkına vardıklarında silahsızlanma onların politikaları açısından önem kazanmıştır. Silahlanma ve iktisadi kalkınma arasında doğrudan bir etkileşim söz konusudur. Devletler silahsızlanmanın sağlanması ile ekonomik gelişmenin sağlanabileceğini, ekonomik bağımlılığın azalacağını,
siyasal bağımsızlık sağlanacağını ve neticede demokratik sürecin sağlıklı işleyebileceğini anladıkları zaman silahsızlanma ağır basmıştır.76

3.1.3.Teknolojik Etkenler ve Çatışma Alanlarının Genişlemesi

Teknoloji bir anlamda bilimi üretim ve çeşitli işlem süreçlerine çeviren teknik-bilgi üzerine oturmuş tecrübelerin ifadesi olarak tanımlanabilir. Bilgi üretim ürünlerin ve işlemlerin daha gelişmiş sistemler içinde birleştirilmesinde ve çeşitli üretim faaliyetlerinde kullanılmasında etkendir.77

Devletlerin sahip oldukları bilim ve teknoloji alt yapıları ve bunu sanayii süreçlerine aktarabilmeleri onlara hem ekonomik ve hem de politik açıdan stratejik önem kazandırmaktadır. Teknolojinin uygulanabildiği önem taşıyan ve sorunlara çözüm olan bir etken olarak görülmekte ve sanayileşmiş devletler, karşı tarafın nicel üstünlüğünü geliştirdikleri ileri teknolojilere sahip silahlarla dengelemektedirler Böyle ileri Teknoloji ile üretilen silahların en önemli özelliği imha gücünün artışı ve bunun yanında nicellik olarak azlığıdır. Özellikle laser ve elektromanyetik alanlardaki teknolojik gelişmeler nükleer olmayan silahların tahrip yeteneğini arttırarak "Kitle İmha Silahı" haline gelmesine neden olmuştur.78

Giderek yoğunlaşan bilimsel ve teknolojik gelişmeler baş döndürücü hıza erişmiştir. Bu hız teknolojiyi üretemeyen ama ona sahip olmak isteyen devletlerin teknoloji transferi yapmalarına neden olmuştur. Bu anlamda teknolojik ilerleme dünyanın küçülmesini sağlamış ve daha kolay idare edilebilir bir hale getirmiş gibi görürse de savaş tehlikeleri daha fazla olan bir dünya haline gelinmiştir.79 Modern savaş silah ve araçlarının ulaştığı tahribat gücünün yaratmış olduğu "Caydırıcılık" uluslararası alanda barış için bir belirleyici olarak kullanılmıştır.
Ancak bu dengenin yarattığı korku ve gerginlik sıcak savaşlara neden olabilmektedir.

Teknolojik ilerlemenin en önemli etkeni de Ar-Ge çalışmalarının niteliğidir. Bu nitelik bu alana bütçeden ayrılan paylarla değerlendirilebilmektedir. Bu anlamda dünyadaki Ar-Ge çalışmalarına bakıldığında bütçenin %85'den fazlası silahlanmaya ayrılmaktadır. Bunların %50'si askeri araştırmalara %25'i uzay araştırmalarına %15'i ise nükleer silahlanma yolunda kullanılmaktadır.80

Teknolojik gelişmeler yalnız silahların imha gücünü arttırmakla kalmamış bunun yanında hem etki alanını hem de ticari kapasitesini arttırmıştır. Yeni teknolojiye sahip silahların üretilmesi, silahlanmanın yaşandığı bir bölgede devletler açısından o silahı alma zorunluluğu yaratmaktadır. Son dönemlerde pek çok Üçüncü Dünya Ülkesi varlıklarının kanıtı olarak balistik füze sistemlerine yönelmişler ve balistik füzeleri statü açısından bir ilerleme aracı olarak görmüşlerdir. Bu yakın zamanda dünyada süper güçler dışında yaklaşık 20 devlette balistik füze sistemi mevcuttur ve bunların çoğunluğu Üçüncü Dünya devletidir.81

Bu durum silahlanma yarışının artık eskisi gibi sadece iki süper devletin arasında değil şimdi daha geniş alanlarda devam ettiğinin göstergesidir. Güvensizlik, istikrarsızlık ve yüksek risk taşıyan bölgelerin (Orta Doğu gibi) devletleri sürekli olarak silahlanma eğiliminde mevcut silah sistemlerine yenilerinin eklenmesi ve büyük devletlerin bu silahların ticaretine yönelmiş olmalarının payı vardır. Gelişme yolunda olan devletler büyük gelişmiş devletlerden (ABD, Rusya, Çin,...vs.) ileri teknolojiyi sağlamaya çalışırlar. Teknolojinin hızlı gelişimi ve bunun transferinin mümkün olması az gelişmiş devletlerin dahi kimyasal ve biyolojik silah üretebilmesine imkan vermektedir.82

Artık daha da önemli bir silah sistemi olan nükleer silahlar için gereken malzemeler dahi Üçüncü Dünya Devletlerinin ulaşabileceği alanda bulunabilmektedir. Bugün itibariyle 8 ülkenin elinde nükleer silah olduğu
bilinmektedir. Bu silaha resmen sahip olan ABD, Rusya Federasyonu, Birleşik Krallık, Fransa ve ÇHC'dir. Nükleer silaha sahip olduğuna inanılan devletler ise; İsrail, Hindistan ve Pakistan'dır. Bu devletlerin bir kısmı bölgelerinde çatışma halindedir.83

Silahların giderek ilerleyen teknoloji sayesinde gün geçtikçe geliştirilmesi, artan ölçüde stok edilmesi ve yeni silah sistemlerinin üretilmesi karşılıklı güvensizlik ve gerilimi artırmakta bu durum devletleri kuvvet kullanma yanlısı politikalara itmektedir. Bunun yanı sıra Nükleer Silahların mevcut olduğu alanın genişlemesi nükleer çatışma riskini arttırabilmekte ve alanını genişletmektedir.

Devletlerin sahip olduğu ve sahip olmak için çaba harcadığı silah sistemlerinin varlığı bugün içinde hala insan hayatının ne kadar büyük tehdit altında olduğunu göstermekte ve silahsızlanmanın önemini ve devamının zorunluluğunu gözler önüne sermiştir.

Uluslararası alanda silahsızlanma çalışmaları çok eski olduğu halde bu yüzyılın başına kadar girişilen silahsızlanma çalışmalarının başarısızlıkla sonuçlandığı görülmektedir. Öte yandan silah teknolojisinde meydana gelen önemli gelişmeler özellikle nükleer ve bakteriyolojik silahların büyük tahrip ve imha gücü karşısında devletlerin silahsızlanma ve silahların sınırlandırılması konularına yeni bir dikkatle eğilmeleri zorunluğu doğurmuştur.

3.2.Silahsızlanma Çalışmaları

3.2.1.20. Yüzyıla Kadar Silahsızlanma Çalışmaları

Devletlerin silahları dış politikalarının doğrudan veya dolaylı bir aracı olarak kullanmaları yanında zaman zaman silahsızlanmayı da benzer şekilde kullanmaları söz konusudur.

Silahsızlanma genel anlamda ulusların güvenlik arayışları içerisinde çatışma uyuşmazlıktan uzak barış ve karşılıklı güvenliğin mantıksal bir denge konumuna ulaştırılması amacıyla taraf devletlerin ülke topraklarında
konuşlandırılmış mevcut silah sistemlerinde karşılıklı olarak niceliksel azaltım veya bütünüyle ortadan kaldırılması faaliyetleri olarak tanımlanabilir.84

Uluslararası alanda silahsızlanma çalışmaları çok eski olduğu halde bu yüzyılın başına kadar girişilen silahsızlanma çalışmalarının başarısızlıkla sonuçlandığı görülmektedir. Öte yandan silah teknolojisinde meydana gelen önemli gelişmeler özellikle nükleer ve bakteriyolojik silahların büyük tahrip ve imha gücü karşısında devletlerin silahsızlanma ve silahların sınırlandırılması konularına yeni bir dikkatle eğilmeleri zorunluğu doğurmuştur.

19. yy. içinde silahsızlanmanın sağlanabilmesi için uluslararası hayatta az çok bir emniyet tesisi konusunda bir takım teşebbüsler yapılmıştır. Napolyon Savaşlarından sonra Rus Çarı her türlü silahlı kuvvetlerin derhal indirime tabi tutulması konusunda uluslararası bir konferansın toplanmasını istemiştir. İngiltere, Avusturya ve Fransa bu teklife yakınlık göstermişler. Fakat hiç biri de bu teklif üzerinde ciddiyetle durmamış ve pratik bir sonuca ulaşılamamıştır.85

1831 yılında Fransa Kralı Louis Philippe, 1863'te III. Napolyon silahsızlanma konusuna ait projeler ileri sürmüşler. Ancak o dönem de devletler arasında bir çok ihtilaflı sorun bulunduğu için bu projeler de sonuçsuz kalmıştır.

19. yy.da yapılan başarılı tek silahsızlanma antlaşması Kanada ile ABD arasındaki sınır için yapılan 1817 Rush-Bagot Antlaşması'dır. Antlaşma Büyük Göllerdeki deniz güçlerini her iki devlet için de tonaj ve silah bakımından eşit üç gemi ile sınırlandırmıştır.

1863, 1867 ve 1869'da III. Napolyon'un silahlarda genel bir indirim yapılması için devletlere yaptığı teklifler için de devletler yakınlık göstermiş ancak somut bir sonuç elde edilememiştir. 1870'de Fransa-
Prusya Savaşı'nın patlak vermesinden hemen sonra İngiltere Prusya'ya iki kez silahlarda indirim, yapılmasını önermiş fakat başarılı olamamıştır.86

Silahsızlanma ciddi olarak ilk olarak ilk defa 1899 yılındaki I. La Haye Barış Konferansı'nda genel bir uluslararası görüşmeye konu olmuştur.87 26 devletin temsil edildiği La Haye Barış Konferansı'nda askeri masrafların azaltılmasının arzulandığı bildirilmekle beraber, deniz kuvvetlerinin azaltılması konusunda Almanya'nın ciddi muhalefeti ile karşılaşılmıştır. Bu sebeplerle silahsızlanma konusunda somut adımlar atılmamış, sadece bazı dilekler ve bildiriler kabul edilmiştir. Konferansta kabul edilen bildiride; insan vücudunda yayılan dom dom mermilerinin ve bazı boğucu gazların kullanılması ve balon benzeri araçlarda patlayıcı maddelerin atılması yasaklanıyordu. Ayrıca bu gibi uluslararası konferansların sürekli yapılması gereğine işaret edilmiştir.

Görüldüğü üzere bu dönemde silahsızlanma konusunda somut adımlar atılamamış, ancak konunun uluslararası konferansa konu olması ümit verici olmuştur.

3.2.2.II.Dünya Savaşına Kadar Silahsızlanma Çalışmaları

I. La Haya Barış Konferansı'nda kabul edilen temenniye uygun olarak 8 yıl sonra 1907'de II. La Haye Barış Konferansı da toplanmıştır. Konferanstan önce Rusya ve Japonya arasında savaş çıkmış olması toplanan konferansın ortamını olumsuz yönde etkilemiştir. Konferansa 44 devlet katılmıştır.

II. La Haye Barış Konferansı'nda devletlerarası hayatın asgari bir düzen ve güven tesisi bakımından gerekli kararların alınması mümkün olmamıştır. Genel Kurul 1899 Konferansı'nın askeri harcamaların önemli derecede arttığını ve devletlerin bu soruna ciddi olarak eğilmeleri gereğini vurgulamıştır.88

Büyük Avrupa devletlerinin iki zümreye ayrıldığı ve Avrupa Emperyalizminin son haddine ulaştığı bir dönemde karşılıklı güven ve emniyet üzerine kurulabilecek olan batişçı ve uzlaşmacı bir politikanın izlenmesi oldukça güç görünmektedir ki konferansta somut kararların alınmaması da bu görüşü desteklemiştir. Böylece birincisi gibi II. La Haye Barış Konferansı da temennilerle son bulmuştur.89 Konferanslarla sağlanmaya çalışılan silahsızlanma ve barış ortamı yerini devletlerin silahlanma yarışına ve tırmanışa bırakmıştır. Devletlerin birbirlerinin güç olarak gerisinde kalmama çabası ve ihtilafların çözümünde yeniden savaşın çare olarak görülmesi sonucu I. Dünya Savaşı çıkmıştır.

Savaş sona erdiğinde savaşın korkunç yıkım gücü tüm savaşan taraflar arasında kalıcı barışın muhafazası için uluslararası koruyucu bir örgütün kurulması yolunda adımlar atılmasını sağlamıştır. Bu konuda en önemli rolu ABD Başkanı W. Wilson üstlenmiştir. Savaş sonunda hazırladığı 14 maddelik prensiplerinin 4. maddesinde yer alan "Taraflar karşılıklı olarak ulusal silahlarını kendi güvenliklerini sağlayacak miktara indireceklerini garanti edeceklerdir." hükmü ile silahsızlanma fikrinin temellerini oluşturmuştur.90

Uluslararasında işbirliğini geliştirmek, uluslararası barış ve emniyeti sağlamak amacıyla kurulan Milletler Cemiyeti (MC) 18 Nisan 1919'da Paris Barış Konferansı sırasında kabul edilmiştir. MC savaş sonrasında hakim politikanın doğrudan getirdiği bir sonuç olup amaç olarak öncelikle silahsızlanma amacı üzerinde yoğunlaşmıştır.

Cemiyet üyesi olmamakla beraber ABD, deniz kuvvetlerinin sınırlandırılması amacıyla deniz gücüne sahip ülkeleri 1921 yılında Washington'da bir konferansa çağırmıştır. Konferansa katılan ABD, İngiltere, Fransa, Japonya ve İtalya 1922 yılında aldıkları karara uygun muharebe gemilerinin ve uçak gemilerinin azaltılmasına
dair anlaşma imzalamışlardır. Anlaşmaya göre bu devletlerin sahip olacakları uçak ve muharebe gemilerinin oranı; ABD 5;İngiltere 5, Japonya 3; İtalya 1.75, Fransa 1.75'dir. 1030 yılında Londra'da yapılan deniz konferansında ABD, İngiltere ve Japonya arasında denizaltılar, destroyerler ve kruvazörlerin sınırlandırması konusunda görüş birliğine varılmış ve 22 Nisan 1930'da bir anlaşma imzalanmıştır.91

I. Dünya Savaşı sırasında meydana gelen bazı savaşlarda zehirli gaz geniş ölçüde kullanılmış ve yüz binlerce kişinin ölümüne neden olmuştur. Bu sebeple bir çok ülkede sert tepkilerle karşılanmamıştır. 17 Haziran 1925'te imzalanan Cenevre Protokolü ile bakteriyolojik silahlar ve zehirli gazların yasaklanması ile ilgili genel bir uluslararası belge oluşturmuştur.

Dönemin en önemli silahsızlanma konferansı MC'nin 3 Şubat 1932'de Cenevre'de 57 devleti temsilen 232 temsilcinin katılmasıyla toplanan Genel Silahsızlanma Konferansı'dır. Konferansta bir çok öneri ileri sürülmüş ancak bu öneriler üzerinde devletlerarasında uyum sağlanamadığı için somut bir adım atılamamıştır. Başarıya ulaşamamasına rağmen 'Dünya Silahsızlanma Konferansı silahsızlanma alanında bir çok konunun tartışılması ve aydınlatılması açısından önem taşımaktadır.

33 ay devam eden ve zaman zaman kesintiye uğrayan Silahsızlanma Konferansı'nda üzerlerinde genel anlaşma sağlanabilen konular şunlardır;

a)Savaş yöntemleri sınıflandırılmış ve hava bombardımanları, kimyevi, bakteriyolojik,yangın çıkarıcı silahlar yasaklanmıştır.

b)Silahlar arasında nicelik ve nitelik açısından ayrım yapılmış, savunma ve saldırı silahları kategorileri belirlenmiştir.

c)Silahların üretim ve ticaretinin kontrolü kabul edilmekle beraber kontrolün şekli ve usulü hakkında bir uzlaşma sağlanamamıştır.

d)Milli savunma masraflarının açıklanması kabul edilmiştir.

e)Devletler yapılan anlaşmanın uygulanmasını denetlemek amacıyla Daimi Silahsızlanma Komisyonunun görevli olmasını ve kontrolün zaman zaman yerinde yapılmasını kararlaştırmıştır.


f)Anlaşmanın uygulanmasını teminata bağlamak gereği prensip olarak kabul edilmiş ise de şekli ve genel hatları üzerinde uzlaşma sağlanamamıştır.92

Almanya'nın konferanstan çekilmesi, devletlerin önemli konularda uyum sağlayamaması, Almanya'nın zorunlu askerliği uygulamaya başlaması, Ren Bölgesi'ne asker göndermesi, Fransa'nın güvenlik sorunlarının halledilememesi, devletlerin karada ve denizde hızla silahlanma yarışına girmelerine neden olmuştur. 1933 yılında Almanya'nın çekilmesi ile Cenevre'deki konferans fiilen son bulmuştur.

3.2.3.II. 1990'a Kadar Silahsızlanma Çalışmaları

II. Dünya Savaşı'ndan sonraki dönemde silahsızlanma sorunu yeniden acil bir sorun olarak gündeme gelmiş ve devletleri Birleşmiş Milletler (BM) içinde yeni çabalar göstermeye sevketmiştir.93

Silahsızlanma (silahların denetimi) sorunu II. Dünya Savaşı sonrasında atom bombasının kullanımıyla daha da önem kazanmıştır. Silahların artmaya devam eden olağanüstü tahrip gücü karşısında savaştan sonraki dönem de siyasal çatışmalara ve soğuk savaşa rağmen devletler silahsızlanma politikası izlemişlerdir.

Bu dönemde silahsızlanma sorunu daha çok BM ve ilgili konferanslarda ve de ABD-SSCB ikili görüşmelerinde ele alınmıştır. BM Genel Kurulu 14 Aralık 1946 tarihinde aldığı bir kararla barış ve güvenliğin sağlanmasında silahsızlanmanın en önemli paya sahip olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca BM Antlaşması'nın Genel Kurul'un Görev ve Yetkileri bölümünün 11. maddesinin 1. paragrafı silahsızlanma ile ilgilidir. İlgili madde;


"Genel Kurul silahsızlanma ve silahlanmanın kurallanmasına ilişkin ilkeler dahil uluslararası barış ve güvenliğin korunması için genel işbirliği ilkelerini ele alabilir ve üyelere ya da Güvenlik Konseyi'ne ya da her ikisine bu tür ilkelere ilişkin tavsiyelerde bulunabilir."

Bu hükümden başka devletlerin silahlanma harcamalarını azaltmak için BM Antlaşması'nın 26. maddesi de Güvenlik Meclisine silahsızlanma konusunda şu görev verilmektedir.

"Dünya insan ve ekonomik kaynaklarının en azını silahlanmaya ayırarak uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması ve korunmasını geliştirmek için Güvenlik Konseyi, 47. madde de değinilen Askeri Kurmay Komitesinin yardımıyla silahlanmanın kurallanması amacıyla bir sistem oluşturması için BM üyelerine sunulmak üzere planlar hazırlanmaktan sorumludur."

Daha sonra BM çerçevesinde içinde silahsızlanma yoluyla gelişme sağlaması için Genel Kurul bir Atom Enerjisi Komisyonu, Güvenlik Konseyi de bir Klasik Silahlar Komisyonu kurmuştur. 1946-52 yılları arasında çok da başarılı olamayan bu iki komisyon 1952'de tek bir komisyon şeklinde birleştirilmiştir. Genel Kurul'un kurup Güvenlik Konseyi'nin denetimi altına koyduğu "Silahsızlanma Komisyonu" 1952-65 yılları arasında çalıştı.

Silahsızlanma Komisyonu'nun amaçları şöyle sıralanmıştı. 1)Aşamalarla tüm silahlı kuvvetlerinin ve tüm savaş araçların dengeli bir şekilde indirilmesi, sınıflandırılması ve düzenlenmesi 2)Kitlesel imha etkisine sahip bütün silahların ortadan kaldırılması için önlemlerin alınması 3)Atom silahlarının yasaklanması için atom enerjisinin insani amaçlar için kullanılması

Bu dönemde yapılan silahsızlanma görüşmelerinde Batılı Devletler uygun denetim sistemleriyle klasik silahların ve silahlı kuvvetlerin sayısında indirim ve sınırlamanın ilk olarak ele alınmasını, SSCB ise nükleer silah denemelerinin hemen yasaklanması ve bu tür silahların kullanılmamasının sağlanması konusunda ısrarlıydı.94
Çünkü SSCB henüz nükleer silaha sahip değildi. Nükleer Silahların yasaklanması konusunda uzlaşma sağlanamayınca SSCB'nin nükleer silahlar üzerindeki çalışmaları hızlanmış ve SSCB 23 Ağustos 1949'da ilk atom bombasını yapmıştır. Böylece taraflar nükleer silahlar ve gönderme araçlarında üstünlük için kıyasıya mücadeleye başladılar.

Bunun en belirgin örneği de SSCB'nin Kore'de sıcak savaşa sebebiyet vermesidir. ABD NATO aracılığıyla cevap vermiştir ki bu dönemde NATO "kitlesel karşılık" stratejisini benimsemiştir. artık karşı tarafın kullandığı silahların türüne bakılmaksızın nükleer silahlar ile mücadele edilecektir. SSCB'de bunun gerisinde kalmamak için hava gücü ve taarruzi yeteneklerini arttırma konusunda büyük bir çaba içine girmiştir. 26 Ağustos 1957'de ilk ICBM denemesini başarıyla tamamlayan SSCB 4 Ekim 1957'de Sputnik uzay aracını da fırlatarak büyük bir avantaj kazanmıştır. Stratejik olarak tarafların tarafların imha gücü yüksek silahlara sahip olması ve dehşet dengesinin yükselmesi devletleri yeniden silahsızlanma için bir araya getiröiştir.95

Başka bir deyişle iki blok arasındaki dehşet dengesinin tırmanması nükleer silahların savaşta zafer kazanmak için bir seçenek olarak kullanımını değil, savaşı önleyici nitelikte bir "caydırıcı etken" olarak kullanılmasını sağlamıştır. Ancak bu dönemde uygulanan kitlesel karşılık stratejisi beklendiği gibi caydırıcı etki yapmamış, aksine taraflar arasında üstünlük yarışını yarışını hızlandırmıştır. Ayrıca SSCB'ninde nükleer silaha sahip olması nedeniyle ABD ve NATO strateji değişikliğine gitmiştir. "Esnek karşılık" stratejisi olarak adlandırılan yeni strateji, karşı taraftan gelecek saldırının niteliğine uygun bir karşılık verilmesini öngörülmektedir.

Esnek karşılık temel olarak "Nükleer eşik" adlı bir geçiş dönemini de bulundurarak doğrudan nükleer karşı taarruz yerine konvansiyonel savunmaya öncelik tanımaktadır.96

1960'lı yıllara gelindiğinde gerek doğu ve gerekse batı bloklarının bütünlüğü bozulmaya başlamıştı. Bu iki blok yanında Avrupa Ekonomik Topluluğu'da bir alternatif olarak ortaya çıkmıştı. Diğer yandan nükleer silah teknolojisindeki gelişmeler kıtalararası füzelerin geliştirilmesi, soğuk savaş dönemi sıkı iki kutupluluğun gevşemesine sebep olmuş ve bloklararası ilişkilerde belirli bir yumuşamayı teşvik etmiştir.

Bu yumuşamanın ve Küba Krizi'nin de etkisiyle tarihteki en süratli silahsızlanma devresine girilmiş ve ilk defa nükleer kalkanların karşılıklı indirilmesi söz konusu olmuştur. Nükleer yetenekli füzeler Küba ve Türkiye'den sökülerek en hızlı silahlanma uygulaması gerçekleşmiş ve Küba'daki silahsızlanma yerinde denetim ile sağlam esaslara bağlanmıştır. Yine aynı anlaşma ile "Kırmızı Telefon Hattı" oluşturularak taraflara (ABD ve SSCB) gerginlik döneminde uzlaşma sağlanması için zaman ve şans tanınması mümkün olmuştur. (20 Haziran 1963)97

Bu döneminden sonra taraflar arasında silahsızlanma konusunda bir takım görüşmeler yapıldıysa da asıl görüşmelerin başlamasında Harmel Raporu'nun büyük önemi vardır. Bu raporu 1966 yılında Atlantik Konseyi'nin görevlendirilmesiyle Belçika Dış İşleri Bakanı Pierre Harmel, ittifakın gelecekteki görevlerinin değerlendirilmesi ve 1949'dan bu yana meydana gelmiş olan uluslararası olayların analizi konusunda hazırlamıştır. Rapor batılı devletlerin SSCB ve Doğu Avrupa Devletleri ile ilişkilerinin düzenlenmesi gerektiğini ve bunun içinde gerekli koşulun, saldırıyı caydıracak askeri gücün ve siyasi danışmanın sürdürülmesi olduğunu belirtmiştir. Rapor ayrıca Doğu ile Batı arasında gerçek bir detantı sağlama iradelerini yansıtan dengeli kuvvet indirimini gerçekleştirme olanakları üzerinde duruyordu. Bunun üzerine NATO ve Varşova Paktı Avrupa güvenliği konusunda bir konferansın düzenlenlenmesine ilişkin önerilerde bulundular. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK)'nda taraflar Avrupa Güvenlik ve İşbirliği ile karşılıklı ve dengeli kuvvet indirimi (MBFR) görüşmeleri paralel olarak başlatılmıştır.98 AGİK'te alınan kararlar devletleri kesin olarak
bağlayıcı olmadığı gibi silahsızlanma ile doğrudan bağlantısı bulunmamaktadır. Ancak Doğu-Batı ilişkilerini yumuşatmış ve dolayısıyla da tarafların güvenlerini artırıcı rol oynamıştır. AGİK daha çok SSCB'nin, MBFR ise NATO'nun gayretleri ile toplanmıştır. MBFR ile nükleer silahlarda denklik sağlamış olan taraflar, silahlı kuvvetler ve konvansiyonel silahlara yeniden önem vermeye başlamışlardır.99

ABD ve SSCB arasında silahların üretiminin sınırlandırılması konusunda ilk önemli antlaşma Stratejik Silahların Sınıflandırılması (SALT I) olmuştur. İlk görüşme ABD Başkanı .Lyndon Jonnson'ın teklifi ile Finlandiya'nın başkenti Helsinki'de 1968 yazında başlamıştır. Aynı yıl içinde SSCB'nin Çekoslovakya'yı işgali sebebi ile görüşmeler kesilmiş ve 1970 yılında yeniden başlamıştır. Yedi dönem süren görüşmeler iki buçuk yıllık bir sürede tamamlanmış ve sonuçta topluca SALT I olarak bilinen Anti-Balistik Füze Sistemleri'ni sınırlandıran antlaşma (ABM), Stratejik Saldırı Silahlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Belirli Önlemler Hakkında Geçici Antlaşma ve Protokol 26 Mayıs 1972 tarihinde ABD Başkanı Richard Nixon ve SSCB Komünist Partisi Genel Sekreteri Lenold Brejnev tarafından Moskova'da imzalanmıştır.

SALT I Antlaşması üç belgeden oluşmuştur : Anti-Balistik Füze (ABM), Stratejik Saldırı Silahlarının Sınırlandırılmasına ilişkin geçici antlaşma (IOA) ve Nükleer Denizaltılar da bulundurulabilecek füze sayısını belirleyen protokol.ABM Antlaşması ile birden fazla füzenin fırlatılmasına imkan tanıyan ABM rampalarının kullanımı, denenmesi, geliştirilmesi ve farklı hedeflere yönelebilecek birden fazla güdümlü başlık taşıyan füzeler yasaklanmaktadır.

IOA Antlaşması beş yıllık bir s,re için geçerli olacaktı. Antlaşmaya göre taraflar, ister stok halinde ister imalat halinde olsun ellerindeki ICBM ve SLBM rampalarının miktarını artırmayı kabul ediyorlardı.100

SALT I Antlaşması'nın imzalanmasından hemen sonra SALT II ile ilgili görüşmeler 21 Kasım 1972'de Cenevre'de başlamıştır. Görüşmelerde ele alınan asıl konu saldırı silahlarının sınırlandırmasıydı. Görüşmeler ise
bu silahların sınıflandırılması üzerinde yoğunlaşıyordu. 1974 yılında SB'nin Vlsdivostok kentinde Brejnev ile Geralt Ford arasında her iki tarafın stratejik ateşleme araçlarını 2400 adetle sınırlandıran geçici bir antlaşma imzalanmıştır. Daha sonra bir çok sorunun çözümünde etkili olduğu için SALT II olarak 18 Haziran 1979 tarihinde ABD Başkanı Simmy Carter ile SB lideri Brejnev arasında imzalanmıştır. Bu antlaşma tarafların sahip olduğu stratejik silahların miktarını açıklamaları ve bu silahların sınıflandırılmasını düzenlemekteydi.

SALT II ABD Kongresi ve kamuoyunda olumsuz karşılanmış ve bu antlaşma ile SB'nin avantajlı hale geldiği savunulmuştur. Antlaşmanın ABD Kongresi'nde görülmesi sırasında SB Afganistan'ı işgal etmiş ve Carter anlaşmayı Senato'dan çekmiştir.101

1970'lerin başında SSCB Orta Menzilli Füzeler Alanında büyük bir atılım gerçekleştirmiş ve aynı dönemde Doğu Avrupa'da yerleştirdiği SS-20'ler sayesinde NATO karşısında bir üstünlük sağlamıştır. Bunun üzerine NATO Nükleer Planlama Grubu 1979'da yapılan toplantıda çift yönlü bir modernleştirme kararı aldı. SSCB ile nükleer silahların sınırlandırılması görüşmeleri sürdürülecek sonuç alınmaması halinde 464 adet Cruise Füzesi ve 108 adet Pershing II Balistik Füzesi Batı Avrupa'ya yerleştirilecek. SSCB Ekim 1980 yılında 200 SS-20'yi Doğu Avrupa'da konuşlandırdı. Bunun üzerine 1981 yılında ABD Başkanı Ronalt Reagan "Sıfır Çözüm" olarak bilinen ve SS-20'nin SS-4, SS-5, SS-20 füzelerini yok etmesi karşılığında ABD'nin de Avrupa'ya konuşlandıracağı 572 adet Pershing II ve Cruise füzesini konuşlandırmaktan vazgeçmesi önerisinde bulundu.102

Bu çift yönlü karar tek bir amaca sahiptir. SSCB'nin orta menzilli nükleer kuvvetlerini azaltarak müttefik savunma cihazının inandırıcılığını korumak 1981 Aralık ayında Brejnev'de bu konuda bir moratoryum önerisinde bulunmuştu. Ama bu öneri NATO üyesi ülkelerce iki sebepten dolayı red edilmiştir. Öncelikle SSCB'nin bu teklifinde başka amaçları olduğu düşüncesiydi. İkincisi ise bu maratoryum gerçek bir silah
sınırlandırması değildi. Coğrafi menzilli Avrupa ile sınırlı olduğunda SS-'lerin Ural'ın doğusunda konuşlandırılması serbest olacak ve bu bölgeye yerleştirilen SS-20'ler NATO'nun tüm Avrupalı ülkelerindeki hedefleri vurabilecektir.103

Bu dönemde ayrıca Stratejik Silahların İndirimi (START) ile ilgili ilk görüşmelerde (29 Haziran 1982) başlamıştır. Beş dizi görüşmeden sonra SSCB 8 Aralık 1983'te görüşmelerden çekilmiştir. Bunda etkili olan sebep ABD'nin (1979'da NATO toplantısında alınan karar çerçevesinde) stratejik modernleşme programı ve özellikle SDI projesinde başlamasıdır. Kesilen görüşmeler ancak iki yıl sonra yeniden başlamıştır. 7 ve 8 Ocak 1985'de ABD Dışişleri Bakanı George Schultz ve SSCB Dışişleri Bakanı Andrei Gramyko arasında görüşmeler yeniden başlamıştır. Bu görüşmeler START'ları gruplandıran nükleer ve uzay silahları (NST), orta menzilli nükleer kuvvetler (INF) ve savunma ve uzay gibi konuları kapsayacaktı.1041985 Ekim ayında da Cenevre'de ilk somut adım olan Gorbaçov-Reagan görüşmeleri düzenlenmiştir. SSCB uzun süre INF Antlaşması'nı SDI projesinden vazgeçilmesi şartına bağladı. Ancak SSCB'nin yönetimine Mikhail Gorbaçov'un gelmesiyle beliren yumuşama bu konuda da kendini göstermiş ve Gorbaçov SDI projesinin iptali şartından vazgeçmiştir. Böylece tüm INF'lerin yok edilmesi konusunda INF Antlaşması 8 Ocak 1987 tarihinde Washington'da imzalanıp 1 Haziran 1988 yılında yürürlüğe girmiştir. Antlaşma kapsamına giren füzeler her iki ülkenin orta (100-5000 km) ve kısa (500-1000 km) menzilli, Perhing ve Cruise füzeleri de dahil olmak üzere toplam 859 ABD füzesi ve SS-20, SS4, SS-5 füzeleri de dahil 1800 SSCB füzesi ile Orta Menzilli Nükleer Füzeler (SRINF) kategorisinden ABD yapımı Pershing IA ve Sovyet yapımı SS-12, SS-23 füzeleridir. Ayrıca antlaşmaya yerden fırlatılan bütün orta ve kısa füzelerle bunların fırlatma rampaları ve destek ekipmanlarının imha edilmesi öngörülmüştür.Tarafların yükümlülüklerini yerine getirip getirmediklerini denetlemek üzere her iki tarafa birbirlerinin topraklarında kalıcı denetçiler bulundurma hakkı vermiştir.105

Süresi sınırsız olan bu antlaşma soğuk savaşın iki lideri arasında gerçekleşen ilk sıfır çözümlü nükleer silah antlaşmasıdır. ABD'nin daha avantajlı olduğu bu antlaşmanınm yarattığı iyimserlik havası START görüşmelerine de zemin hazırlamıştır. INF Antlaşması Doğu-Batı arasında silahlanmayı artıran güvensizlik ortamından "karşılıklı güven ortamı"na geçişi sağlamıştır. Antlaşmaya İngiltere ve Fransa'nın sahip olduğu nükleer silahlar dahil edilmemiştir. Her şeye rağmen ilk defa sınırlı bir kategoride de olsa nükleer silahların yok edilmesi dünyada kalıcı barışın sağlanabilmesi yolunda atılan önemli bir adımdır. İmha işlemleri antlaşma çerçevesinde Aralık 1990'da tamamlanmıştır.106


3.2.4.1990 Sonrası Silahsızlanma Çalışmaları

Siyasal görüşmeler diplomatik alanda devam ederken SSCB'nde Gorbaçov'un başa geçmesi ile Sovyet Ekonomisi ve toplumsal hayatında oluşan tıkanıklığın giderilmesi çalışmaları başlamıştır. SSCB Lideri Gorbaçov'un başlattığı Glastnost ve Prestroika politikası kapsamında 18 Nisan 1986'da Atlantik'ten Urallara kadar uzanan sahayı içine alacak bir silahsızlanma konferanssı çağrısında bulunmuştur. NATO 11 Aralık 1986'da Atlantik'ten Urallara kadar olan bölgede Konvansiyonel Silahsızlanmaya hazır olduğunu "Brüksel Deklaransyonu" ile bildirmiştir. Böylece 17 Şubat 1987 yılında görüşmeler başlamıştır. Haziran 1987'den 9 Şubat 1989'a kadar süren, taraflar arasında yetki esaslarını belirleyen resmi görüşmeler başlatılmıştır. Görüşmeler sırasında oluşturulan üçlü gruptan, Kırmızı Grup VArşova Paktı'nın kuvvet miktarını, Mavi Grup NATO'nun Konvansiyonel kuvvetini ve Beyaz Grup da taraflar arasında güven arttırıcı önlemler ile denetim esaslarını tesbit amacı ile oluşturulmuştur. Bütün bu çalışmalar sürerken 1988 yılında SSCB'den beklenmedik bir karar çıkmış ve bu kararla Doğu Avrupa'da konuşlandırdığı silahlı kuvvetlerinde ve Sovyet Ulusal Ordusu'nda tek taraflı kısmi bir indirim yapacağını açıklamıştır. Bu olumlu gelişme diğer çalışmalara da hız kazandırmıştır.107

Yapılan bu görüşmeler 1989 yılında AGİK'in Viyana toplantısında gündeme gelmiş 9 Mart 1989'da Avrupa Konvansiyonel Kuvvet Müzakereleri (AKKUM) olarak adlandırılmıştır. NATO üyesi 16 ve Varşova
Paktı üyesi 7 ülkenin bir araya gelerek oluşturdukları AKKUM'un amaçları; Konvansiyonel silahlara ilişkin istikrarlı bir dengenin daha alt seviyelerde sağlanması, tehdit unsuru içeren eşitsizliklerin giderilmesi, geniş ölçekli önceden saldırı yeteneğinin ortadan kaldırılmasıdır. AKKUM sonunda Avrupa Konvansiyonel Kuvvet Antlaşması Paris'in Elysee Sarayı'nda 22 ülkenin devlet veya hükümet başkanları tarafından 19 Kasım 1990'da imzalanmıştır.108

AKKA çerçevesinde 5 ana kategoride silah sistemleri ele alınmıştır. Bu silahlar, ana muharebe tankları, topçu silahı, zırhlı savaş aracı, savaş uçağı ve taarruz helikopterleridir. AKKA her şeyden önce bir indirim antlaşmasıdır. AKKA genel olarak, imha etmek, sivil araca dönüştürmek, müze veya birliklerde sergilemek, yer veya hava hedefi olarak kullanmak, yer eğitiminde kullanmak, yeniden sınıflandırmak, nihayet kaza sonucu imha edilmiş olduğunu bildirmek gibi indirim yöntemlerini öngörmektedir. Ülkeler söz konusu indirimlerini üç aşamada yarine getireceklerdir. Antlaşmanın yürürlüğe girdiği ilk 16 ay sonunda indirimlerin %25'i, 28 ay içerisinde %60'ı ve 40 ay içinde de SSCB'nin sivil amaçla kullanım için dönüştüreceği 3000 adet zırhlı savaş araçları hariç tamamının indirimi gerçekleştirilecektir. Devletler birbirlerine indirim takvimlerini ve indirim usullerini bildirirken belli bir süre topraklarını denetçilere açık tutacaklar ayrıca belgelendirme işlemi ile eğitim uçağı haline sokulanların belgeleri de denetlenebilecektir. Şüpheli durumlarda kuşku denetimleri de yapılabilecektir. AKKA'nın gerçek önemi artık Dünya Brışı'nın dehşet dengesine değil "silahsızlanma ve kalıcı barışa" dayandırılması yolunda atılan ilk adım plmasından kaynaklanır.109

Bu çalışmalar esnasında dünyada büyük değişiklikler meydana geliyordu. Silahsızlanma çalışmaları son sürat devam ederken yeryüzünün son imparatorluğu sayılan SSCB 26 Aralık 1991'de dağılmıştır. Dağılma süreci 1985'te Gorbaçov'un başa geçmesiyle başlatılırsa altı sene gibi çok kısa bir sürede yıkılmıştır. SSCB'nin
dağılmasından sonra görünen o ki, soğuk savaşın simgesi olan keskin ideolojik çatışma, diplomasinin işlemeyişi, hızla tırmanan silahlanma, siyasal ve ekonomik temasın kurulamaması gibi olumsuzluklar geride kalmaktadır. Bu olumsuz etkenlerin ortadan kalkması taraflar arasında uzlaşmayı da kolaylaştırmıştır.110

Aynı dönemde gündemde olan bir diğer konu da Stratejik Silahların Sınırlandırılmaso Görüşmeleri (START)'dir. 1979 yılında SALT II'nin çeşitli sebeplerle başarısızolmasından sonra kesilen görüşmeler START görüşmeleri ile 1982'de Cenevre'de yeniden başlamıştır. START müzakerelerinin başlatılmasının esas sebebi SALT II'nin uygulamasını engelleyen olayları ortadan kaldırmak, stratejik silahları da sadece sınırlandırmak değil azaltma yöntemini de uygulayabilmektir. Aradaki anlaşmazlıklar konusunda uzlaşma sağlanınca, Stratejik Nükleer Silahların indirimi amacıyla başlayan görüşmeler sonunda 31 Temmuz 1991 yılında Moskova'da START Antlaşmasının imzalanması mümkün olmuştur.

START Antlaşması, 10 protokol ve ekleri de dahil 700 sayfadan oluşmaktadır. Bu tarihi belgeler iki ülkenin stratejik taarruzsilahlarını azaltarak sınırlandırmalarına ilişkin kuralları içermektedir.START Antlaşması hem her iki tarafın konuşlandırabileceği stratejik nükleer silahlar için eşit tavanlar teşkil eder.Antlaşmaya göre taraflarda toplam savaş başlığı sayısı 6000 adet (önceden 10000 idi) fırlatma vasıtaları 1600 adet, Ağır Balistik Füze savaş başlıklarının 1540 adet seviyesine indirilmesine karar verilmiştir.111

Antlaşmadaki indirimler ve sınırlamalar son derece müdahaleci denetim prosedürünün koşulları altında gerçekleştirilecektir. Her bir taraf diğer tarafın bütün önemli stratejik konuşlandırmalarının denetimi üzerine temellenmiştir. Toplam olarak 12 farklı denetim tipini, ayrıca hareketli ICBM ya da bunların ön aşamaları olan tesislerin devemlı denetim altında tutulmasını içermektedir.

Bu süreç içinde SSCB'nin dağılmasını takiben Rusya Federasyonu, Ukrayna, Beyaz Rusya ve Kazakistan nükleer silah sahibi devletler olarak SSCB'den ayrılmış ve bu sebepten 23 Mayıs 1992'de ABD ile Lizbon Protokolü'nün imzalamışlardır. START I Antlaşması Rusya Federasyonu, Beyaz Rusya ve Kazakistsan tarafından 1992-1993 yılları arasında onaylanmış; ancak Ukrayna Parlamentosu onaylamamıştır. Bu sebeple START 1 bir süre yürürlüğe girememiştir. Bu durum Rusya Federasyonu ve Batılı Devletlerin Ukrayna üzerine baskı yapması ve Ukrayna Parlamentosu'nun 18 Kasım 1993'te START 1'i ve Lizbon Protokolü'nü şartlı olarak onaylaması sonucu ortadan kalmıştır. 13-15 Ocak 1994 tarihleri arasında Clinton- Yeltsin arasında gerçekleşen Moskova Zirvesine 14 Ocak'ta Ukrayna'nın iştiraki ile üç ülkenin devlet başkanları Ukrayna'nın topraklarındaki SSCB'den kalan bütün nükleer silahların imhası amacıyla Rusya Federasyonu'na devredilmesini kararlaştıran anlaşma Kremlin'de imzalanmıştır.112

START 1 Antlaşması 15 yıl süre ile yürürlükte kalacak ve süre bitimlerinde beşer yıllık uzatmalara gidilecek şekilde düzenlenmiştir. START 1 Antlaşması'ndan sonra taraflar karşılıklı olarak nükleer silahlarda köklü indirimi öngören tasarılarını sunmuşlardır. START 1 Antlaşması'nı daha da genişleterek stratejik nükleer silahlarda daha alt düzeylerde uzlaşmayı gerçekleştirmek amacıyla ABD ve Rusya Federasyonu arasında 3 Ocak 1993 tarihinde Moskova'da START 2 Antlaşması'nı imzalamışlardır. Antlaşmaya göre; 1 Ocak 2003 tarihine kadar ABD'nde toplam stratejik nükleer başlık miktarı 3500, Rusya Federasyonu'nda ise 3000 seviyesine indirilecektir. Karada konuşlu çok başlıklı kıtalararası balistik füzeler imha edilecektir. Taraflar denizaltından atılan balistik füze başlığı adedini 1750-1700 seviyesine indirecek, ağır bombardıman uçaklarından savaş başlıkları 1250-750 olacak ve toplam atma aracı miktarı 1600 olacaktır.113

START II Antlaşması 5+2 formülü ile de tanınmaktadır. Antlaşmada 5 ile ifade edilen beş indirim konusu, bombardıman uçakları, nükleer başlıklar, nükleer silahlar, konvansiyonel silahlar ve uzayda ortak
çalışma olarak tesbit edilmiştir. Antlaşmada iki ile ifade edilen konu ise ABD ve Rusya Federasyonu arasında ekonomik ve mali işbirliği sağlanması olarak kararlaştırılmıştır.114

Bu süreç içinde kimyasal silahsızlanma ve silah kontrolü faaliyetleri de söz konusudur. Kimyasal Silahlar Sözleşmesi BM Silahsızlanma Konferansı Kimyasal Silahlar Çalışma Grubu'nun 25 yıl süren çalışmaları sonucu oluşturulmuştur. Soğuk Savaş döneminde tarafların uzlaşmaz tutumları sebebiyle uzayan bu çalışma SSCB'nin çöküşünü izleyen dönemde ABD'nin 1991 yılında kimyasal silahlar politikasının değişimi sonucunda sözleşme üzerinde uzlaşma sağlanmıştır. Sözleşme 1992 yılında BM'de kabul edilerek 3 Ocak 1993'te Paris'te imzaya açılmıştır. Ancak 1995 yılında yürürlüğe girebilmiştir. Sözleşmeyle taraf ülkelerdeki tüm kimyasal silahlar ve üretim tesisleri bu sözleşmenin yürürlüğe girişini müteakip on yıl içinde imha edilecektir.115

Bu dönemden sonraki çaışmalar indirim çalışmaları değil, daha çok ortak barış ve işbirliğini sağlayacak örgütlenmeler, görüşmeler şeklinde olmuştur. Bunlardan biri NATO içinde geniş bir faaliyet alanına sahip daha somut bir işbirliği şeklinde olan Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi (KAİK)'dir. Silahların kontrolü anlaşmalrının uygulanmasını sağlamak, askerlerin çekilmesine karar vermek, silahların yaygınlaşmasını önlemek, savunma dönüşümlerinin ve sivil asker ilişkilerini düzenlemek, çatışmaların çözümlenmesi ve önlenmesine yardım etmek, eski SSCB'deki ülkelerde barışı korumak ve ortak hava savunmasını sağlamak gibi amaçlarla oluşturlmuştur.116

Barış ve işbirliği yolunda atılan bir adım da 10,11 Ocak 1994 tarihinde Brüksel Zirvesi'nde ortaya çıkan Barış İçin Ortaklık (BİO) fikridir. BİO ortaklık üyelerinin barışı koruma ve insani hareketlerde görev üstlenebilmeleri için eğitim ve tatbikat konularında NATO ile işbirliği içinde çalışacaktır. Ortaklık ulusal savunma planlaması ve bütçelendirilmesi işlemlerinde ve savunma güçlerinin demokratik
yöntemlerle kontrolünün sağlanmasında rol oynayacaktır. BİO ve KAİK birbirlerini tamamlayan örgütler olarak NATO be AGIK ile işbirliği içinde çalışacaklardır.117

Silahsızlanma alanında bir yeni gelişme de 1970 yılında yürürlüğe giren çok taraflı Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması (NPT) nın 1995 yaz ayında süresiz olarak uzatılmasıdır.Antlaşma ilk defa olarak nükleer silahlardan arındırılmış dünya amaçlayan bir pakt olarak kabul edilmiştir.Bu antlaşmayla nükleer silah sahibi olmayan devletler bu tür silah tedarik etmemeyi, nükleer silah sahibi olduklarını bildiren beş devlet ise nükleer silahsızlanma yolunda faaliyetlerde bulunmayı ve bu silahlara ait bilgi ve teknoloji değişiminde bulunmamayı taahüt etmişlerdir. 1995 yılı itibariyle 179 ülke tarafından onaylanmıştır. Antlaşma'nın uygulanıp uygulanmadığına dair denetimler BM'ya bağlı 1957'de kurulan ve olan hükümetler arası bir örgüt olan IAEA tarafından yapılmaktadır. IAEA denetimi devletlerin atom enerjisini barışçı amaçlarla kullanmaları konusunda üstlendikleri zorunlulukları yerine getirdikleri yolunda güvence sağlar.118

1995'ten sonra daha önce yapılmış olan antlaşmaların uygulanabildiğini gözden geçirme seminerleri düzenlenmiştir. Düzenlenen bu seminerlerde devletlerin silahsızlanma konularında dah uyumlu bir strateji izledikleri görülmüştür. Ve yine genişleme yolunda olan NATO'nun Avrupa'daki mevcut güçlerinde indirimlerde bulunması da önemli bir gelişmedir. Bu dönemde karşılıklı işbirliği alanında daha önce oluşturulan BİO, KAİK gibi organizasyonlarda önemli rol oynamışlardır. Tarafların karşılıklı olarak bir araya gelek tartışma ortamı bulabildikleri alanlar olan bu organizasyonlar uzlaşma konusunda etkili olmuştur. 1997 yılında da antipersonel kara mayınlarının kullanımı, üretimi, depolanması ve transferinin yasaklanması ve bunların imha edilesi için Kanada'da bir konvansiyon imzaya açılmıştır. Ayrıca silahsızlanma sürecini ileriye götürmek amacıyla START II'nin
uygulanmaya başlamasından hemen sonra START III'ün hazırlıklarının yapılamsı söz konusu olacaktır.119

Bu alanda önemli bir adım da 1997 yılında Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi (AAOK)'nin oluşturulmasıdır.

Bu kararın yanında BİO'nun da güçlendirme kararı alınmıştır. AAOK daha önce kurulan KAİK'in yerini almış ve ilk iş olarak üyelerinin güçlendirilmiş işbirliği ve danışmalar yapacağı konuları belirleyen bir Eylem Planı hazırlamıştır. Bu çerçevede uluslararasında mevcut silahlar savunmayla bağlantılı çevresel konular, kitle imha silahlarının yayılması, BİO operasyonları için çerçevenin belirlenmesi gibi konularda danışmalar yapan bir örgüt olmuştur. AAOK aynı zamanda ortakların ve müttefiklerin güvenlikle ilgili önemli krizlerde (Kosova'daki kriz gibi) ortak bir yaklaşım geliştirebilmeleri için bir forum olarak görev yapmıştır.120

1990 sonrasında devletlerin uyguladıkları silahsızlanma politikalarında uzun vadeli istikrarın en iyi işbirliği vasıtasıyla sağlanabileceğinin anlaşılmasının etkisi büyüktür. Bu nedenle bu politikalar daha çok taraflar arasında işbirliğini sağlamaya ve mimkin olduğu kadar yayılmaya yöneliktir.

3.3.Silahsızlanma Çalışmaları ile İlgili Çok Taraflı Antlaşmalar

II. Dünya Savaşı'ndan sonra gerek BM nezdinde gerekse ABD-SSCB ikili görüşmeleri çerçevesinde nükleer silahların sınırlandırması ve denetim altına alınması amacıyla bir dizi antlaşma yapılmıştır.121

1) Antartika Antlaşması

1 Aralık 1959'da nükleer silahlara ilişkin olarak imzalanan antlaşma 12 ülke tarafından Washıngton'da imzalanıp 23 Haziran 1961'de yürürlüğe girmiştir. Antlaşma, Antartika Kıtası'nın askeri amaçlarla kullanılmaması ve Soğuk Savaş'ın etkilerinden uzak tutulmasını amaçlamaktadır. Antlaşmanın maddeleri nükleer
silahları tanımlamakta ve bu silahların denenmesine, askeri manevraların yapılmasını yasaklamaktadır. Ayrıca bölgede nükleer patlamaların ve nükleer atıkların bulundurulması yasaklanmış ve kıta üzerindeki bilimsel çalışmalarda işbirliği yapılması kararlaştırılmıştır.

2) Atmosferde, Dış Uzayda ve Su Atında Nükleer Denemeleri Yasaklayan Antlaşma

Deneme Yasağı Antlaşması olarak da bilinen antlaşma 5 Ağustos 1963'te Moskova'da imzalanmıştır. Bu antlaşma denemeyi yapan devletlerin sınırları dışındaki çevreyi kirletmeyen yer altı nükleer denemelerini yasaklamamış, bu yüzden 'Kısmi Deneme Yasağı Antlaşması" olarak da bilinir. Bir devletin imzaladığı bu antlaşma nükleer devletler olan ÇHC tarafından uzun yıllar onaylanmamıştır.

3) Ay ve Gök Cisimleri Dahil Dış Uzayın Araştırılması ve Kullanımında Devletlerin Çalışmalarını Yönlendirmeye İlişkin Antlaşma(1967)

Dünya yörüngesinde silahların konuşlandırılmasını, denemelerin yapılmasını üslerin kurulmasını yasaklayan ve BM Genel Kurulu'nun 1966'da onayladığı antlaşma, Ekim 1967'de 84 imzacı devletin katılımıyla yürürlüğe girmiştir. Ay ve öteki gezegenlerde askeri üs ve manevralar engellenirken, Ay ve öteki gezegenlerin barışçıl amaçlar için kullanılması öngörülmüştür. Türkiye Antlaşmayı 27 Mart 1968'de onaylamıştır.

4) Latin Amerika'da Nükleer Silah Bulundurulmasını Yasaklayan Antlaşma

14 Şubat 1967'de imzalanan bu antlaşma bölgede nükleer denemeleri nükleer silahların üretilmesini, depolanmasını, bölge ülkelerinin nükleer silahlara sahip olmasını yasaklamaktadır. Bu antlaşmayı Arjantin ve Brezilya onaylamamışlardır. Her ikisinin de antlaşma hükümlerine aykırı olarak nükleer gücü mevcuttur.

5) Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması

1960'ların sonlarında nükleer silahlara sahip olma çabaları ABD ve SSCB dışındaki ülkelerde de görülmeye başlanmıştı. Bu türden bir gelişme hem nükleer gücün çatışmalarda kullanılma olasılığını arttıracak hame de bu silahlara sahip devletlerin özellikle de iki süper gücün diğer ülkeler üzerindeki etkilerini azltabilecekti. Bu nedenlerle antlaşma ABD ve SSCB'nin de etkisiyle ülkeleri nükleer güce sahip olanlar ve
olmayanlar olarak iki gruba ayırmıştır. Antlaşmaya göre; bu silahlara sahip olanlar bu silahları ve bunları üretmek için gerekli olan bilgi ve teknolojiyi bir başka ülkeye aktarmayacaklar. Bu silahlara sahip olmayam ülkeler de üretim için çaba harcamayacaklardır. 1 Temmuz 1968'de Moskova, Washington, Londra'da imzaya açılan, 5 Mart 1970^de yürürlüğe giren antlaşmayı 1995 yılı itibari ile 174 ülke imzalamıştır.

6) Nükleer Silahların ve Diğer Yoketme Araçlarının Okyanus Tabanına ve Onun Altındaki Toprağa Yerleştirilmesinin Yasaklanması Antlaşması

BM Genel Kurulu'nun 25. oturumunda karara bağlanarak 11 Şubat 1971'de 89 ülke tarafından imzalanan çok taraflı antlaşma. Antlaşma ile nükleer silahların diğer yoketme araçlarının devletlerin 12 milllik karasularının dışında okyanus tabanınaaa ve onun altındaki toprağa yerleştirilmesi yasaklanmıştır. Antlaşma Mayıs 1972'de yürürlüğe girmiştir.

7) Nükleer malzemelerin Fiziki Korunmasına İlişkin Sözleşme

Bu sözleşme nükleer malzemelerin güvenceli taşınmasını ve sabotaj ile yasa dışı kullanılmasını yasaklayan hükümler içermektedir.


IV.BÖLÜM

SİLAHSIZLANMA VE TÜRKİYE

4.1.Türkiye'nin Silahsızlanma Sürecine Bölgesel Olarak Katkıları ve Rolü

Silahsızlanma ve silahların kntrolü yönetiyle güven arayışları uluslararası gündemde yer almıştır. Günümüzde silahsızlanma silahların kontrolü süreci yalnız askeri değil siyasi ilişkileri de şekillendiren niteliktedir. Bu anlamda silahsızlanma ve silahların kontrolü tek başına bir amaç değil çok boyutlu yaklaşımlar doğrultusunda yapılan düzenlemeler yoluyla istikrarlı ve güvenli bir ortam yaratmak için bir araçtır. bu alanda yürütülen çalışmaların başarıya ulaşabilmesi için siyasi somut bir müşterekten hareket etmek gereklidir.122 Burada karşılaşılan önemli bir sorun da barışın silahsızlanma yoluyla nasıl sürdürüleceği konusudur. Türkiye'nin bu soruna yaklaşımı daima açık ve seçik olmuştur. Genel olarak Türkiye'nin dış politikasına Atatürk'ün ortaya koymuş olduğu "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" ilkesi yön vermiştir. Bundan dolayı Türkiye silahsızlanma ile ilgili konulara itina ile eğilmiş, silahsızlanma sayesinde barışın sağlanacağına inanmıştır. Ve kabul edilebilir bir silahsızlanmaya varmayı amaçlayan girişimleri daima desteklemiştir. Bununla beraber silahsızlanmanın ancak sıkı kontro önlemlerine dayalı karşılıklı ve dengeli bir sistem vasıtasıyla gerçekleştirebileceğine inanmaktadır. Ayrıca Türkiye gelişmekte olan ülkeler grubunda yer aldığı için silahsızlanmanın sağlayacağı ekonomik katkıların da farkındadır.

Yani Türkiye silahsızlanma alanında çıkan tüm zorluklara rağmen pragmatik bir tutum izlemek, silahsızlanma alanında gerçekleşebilecek olan bütün imkanları denemek suretiyle belirli bir ilerleme olacağına inanmaktadır.123

Türkiye tarihi boyunca üç kıta arasında bir köprü niteliğini korurken bir yandan da komşu ülklerle tarihi ve kültürel bağlara sahip bir devlet olarak bugün de bu devletlerle iyi ilişkiler kurma çabalarını
sürdürmekte ve çağdaş demokratik yapısıyla bölgesinde az gelişmiş devletlere örnek teşkil etmektedir. İstikrarsız, çalkantılı ve karışık bir bölgede bulunan Türkiye bir çok güçlüğe rağmen gelişme yolunda bir denge unsuru durumundadır. Bundan dolayı bölgede barış ve güvenlik için oluşturulacak politika ve stratejilerde de önemli role sahip olmaktadır.124

Bu derece önemli jeopolitik ve jeostratik konumu nedeni ile Türkiye silahsızlanma çalışmaları süresince her zaman yer almakta ve bölgesinde bu çalışmaları destekleyen, dünya barışını hedefleyen faaliyetleri her alanda göstermektedir.

Ciddi anlamda ilk silahsızlanma çalışmalarının başladığı MC'nde SSCB'nin hazırladığı "Genel ve Tam Silahsızlanma" tasarısı 15-24 Mart arasında görülmesi esnasında henüz MC üyesi olmamasına rağmen Türk Delegasyonu öneriye tam destek vermiştir. Sonrasında ABD Dışişleri Bakanı Kellog "Savaşın ulusal politikanın bir aracı olmaktan çıkarma taahüdü"nü çok taraflı antlaşma olarak sunulması önerisinde bulunmuştur. Briand-Kellog Paktı olarak bilinen anlaşma 1928 yılında ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Polonya, Belçika ve Çekoslovakya arasında imzalanmış ve daha sonra Türkiye de Pakta iştirak etmiştir.125

II. Dünya Savaşı sonrasına kadar silahsızlanma konusunda fazla bir gelişme olmamıştır. II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan Soğuk Savaş ve beraberinde getirdiği silahlanmadan en çok etkilenen ülkeler arasındadır. Gelişmekte olan bir ülke konumuna sahip Türkiye Soğuk Savaşın ekonomik ve toplumsal gelişmeyi firenleyici etkilerini önemli ölçüde hissetmiştir. Özel coğrafi ve jeopolitik konumu dolayısıyla Türkiye Soğuk Savaş döneminde zorlayıcı bazı nedenlerle bir takım gerginliklerin içinde olmuştur. Ancak koşulların iyileşmesiyle beraber yumuşama sürecinin gelişmesi için gayret göstermiştir. Türkiye bu dönemde kendi ulusal güvenliğini silahsızlanma çalışmalarının başarılı olmasıyla yakından ilgili olduğunun bilinciyle hareket etmiştir.126

Çok sorunlu bir bölgede bulunan Türkiye NATO üyesi olarak bölgenin güvenliğine önemli kattılarda bulunmuştur. Aynı zamanda AGİK sirecine de aktif olarak katılmış ve yapılan çalışmalarda fiilen rol almıştır. Ortadoğu'da komşusu bulunduğu Suriye, İran, Irak gibi devletlerin silahsızlanma çalışmalarına katılmaması ve bu bölgede mevcut istikrarsızlıklara rağmen barış ve güvenliğin sağlanması yolunda silahsızlanmanın gereği her türlü yükümlüğü üstlenmiştir.127

Türkiye bölgesinde "Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşmasını" 1969 yılında imzalamış ve 1980 yılında BM'e onay belgesini sunmuştur. 161 devletin üye olduğu bu antlaşmaya güney komşuları İran, Irak gibi devletlerin dahil olmadığını düşündüğümüzde Türkiye'nin silahsızlanma konusuna katkıları daha iyi anlaşılır. Kimyasal Silahlar Sözleşmesi ve Biyolojik Silahların Kontrolü Faaliyetleri Türkiye'nin katılımı söz konusudur.

BM'e üye 150 ülke tarafından 1991 yılında silah transferlerinde açıklık sağlanmasına yöenlik bazı konvansiyonel silah kategorileri hakkında yıllık bilgi değişimi konusunda bir kayıt sistemi 1 Ocak 1992'de yürürlüğe girmiş ve 1993 yılında ilk bilgi değişimi 80 ülke tarafından yapılmıştır. Türkiye de gerekli bilgi değişimini yerine getirmiş ve İran, Suriye ve Irak bilgi değişimin bulunmamışlardır.128

Bölge ile ilgili önemli çalışmalardan biri 29-30 Ocak 1992'de Moskova'da bir seminer şeklinde başlatılan ve Ortadoğu'daki tüm sorunların ele alındığı Ortadoğu Bölgesel, Güvenlik ve İşbirliği Konferansı'dır. Silahsızlanma ve silahların kontrolü sorununda önemli yer tuttuğu bu konferansa Libya, İran ve Irak davet edilmemiş, Lübnan ve Suriye ise katılmamıştır. Rehber ülke sıfatıyla Türkiye'nin ev sahipliğinde Ekim 1993 ve Mart 1994 tarihinde "Askeri Bilgi Değişimi ve Tatbikatları Önbildirimi"ne ilişkin iki konferans Antalya'da yapılmıştır.

Benzeri bir gelişmede AGİK ülkeleriyle, AGİK'e üye olmayan Akdeniz ülkelerinin başta ekonomik, çevresel, bilimsel, teknolojik alandarda işbirliği amacıyla oluşturduğu Akeniz Güvenlik ve İşbirliği Çerçevesi'dir.
Türkiye de bu foruma terörizm konusunun da dahil edilmesini önererek kensinin de işbirliğine katılacağını beyan etmiştir.

Ayrıca Asya'da AGİK Modeli bir güvenlik ve işbirliği konferansı düzenlenmesi için 29-30 ekim 1992'de Ankara'da yapılan Türk Cumhuriyetleri Devlet Başkanları zirvesinde görüşmeler başlamıştır. Güvenlik ve İşbirliğine ilişkin görüşmeler beyan edilmiştir.129

Bu konuda önemli bir örnek de Bulgaristan ile Türkiye arasında düzenlenen Sofya-Edirne Belgeleri'dir.16-20 Aralık 1991 yılında Genel Kurmay Başkanı'nın Bulgaristan'ı ziyaretinde iki ülke arasındaki güvenlik ve askeri işbirliğine ilişkin Sofya Belgesi düzenlenmiş ve 10 Ocak 1992'de yürürlüğe girmiştir. Bu belge bölgesel olarak daha ileri düzeydeki güven ve güvenlik artırıcı önlemleri içermektedir. 1992'de Sofya Belgesinin tadil edilen bazı bölümlerinin düzenlenmesi amacıyla 12 Kasım 1992'de Edirne Belgesi kabul edilmiştir. bu belgeler daha ileri düzeyde bilgi değişimi, güven ve güvenlik artırıcı önlemleri, askeri temasları ve değerlendirme konularını kapsamaktadır. Bu belgeler karşılıklı gözlemciler yoluyla uygulanmaktadır.

Görüldüğü üzere silahsızlanma ve silahların kontrolü ile güven ve güvenlik artırıcı önlemler konularında sürdürülen müzakereler ortaya çıkan çeşitli antlaşma ve belgelerle kalıcı barışın sağlanması yönünde yoğun gatret göstermektedir.130

4.2. Yeni Dünya Düzeni İçerisinde Silahsızlanma ve Türkiye

1989'un ikinci yarısından itibaren Avrupa'da başlayan köklü ve hızlı değişim süreci uluslararası alanda çok büyük etkenlerde bulunmuştur. SSCB'inde Komünist Parti Genel Sekreteri Mikhail Gorbaçov'un 1985 yılında başlattığı yeniden yapılan açıklık politikaları bu çerçevede SSCB'nin tek taraflı kuvvet indirmesi 1989 yılında yılında Varşova Paktı'nı oluşturan devletlerde eski rejimlerin ard arda devrilmeleri, iki Almanya'nın birleşmesi ve nihayet SSCB'ninde dağılması, Sovyet Komünizminin çökmesi ve Sovyet topraklarında yeni
Bağımsız Cumhuriyetlerin kurulması gibi dünyayı derinden etkileyen gelişmeler birbiriyle bağlantılı olarak meydana gelmiştir. Bu gelişmeler Soğuk Savaş döneminin koşulllarını kökünden değiştirmmiş, SSCB tarihe karışmış, komünist sistem çökmüş ve bunun etkisinde bulunan devletler Batı'ya açılmaya başlamışlardır.131

Bu durumu Japon asıllı Amerikalı araştırmacı Françis Fukuyama tarihin sona ermesi şeklinde yorumlamıştır. Ona göre Batı Soğuk Savaş'tan galip çıkmıştı ve bloklararası anlaşmazlıkların, sürtüşmelerin ve çekişmelerin yerini uyum ve işbirliği olacaktı. İlk bakışta daha düzenli ve güvenli güvenli bir dünya yani Yeni Dünya Düzeni kuruluyordu. Eski gerginliklerin ve çekişmelerin sona erdiği, nükleer imha tehdidinin ortadan kalktığı, topyekün imha silahlarına son verildiği, demokrasiye, insan haklarına, yüksek manevi değerlere önemin verildiği yeni bir dünya ve yeni bir düzen oluşturuluyordu.

Ancak hızlı gelişmeler yeni dünya düzeninden beklenenleri kısa zamanda gölgeledi. SSCB'nin dağılması sonucunda ortaya çıkan yeni Bağımsız Cumhuriyetlerde etnik sürtüşmeler, sınır anlaşmazlıkları ve gerginlikler başlamış, Rusya, Ukrayna ve Kazakistan arasında Sovyet askeri gücünün paylaşılması hususunda anlaşmazlık çıkmış, SSCB'nde komünist sistemin çökmesi sonucunda ağır bir ekonomik ve sosyal enkaz ortaya çıkmıştır. Yeni bunalımlar yalnız eski SSCB'nde değil, diğe bölgelerde de meydana gelmiştir. Yugoslavya'nın dağılma sürecinin başlamasıyla Balkanlar'da etnik ve dinsel çatışmalar uç vermiş ve hala azalan çoğalan trendlerdle devam etmektedir. Krizlerin uzandığı bir diğer bölge Orta Doğu ve Körfez Bölgesidir.132

Bütün bu olaylar dünyanın Soğuk Savaş'ın sona ermesinden, karşılıklı kutuplaşmanın yok olmasından ve Batı ile Doğu'nun aynı değerleri ve politikaları paylaşmasından sonra dahi istikrara kavuşmaltan uzak olduğunu kanıtlamaktadır. Bu durumu Fransız stratejisti Pierre Lellouche'un yeni dünya düzeninden çok, "Yeni Dünya Düzensizliği" olarak nitelendirmiştir.133


Her şeye rağmen olumlu veya olumsuz etkileri tartışılabilecek hızlı bir değişimin yaşandığı gerçektir. Hızla gelişen teknoloji sayesinde herşeyi çabuk duyan, her yere çabuk ulaşan insanoğlu için artık dünya yeteri kadar küçülmüş, karşılıklı bağımlılık ve sorumluluk artmıştır. Dünyanın herhangi bir yerinde, herhengi bir alanda bozulan denge, başka yerlerde, başka alanlardaki dengeleri etkilemektedir. Bu çerçevede dünyada, oluşan küresel öngörüler dünyada her devletin hem birbirlerine hem de dünya düzenine karşı sorumlu olduğuna ve kimsenin tek başına hareket atme hakkının bulunmadığına işaret etmektedir. Bu husus ayrıca Yeni Dünya Düzeni olarak adlandırılan düzenin temel noktasını teşkil etmektedir. Bugün değişimle gelen temel ekonomik, politik, askeri ve sosyal içerikli kavramların ışığında şekillenmeye devam eden düzen aynı zamanda da ciddi tehditler altındadır. SSCB'nden geriye kalan belirsizlik ve risk, pek çok ülkede sürmekte olan iç savaşlar ve dağılmalar, milliyetçilik ve yabancı düşmanlığı, enik huzursuzluk, kökten dinci akımlar, sınır çatışmaları, sızma harekatları, değişik nitelikli düşük yoğunluklu çatışmalar ve gelişmiş ülkelerin dışında gittikçe Üçüncü Dünya Ülkelerine sıçrayan balistik füze ve kitle imha silahlarını içeren silahlanma yarışı.134

Ayrıca yaşanan bu tarihsel değişim sürecinde sistemin niteliği de tartışma konusu olmaktadır. Buna göre, dünün iki kutuplu Soğuk Savaş düzeni sona ermiş; ancak yerine yani bir düzen kurulamamıştır. Şurası önemlidir ki, bugün dünyada bir çok kişinin telaffuz ettiği gibi bir Yeni Dünya Düzeni halihazırda mevcut değildir. Bu düzen oluşturulmaya çalışılmakta ve bugün bir geçiş dönemi özelliği taşımaktadır.135

Konuya ilişkin dünyada ağır basan görüş bu sistemin tek kutuplu değil 2000'li yıllara doğru çok kutuplu şeklini alacağı görüşüdür. (ABD, Rusya, AT, ÇHC, Japonya). Ve bu çok kutuplu sistemin iki kutuplu
sistemden daha çok istikrarsızlık içereceği ve savaşı körükleyeceği düşünülmektedir.

Bu sistemde etkili olacak kavramlar ise karmaşıklık, belirsizlik ve çatışma kavramları şeklinde ortaya çıkacaktır. Bu çerçevede günümüz dünyasında tek başına düzen kuracak ve bunu tüm devletlere dikte ettirebilecek bir güç yoktur ve görünür bir gelecekte de olmayacaktır.136

Bu dönemde silahsızlanma ile ilgili olumu gelişmeler söz konusu olmuştur: INF, AKKA ve START antlaşmalarının imzalanması ve bunlara ek olarak olum sayılacak, İran-Irak Savaşı'nın sona ermesi ve Varşova Paktı'nın dağılmaı, ABD, SSCB ve Avrupa devletlerinde savunma bütçelerinin milli bütçe içindeki payının azalması, Angola, Kamboçya, Etiyopya gibi bazı alanlarda devam eden savaşların büyük bölümünün sona ermesi, Arjantin, Şili, Paraguay gibi pek çok ülkede asker kökenli liderlerin yerine seçimlerle liderler gelmesi ve bu gibi olumlu gelişmelerin de etkisiyle dünya silah pazarının daralmaya başlaması (1989 yılında 33.5 milyar dolar ciro yapan dünya silah ticareti 1990 yılında 21.77 milyar dolara düşmüştür.) gibi olumlu gelişmeler olmuştur.137

Bu iyimser tablonun bir dediğer yüzü vardır: 1990 yılında 132 devlete satılan toplam 21.7 milyar dolarlık temel kovansiyonel silahların %88 gibi büyük bir oranını BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesi gerçekleştirmiştir. Ve birkaç istisna dışında dünyanın en büyük silah ithalatçısı ülkeleri Üçüncü Dünya Ülkeleri'dir. Son 20 yılda 16 Üçüncü Dünya Ülkesi silah ihracatına başlamıştır. Üçüncü Dünya Ülkeleri son dönemlerde Balistik Füze ve Kitlesel İmha silah programlarına yönelmişlerdir. Süpar güçlerin dışında 20 ülkede Balistik Füze programı yürütülmekte ve bu sayının çoğunu Üçüncü Dünya Ülkeleri oluşturmaktadır.138

Bu çelişkiler karşısında Türkiye'nin savunma ve güvenlik konsepti çeşitli risklere açık hale gelmiştir. 1980'li yılların sonundan itibaren dünyadaki genel gelişmenin aksine Türkiye'nin savunma ve güvenlik ihtiyacı
artmıştır. Bu artışın nedenleri arasında, 1) Bütün dünyada gözlemlenenden daha fazla olarak Türkiye'nin bulunduğu bölgede belirsizliğin, düzensizliğin ve istikrarsızlığın hakim olması. Bu duruma; Rusya-Yunanistan arasında Ortodoks mihveri oluşturma gayretleri, Körfez Krizi ve Kuzey Irak olaylarının Türkiye'nin hemen güneyinde cereyan etmesi, terörist ilan edilen İran, Irak ve Suriye ile sınır komşusu olması, RF'nun AKKA kapsamında verdiği Kafkasya taahhütlerini uygulamaması 2) Bölgede gözlemlenen bu durumun bir sonucu olarak, bölgede bulunan devletlerin aşırı derecede silahlanmaları. Yunanistan, Suriye, Irak, İran gibi devletlerin silahlanmaya ciddi ekonomik kynaklar ayırmaları 3) Türkiye'nin savunma ve güvenliğine yeni unsurların katılması. Bunlar Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar uzanan bölgede kendilerini çeşitli nedenlerle Türkiye'ye yakın hisseden devlet ve topluluklardır. 4) Soğuk Savaş döneminde yakın ilişki ve işbirliği içinde olduğu batılı devletlerin bu yeni dönemde Türkiye'den uzaklaşmaya başlamaları. Yeni dönemle birlikte Türkiye ile bu devletlerin tehdit algılamaları farklılaşmıştır.139

Burada da görüldüğü üzere Türkiye bulunduğu bölge içindeki Jeostratejik ve jeopolitik konumu itibarıyla çok boyutlu, çelişkili tehditlerle karşı karşıya bulunmaktadır. Bir taraftan olaylar hızla gelişmekte ve yeniden yapılanmakta olan dünyada Türkiye'nin dengeli kalkınma çabaları, üniter devlet yapıs, milli güvenlik ve bekasının devamı için silahlanmaya yönelik askeri harcamalarını yükseltmeye zorlanmakta; diğer taraftan askeri harcamalara ayrılan kaynakların milli ekonomiye aktarılması ve iyi bir gelişim çizgisinin yakalanması söz konusu olmaktadır.

Birbirleriyle çelişen bu iki seçenek karşısında Türkiye komşularına karşı caydırıcı olabilecek belli bir milli güç düzeyini sağlamak amacıyla makul ölçüde silahlanmaya gidecek ve ülke ekonomisine fezla yük oluşturmayacak bir savunma endüstrisi kurmaya gayret edecektir.140

Sonuş olarak yeni bir düzen kurulması sürecinde dünyanın önünde bür taraftan iyi fırsatların uzandığını, diğer taraftan onun tehdit ve tehlikelerle kuşatıldığını; bir taraftan çatışmaların bir yaşam tarzı olmaya hala devam ettiğini, öte taraftan özgürlük, demokrasi ve barışın büyük riskler altında kök salma ve filizlenme kavgası verdiğini görmekteyiz. Bu çerçevede dünyayı ve de Türkiye'yi belirsiz yıllar beklemektedir.141

4.3.Silahsızlanma Çalışmalarında Son Durum

Soğuk Savaş sonrasındaki gelişmeler içinde en önemli sorun gelişmekte olan ülkelerin kitle imha silahlarına sahip olabilmek amacıyla içine girdikleri yarışın getirdiği belirsizlikler ve risklerdir.

Üçüncü Dünya Ülkeleri'nin nükleer silahlanma yarışında ısrarlı gayretleri esasen "Psikolojik Güvensizlik"ten kaynaklanmaktadır. Pek çok Ortadoğu ülkesinin biyolojik ve kimyasal silahlara sahip olmasının yanında bunların üretim ve atım vasıtalarını çeşitlendirerek geliştirilmesi yolunda üstün garetleri söz konusudur. Ortaya çıkan karşılıklı güvensizlik ortamı, bölge devletlerinin birbirlerine kuşku ile bakmalarına sebep olduğu için uzlaşma ve barış ortamının tesisi de mümkün olmamaktadır. Sürekli silahlanma yarışı Türkiye sınırlarının çok yakınında olduğu için algılanan tehdit boyutunu ve ulusal savunma ve güvenlik ihtiyacını arttırmaya devam etmektedir.142

İlk defa Körfez Savaşı sırasında taktik balistik füzelerin yarattığı olumsuz etkilerin farkına varan Batılı stratejistlerin Soğuk Savaş sonrası koşullarını içeren araştırmaları dünyanın bazı bölgelerindeki kitle imha silahlarının ve balistik füzelerin yayılmasının artık Nükleer Caydırıcılık Teorisi (MAD) ile durdurulamayacağı sonucunu çıkarmaların neden olmuştur.143

ABD'nin konu ile ilgili görüşü şuydu; 1990'lı yıllarda dünyanın belirli bölgelerinde belgelenmiş olan kitle imha silahlarının (konvansiyonel olmayan silahların) ve Balistik Füzelerin 1980'lerde
kaybettiği yayılma hızını 1997 yılında durdurulamaz şeklinde yeniden kazanmıştır. Bu gerçeği Washıbgton 1994 yılında Brüksel Zirvesi'nde NATO'nun 16 müttefik üyesine kabul ettirmiş ve bu durumu yeni bir tehdit olarak göstermiştir. ABD bu sorunlar karşısında NATO'nun askeri gücünün yeniden yapılandırılmasının gereğini vurgulamış ve yeni strateji olarak da alan-dışı müdahaleyi önermiştir. Bu öneri Avrupalı devletler tarafından tepki ile karşılanmışsa da ABD'nin etkisiyle öneri kabul edilmiştir.144

Kitle İmha Silahlarının ve Balistik Füzelerin yayılma sorunu hem ABD hem de Avrupalı Devletler tarafından kabul edilmiş olmasına rağmen soruna getirdikleri çözüm önerileri farklılık arz etmektedir. ABD'nin önerisi var olan eski silahsızlanma rejimlerinin kuvvetlendirilmesi, uzun menzilli konvansiyonel silahları ve aktif savunma silahları olarak bilinen alan savunma sistemlerinin geliştirilmesi; yani karşı tedbirlerin alınması ve özendirici tedbirler olarak bilinen bir takım yeni işbirliklerinin devreye sokulması iken Avrupalı müttefikler ikna yöntemi diplomatik baskı, bazı ekonomik yaptırımların uygulanması gibi geleneksel yöntemleri önermişlerdir. ABD ve Avrupa Devletleri arasında var olan bu uyuşmazlığın devam etmesi ek olarak RF'nun da tepkileri katılınca nükleer silahların yayılma karşıtı stratejisinin olumsuz etkilenmesi söz konusu olacaktır.145

Bu çerçevede yeni görev ve sorumluluklarla yeniden yapılanan NATO'nun güvenlik ve siyasal denge misyonu Avrupa'daki yeni güvenlik ortamında ön plana çıkmıştır. Böylece yeni NATO ve Avrupa Güvenlik Stratejisi kapsamında KAİK, BİO, BAB, AT ve AGİT Atlantik ve eski Doğu Avrupa'yı birbirine yakınlaştırmıştır. Böylelikle Soğuk Savaşa hakim ideolojik silahlanmaya esas teşkil eden Doğu-Batı eksenleri arasındaki mücadelenin sona ermesine rağmen yeni global senaryolar ile bir nevi Kuzey-Güney eksenleri arasındaki zengin-fakir mücadelesini körüklediği bu tür yaklaşımlarla uluslararası barış ve güvenliğe zarar verici yeni unsurların yaratıldığı görülmektedir. Bunun yanı sıra Pasifik de Rusya'nın zayıflaması sonucu güç boşluğunu Çin doldurmuş ve bu gelişme bölgede Japonya, Avusturya, Kuzey-Güney Kore'yi etkisi altına almıştır.
Hindistan'ın Rusya'dan aldığı nükleer yardım Pakistan, İran ve Cezayir'i yeni arayışlara itmektedir. Aynı şekilde Orta Doğu ve Afrika'daki itimat ve güven eksikliği bölgedeki gerilimi arttırmaktadır. Bir diğer nükleer yayılma alanını oluşturan Brezilya ve Arjantin arasındaki güvensizlik ve Güney Afrika Cuhuriyeti'nin bölge ülkelerinden duyduğu endişe ve güvensizlik de gerilimi arttırmaktadır.146 Rusya ve Çin'in komşuları olan Pakistan ve Hindistan da nükleer silaha sahip olma mücadelesi vermektedirler.

Hindistan ve Pakistan'ın günümüze kadar süren gayretleri uzun bir geçmişe sahiptir. Temmuz 1968'de imzalanan ve 1970'de yürürlüğe giren NPT Antlaşması devletleri nükleer güce sahip olanlar ve olmayanlar olarak iki sınıfa ayırmıştır. Bu durumda nükleer silaha sahip devletler ABD (1945), SSCB (1949), İngiltere (1952), Fransa (1960) ve ÇHC (1964)'dir.

Bugün itibarıyla 185 ülkenin taraf olduğu NPT bağlayıcılığı ve yaptırım gücü olan bir antlaşmadır. En son çare BM Güvenlik Konseyi'nin güç kullamayı da içeren yaptırımlarıdır. NPT'nin uygulaması uluslararası hukukun kısıtlı gücü, ülkelerin egemenliği, ülkelerin çıkarlarının çatışması ve teknik bir takım imkansızlıklar sebebiyle istenilen seviyede olmamıştır. Bunu en belirgin örneği Irak'ta yaşanmıştır.Eğer Körfez Savaşı sonunda Irak yenilmeseydi, tüm topraklarında ve tesislerinde inceleme imkanı olmasaydı Irak'ın en geç 1994 yılında ilk nükleer silahına ulaşabileceği tesbit edilmiştir.147

1974 yılında ilk nükleer denemesini gerçekleştirmiş olan Hindistan bütün uluslararası politikalarını Hindistan'a göre belirleyen Pakistan ve nükleer silah stokuna sahip olduğu bilinen İsrail bu antlaşmayı imzalamamışlardır. ABD'nin 1950-1960 döneminde Çin'e karşı Hindistan'ı, Sovyetler'e karşı Pakistan'ı desteklemesi, 1970'lerden sonra Sovyetler'in ve daha sonra Rusya'nın Hindistan'a, Çin'in de Pakistan'a yardımları sonucu her iki devlet de önemli oranda nükleer tesis ve malzeme kazanmışlardır. Hindistan ve Pakistan 1996 yılında imzalanan Nükleer Denemelerin Kapsamlı Yasaklanması Antlaşması (CTBT)'na da taraf olmamışlardır.
Onlar antlaşmayı ayrım yapılmaksızın tüm nükleer silahların yok edilmesi şartıyla imzalayacaklarını belirtmişlerdir. Bu doğrultuda Hindistan 1998 Mart ayında denemelerini gerçekleştirmiş ve buna bağlı olarak kullanılan Super-Computer'a sahip olduğunu açıklamıştır.148

Son nükleer denemeler bölgede sıcak çatışma olasılığını arttırmakta ve nükleer yayılmaya ilişkin çalışmalara da olumsuz etkilerde bulunmaktadır. Bu ortamda Türkiye hem siyasi hem de ekonomik olarak etkilenecek ülkelerin başında gelmektedir. Çünükü Türkiye kitle imha silahlarına sahip olmayı hiç bir zaman düşünmediği için bu yönde yürütülen tüm uluslararası çalışmalara aktif olarak katılmış ve bu yöndeki tüm antlaşmaları imzalamıştır. Türkiye'nin dahil olduğu bölge nükleer yayılma sorununun en çok hissedildiği bölgedir. Bu bölgede kimyasal, biyolojik ve nükleer silahların yayılmasını önlemeye yönelik antlaşmalara taraf olmayan İran, Suriye, Irak, İsrail gibi devletlerin bulunması Türkiye'nin güvenlik ihtiyacını karşılamak için NATO'nun güvencelerine ve yayılmanın önlenmesi rejiminin güçlendirilmesine bel bağlamasını gerekli kılmıştır.149

Bir diğer tehlike Rusya Federasyonu'nun bölgesinde yarattığı güvensizlik ve endişedir. RF yeni savunma stratejisi olarak kabul ettiği "yakın çevre" doktrini ile SSCB'en ayrılan cumhuriyetlerin "Peace Keeping" harekatı savıyla müdahale hakkına sahip olmaya çalışmaktadır. Bu noktada güney bölgesi olarak tanımladığı Kafkaslar ve Orta Asya bölgesinde güç kullanmak suretiyle dağılmanın önlenmesini amaç edinmiştir.150

Ayrıca Rusya daralan silah sanayiini Yunanistan ve Kıbrıs-Rum Devleti'nin pazarıyla genişletmeyi istemekte ve planladığı Ortodoks eksenini silahlı bir çember şeklinde yapılandırma gayreti vermektedir. Rumlar'a füze satışı teklifinden sonra SU-34 taarruz uçakları satışını ortaya atan Rusya, Suriye ordusunu da modernize etmeyi planlamaktadır. Rusya başlattığı bu yeni stratejik girişim çerçevesinde İran'ı silahlandırmaya devam
ederken bu devlete SS-4 sandal, SS-23 füzeleri ve bunların teknolojilerini satmanın yanısıra nükleer silah üretmesine de yardımlarını sürdürmektedir.151

Tüm bu yaşanan sakıncalar devletlerin imzaladıkları antlaşma hükümlerine uymamaları, uluslararası antlaşmalara olan güveni azaltmaktadır. Devletlerin antlaşmalara uyması için yapılan baskılar da bir yere kadar etkili olabilmektedir. Örneğin Irak'ın kitle imha silahı kapasitesine yönelik BM kararları olduğu hale uygulamada yaşanan sorunlar karşısında Ocak-Şubat 1998'de uygulanan harekatta tam bir sonuç alınamamıştır. Bu olay karşısında silahsızlanma rejiminin güçlendirilmesi çabaları büyük darbe yemiştir.152


SONUÇ

20. yüzyılda iki büyük dünya savaşı ve pek çok bölgesel savaşta kıyasıya mücadele eden devletler, gördükleri büyük zararlar sonucunda silahsızlanma politikasına sarılmışlardır. Ancak ilk çalışmalar o dönemde devletlerin kendi çıkarları uğrunda girdikleri silahlanma yarışı içinde çok da başarılı olamamıştır. Bunda devletlerin silahsızlanma girişimlerini uzun süre kendi politikalarının aracı olarak kullanmaları da etkili olmuştur.Silah sanayiinde teknolojik üstünlüğü olan devletler silahsızlanmayı diğer devletlerin teknolojik gelişimini engelleme ya da devletlerin üzerinde egemenlik kurma aracı olarak kullanmışlardır.

Silahsızlanma çalışmalarının başarılı kılınması ve Yeni Dünya Düzeni içinde barış ve istikrarın sağlanması global boyuttaki engellerin aşılabilmesi için BM'in koyduğu temel prensiplerin muhafaza edilmesi, yeni gelişmelere bağlı olarak hayata geçirilmesi ve her şeyden önce sınırların değişmezliği, uluslararası hukukun üstünlüğü ve ulusların eşitliği kavrqmlarına devletlerin sahip çıkması ile mümkün olacaktır.153

Silahsızlanma ve bölgesel güvenlik hedeflerine ulaşılmasında devletlerin mevcut kuvvetlerine ilişkin karşılıklı bildirim, kriz yönetim ve iletişim yöntemlerinin geliştirilmesi mütekabiliyete dayalı bilgi değişimi ve denetim mekanizmalarının oluşturulması, tarafların potansiyel risk alanlarında muhtemel anlaşmazlıkların diyalog ve açıklık prensipleri çerçevesinde ikili ve çok taraflı anlaşmaların hukuki zemininde çözümlemeleri büyük önem taşımaktadır.

Silahsızlanma ve silahların kontrolu bir süreçtir. Değişen zamana uygun olarak bu sürecin gözden geçirilmesi ve gerekli değişimlerin yapılması doğaldır. Bu anlaşmaların iki özelliği her zaman korunmalıdır: Anlaşmalar her şeyden önce istikrarı ve önceden tahmin edilebilirliği sağlamalıdır. Ayrıca silahların kontrolünde bir ülkenin güvenliğinin arttırılması ile öteki ülkelerin güvenliklerinin olumsuz etkilenmemesi arasında bir denge kurulmalı; yani ortak çıkar gözetilmelidir.154

Bunun yanı sıra silahsızlanmanın yalnız askeri, ekonomik değil siyasal, demogratik, sosyal ve kültürel pek çok belirleyicinin rol oynadığı son derece komplike, teknolojiye dayalı olarak sürekli değişen, yer değiştiren dinamik bir karaktere sahip olduğu unutulmamalıdır. Bu itibarla diplomatik çabalar ve tarafların barış istekleri ne denli iyi niyetli olursa olsun karşılıklı güven ortamı sağlanmadıkça bu çalışmalar temelsiz kalacaktır.

Hızlı bir dönüşümün yaşandığı günümüzde temel amaç istikrarın sağlanması olarak görülmektedir. İstikrarın sağlanması yolunda en önemli adım da devletlerin kuvvetlerinde bir dengenin sağlanması yani genel ve tam bir silahsızlanmanın gerçekleştirilmesidir.

Uluslararası alanda geniş ölçekli savaş ve nükleer felaket olasılığının azaldığı düşüncesi yaygındır. Ancak insanoğlunun nükleer silahlar hakkındaki bilgi birikimi ve mevcut teknolojiyi yok etmek mümkün olmadığı gibi tüm tedbirlere rağmen nükleer silahların Almanya, Ortadoğu, Pakistan, Kazakistan, Hindistan, Çin, Japonya, Kore ekseninden Güney Amerika'ya doğru genişleyen bir eğilim gösterdiği de gözden kaçırılmamalıdır. Devletlerin hala savunmaya büyük miktarda bütçe ayırması ve mevcut silahlanma politikaları devam ettiği sürece savaş olasılığı ve güvensizlik daima mevcut olacak ve yapılan tüm çalışmalar boşa gidecektir.

Bu nedenle gelişmiş ya da az gelişmiş olsun tüm ülkelerin silahsızlanma girişimlerine aktif olarak katılması ortak çıkarların gözetilmesi, silahsızlanma çalışmalarının daha geniş kapsamlı olarak gerçekleştirilmesi devletler arasında yalnız silahlar değil ekonomik ve siyasal eşitlik açısından da denklik sağlanması bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.


KAYNAKÇA

Kitaplar

AKBULUT, S. ve ERTEKİN, S., Dünyadaki Silahsızlanma Çalışmaları Ve Türkiye, İstanbul: Harp Akademileri Kom. Yay. 1995

ARI, Önder, Uluslararası İlişkiler, İstanbul: Der Yayınları 1988

ARI, Tayyar, Global Politika Ve Güney Asya, Hindistan-pakistan İlişkilerine Analitik Bir Yaklaşım 1947-1994, İstanbul: Melisa Matbaacılık 1994

ARSLAN, Zeki Mesut, Silahsızlanma Problemi, Ankara: Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları 1952

TÜBİTAK Aylık Popüler Bilim Dergisi, İstanbul: Pro-Mat Basım Yay. A.Ş., Nisan 1999

CAŞIN, Mesut Hakkı, Çağdaş Dünyada Uluslararası Güvenlik Stratejileri Ve Silahsızlanma (Doktora Tezi), Ankara: 1995

CRAIG, Gordon A. ve GEORGE, Alexander L., Güç ve Devlet Yönetimi Günümüzün Diplomatik Sorunları, Ankara: Dış. Pol. Ens. 1997

CLAUSEWİTZ, Carl Von, Savaş Üzerine, Çev. Şiar YALÇIN, İstanbul: Spartaküs Yayınları, 2. Baskı 1997

ERENLER, Ali Osman, Ortadoğuda Silahlanma Süreci Ve Silahsızlanma Arayışları, İstanbul, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi 1997

FRED, Holliday, Yeni Soğuk Savaş: Sovyet-ABD İlişkileri, Belge Yay. 34, Kasım 1995

GORBAÇOV, Mihail, Nükleer Silahsızlanma Ve Barış, 1987

GÖNLÜBOL, Mehmet, Uluslararası Politika İlkeleri-Kavramlar-Kurumlar, Ankara: S. Yayınları 1979

KAYIM, Halil ve AKGÜL, Aziz, Türkiye Ve Yunanistan'ın Savunma Harcamalarının Ekonometrik Analizi, Kara Harp Okulu Dergisi (1) 1 1991, 1-18

KENNEDY, Poul, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, Çev. Birtane KARANAKÇI, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2.Baskı 1990

KİBAROĞLU, Mustafa, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, 1999

SANDER, Oral, Siyasi Tarih 1918-1994, Ankara, İmge Kitabevi, 4. Baskı, 1994

Savunma Sanayiindeki Teknolojik Gelişmeler Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Cilt 1, Kara Harp Okulu Öğr. Baş. Tek. Bil. Böl., Ankara: 5-6 Haziran 1997

SERTEL, Yıldız, Savaşlar, Küreselleşen Emperyalizm, Bunalım, İstanbul: Belge Yayınları, Mart 1999

Silahsızlanma ve Barış Semineri 1985

Silahsızlanma ve BM 1977

SİSAV (Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı), BM Silahsızlanma ve Barış Semineri, 25-26 Kasım 1983, İstanbul: Başaran Matbaası 1985

SÖNMEZOĞLU, Faruk, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, İstanbul, Filiz Kitabevi, 2. Baskı 1995

Der. SÖNMEZOĞLU, Faruk, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, İstanbul: Der Yayınları 1996

Der. SÖNMEZOĞLU, Faruk, Uluslarası Politikada Yeni Alanlar, Yeni Bakışlar, İstanbul: Der Yayınları 1998

Yay. Haz. ŞEN, Sabahattin, Yeni Dünya Düzeni Ve Türkiye, İstanbul: Bağlam Yayınları, 3. Basım 1994

Yay. Haz. ŞEN, Sabahattin, Su Sorunu Türkiye ve Ortadoğu, Ankara: Bağlam Yayıncılık, 1993

TORUMTAY, Necip, Değişen Stratejilerin Odağında Türkiye, AD Yay. AŞ., 2. Baskı 1997

Türkiye Barolar Birliği 10 Temmuz Dünya Hukuk Günü Barış Ve Silahsızlanma Sempozyumu Bildirisi, 1979

YILDIZ, Yavuz Gökalp, Dünden Bugüne Silahsızlanma, İstanbul: Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1988

Dergiler

NATO Dergisi, 1980, No:1

NATO Dergisi, 1980, No:4

NATO Dergisi, 1981, No:1

NATO Dergisi, 1982, No:1

NATO Dergisi, 1987, No:3

NATO Dergisi, 1991, No:1

NATO Dergisi, 1993, No:3

NATO Dergisi, 1993, No:4

NATO Dergisi, 1995, No:3

NATO Dergisi, 1998, No:1

NATO Dergisi, 1998, No:3



1 Gökhan Tok "2000'li Yıllar İçin İnsanlığın Ortak Dileği Silahlara Veda", TÜBİTAK Aylık Popüler Bilim Dergisi, İstanbul : Pro-Mat Basım Yay. A.Ş. Nisan 1999, s:66

2 Yavuz G. Yıldız, Dünden Bugüne Silahsızlanma, İstanbul: Yüksek Lisans Tezi, 1988, s:2

3 Mesut Hakkı Caşın, Çağdaş Dünyada Uluslararası Güvenlik Stratejileri ve Silahsızlanma (Doktora Tezi), Ankara : 1995, s:5

4 İbid. s:3

5 İbid. s:5

6 Mehmet Gönlübol, Uluslararası Politika, Ankara : S. Yayınları, 1979, s:431

7 Rana İzci, "Uluslararsı Güvenlik ve Çevre", Uluslararası Politikada Yeni Alanlar Yeni Bakışlar, Der. Faruk Sönmezoğlu, İstanbul : Der Yayınları, 1998 s:404

8 İbid, s:405

9 İbid, s:406

10 Zeki Mesud Aslan, Silahsızlanma Problemi, Ankara : Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1952, s:2,3

11 Yıldız, op.cit. s:1

12 Aslan, op.cit. s:4

13 İbid, s:5

14 İbid

15 İbid, s:7

16 İbid, s:7

17 İbid.s:10

18 İbid.s:12

19 Der.Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, İstanbul : Der Yay., 1996, s:382

20 Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, İstanbul : Filiz Kitabevi, 1995, İkinci Baskı, s:339

21 Carl Von Clausewitz, Savaş Üzerine, Çev. Şiar Yalçın, İstanbul : Spartaküs Yay., 1997 İkinci Baskı s:18, 36

22 Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi Op.cit.,s:135

23 İbid.342

25 Atom bombası ilk olarak, Japonya'nın teslim olmasını sağlamak amacıyla 6-9 Ağustos 1945 tarihlerinde bu ülkenin Hiroşima ve Nagasaki Şehirlerine atılmıştır. Askeri olarak büyük başarı, insani manada dehşet sonuçları doğurmuştur.

26 İbid.355

27 İbid.356, 357

28 Çaşın op.cit.s:77

29 Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Pol. Analizi. op.cit. s:392

30 Caşın, op.cit. s:77

31 İbid, s:80

32 Gönlübol, op.cit. s:431

33 Yıldız Sertel, Savaş Rüzgarları, İstanbul : Belge Yay.,Mart 1999, s:14,15

34 Gordon A.Craig, Alexander L.George, Güç ve Devlet Yönetimi, Günümüzün Diplomatik Sorunları, Ankara, Dış Politika Enstitüsü, 1997 s:109,110

35 Fred Holliday, Yeni Soğuk Savaş : Sovyet-ABD İlişkileri, Belge Yay. 34, Kasım 1985, s:18

36 Önder Arı, Uluslararası İlişkiler, İstanbul : Der Yay., 1988, s:24,25

37 Yıldız, op.cit. s:27,28,29,31

38 Önder Arı, op.cit. s:29

* Paris Zirvesi, U-2 ABD casus uçağının SSCB'de düşürülmesi nedeniyle dağılmış ve bu olay soğuk savaşı yeniden tırmandırmıştır. Ayrıca Berlin sorunu çözümlenememiş ve 13 Ağustos 1961'de Berlin Duvarı inşaa edilmiştir. Küba-ABD ilişkileri bozulmuş Fidel Castro SSCB'den askeri yardım almıştır ve 1962'de füze yerleştirilmiştir. Bu dönemde ABD Vietnam ve Dominik Cumhuriyeti'ne SSCB ise Çekoslovakya'ya girmiştir.

39 Oral Sander, Siyasi Tarih 1918-1994, Ankara, İmge Kitabevi, 1994 4. Baskı, s:173

40 Yıldız, op.cit. s:33

41 İbid, s:34

42 Sander, op.cit. s:192

43 Paul Kennedy, "Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri", Çev.Birtane Karanakçı, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yay. 1990, s:457

44 İbid, s:461

45 İbid, s:458

46 İbid, s:462

47 Der. Sabahattin Şen, Su Sorunu Türkiye ve Ortadoğu, İstanbul : Bağlam Yay., 1993, s:152,155

48 Yıldız, op.cit. s:37

49 Sönmezoğlu, op.cit., s:531 Uluslararası Politika ve Dış politika Analizi

50 İbid, s:574

51 Yıldız, op.cit. s:41

52 Kennedy, op.cit.s:433

53 İbid, s:452

54 İbid, s:453

55 Halil Kayım, Aziz Akgül, Türkiye ve Yunanistan'ın Savunma Harcamalarının Ekonometrik Analizi, Kara Harp Okulu Dergisi (1) 1 1991, s:2

56 Sertel, op.cit. s:184

57 İbid, s:172

58 Savunma Sanayiindeki Teknolojik Gelişmeler Sempozyumu Bildiriler Kitabı Cilt I, 1997, Kara Harp Okulu Öğr. Baş. Tek. Bil. Böl. Ankara, s:513

59 Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, op.cit. s:278

60 Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Pol. An., op.cit. s:384

61 Yıldız, op.cit. s:46

62 Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Pol. An., op.cit. s:387

63 Caşın, op.cit. s:159

64 Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, op.cit. s:40

65 Gönlübol, op.cit. s:167

66 Sönmezoğlu, op.cit. s:356

67 Stephen R. Hanmer, "NATO'nun Uzun Menzilli Savaş Alanı Nükleer Kuvvetler, Silahların Modernleştirilmesi ve Sınırlandırılması", NATO dergisi, 1980 no:1, s:21

68 Mihail Gorbaçov, Nükleer Silahsızlanma ve Barış, İstanbul: Bilim ve Sanat Kitapları, Aralık 1987, s:24

69 Sonder, op.cit. s:192

70 Yıldız, op.cit. s:58

71 Sander, op.cit. s:383

72 Sabahattin Şen, op.cit.(Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye),s:217

73 Nükleer Sil. ve Barış, s:48

74 Yıldız, op.cit. s:60

75 Örneğin, 1983 verilerine göre kişi başına 160 dolar düşen Kamboçya'da kişi başına yapılan askeri harcama 10 dolardır. Yine 120 dolar düşen Etiyopya'da ise 12 dolar askeri harcama yapılmaktadır.

76 Barış ve Silahsızlanma, 10 Temmuz Dünya Hukuk Günü sebebiyle birlikçe düzenlenen Sempozyumdan

77 Caşın, op.cit. s:352

78 İbid, s:353

79 Sisav, s:17

80 Caşın, op.cit. s:354

81 Ali Osman Erenler, s:81

82 İbid, s:86

83 Mustafa Kibaroğlu, s:8

84 Caşın, op.cit. s:77

85 Aslan, op.cit. s:15

86 Caşın, op.cit. s:102

87 Bu konferans Rus Çarı II. Nikola'nın girişimleri ile toplanmıştır, Rusya Almanya'nın güçlenmesinden endişelenmiş ve silahların bir dereceye kadar azaltılması konusunda çaba göstermiştir.

88 İbid. s:105

89 Meşhur İngiliz Gazetecisi William Stead, Konferans münasebetiyle çıkarmakta olduğu "Konferans Postası" isimli gazetede sonuçla ilgili olarak "1899'da Petersburg'da doğan silahsızlanma 1907'de La Haye'de ölmüştür." yorumunu yapmıştır. Arslan, op.cit. s:17

90 Caşın, po.cit. s:110

91 Gönlübol, op.cit. s:433

92 Aslan, op.cit. s:25

93 II. Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla silahsızlanma sorununun MC dönemide cemiyetle sona ermiştir.

94 Sander, op. cit. s:396

95 Caşın, op.cit. s:173

96 İbid. s:183

97 Caşın, op.cit. s:196

98 Luc Carellen, "Silahların Sınıflandırılması ve Müttefik Danışmaları", NATO Dergisi, 1980, No:4, s:18

99 İbid. s:23

100 Sönmezoğlu, op.cit. s:394

101 Der. Sönmezoğlu, (Sözlük) s:406

102 NATO Dergisi, Lawrence S Eagleburger, "Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Konusundaki Görüşmelerde Birleşik Amerika'nın Tutumu", 1982,Sayı:1, s:16

103 İbid. s:20

104 NATO Dergisi, Ronald Lehman, "Stratejik Silah İndirimi Görüşmeleri ...", 1987,

sayı:3, s:19

105 Sönmezoğlu, op.cit. s:397 (Uls. Pol. Analizi)

106 Sander, op.cit. s:406

107 Caşın, op.cit. s:298

108 Taraf Devletler; Bulgaristan, Çek ve Slovak Federal Cum., Macaristan, Polonya, Romanya, SSCB, Belçika, Kanada, Danimarka, Fransa, Almanya, Yunanistan, İzlanda, İtalya, Lüksenburg, Hollanda, Norveç, Portekiz, İspanya, Türkiye, Büyük Britanya, Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı ve ABD

109 Caşın op.cit. s:305

110 Sander, op.cit. s:426

111 Linton F.Brooks,'Stratejik Silahların İndirimi Antlaşması savaş riskini azaltıyor',NATO Dergisi,1991, no:4, s:7

112 Akbulut, op.cit. s:10,11

113 İbid., s:14

114 Der. Sönmezoğlu, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü op.cit., s:5

115 Akbulut, op.cit. s:19

116 Dauglas Stuart, "NATO'nun Bütün Arupa'yı İçeren Güvenlik Kurumu Olarak Geleceği" NATO Dergisi, 1993 No:3 s:27

117 Wanfred Wörner, NATO Dergisi, 1993 No:4, s.5

118 Hans, Blix, "Nükleer Silahların Yayılmasına Karşı Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın Denetim Sistemi-INF", NATO Dergisi, No:3, 1995, s:12

119 Kuzey Atlantik Konseyi Savunma Bakanları Toplantısı Sonuç Bildirisi, Brüksel, 2 Aralık 1997, NATO Dergisi, 1988 No:1, s:13

120 Sergio Balanzino, Sintra'dan 1 yıl sonra AAOK ve BİO vasıtasıyla işbirliğine dayalı güvenliğe ulaşmak, NATO Dergisi, 1998, No:3, s:5

121 Der. Sönmezoğlu,(Uluslararası İlişkiler Sözlüğü), op.cit.

122 Akbulut, op.cit. s:91

123 Sisav, op.cit. s:10

124 Necip Toruntay, s:15

125 Caşın, op.cit. s:82

126 Dünya Hukuk Günü Sempozyumu, op.cit. s:23

127 Akbulut, op.cit. s:92

128 İbid. s:79

129 İbid. s:84

130 İbid. s:92

131 Der. Şen, op.cit. s:111

132 İbid., s:112

133 İbid., s:113

134 İbid., s:247

135 İbid., s:248

136 Sander, op.cit., s:501

137 Yeni Dünya Düzeni., op.cit., s:253

138 İbid.

139 Anayasal Düzeyde Savunma ve Güvenlik. s:26,27

140 İbid.

141 Der. Şen, op.cit. s:251

142 Savunma Sanayii'ndeki Teknolojik Gelişmeler Sempozyumu Bildiriler Kitabı, op.cit. s:102

143 Der. Sönmezoğlu, Yeni Alanlar Yeni Bakışlar, op.cit. s:306

144 İbid., s:131

145 İbid., s:338

146 Savunma Sanayiindeki Teknolojik Gelişmeler Sempozyumu Bildiriler Kitabı op.cit. s:104

147 Mustafa Kibaroğlu, s:2

148 İbid., s:6

149 İbid., s:7

150 Savunma Sanayiindeki Tknolojik Gelişmeler Sempozyumu Bildiriler Kitabı, op.cit., s:101

151 İbid., s:103

152 Kibaroğlu, op.cit., s:8

153 Savunma Sanayiindeki Tknolojik Gelişmeler Sempozyumu Bildiriler Kitabı, op.cit., s:111

154 Akbulut, op.cit., s:96

0 yorum: