', ' öğrenmeye hoşgeldiniz: 11/09/07

9 Kasım 2007 Cuma

CUMHURİYETÇİLİK

CUMHURİYETÇİLİK

Cumhuriyetin Genel Tanımı

Atatürkçülüğün temel ilkelerinin başında Cumhuriyetçilik gelir. Cumhuriyet bir devlet biçimidir. Cumhuriyette esas olan ilk öğe, devlet başkanının belli bir süre için seçilerek iş başına gelmesidir. Bu açıdan cumhuriyet başka bir hükümdarın bulunduğu devlet biçimlerinden(monarşilerden ayrılır). Monarşilerde devlet başkanı belli bir aile içinden çıkar, normal koşullar altında ölünceye gelinceye kadar iş başında kalır. Yerine aynı aileden bir başkası gelir. Her monarşide, aile içinden kimin hükümdar olacağı belli bazı kurallara göre saptanır. Cumhuriyette devlet başkanı belli bir süre içinde seçim ile iş başına gelir. Parlamentoyu oluşturan kişilerin de seçimle belirlenmesi gerekir. Bunlar, o toplumda yasa koyacak kişilerdir. Cumhuriyet biçiminin amaca uygun olarak gerçekleşmesi için belli bir olgunluk yaşına gelmiş her vatandaşın seçime katılması gerekir. Bu anlamıyla cumhuriyetler Amerika Birleşik Devletleri' nin kurulması ile doğmaya ve ancak Fransız inkılabından sonra yayılmaya başlamıştır. Gerçi ünlü düşünürler cumhuriyeti çok önceden kafalarında kurmuş ve tanımlamışladır. Ancak uygulama XIX. y.y. sonuna doğru ortaya çıkmıştır. Seçme ve seçilme hakkının tüm vatandaşlara tanınması ve uygulamaya geçilmesi ile gerçek cumhuriyet kurulmuş ve işlemeye başlamıştır. Gerçek cumhuriyet, demokratik hayatla gerçekleşir.

Atatürkçü Düşünce Sisteminde Cumhuriyetçilik Kavramı

Atatürk bir Cumhuriyet aşığı idi. Daha kimse bu kelimeyi ağzına almazken , genç Mustafa Kemal , padişahlık rejimine karşı çekinmeden saltanatın kaldırılıp cumhuriyetin kurulması gereğini söyleyebiliyordu. Atatürk , cumhuriyeti demokrasi içinde işleyen en ideal bir rejim olarak görmektedir. O şöyle söylüyor ; " Demokrasinin bütün anlamıyla ideali, milletin tamamının aynı zamanda yöneten durumda buluna bilmesi hiç olmazsa devletin son iradesini yalnız milletin ifade etmesini ve belirtmesini ister. Ne yazık ki milletlerin nüfus çokluğu, düşünce eğitimi ,düzeyleri idealin uygulanmasında, idealden büsbütün yoksulluğa yol açacak ihtiyatsızlıklardan kaçınmayı gerektirmektedir. Şu duruma göre demokrasi ilkesinin en modern ve mantıksal uygulamasını sağlayan hükümet biçimi , cumhuriyet

MİLLİYETÇİLİK

Ait olduğu milletin varlığını sürdürmesi ve yüceltmesi için diğer bireyler ile birlikte çalışmaya , bu çalışmayı ve bilinci , diğer kuşaklara da yansıtmaya " milliyetçilik " denir. Milliyetçiliğin en önemli öğesi millet olmaktır. Aynı toprak parçası üzerinde yaşayan insanların millet olması için ilk koşul ortak bir geçmişe , kader birliğine ortak bir gelenek hedefine sahip olmaktır. Bu , en tutarlı ve geçerli görüştür. Bu görüşü benimseyen Atatürk , milleti şöyle tanımlamaktadır: "Bir insan topluluğunun millet sayılabilmesi için " ... zengin bir hatıra mirasına , birlikte yaşamak hususunda ortak istekte samimi olmaya , sahip olunan mirasın korunmasını birlikte sürdüre bilmek konusunda iradelerin ortak bulunmasına , gelecekte gerçekleştirilecek programın aynı olmasına , birlikte sevinmiş , birlikte aynı ümitleri beslemiş olmaya ... " İhtiyaç vardır."

Atatürk'e göre " Türk milliyetçisi gelişme ve ilerleme yolunda ve uluslar arası ilişkilerde bütün çağdaş milletlere paralel olarak , onlarla bir uyum içinde yürüyecektir. Ama bunu yaparken Türk milletinin özelliklerini , bağımsız kişiliğini koruyacaktır. Türk milliyetçisi diğer milletlerin hakkına , bağımsızlığına saygı gösterecektir. Ancak böylelikle diğer milletlerden de saygı görecektir. Kimsenin yurdunda gözümüz yoktur. Çünkü her milletin yurdu kutsaldır. Türk , büyük gücünü ancak haklarına saldırı olduğu zaman kullanacaktır. " Atatürk , yaşadığı sürece hep milliyetçiliği geliştirmeye çalışmıştır. " Ne Mutlu Türküm Diyene" sözü , milletimiz yaşadıkça anlamı yücelecek çok üstün bir görüşün simgesidir.

Milli Birlik ve Beraberliğin Anlamı ve Önemi

Milletimizi oluşturan bireyler bir bütüne bağlı parçalardır. İlk bakışta ayrı gibi duran parmaklar nasıl aynı ele , aynı kola bağlı iseler , bir birinden ayrı doğum yerlerine , mesleklere , mezheplere bağlı vatandaşlarda aynı milletin içinde , ona bağlı durumdadırlar. Milletimizin mensupları aynı gemide yol alan insanlara da benzetilebilir. Gemi su alırsa , yolcular arasında geçimsizlik ve kavga çıkarsa , yolculuk tamamlanamaz. Gemi batar. İşte milli birlik , vatandaşlarımızı ortak geleceğe doğru güvenlik içinde götürecek en büyük araçtır.

Milliyetçiliğin Türk Toplumuna Sağladığı Faydalar

Tarih boyunca hep birlik içinde yaşayan Türk milleti , Atatürk'ün getirdiği milliyetçilik anlayışı ile sarsılmaz bir bütün olmuştur. Belli bir ırka , mezhebe , siyasal görüşe dayanmayan , kendini içtenlikle Türk sayan herkesi kapsayan milliyetçiliğimiz , gerek kalkılmada , gerek zaman zaman düşülen bunalımları gidermede en etkili çare olmuştur ve olacaktır. İnsancıl Türk milliyetçiliği , milletimizi dış tehlikeler karşısında soğuk kanlı ve tam birlik içinde tutamakta , buda iç ve dış tehditler karşısında , devletimizi güçlendirmektedir.

HALKÇILIK

Atatürk Düşünce Sisteminde Halkçılık Kavramı

Bir milleti oluşturan , çeşitli mesleklerin ve toplumsal grupların içinde bulunan insanlara halk denir. Bu bakımsan halkçılık ilkesi , hem cumhuriyetçilik hem de milletçilik ilkelerinin zorunlu bir sonucudur. Atatürk'e göre millet ile halk aslında tek anlama gelmektedir. Halkçılık , millet içindeki çeşitli insan gruplarının çıkarına ve yararına bir siyaset izlemesi halkın kendi kendisini yönetmesidir. Halkçılık , cumhuriyetçiliğin doğal bir sonucudur. Cumhuriyet , halkın kendi yöneticilerini kendi içinden seçmesi anlamına gelmektedir. Böylece cumhuriyet rejimi , bir halk rejimi olmaktadır. Aynı biçimde, halkçılık , milliyetçiliğin bir sonucudur. Millet , halktan oluştuğuna göre , milliyetçilik , halkın mutluluğu için çalışmak , ortak geçmişe ve geleceğe halkla birlikte bağlanmak demektir. Atatürk , "...Esas itibari ile teknik olunursa bizim görüşlerimiz -ki halkçılıktır -kuvvetin , kudretin , egemenliğin , idarenin doğrudan doğruya halkla verilmesidir. Halkın elinde bulundurulmasıdır. Şüphe yok ki bu , dünyanın en kuvvetli bir esası , bir prensibidir." Halkçılık ilkesinin uygulanması ayrıca , toplumda hiç kimsenin diğerlerinden üstün olmamasını kanun önünde kesin eşitliği kabulü anlamına da gelmektedir. Gerçek halkçılıkta hiçbir toplumsal gruba , zümreye tanınmaz. Halk her bakımından bir birine eşit kimselerden oluşur.

Halkçılığın Türk Toplumuna Sağladığı Yararlar

Kurtuluş savaşının başlaması anından itibaren halkçılığı temel ilkelerden biri yapan TBMM , bu yolla akıllara durgunluk veren mücadeleyi halka maletmiş , böylece milletimiz büyük bir zafer kazanmıştır.

LAİKLİK

Genel Olarak Laiklik ve Din

Laiklik , devlet düzeninin ve hukuk kurallarının dine değil , akla ve bilime ve dayandırılması , ancak kimsenin de dini inancına , vicdan hürriyetine karışmamasıdır.

Türk İnkılabında Laiklik

Hz. Muhammmed'in ölümünden sonra Müslümanlık hızla gelişti. Büyük İslam bilginleri , İlk Çağ 'ın akılcı filozoflarının yeniden gün ışığına çıkardılar. Öyle ki batılı bilginler bu filozofları Müslümanlardan öğrendiler. Müslümanlık bu akıl çağında büyük aşamalar yaptı. Tanrının doğru yolu göstermesi için akıl verdiğini söyleyen bilginler , İslam dininin ilerlemesinde büyük rol oynamışlardır. Onları destekleyen halifelerde çıkmıştır. Akla dayanan bu gelişme sırasında İslam hukuku da günlük hayata uydurulmuştur. Ancak , bir süre sonra bu gelişme durdu. İslam dünyasında aklın yerini, tutucu ve durgun bir inanç kapıldı. Bu görüşün sahipleri akıl yoluyla değil, sadece inanç ile yaşamak gerektiğini savunuyorlardı . Bu görüş kısa süre sonra yaygınlaşmıştır. İslam dini ve hukukunun donuk kaldı. Buna karşı akıl yolunu Müslümanlardan öğrenen batılılar, bu esasları geliştirmekteydiler. İşte Türkler Müslüman oldukları dönemde, İslam dünyasında durgunluk başlamıştı. Türkler üstün yetenekleriyle kısa sürede İslam dünyasına egemen oldular. İnandıkları Müslümanlığı, Hıristiyanlara karşı korudular. İslamlığı, Anadolu'ya ve Balkanlara yaydılar. Ama onlar güçlerinin doruğundayken batıda da akıl çağı başlamıştı. Büyük akılcılar, bir zamanlar Müslüman bilginlerin dediği gibi Tanrının insan verdiği en büyük hazine olarak aklı gördüler. Böylece batıda bilim ve hukuk akla dayandırılmaya başladı. Nihayet XVIII. Yüzyıl sonunda çıkan Fransız ihtilali ile laiklik devlet ve hukuk düzenine egemen oldu yani devlet dinin etkisinden kurtuldu. Aynı zamanda din özgürlüğü de kabul edilerek devletin, vatandaşın vicdanına karışmaması, herkesin inancında serbest olması esası konuldu. Osmanlı Devleti ise bu gelişmenin dışında kalmıştır. Atatürk, zamana ve akla uymayan eskiyen hukuk kurallarını bir yana bırakarak devleti laikleştirmiştir. Atatürk , " Laiklik prensibinde ısrar ediyoruz. Çünkü , milli iradenin , insanlığa mal olmuş değerlerin belki de en kutsal olan din özgürlüğü ancak , laiklik prensibine bağlanmakla korunabilir. "

Laikliğin Türk Toplumuna Sağladığı Faydalar

Laiklik ilkesinin uygulanması , Türk ulusuna pek çok yarar sağlamıştır. Din ve vicdan hürriyeti ile sağlanan barış ve huzur ortamı bunların en önemlisidir. Laiklik ilkesinin kabul edilmesi ile ülkemizde teokratik devlet dönemi kesinlikle sona ermiştir. Türkiye bir uygarlığın dar kalıpları içinde donup kalmaktan kurtulmuştur. Laiklik ilkesi kabul edilmeseydi , toplumumuz Orta Çağ özelliklerinden kurtulamazdı. Laiklik sayesinde Türkiye'de akılcı ve bilimsel yöntemler gelişmiştir. Demokrasi kurmuş tek İslam ülkesi olmamız , laiklik ilkesinin verdiği imkanlarla açıklanabilir.

İNKILAPÇILIK

Atatürkçü Düşünce Sisteminde İnkılapçılık Kavramı

İnkılap , bir toplumun önemli kurumları kısa bir süre içinde değiştirip kendini yenileştirme atılımıdır. Millet egemenliğe ve bağımsızlığa , milliyetçiliğe dayanan, toplum ihtiyaçlarını akıl yolu ile gidermeyi amaçlayan Atatürkçü düşünce sisteminde, inkılapçılık , yapılan bütün yenilikleri kapsar ve onları sürdürme , geliştirme azmini ifade eder. Atatürk'e göre " İnkılap milletin esenliği için halk adına yapıldığı. Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların amacı , Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen modern ve bütün anlamı ve biçimi ile uygar bir toplumsal heyet durumuna getirmektir. Öyle ise inkılap , modernleşme ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak için yapılacaktır. " Türk milleti iyiye , doğruya, güzele daha fazla yaklaşmak , bunlara erişmek için inkılapçılık ilkesine bağlı kalmalıdır. İnkılapçılık nedir ? Atatürk'e göre " Gerçek inkılapçılar onlardır ki , ilerleme ve yenileşme inkılabına sevk etmek istedikleri insanların ruh ve vicdanlarında ki gerçek eğilime nüfuz etmesini bilirler."

Türk İnkılabının Özellikleri

Bir toplumda durup dururken inkılap yapılmaz. İnkılapların tarihten gelen önemli nedenleri vardır. Türkler , Osmanlı devleti gibi çağın en önemli devletlerinden birini kurmuşlardı. Bu devlet yüzyıllarca yıl dünyanın sayılı güçlerinden biri olarak kaldı. Ama batıda gelişen akıl ve bilim çağına ayak uydurmadığı için geride kalmaya, güçsüzleşmeye başladı. Çok uluslu bir yapıda olduğundan milli bir birlik kuramadı . Devleti kurmak isteyenler, hep eski düzen ve belli kalıplar içinde değişikler yaptılar. Oysa, yapıyı değiştirmek gerekti ve bu kaçınılmazdı. Birinci Dünya Savaşı sonundaki yenilgi ve parçalamaları yenilgi ve parçalanma, Atatürk'e Türk milletinin bir araya getirip mücadele etme ve yapıyı yenileme düşüncesini ve bunu gerçekleştirme azmini vermiştir. TBMM'nin açılarak yeni devletin kurulmasıyla inkılap hızla ilerlemeye başladı. Kurtuluş savaşının başarısıyla sonuçlanması, inkılabı daha da ileri götürdü. Art arda getirilen yenilikler toplumca hemen benimsendi Türk inkılabı bir bütündür. İnkılabımız, Türk milletinin çağdaş uygarlığın üstün çıkarılmasının hedefleyen, milli tarihimizin ve aklın verdiği deneylere, Onlardan çıkan ilkelere dayanır.

DEVLETÇİLİK

Genel Olarak Devletçilik

Devlet , toplum halinde yaşayan insanların , Aralarındaki düzeni kurmak ve sürdürmek için oluşturdukları bir güçtür. Bu güç kurumlaşmış , uzun bir tarihsel gelişim sonunda modern devlet ortaya çıkmıştır. Şu halde devletin temel varlık nedeni , insanlar arasında düzeni sağlamaktır. Devletin ana görevi düzeni kurup sürdürmektir. Bir hükümet , devleti oluşturan temel ilkelerin çizdiği çerçevenin dışına çıkamaz. Bir devletin toplum düzeni sağlamak için başvurduğu müdahaleler ise "DEVLETÇİLİK " ten başka bir şey değildir. Devletçilik ekonomi alanına devlet müdahalesi olarak değerlenmektedir.

Devletçiliğin Türk Toplumuna Sağladığı Faydalar

Devletin gelişmesi sırasında ekonomi alanında da bazı müdahalelerde bulunuldu : Aşar vergisinin kaldırılması , yabancı işletmelerin alınması , devlet eli ile ulaşım -özellikle demiryolu- işlerinin düzenlenip geliştirilmesi gibi. İlk zamanlarda devlet , ekonomi alanında bir müdahale ölçüsü koymamıştı. 1931 yılından başlayarak " Devletçi " ekonomi görüşü belirlenip uygulamaya konulmuştur. Devletin önemli bazı alanlarda üretim yapmak görevini üstlenmesi , para , kredi işlerini düzen ve denetime alması , planlı sayılacak bir ekonomi uygulamasına geçiş daha önce açıklanmıştı. Böyle bir devletçilik anlayışı Türkiye Cumhuriyeti'nin o gün ki ihtiyaçlarından kaynaklanmıştır. Devletçiliğin demokratik bir toplumun gereklerine göre uygulanması, yurdumuzda devlet ile vatandaş arasında ilişkiyi , bağları güçlendirmiştir. Halktan çıkan devlet , onun ihtiyaçlarını gidermiş , böylece güçlü ama vatandaş hizmetinde devlet anlayışı kökleşmiştir.

DOĞAL AFETLER

DOĞAL AFETLER

Oluşumları tabiat olaylarına dayanan afetlerdir. Ancak bu tür afetlerin bazısında insan etkisi bulunabilmektedir. Hatta olayın meydana gelmesinde tetik rolü oynayan etken insan olabilmektedir. Ancak olayı hazırlayan faktörler ve olayın hazırlanışı, oradaki doğal özelliklere dayanır.

DEPREMLER

Deprem, yerkabuğu içindeki kırılmalar nedeniyle ani olarak ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yer yüzeyini sarsma olayı.

Deprem, insanın hareketsiz kabul ettiği ve güvenle ayağını bastığı toprağın da oynayacağını ve üzerinde bulunan tüm yapılarında hasar görüp, can kaybına uğrayacak şekilde yıkılabileceklerini gösteren bir doğa olayıdır.

Depremin nasıl oluştuğunu, deprem dalgalarının yeryuvarı içinde ne şekilde yayıldıklarını, ölçü aletleri ve yöntemlerini, kayıtların değerlendirilmesini ve deprem ile ilgili diğer konuları inceleyen bilim dalına "Sismoloji" denir

DEPREM TÜRLERİ

Depremler oluş nedenlerine göre değişik türlerde olabilir. Depremlerin büyük bir bölümü yukarıda anlatılan biçimde oluşmakla birlikte az miktarda da olsa başka doğal nedenlerle de olan deprem türleri bulunmaktadır. Yerkabuğunu oluşturan levhaların hareketi sonucu olan depremler genellikle "Tektonik" depremler olarak nitelenir ve bu depremler çoğunlukla levhalar sınırlarında oluşurlar. Yeryüzünde olan depremlerin %90'ı bu gruba girer. Türkiye'de olan depremler de büyük çoğunlukla tektonik depremlerdir. İkinci tip depremler "Volkanik" depremlerdir. Bunlar volkanların püskürmesi sonucu oluşurlar. Yerin derinliklerinde ergimiş maddenin yeryüzüne çıkışı sırasındaki fiziksel ve kimyasal olaylar sonucunda oluşan gazların yapmış oldukları patlamalarla bu tür depremlerin meydana geldiği bilinmektedir. Bunlar da yanardağlarla ilgili olduklarından yereldirler. Japonya ve İtalya'da oluşan depremlerin bir kısmı bu gruba girmektedir. Türkiye'de aktif yanardağ olmadığı için bu tip depremler olmamaktadır

DEPREMLERİN ÖLÇÜMÜ

Sismologlar depremi çıplak gözle ve doğrudan gözlemleyemediklerinden bazı sayısal verileri veya çeşitli ölçümleri esas alarak depremleri analiz ederler. Bu yüzden temel olarak birbirinden farklı ama eşit derecede önemli iki ölçüm sistemiyle depremleri analiz ederler: büyüklük ve şiddet. Bir depremin sahip olduğu enerji, büyüklük sistemiyle, herhangi bir noktadaki sarsıntı yoğunluğu ise şiddet sistemiyle ölçülür.

DEPREMLERİN BOYUTLARI VE OLUŞUM SIKLIĞI

Dünyanın pek çok bölgesinde her gün küçük depremler olmaktadır, hatta ABD'deki Alaska ve California'da, Endonezya'da veya Japonya'da bir gün içinde birden çok sayıda deprem olmaktadır. Büyük depremler ise daha az görülmektedir. İngiltere yapılan hesaplamalar şu sonucu ortaya çıkarmıştır:

  • Her yıl 3,7 veya daha büyük bir deprem
  • Her 10 yılda bir 4,7 veya daha büyük bir deprem
  • Her yüz yılda bir 5,6 veya daha büyük bir deprem

Dünyadaki depremlerin %90'ı ve büyük depremlerin ise yaklaşık %80'i Pasifik Bölgesi'nde meydana gelmektedir.

DEPREMİN ETKİLERİ

  • Camlar kırılabilir
  • Binalar çökebilir
  • Yangınlar çıkabilir
  • Tsunamiler görülebilir
  • Heyelanlar görülebilir
  • Salgın hastalıklar görülebilir
  • Temel gıda maddelerinin ve temel ihtiyaçların temininde zorluklar yaşanabilir Ruhsal ve psikojik zarar görebilir

SEL

Sel, bir bölgede toprağı belirli bir süre için tamamen veya kısmen su altında bırakan; ani, büyük ve düzensiz su akıntılarına verilen isimdir. Bir akarsu veya deniz, göl gibi büyük su kitleleri kimi zaman fazlasıyla suyla yüklenir, bunun sonucunda taşarak yatağından çıkar ve "sel" adı verilen bir doğal felakete sebebiyet verir.

SEL´İN SEBEPLERİ

İnsanlar tarih öncesi çağlardan beri yaşamak için hep nehir kıyılarını ve deniz kenarlarını tercih etmiştirler, çünkü suya yakın olmak demek aynı zamanda kolay ulaşım, daha yumuşak bir iklim ve daha verimli topraklar demekti. Zaten eğer insanlar taşabilecek bu sulara yakın olmasalardı sel bir afet olarak sayılmayacaktı.

HEYELAN

Heyelan ya da Toprak kayması, zemini kaya veya yapay dolgu malzemesinden oluşan bir yamacın yerçekimi, eğim, su ve benzeri diğer kuvvetlerin etkisiyle aşağı ve dışa doğru hareketidir.

Heyelan aynı zamanda toprak kaymasıdır. Toprağın yer değiştirmesinden oluşur. Toprak altı fidelerinin topraktan çıkması, aynı zamanda toprağın aşağıya doğru inerek sürtünme kuvveti oluşturmasına heyelan denir.

KURAKLIK

Bir bölgede nem miktarındaki geçici dengesizliğin o bölgedeki su kıtlığı ile ilişkisi olarak kabaca tanımladığımız kuraklık doğal bir iklim olayıdır ve herhangi bir zamanda herhangi bir yerde meydana gelebilir. Kuraktan nemli iklim tiplerine kadar her yerde görülebilir. Bununla beraber kurak iklimler nem eksikliğinden ve yüksek değişkenlikteki yağıştan dolayı kuraklığa karşı daha hassas konumdadırlar. Ekstrem olaylar içinde kuraklık genellikle yavaş gelişir, sıklıkla uzun bir süreklilik gösterir ve atmosferik tehlikeler içinde tahmini en az olanı olması ile birlikte etkileri çok geniştir.

Kuraklık yalnızca fiziksel bir olay veya bir doğa olayı olarak görülmemelidir. Onun, insan ve faaliyetlerinin su kaynaklarına olan bağımlılığı nedeniyle toplum üzerinde çeşitli etkileri vardır.

Uzun süreli kuru hava nem azlığı yaratarak bitki, orman ve su kaynaklarında azalmaya sebep olur ve neticede, ciddi çevresel, ekonomik ve sosyal problemlerin ortaya çıkar

KURAKLIK TİPLERİ

Ø Meteorolojik kuraklık

Ø Tarımsal kuraklık

Ø Hidrolojik kuraklık

KURAKLIĞIN ETKİLERİ

1.Ekonomik etkileri

Ø Üründe kayıp

Ø Süt ve çiftlik hayvanları kaybı

Ø Kereste üretiminde kayıplar

Ø Ulusal büyümede kayıp, ekonomik gelişmede gecikme

Ø Yiyecek üretiminde düşüş-Yiyecek stoklarının azalması

Ø Çiftçi gelirlerinde kayıplar

Ø Eğlence iş alanlarında kayıplar

Ø Tarımsal üretimin direk bağlı olduğu endüstrilerde kayıplar

Ø Üretimdeki düşüşe bağlı işsizlik

Ø Hükümetlerin vergi gelirinde kayıplar

2.Çevre etkileri

Ø Topraktaki su ve rüzgâr erozyonu

Ø Bitki alanlarına zarar

Ø Suyun kalitesine zarar

Ø Hayvan kalitesine etki

Ø Hayvan doğal yaşamlarına etki

3.Sosyal etkileri

Ø Yiyecek kıtlığı

Ø Yoksullukta artış

Ø Göç

Ø Sosyal huzursuzluk

Ø Kırsal alanlardaki yaşam seviyesinde düşüş

ORMAN YANGINI

Ormanda bulunan ot, ibre, yaprak, kütük gibi yanıcı maddelerin tutuşarak ormandaki yaşam birliği içindeki canlı-cansız tüm varlıkları yok eden, serbestçe yayılma ve büyüme eğilimi gösteren yangınlara orman yangını denir.
Orman yangınının oluşabilmesinin üç şartı (Yangın üçgeni)
1-Yanıcı madde(yeterli miktarda varsa)
2-Oksijen(% 15’ten fazla olması gerekir)
3-Tutuşma sıcaklığı(260–400 C derece)

Rüzgâr; havanın yatay hareketidir. Rüzgâr hızı km/saat olarak ifade edilir. Rüzgârlar geldiği yöne göre isimlendirilir. Rüzgârın şiddeti ve yönü orman yangınlarıyla mücadele çalışmalarında çok önemlidir. Rüzgârlar,
• Yanıcı maddelerin kurumasını hızlandırır.
• Oksijeni arttırır.
• Alevleri yanıcı maddelere doğru eğer.
• Yangının yayılma ve ilerleme yönüne etki eder.
• Yanan parçaları taşır, kıvılcım atmayı sağlayarak yangının büyümesine etki eder

Orman yangınlarının çıkış nedenleri
Ülkemizde ve buna paralel olarak Karabük’te çıkan orman yangınları irdelendiğinde, yangınların % 99 unun insanların sebep olduğu faktörlerden çıktığı anlaşılmaktadır.
Bunlar;
1-İhmal ve dikkatsizlik (piknik ateşi, çoban ateşi, avcı ateşi, anız yakma, iyice söndürülmeden atılan sigaralar, enerji nakil hatları vb.)
2-Kasıt (tarla açmak, sabotaj, terör vb.)
3-Kaza
İnsan unsurlu olmayan yangın nedeni ise bir doğa olayı olan yıldırımdır.
Çok sıcak ve kurak iklimlerde cam kırıklarının da mercek görevi görerek yangınlara sebebiyet verdiği kayıtlara geçmiştir.

TSUNAMİ

Tsunami okyanus ya da denizlerin tabanında oluşan deprem, volkan patlaması ve bunlara bağlı taban çökmesi, zemin kaymaları gibi tektonik olaylar sonucu denize geçen enerji nedeniyle oluşan uzun periyotlu deniz dalgasını temsil eder.

Tsunami ilk oluştuğunda tek bir dalgadır ancak kısa bir süre içerisinde üç ya da beş dalgaya dönüşerek çevreye yayılmaya başlar. Bu dalgaların birincisi ve sonuncusu çok zayıftır ancak diğer dalgalar etkilerini kıyılarda şiddetli biçimde hissettirebilecek bir enerjiyle ilerlerler. Bu nedenle depremlerden kısa bir süre sonra kıyılarda görülen yavaş ama anormal su düzeyi değişimi ilk dalganın geldiğini gösterir. Bu değişim, arkadan gelecek olan çok kuvvetli dalgaların ilk habercisi de olabilir.

HORTUM

Hortum, kümülüs bulutları ile bağlantılı olarak silindir şeklinde dönerek gezen bir rüzgâr türüdür. Bu "hortum" bulutlardan yere kadar uzanır ve büyük yıkıcı güce sahip olan bir doğa felaketidir. Hortumlar hakkında bir bilimsel teori ilk olarak 1917 yılında Alfred Wegener tarafından üretilmiştir ve bu teori günümüzde de doğru olarak kabul edilmektedir.

Bir denizin ya da gölün üzerinde meydana gelen bir hortum, yerden emdiği sular ile bir "Su hortumu" oluşturur.

BİR HORTUMUN OLUŞMASI

Bir hortumun meydana gelmesi çok karmaşıktır ve hala tatmin edici bir bilimsel açıklama ortaya sürülememiştir. Ayrıntılara yönelik soruların hepsi cevaplandırılamamış olmasına rağmen, bir hortum'un mekanik özellikleri iyi tanınmaktadır. Belli koşullar altında dünyanın her yerinde ve her zaman hortumlar oluşabilir. Atmosferin bir hortum üretmesinde, ne belli bir zaman ne de belli bir coğrafya sınırı bulunur. Ama bir hortum oluşma olasılığı az veya çok olan bölgeler ve zamanlar kabaca şekilde belirlenebilir.

ÇIĞ

Çığ, farklı nedenlerden dağdan aşağıya kayan büyük bir kar miktarıdır. Bol kar yağışı olduğunda, taze kar tabakasının alttaki eski tabakayla iyi kaynaşmaması sonucu, Rüzgârın kaldırdığı büyük bir kar kitlesinin aşağı inerek alttaki kar tabakası üzerinde kayması sonucu Ve bir hayvan veya kayakçının oynak kar tabakasını çiğneyerek harekete geçirmesi sonucu çığ oluşabilir.

ÇIĞIN OLUŞUMUNDA ETKİ EDEN FAKTÖRLER

  • . Arazi: Eğim ne kadar fazlaysa, tehlike o kadar büyüktür. Yüzde 30'luk bir eğim çığ oluşumu için yeterlidir. Gölgede kalan sırtlarda çığ tehlikesi, güneş gören yerlere göre daha fazladır.
  • Taze kar: Taze kar tabakası ne kadar kalınsa, çığ tehlikesi o kadar büyüktür. Kötü hava şartlarından sonra güneşin açtığı ilk gün çok risklidir.
  • Fırtına: Kar fırtınası olduğunda, kar tanecikleri dönerek uçuşur ve rüzgârsız sırtlarda birikir. Tepe üstlerinde dalga şeklinde birikmiş kar, alttaki sırtta çığ tehlikesini gösterir.
  • Kar tabakası: Karın tabaka halinde kaydığı yerlerden uzak durmak gerekir. Dipten gelen boğuk sesler de tehlike işaretidir.

Isı: Kar yağışından sonra ısı birden düşerse, yeni kar tabakası alttakine iyi işleyemez. Hava ısındığında da kar gevşer ve tehlike artar. Bu nedenle baharda daha çok çığ olur

ÇIĞ TİPLERİ

Kopma şeklini esas alan bir kıstasa göre Gevşek Kar Çığı ve Kar Dilimi Çığı olmak üzere iki türe ayrılır. Her birinin karışımı kuru veya ıslak kar ve su içerebilir. Her iki türde de kopma, genellikle kar örtüsünün üste yakın tabakalarında gerçekleştiği için yüzey çığları içinde sınıflandırılırlar.

1.Gevşek Kar Çığı

Kar örtüsü içindeki zayıf tabaka yüzeyde veya yüzeye yakın bir yerde oluştuğunda gevşek kar çığı meydana gelir. Kar örtüsü tek bir noktadan kopar, ufak kar döküntüleri saçarak yuvarlanmaya başlar. Yuvarlandıkça daha fazla kar toplar ve bir üçgene benzer biçimde aşağı doğru genişler. Gevşek kar çığlarına doğada çok sık rastlanır. Genellikle çok fazla kar içermezler. Büyük ölçüde can ve mal kaybına neden olacak kadar tehdit oluşturmazlar.

2.Kar Dilimi Çığı

Zayıf kar tabakası, güçlü bir tabakanın hemen altında oluştuğunda kar dilimi çığları meydana gelir. Kar örtüsü bir çizgi boyunca tek birim halinde kopar. Kütle halindeki kar, kütüphane rafında duran kitapların aniden yere boşalması gibi dökülür, çatlayarak kırılır ve kar dilimleri şeklinde yamaçtan aşağı kayar.

YANARDAĞ

Bir yanardağ (ya da volkan), magmanın (dünyanın iç tabakalarında bulunan, yüksek basınç ve yüksek sıcaklıkla ergimiş ya da erimiş kayalar), yeryuvarlağının yüzeyinden dışarı püskürerek çıktığı coğrafi yer şekilleridir

YANARDAĞ TÜRLERİ

Yanardağların sınıflandırılması, yanardağın şeklini etkileyen püskürtünün türüne göre yapılabilir. Eğer püsküren magma yüksek oranda (%65'ten fazla) silika içeriyorsa, lava "felsik" denir. Bu durumda lav çok ağdalıdır ve nispeten hızlı bir şekilde katılaşan bir kabarcık halinde yukarıya doğru itilir. Kaliforniya'daki Lassen Peak ve Martinik'teki Mount Pelée buna örnektir. Bu tür yanardağlar, kolayca tıkandıkları için patlama eğilimi gösterirler.

YANARDAĞIN ETKİNLİKLERİ

Yanardağların püskürmeleri ve volkanik etkinlikler farklılık gösterir

· Freatik (buhar) püskürmeleri

· Yüksek silika içerikli lavın patlamalı püskürmeleri (ör. Riyolit)

· Düşük silika içerikli lavın dökülmeli püskürmeleri (ör. Bazalt)

· Piroklastik akıntılar

· Laharlar (döküntü akıntıları)

· Karbondioksit çıkışı

Tüm bu yanardağ etkinlikleri insanlara zarar verebilir.

Yanardağ etkinlikleri genellikle depremler, sıcak su kaynakları, çamur kazanları ve gayzerler gibi yer etkinlikleriyle beraber görülürler. Püskürmelerden önce genellikle düşük şiddette depremler görülür.

YILDIRIM

Havanın iyi bir iletken olmaması bünyesinde elektrik yükleri bulunduran bulutları oluşturur. Fiziksel nedenlerden ötürü, bulutun yüklenmesi sırasında yere yakın olan kısmında %70-%90 olasılıkla negatif elektrik yükleri yer alır. Bu durumda yer de bulutun negatif yüklerine bakan bölümünde pozitif yükler toplanır. Bazı koşullarda bunun tersi yüklenme de olabilmektedir (%10-%30 olasılıkla). Fırtınanın, hava akımlarının artmasıyla buluttaki negatif yük oranı ve buna bağlı olarak da yerdeki pozitif yük toplanması hızlanarak devam eder

Bulutla yer arasındaki potansiyel farkı arttıkça aradaki havanın da delinmesi kolaylaşır ve belli bir değerden sonra havanın delinmesiyle oluşan iletken kanal boyunca buluttan toprağa veya topraktan buluta elektriksel boşalma başlar. Bulutla bulut arasında olan elektriksel boşalmaya şimşek ve bulut – toprak boşalmasına ise yıldırım denir.

DOLU

Dolu,çapları 5-50mm. Bazı durumlarda çok daha büyük küresel veya düzensiz buz parçacıklarının yağışıdır. Dolu, içerisinde çok güçlü dikey alçaltıcı ve yükselici hava hareketlerinin olduğu Cumulonimbus bulutundan düşer, kısa sürede sağanak şeklinde yağar ve fazla su bırakır. Soğuk hava kütlesinin, sıcak havanın yerini almaya çalıştığı anda, genellikle sağanak hattı boyunca meydana gelir Atmosferin sıcaklığı ve Cumulonimbus bulutunun gelişmesine bağlı olarak bazı bölgelerde oldukça etkilidir. Dolunun yeryüzünde görüldüğü yerlerle Cumulonimbus bulutunun dağılışı arasında yakın ilgi vardır. Kutuplar soğuk olduğundan Cumulonimbus bulutu ve dolu oluşmaz. Fazla sıcak ve soğuk bölgelerde dolu yağmaz. Orta enlemlerin kış mevsiminde de durum böyledir. Havanın ılık olduğu bahar ve yaz aylarında doluya sıkça rastlanır. Ayrıca serin tropikal bölgelerde de dolu görülür. Bilhassa ilkbahar ve yazın ilk aylarında meydana gelen şiddetli oraj ve fırtınalarla beraber dolu görülür. Dolayısıyla hava sıcaklığının, çok düşük olduğu durumlarda dolu, çok az veya zayıf olarak meydana gelir. Ülkemizde havanın nemli ve alttan sıcak üstten serin olduğu bahar ve yaz mevsimlerinde dolu sıkça yağar.

SİS

Sis yeryüzündeki yatay dönüş mesafesini 1km’nin altına düşüren meteolojik bir olaydır. Sis, bir alçak seviye bulutu olan stratus bulutunun yerde veya yere yakın seviyede oluşması olarak ta bilinir. Sis, su buharının donarak kristalleşmesi sonucu oluşan çok küçük su damlacıkları veya buz kristallerinden meydana gelmiştir.

Sis çeşitleri

Ø Radyasyon sisi

Ø Adveksiyon (Yatay hava hareketi) Sisi

Ø Oroğrafik (Yer şekili) Sis

Ø Cephe sisleri

KASIRGA

Büyük çaplı ve çok şiddetli Beufort ölçeğine göre saatte 75 milden fazla hızla ve dönerek esen tropik rüzgâr. Doğu Pasifik ve Güney Atlantik hariç subtropikal ve tropikal iklim kuşağındaki bütün sıcak denizlerde sık sık meydana gelir. Ağustos, eylül aylarında Antillerde görülür. Batı Pasifik Okyanusu’nda Tayfun adını alır. Başlangıç ve mevsim sonu kasırgaları, Karaiplerin batısında görülür. Orta Amerika kıyılarının biraz açıklarında Pasifik Okyanusunda ve Meksika Körfezinde de sık sık rastlanır

Kasırgalar, mahallî fırtınalar kadar şiddetli sayılmazlar. Orta kuşakta meydana gelen ekstratropik siklonlar kadar da geniş çaplı değildirler. Fakat bunlar nisbeten geniş çapta ve kesafette olursa, bütün fırtınaların en tehlikelisi ve tahrip edicisi hâlini alırlar. Atlantikte ortalama yılda yedi kasırga vuku bulduğundan doğu Pasifikte de yaklaşık aynı sayıda kasırga vuku bulur. 1890–1910 arası çok, 1910–1930 arası az, 1930–1950 arası çok sık kasırga vuku bulmuştur. Kasırgaların ekseni kuzeybatı istikametinde eser.

BORA

Ansızın ortaya çıkan, çoğunlukla ardından yağmur getiren geçici ve sert rüzgâr.

TAYFUN

Büyük okyanus’un batısında ve Çin denizi’nde görülen şiddetli kasırga, tropikal siklon.

TORNADO

Tornadolar, ortaya çıktıkları enlemler bakımından bazı ortak noktalara bağlıdır(hava kararsızlığı, harekete geçirici bir etmenin varlığı).Sağanak hatlarına bağlı olan Afrika tornadoları, muson havası içinde meydana gelir ve sağanaklarla birlikte görülür. Bununla birlikte, olayı en belirgin biçimde açıklayan tornadolar ABD’de ortaya çıkmıştır. Amerikan tornadosu, yere kadar inebilen bulutların şiddetli bir dönme hareketiyle birlikte görülen çok küçük yarıçaplı (100m düzeyinde)bir burgaç hareketidir; dalların kopması, ağaçların sökülmesi ve evlerin yıkılması sonucu oluşan kulakları sağır edici bir gürültüye yol açar.

Çok büyük zararlara yol açan tornadolar, tam geçiş yerlerinde gerçek bir yıkıma neden olabilirler(birkaç yüz metre genişliğinde ve onlarca kilometre uzunluğunda).

Tornadolar, Mississippi ovalarını kırıp geçirir; buralarda bazen bir günde 1000’den fazla can kaybının olduğu görülmüştür.

KÜRESEL ISINMA

200 MİLYON İNSAN EVSİZ KALACAK

Küresel ısınma engellenmezse, kıyı kentleri haritadan silinecek. Toplu göçler başlayacak. Ormanlık alanlar çölleşecek.

Dünyanın ortalama ısısı geçtiğimiz 100 yıl içinde 0.6derece arttı. Birleşmiş Milletler´e göre

Mucizevî bir şekilde, insanoğlu bugün atmosferi kirletmeyi durdursa bile ortalama ısı önümüzdeki 100 yılda da 1,2 derece artacak. BM uzmanları kritik eşiğin ise 2 derece olduğunu ifade ediyor. Bir başka değişle dünya önümüzdeki yıllarda, 2 dereceden daha fazla ısınırsa, artık küresel ısınmayı önleme şansı kalmayacak. Peki, küresel ısınma durdurulamazsa ne mi olacak? Dünyanın en saygın 3 kurumunun hazırladığı raporlar, bu durumda insanoğlunun karşılaşacağı korkunç felaketleri gözler önüne serdi:

ORTADOĞU’DA SU İÇİN SAVAŞLAR ÇIKACAK

Ø Amerikan Savunma Bakanlığı Pentagon’un raporuna göre,2020yılından itibaren dünyada su ve enerji kıtlığı baş gösterecek.

Ø Avrupa’daki Venedik gibi kıyı kentleri su altında kalacak. Su ve enerji kaynaklarını korumak için Japonya, Almanya, Kuzey Kore, Güney Kore, İran ve Mısır nükleer silah geliştirecek.

NOT: Dünyada deniz seviyesinin 1metre altında 100 milyon insan yaşıyor

Ø Tarım alanlarının ve su havzalarının korunması ve ele geçirilmesi nedeniyle çıkacak çatışmalar, terör örgütleri kanalıyla bölgesel savaşlara dönüşecek

İSTANBUL KIYILARI SULAR ALTINDA KALACAK

Ø 15 yıl içinde küresel ısınma nedeniyle sıcaklığı ortalama 2 derece artması dünya ekonomisinde 7 trilyon dolar zarara yol açacak.

Ø 200 milyon kişi evsiz kalacak, Sahra Çölü Afrika’yı kaplayacak.

NOT:100 yılda 10bin kuş türünden 1’nin nesli tükeniyordu. Bu oran 100 kat arttı

Ø Deniz seviyesi 1metre yükselecek. Kıribati, Tuvalı gibi ülkeler haritadan silinecek İstanbul, Los Angeles ve Venedik sular altında kalacak.

BİR MİLYON CANLI TÜRÜ YERYÜZÜNDEN YOK OLACAK

Ø Birleşmiş Milletler’in Küresel Isınma Raporuna göre 65 milyon yıl önce yok olan dinozorlardan sonra ilk kez hayvan ve bitki türleri bu kadar hızlı siliniyor.100 yıl içinde yeryüzündeki tüm canlı türlerinin yarısı yok olacak.

Ø Küresel ısınma bu hızla devam ederse 2050 yılına kadar yeryüzündeki bitki türlerinin yüzde 37’si,yani 1 milyon hayvan ve bitki türü ortadan kalkacak.

NOT: Munich RE’ ye göre, küresel ısınmanın yıllık maliyeti 150 milyar dolar.

Ø Okyanus suları ısınacak. Bu da aşırı nemli iklimlere, kasırgalara neden olup kıyı bölgelerinde yaşayanları tehdit edecek.

DÜNYADA NELER OLUYOR

Ø Atmosfere yılda ortalama 21 milyar ton karbondioksit salınıyor ve bu miktar giderek artıyor.

Ø Ortalama bir Amerikalı yılda 6 ton, bir İngiliz 3 ton, bir Çinli 0,7 ton, bir Hintli 0.25 ton karbondioksit üretiyor.

Ø Türkiye atmosfere yılda 220 milyon ton karbondioksit bırakacak, dünyayı en çok kirleten ülkeler sırasında 20. 2010’da bu rakam 400 milyon tona ulaşacak.

Ø Avustralya kıyılarındaki 134 bin nüfuslu Mikronezya adasında deniz her yıl 2.1cm yükseldi. Deniz seviyesi 30cm olan ülke 15 yıl sonra batacak.

Ø 20 yıl sonra önlem alınmazsa Afrika’da 400milyon insan kuraklık nedeniyle açlıkla karşı karşıya kalacak.

ATMOSFER KARBONA BOĞULDU

Sanayi Devrimi’nin başladığı 1780’lerde atmosferdeki karbondioksit oranı yüzde 0.02’ydi.Günümüzde bu oran 0.04’e yükseldi. Gelecek yüzyılda bu oran yüzde 0.08’lere varacak.

EN BÜYÜK SUÇ ENERJİDE

Küresel ısınmanın baş nedeni olan sera gazları üretiminde birincilik elbette enerji santrallerinin elinde. Başta karbon olmak üzere atmosfere yayılan sera gazlarının yüzde 21,3’lük bölümünden elektrik elde etmek için kömür, petrol gibi fosil yakıtlarının kullanıldığı enerji santralleri sorumlu. Ev içi tüketimin için de ise ısınma, ışıklandırma ve yiyecek içecek tüketimi bulunuyor.

BİZİM YAPMAMIZ GEREKENLER

EVİNİZDEKİ AMPULLER ÇEVRE DOSTU OLSUN

Ampullerinizi değiştirin. Enerji dostu yeni nesil ampuller, standartlardan %66 daha az enerji harcıyor. Geleneksel ampullerinizden sadece 3’ünü,yeni çevre dostu ampullerle değiştirdiğinizde, hem yılda 135 kilo karbon gazının atmosfere salınmasını önlemiş hem de tasarruf yapmış oluruz

CİPLER BİNEK OTODAN 2 KAT DAHA ZARARLI

Ortalama bir cip, şehir içinde 10kilometre 3kg karbon gazını atmosfere salıyor.94 model bir Ford Escort için bu oran 1.8kg yani ortalama bir arazi aracı, binek otomobilden %47 daha fazla karbon üretiyor. Ayrıca inik lastikler otomobilin yılda 115kg karbonu atmosfere yayması anlamına geliyor

ELEKTRONİK CİHAZLARI STAND BY’DA BIRAKMAYIN

Fiyatları düştüğü için satışları da artan düz ekran televizyonlar, normal televizyonların 3 katı elektrik harcıyor. Ayrıca evde ortalama 8 saat stand up moduna bırakılan TV, DVD player, müzik seti gibi elektronik cihazlar, yılda 450 kilo karbon gazının atmosfere yayılmasını anlamına geliyor.

UÇAKLA GİTMEK YERİNE DEMİRYOLUNU TERCİH EDİN

Ortalama 3 saatlik bir uçuşta Boeing 747 tipi bir yolcu uçağı 2 bin ton karbon gazını atmosfere yayıyor. Bu nedenle seyahatlerinizde mümkün olduğu kadar treni tercih edin. Alışverişe giderken de, yanınızda bez alışveriş torbası götürün. Böylece atık madde oranını azaltmış olursunuz.

I. DÜNYA SAVAŞI


I. DÜNYA SAVAŞI

A. I. Dünya Savaşı Öncesi Dünyayı Etkileyen Önemli Olaylar

1) Sanayi İnkılabı

2) Fransız İhtilali

B. I. Dünya Savaşı Öncesi Osmanlı İmparatorluğunun Durumu

C. I. Dünya Savaşı’nın Sebepleri ve Savaşın Gelişimi

1) Sebepleri

a) Genel Sebep

b) Özel Sebepler

c)Savaşın Gelişimi

2)Osmanlı İmparatorluğunun Savaşa Girişi

Savaşın Seyri (Savaşa Katılan Devletler, Kuvvet ve Kayıplar)

D. Savaşın Bitişi ve Yapılan Antlaşmalar

A - Dünya Savaşı Öncesi Dünyayı Etkileyen Önemli Olaylar

19. Yüzyılda Avrupa da; bilim, teknik, sosyal ve kültürel alanlarda bir çok gelişmeler oldu. Bu gelişmeler sonunda ortaya çıkan yeni buluşlar, insanlığın hizmetinde kullanılmaya başlandı.

19. Yüzyılda Dünyayı ve devletler arası ilişkileri derinden etkileyen olaylar Sanayi İnkılabı ve Fransız İhtilaliydi.

1) Sanayi İnkılabı 1815 Yılında ilk kez İngiltere de ortaya çıktı. Zamanla Avrupa’nın diğer ülkelerine de yayıldı. Fransa, Belçika, Hollanda, Portekiz gibi ülkelerde de etkisini gösterdi. Sanayi İnkılabını kısaca kol gücünün yerini makinelerin alması seklinde özetlenebilir. Özellikle buhar gücünden yararlanılması üretimi artırdı, ulaşımı kolaylaştırdı, ticareti geliştirdi.

Sanayi İnkılabı, büyük fabrikaların kurulmasına sebep oldu. Bu durum üretim de büyük artışlar sağladı. Böylece mallar ucuz ve seri üretildi. Ülkeler, iç piyasada tüketemedikleri malların satışını sağlamak için, yeni pazarlar bulma çabasına girdiler. Böylece, hammadde sağlamak ve ürettikleri malları pazarlamak için henüz sanayileşmemiş ülkeler yöneldiler. Bu durum sömürgecilik anlayışını meydana getirdi.

Sömürgecilik anlayışı uyarınca, sanayileşen devletler, Güney Amerika, Afrika ve Asya’nın belirli bölgelerin de sömürgeler elde ettiler.

Bu konu da başı çeken İngiltere, büyük bir sömürge imparatorluğu kurdu. İngiltere sömürgelerini elde tutabilmek için daha çok denizciliğe önem verdi. Hindistan’a ve diğer sömürgelerine giden yollarına giden yolları kontrol altında tutmaya çalıştı. İngiltere’yi, Hollanda, Belçika ve Fransa takip etti.

Almanya ve İtalya ise, siyasi birliğini 19.yüzyılın ikinci yarısında tamamladılar. Kuvvetli birer devlet haline geldiler. Gelişen sanayileri sebebiyle onlar da sömürgecilik siyaseti izlemeye başladılar.

Rus Çarlığı da ekonomik gelişmesini hızlandırmak istiyordu. Ancak çok topraklara sahip olmasına rağmen, sıcak denizlerle bağlantısı yoktu. Bu denizlere açılan denizlerin bir bölümü, Osmanlı İmparatorluğun elindeydi.

Osmanlı İmparatorluğundan ayrılıp bağımsız devletlerini kuran Balkan milletleri ise, tam bir huzura kavuşmuş değillerdi.

Bu arada, sanayileşmesini hızlandıran Japonya da Avrupa devletleri ile rekabete başladı. Amerika ise, 18. Yüzyılın sonlarında, İngiltere’ye karşı, General Washington önderliğinde giriştiği mücadele sonucunda, bağımsızlığını elde etmişti

2) Fransız İhtilali :19. Yüzyılda, toplumlar arası ilişkileri belirleyen bir diğer önemli olay da Fransız İhtilali ile ortaya çıkan hürriyet fikri ve milliyetçilik akimidir. Özellikle milliyetçilik düşüncesi, bağımsızlık duygularının güçlenmesine sebep oldu. Bu düşünce dalga dalga bütün dünya ya yayıldı. Bu düşünceler büyük imparatorlukların yıkılıp, milli devletlerin kurulmasına sebep olmuştur.

B - I. Dünya Savaşı Öncesi Osmanlı İmparatorluğunun DurumuDünyanın sayılı devletlerinden olan Osmanlı İmparatorluğu, 18. Yüzyıldan itibaren bu üstünlüğünü kaybetmeye başladı

Avrupa devletleri, Bilim ve teknolojiden yararlanıp askeri, ekonomik ve ticari alanlarda güç kazanırken Osmanlı İmparatorluğu bu yeniliklere yabancı kaldı. Avrupalıların Dünya ticaretine açılacak yeni zengin ülkeler bulmaları, Osmanlı İmparatorluğunun ekonomik durumunu da zayıflattı. Gittikçe güçlenen batili ülkeler, Osmanlı İmparatorluğunun topraklarına göz diktiler.

Fransız İhtilali ile ortaya çıkan milliyetçilik hareketi, Osmanlı İmparatorluğu içindeki devletler arasında hızla yayıldı. Bazı devletler, destek ve yardımıyla bu devletler birbirleri ardına Osmanlı İmparatorluğuna karşı ayaklandılar. Bu milletlerin ayaklanmalarını daha çok Rusya destekliyordu. Amacı Slav ırkından olan devletleri kendi çatışı altında toplamaktı. Böylelikle Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması çabuklaşacak ve Rusya’nın, yüzyıllardır istediği boğazlara hakim olma ve sıcak denizlere açılabilme ümidi gerçekleşmiş olacaktı.

Bu uğurda ilk ayaklanan devletler Sırplar ve Yunanlılar oldu. 1829 yılında Yunanlılar bağımsızlıklarına kavuştular.

Osmanlı, 18. yüzyılda yaptığı savaşlarda hep basarisiz sonuçlar alınca ekonomik durumunu düzeltmek için, Avrupalı devletlerde borç para alımına gitti. Alınan bu paralarla gelir getirici yatırımlar yapılmadı. Bu yüzden, borç paraların faizini bile ödeyemez duruma geldi. Bunun üzerine Osmanlı Devletine borç para veren devletler, Düyun-i Umumiye (Genel Borçlar) yönetimini kurarak paralarını tahsil etme yoluna gittiler. Böylece Osmanlı Devletinin maliyesine el konulmuş oldu.

Osmanlı Devleti, hem askeri hem de ekonomik alanda çöküşünü önlemek için çeşitli çabalar harcadı. Devlet yönetiminde, askerlikte ve toplum hayatında ıslahat hareketlerine girişildi. II. Mahmut döneminden başlayarak süren bu çalışmalar, Tanzimat ve Islahat Fermanlarıyla devam etti. Bazı basarılar elde edildiyse de istenilen sonuç alınamadı.

Tanzimat ve Islahat Fermanlarını yeterli bulmayan Türk aydınları, 1876 yılında II. Abdülhamit’e I. Mesrutiyet’i ilan ettirdiler. Böylelikle Osmanlı Devletinin ilk anayasası olan Kanun-i Esasi yürürlüğe girdi. Fakat 1878-1879 Osmanlı Rus Harbini (93 Harbi) bahane ederek Meclis-i Mebusan’ı süresiz kapattı ve anayasayı da uygulamadan kaldırdı.

İttihat ve Terakki Cemiyetinin çabaları sonucunda, 1908 yılında II. Meşrutiyet yönetimi yeniden kuruldu. Bu seferde meşrutiyet yönetimini istemeyenler İstanbul’da 31Mart Vakası’nı (13 Nisan 1909) çıkmasına sebep oldular. Selanik’ten gelen Hareket Ordusunun Kurmay Başkanı Mustafa Kemal ayaklanmayı kısa sürede bastırdı.

Osmanlı Devletinde ki bu iç karışıklıkları, fırsat bilen devletler, hemen harekete geçti. Avusturya, Bosna – Hersek’i topraklarına kattı. Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti. İtalyanlar Trablusgarp’ı işgale başladılar. Ordumuzun güçsüz ve düzensiz durumunu gören Balkan Devletleri, Rusya’nın da kışkırtmasıyla aralarında gizlice anlaşıp Osmanlıyı Balkanlardan atmak için harekete geçtiler. Bu her iki savaşta da Osmanlı Devleti büyük kayıplara uğradı.

Bu şartlar altında Osmanlı İmparatorluğu kendisini I. Dünya Savaşının eşiğinde bulacaktır.

C - I. Dünya Savaşı’nın Nedenleri ve Savaşın Gelişimi

1) Sebepleri

a-Genel Sebepler: Kısaca Fransız İhtilali ve sanayi inkılabıdır. Fransız inkılabının ortaya koyduğu yeni bir dünya anlayışı, devlet ve toplum hayatında değişikliklere yol açmıştır. Özellikle milliyetçilik fikri, 19. ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde ilişkilerin temelini teşkil etmiştir. Milliyetçilik fikri bütün dünyada milli toplumların yalnız cankurtaran simidi değil, ideallerin gerçekleşmesine imkan veren akim olmuştur.

Fransız İnkılabının bir diğer etkisi de, siyasi anlamda değerlendirilen özgürlük (liberalizm) hareketinin, devlet sınırlarını da asarak, milletler arası diplomatik ilişkilere konu olması ile belirmiştir. Tarihin genel akışına da uyarak liberalizm insan mutluluğunun temel yapısını teşkil etmiştir.

Sanayi inkılabının da getirmiş olduğu hammadde ve pazar sorunu ülkeleri birbirlerinin sömürgelerine göz dikmesine sebep olmuştur. Büyük devletlerin çıkar çatışmaları, karşılıklı siyasi rekabete ve uyuşmazlıklara sebep olacaktır.

b-Özel Sebepler:

19. yy.ın ikinci yarısında İtalya ve Almanya siyasal birliklerini kurmaları Avrupa dengesini bozmakla kalmadı, özellikle Balkan uluslarının ulusalcılık ve bağımsızlık hareketlerini kamçıladı. Avrupa'daki ekonomik, politik, askeri gelişmeler Alman-Avusturya-İtalyan yakınlaşmasına, Üçlü İttifakın kurulmasına yol açtı. Buna karşılık İngiliz-Fransız-Rus yakınlaşması da Üçlü İtilafı oluşturdu.

1871'de Alman birliğinin kurulmasından sonra, Başbakan Bismark, Almanya’yı Fransız-Rus birleşmesi karsısında bırakmamak, Fransa’nın Alsas-Loren'i geri almak için bir intikam savaşı çıkarmasına fırsat vermemek amacıyla barışçı bir politika izledi. Slavcılık tehlikesi karşısında,1879 yılında Avusturya ile bir Rus saldırısı tehlikesine karşı anlaştı. 1881'de Fransa’nın Tunus'u işgal etmesi, burada gözü olan İtalya’yı Almanya’nın yanına itti. 1882'de Üçlü İttifak oluştu. Bu antlaşma 1892, 1907, 1912 yıllarında üç kez yenilendi. Fakat İtalya 1902 yılında Fransa ile gizli bir antlaşma yapmıştı. Bismark'ın politikası 1890'a kadar sürdü. Yeni Alman İmparatoru II. Wilhelm, Bismark'ın politikasını beğenmediği için onu görevden uzaklaştırdı ve böylece Almanya’nın da politikası değişmiş oldu.

Almanya’nın Avrupa’nın en güçlü kara devleti olusu, endüstrisinin her geçen gün dünya piyasalarında, İngiliz mallarına üstün gelmesi ve özellikle Alman savaş donanmasının denizlerde İngiltere’ye rakip olması, Kirim Savası’ndan beri Avrupa sorunlarıyla ilgilenmeyen İngiltere’yi uyandırdı. Üçlü İttifaka dayanarak Avrupa'da üstünlük kurmaya çalışan Almanya, 1894'ten sonra, Fransız-Rus, Fransız-İngiliz ve en son 1907 yılında İngiliz-Rus Antlaşmalarıyla oluşan Üçlü İtilaf bloğuyla karsılaştı. Bismark'ın korkulu rüyası gerçekleşmiş oldu ve Almanya böylece Avrupa'da çember içine alınmış oldu.

Güçlenen Almanya, ekonomisi için kendisine "hayat alanı" olarak Osmanlı İmparatorluğu’nu seçmişti. Bu nedenle Osmanlı Devleti ile yakın ilişkiler kurup, İngiltere’nin Hindistan yolu için büyük tehlike olan, "Bağdat Demiryolu" projesini kabul ettirmişti. Böylece Üçlü İttifakla, Üçlü İtilafın çatıştığı önemli bir alan da Osmanlı İmparatorluğu oluyordu. 1905 yılından itibaren Almanya’nın her olayda karşı tarafla arası açıldı. Fas Buhranları’nda bir şey elde edemeyen Almanya, Balkan Savaşları’nın çıkmasına da engel olamadı. Oysa, Balkan Savaşı Almanya'ya ekonomik açıdan büyük zarar vermişti. Ayrıca Bağdat-Berlin Demiryolu'nun gerçekleşmesi de, Almanya ile Bulgaristan’ın dost olup olmamalarına bağlı idi.

1914 yılına gelindiğinde blokların çatışmasının temel sorunları olan ekonomik çıkar, Alsas-Loren sorunu, üstünlük kurma, deniz silahlanması, Fas Buhranları, Bağdat Demiryolu sorunu, Balkanlar'da Avusturya-Rusya çatışması, Balkan Savaşı gibi nedenlerden dolayı savaşın çıkması yalnızca bir bahaneye bakıyordu.

c) Savaşın Gelişmesi

Savaşın yakın nedeni de hazırdı. Avusturya’nın Sırbistan üzerindeki üstünlüğünü sürdürmek ve kendi sınırları içindeki Sırpların yaşadığı şehirleri kaybetmemek için her fırsatta Sırbistan üzerine baskı yapıyordu. Bu sürtüşmeler, 28 Haziran'da Avusturya-Macaristan Veliahdı Franz Ferdinant ve eşinin bir Sırplı tarafından öldürülmesi nedeniyle dünyayı 4 yıl kana bulayacak bir savaşa dönüştü.

Sırp sorununu kökünden çözmek isteyen Avusturya, Almanya’nın da ayni görüşte olduğunu öğrenince Sırbistan’a 23 Temmuz'da sert bir nota verdi. İçişlerine karışma hükümleri taşıyan bu nota, Rusya’nın Sırbistan’ı yalnız bırakırsa, Balkanlar ve Boğazlar üzerinde Almanya-Avusturya egemenliği kurulacağı endişesiyle Sırbistan’ı desteklemesi üzerine reddedildi. Rus desteğini sağlayan Sırbistan seferberlik ilan edince de, Avusturya Sırbistan’a 28 Temmuz'da savaş ilan etti. Almanya’nın uyarılarına rağmen Rusya’nın 30 Temmuz'da seferberlik ilan etmesi üzerine, Almanya 1 Ağustos’ta Rusya'ya savan ilan etti. Ayni tarihlerde Fransa da seferberlik ilan etmişti. Fransa'ya Belçika üzerinden saldırmayı planlayan Almanya Belçika'ya bir nota vererek, bütün zararlarının ödeneceğini ve toprak bütünlüğüne dokunulmayacağı konusunda güvence vererek, topraklarından geçiş izni istedi. Belçika bunu reddedince de 3 Ağustos’ta Belçika'ya sildirdi. Bunun üzerine İngiltere 4 Ağustos’ta Almanya'ya bir nota vererek Belçika’yı boşaltmasını istedi. Almanya bu isteği reddedince, İngiltere ayni gece Almanya'ya savaş ilan etti. Böylece Avrupa Savaşı çıkmış oldu.

Başlangıçta hemen herkes bu savaşın 19. yy.daki gibi cephe savaşları olacağını, en çok 1-1,5 yıl süreceğini sanıyorlardı. 1871'den beri Avrupa uzun bir barış dönemi geçirmişti. Bu arada ekonomik ilişkiler, teknik buluşlar savaş sanayiinin gelişmesi ile yeni savaş silahlarının tahrip gücü artmış, savaş yöntemleri değişmişti. Bu savaş yalnız Avrupa topraklarında kalsaydı belki bu tahminler doğru çıkabilirdi. Fakat savaşın gerek yer, gerekse zaman bakımından sınırlarını büyüten bir olay oldu. Osmanlı İmparatorluğu kısa bir süre sonra savaşa katildi. Bu yüzden savaş bir Dünya Savaşı niteliği kazandı

2) Osmanlı İmparatorluğunun Savaşa Girişi

19. yüzyılda yeni bir denge arayan Osmanlı İmparatorluğu için Almanya bir umut idi. Fakat Bismark "Doğu Sorunu" ile ilgilenmiyordu. Bismark'ın çekilmesi ve Almanya’nın 1890'dan sonra politikasını değiştirip, Osmanlı İmparatorluğu’nu kendisine hayat alanı olarak seçmesi ile Almanya yeni bir denge olarak belirdi. Doğal olarak bu ilişkiler Osmanlı İmparatorluğu’nu Alman nüfusu altına soktu. Almanya’nın ekonomik yayılması ve özellikle Bağdat Demiryolu Projesi en çok İngiltere’yi ve sırasıyla Fransa ve Rusya’yı etkiledi, onların Osmanlı Devleti'ne daha fazla düşman olmalarına yol açtı. İngiliz politikası Osmanlı aydınlarında ve özellikle II. Abdülhamit üzerinde olumsuz bir etki yaptı. İngilizlerin Arabistan’ı yutmak ve işgalleri altındaki Mısır Hıdivi’ni Halife yapıp, İslam Dünyası’nı kendi çıkarlarına göre yönlendirmek, Rusya'ya karşı koymak için büyük Bulgaristan’ı gerçekleştirmek istediğini arzusu içerisindeydi. Ermenileri desteklediğini düşünen II. Abdülhamit İngiltere’yi suçluyordu. Bu da Osmanlı İmparatorluğu’nu Almanya'ya daha çok yaklaştırdı. Almanya kültür ve ticaret yatırımlarını hızla arttırdı. Almanya ve Kayzer Wilhelm yeni bir kurtarıcı olarak görülmeye başlandı. Hatta İttihat ve Terakki 29 Nisan 1898'de İmparator Wilhelm'e başvurarak, II. Abdülhamit'in tahttan indirilmesi için destek olunmasını istedi.

Osmanlı-Alman yakınlaşmasının gelişmesini en çok Alman uzmanların etkisi olmuştur. II. Abdülhamit, gümrük, maliye ve en önemlisi polis örgütünde ve orduda yapacağı düzenlemeler için Alman uzmanlar getirtti. Bunların yani sıra tip eğitimini düzenlemek için de Almanya'dan profesörler getirildi. Bu ilişkilerin daha da güçlenmesi için, II. Wilhelm 1889'da ve 1898'de iki kez İstanbul’u ziyaret etti. Diğer yandan Osmanlı Ordusu'nun düzeltilmesi için 1882'denitibaren Almanya'dan subay getirilmesi başladı. Bunlar içinde en önemli kişi, uzun yıllar Türkiye'de kalan ve Türk subayları üzerinde etkili olan Colman von der Goltz oldu. Türk subayları da Almanya'ya gönderildiler. 1913 Kasım’ın da General Liman Von Sanders İstanbul’da 1. Ordu Komutanlığı’na atandı. Beraberinde gelen subaylar da emrinde görev aldılar. Burası Türk subaylarının eğitim yeri olarak düşünüldü.Artık yalnızca ordu üzerinde değil, Osmanlı İmparatorluğu’nun her yerinde Alman nüfusu çoğaldı.

Osmanlı İmparatorluğu üzerinde bu derece nüfus sahibi olan Almanya’nın bu ilişkideki en büyük çıkarı, Osmanlı İmparatorluğu’nda ekonomik üstünlüğü ele geçirmesiydi. Osmanlı topraklarını kendisine hayat alanı olarak seçmiş olan Alman İmparatoru II. Wilhelm 1898'de Ekim-Kasım aylarında İstanbul, Suriye ve Filistin'i ziyaret etmiş ve bu sırada "Anadolu Demiryolu" ve "Haydarpaşa Rıhtımı"nın yapım hakki Almanya'ya verilmişti. 1899'da Bağdat bölgesinde de demiryolu yapım hakkini elde etti. Bağdat Demiryolu'nun geçeceği bölge dünyanın en önemli stratejik yerlerinden birisi idi. Alman uzmanların 1902'de Mezopotamya'da zengin petrol yataklarını bulmaları bölgenin önemini bir kat daha arttırdı. Hem petrol, hem de Almanya’nın Basra Körfezi ve Hindistan için doğurduğu tehlike, bölge üzerinde İngiliz-Alman çıkar çatışmasını hızlandırdı. Projenin gerçekleşmesi için Deutche Bank Osmanlı İmparatorluğu’na 43 milyon Mark borç verdi. Osmanlı Bankası İngiliz-Fransız çıkarlarının, Deutche Bank da Alman çıkarlarının temsilcileri olarak rekabete giriyorlardı. Almanya'ya bu kadar geniş ayrıcalıklar tanınmasına rağmen Osmanlı İmparatorluğu Trablusgarp ve Balkan Savaşları’nda Alman desteğini sağlayamadı. Buna karşılık, Osmanlı İmparatorluğu toprakları emperyalist devletlerin çıkar çatışması alanı olurken, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın düşmanlığını kazandı. Böylece Bağdat Demiryolu Projesi ve Almanya’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ekonomik-politik-askeri nüfusu Osmanlı İmparatorluğu’nu da bu çatışmanın içine çekiyordu.19. yy.da hep savunma antlaşmaları yapan Osmanlı İmparatorluğu, İttihat ve Terakkinin iktidara el koymasından sonra aktif bir politika izlemeye başladı. Almanya ile yakın ilişkilere rağmen 1911'de İngiltere ile ittifak girişiminde bulundu, fakat İngiltere Osmanlı İmparatorluğu’nun sorumluluklarını yüklenmek istemediği ve Rusya’yı karşısına almamak için bu isteği kabul etmedi. Fransa ile de ayni şekilde ittifak girişimi yapıldı fakat ayni nedenden dolayı kabul edilmedi. Hatta Mayıs 1914'te Rus Çarı Kırım’daki yazlığına geldiği sırada Talat Pasa kendisini ziyaret ederek ittifak önerisinde bulundu. Çar iyi niyet göstermekle beraber, Alman askeri kurulunun Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunmasından duyduğu hoşnutsuzluğu dile getirdi ve bu girişim de sonuçsuz kaldı. Osmanlı İmparatorluğu Yunanistan ve Bulgaristan ile de anlaşma için girişimde bulunduysa da basarili olamadı.

Büyük devletler Osmanlı Devleti'ni, özellikle Balkan Savaşı bozgunundan sonra askeri bir güç olarak görmüyorlar ve sorumluluğunu yüklenmek istemiyorlardı. Hatta Almanya bile, savaş çıkana kadar Osmanlı Devleti ile bir ittifak yapmaya yanaşmadı. İngiliz politikası Osmanlı Devleti'ni Almanya’nın yanına itecek şekilde oluşuyordu. İngiltere için Almanya, Rusya'dan büyük bir tehlike idi. 1913'ten sonra bir savaş çıkacağı anlaşılmıştı. Almanya’nın karşısında Rusya’nın insan kaynaklarından yararlanmak ve Almanya’yı iki ateş arasına almak isteyen İngiltere, Rusya’yı Almanya'ya karşı tutabilmek için, Rusya’nın Boğazlar ve Anadolu üzerindeki ihtiraslarını kışkırtıyordu.

İngiltere, Osmanlı Devleti'ni Rusya'ya iştah kabartıcı bir lokma gibi sunarak, kendi tarafında kalmasını sağlıyor ve olası bir Rus-Alman yakınlaşmasını engelliyordu. Osmanlı Devleti'ni de bu nedenle Almanya’nın yanına itiyordu. Eğer İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti ile ittifak yapmayı kabul etseler Rusya’yı karsılarına alırlar ve Rus-Alman yakınlaşması gerçekleşebilirdi. Görülüyor ki Almanya ile bir savaş çıkarsa, Rusya’yı savaşa çekmek için Osmanlı Devleti üzerindeki Rus istekleri tatmin edilmeliydi. Savaş içindeki antlaşmalarla da zaten bu sağlanacaktır.Diğer yandan, 1907'de Reval'de Anglo-Rus yakınlaşması Genç Türkleri kamçıladı. 1913'ten sonra ise İttihat ve Terakki Osmanlı Devleti'ni kurtarmak ve tüm Türkleri birleştirmek için Rusya’yı Alman yardımıyla yenmek istiyordu. 1914'te ülke yönetimini elinde bulunduran Enver Pasa, olası bir savaşta Almanya’nın Rusya’yı çok kısa bir sürede yeneceğine, Rusya'da devrim çıkacağına inanıyordu. Böylece Osmanlı Devleti bir süre Rus tehdidinden kurtulacak Kafkasya'da toprak elde edebilecekti. İttihat ve Terakkinin savaşa girilmesindeki acelesinin bir nedeni de buydu. Eğer savaşa girilmede gecikilirse, nimetlerinden de yararlanılamayacağını düşünen Enver Pasa savaştan galip çıkarak, Balkan Savaşı’nın kayıplarının giderileceği, Ege'de üstünlük kurularak Yunan "Megalo Idea" sinin engelleneceği kanısında idi. Kaldı ki Rusya’nın Boğazlara yapacağı bir saldırı İngiltere ve Fransa’yı ilgilendirmiyordu.

İttihat ve Terakkinin Almanya’nın yanında yer almasını hazırlayan bir başka neden de "Kapitülasyonlar " ve "Duyun-u Umumiye" idi. Dolayısıyla Osmanlı Devleti özellikle Fransa ve İngiltere’nin ekonomik boyunduruğu altında ezilmekteydi. Eğer savaşa Üçlü İtilaf yanında girilirse savaş sonrası hiçbir şey kazanılamazdı. Oysa Almanya ile birlikte olunursa, Almanya savaşı kazanacağına göre Osmanlı Devleti İngiliz-Fransız ekonomik baskısı ve kapitülasyonlardan kurtulacak, Rusya'da yasayan Türkler de kurtulacaktı. Rusya’nın ve Balkan Devletleri'nin ihtirasları yani sıra, 1914'te Osmanlı Devleti Yemen, Hicaz, Filistin, Suriye, Musul ve Irak'taki Arapların kinleri de buna eklenmişti. Ermeni sorunu da pusuda idi.

Osmanlı yöneticileri ve halkı yeni bir savaşa hazır değillerdi. Almanlara ittifak teklifi Osmanlılardan geldi ve 2 Ağustos 1914 tarihinde bir ittifak imzalandı. Bu ittifak o kadar gizli tutuldu ki, sadece olaya vakıf olan Enver Pasa, Sadrazam Sait Halim Pasa , Dahiliye vekili Talat Pasa, ve Meclis Başkanı Halil Bey’in bilgisi vardır. İttifak imzalandıktan sonra meclisin bundan haberi olmuştur. İttifak metni su şekildedir.

a.İki devlet, Avusturya ile Sırbistan arasında çıkan bir anlaşmazlıkta tam bir tarafsızlık göstereceklerdir.

b.Rusya’nın aldığı tedbirler sonunda, Avusturya ile Rusya savaşa tutuşur ve Almanya da Avusturya’nın yardımına gitmek zorunda kalırsa, Osmanlı Devleti de savaşa katılacaktır.

c.Osmanlı devleti tehdit altında kalırsa, Almanya Osmanlı Devletini silahla savunacaktır.

d. İttifak 1918 yılı sonuna kadar devam edecek ve taraflardan biri feshetmezse beş yıl için yeniden yürürlükte olacaktır.

Bu antlaşmaya imza atanlar Osmanlının Savaşa girme nedenlerini söyle sıralıyorlardı. a. a- İtilaf grubundaki devletlerin 19.yüzyıldan beri Osmanlılara karşı izlediği politikalar,

b- Son savaşlarda kaybedilen Osmanlı topraklarının geri alınması,

c- Türk-Alman Dostluğu,

d- Almanya’nın savaştan galip geleceği düşüncesi,

e- Turan İmparatorluğu kurma düşüncesi olarak sıralanıyordu.

İtilaf Devletleri de Osmanlı Devletinin tarafsız kalmasını istiyordu. Osmanlı Devleti savaşa girerse İngiltere’nin uzak doğuya giden yolu güvenlik altında olacak ve yeni cepheler açılmayacaktı. İtilaf Devletleri, bunu gerçekleştirmek için yardıma hazır olduklarını ve hatta kapitülâsyonları kaldırabileceklerini söylediler. Fakat buna itibar edilmedi ilk tepki de zaten Almanya’dan gelmişti.

Osmanlı hükümeti Almanya ile ittifak anlaşmasının imzalandığı gün genel seferberlik ilan edilmişti.(2 Agustos1914) Bu karardan iki gün sonrada Osmanlı Devleti tarafsızlığını ilan etmişti. Almanya Osmanlıyı bu tarafsızlıktan ayırmak ve bir fiil Almanya safında savaşa katılmaya zorlamıştır. Çünkü Osmanlı savaşa girerse yeni cepheler açılacaktı. Böylece Almanya kendi yükünü hafifletmiş olacaktı. İtilaf devletleri kuvvetlerinin bir kısmını bu cephelere kaydıracaktı. Böylece Almanya kendi yükünü hafifletmiş olacaktı. Ayrıca Osmanlı Devleti. Süveyş Kanalı’nın denetimini ele geçirirse, İngiltere sömürgelerine giden yol kapatılmış olacaktı. Diğer taraftan Almanya, Osmanlı padişahının halifelik nüfusundan yararlanarak İngiliz sömürgelerindeki Müslümanları da etkilemeyi düşünüyordu. Boğazların denetiminin Osmanlının denetimi altında olmasıyla da Rusya ya gidebilecek yardim engellenecek ve Rusya saf dışı bırakılacaktı. Bu düşüncelere sahip olan Almanya bir fırsatını bulup Osmanlıyı savaşa sokmak için elinden geleni yapacaktır.

Bu sırada Akdeniz de İngilizlerden kaçan iki Alman savaş gemisi ( Goeben-Breslav), Çanakkale’yi geçerek Osmanlılara sığındı.(10 Ağustos 1914) İngiltere bu gemilerin teslim edilmesini istedi. Aslında Osmanlı Devleti tarafsızlığını koruması için, bu iki gemiyi elinde tutarak mürettebatını göz altına alması gerekirdi. Daha önceki yıllarda İngilizlere ısmarlanan “Sultan Osman ve Reşadiye” harp gemilerinin taksitinin ödendiği halde, Osmanlıya verilmemesi üzerine donanmamızın yükünü hafifletmek için, bu iki Alman gemisinin “Yavuz ve Midilli” adi verilerek satın alındığı söylendi.

Bunu tanımayan İngilizlerin Çanakkale Boğazına Abluka koyması, karakol görevi yapmak için dışarı çıkan savaş gemimize ateş açması yüzünden boğaz kapatıldı.(27 Eylül 1914)

Kabine üyelerinin büyük bir bölümünün harp taraftarı olmadığı halde, Alman Amirali Souchon, Harbiye Bakanı ve Başkomutan Enver Paşanın uygun görmesiyle, Türk Donanması Karadeniz’e çıkarıldı. Donanma Rus gemilerini batırma ve Rus limanlarını (Odesa, Sivastopol) topa tutmaya başlayınca , Rusya Osmanlıya karşı 2 Kasım 1914 ‘de savaş ilan etti. 5 Kasım 1914‘te İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti’ne harp ilan ettiler. Osmanlı devletinin buna 14 Kasım 1914 de “cihad” (din uğruna savaş) ilan etmekle cevap verdi.

Savaşın Seyri (Savaşa Katılan Devletler Kuvvet ve Kayıplar)

Daha savaş başladığı zaman kuvvetler dengesi İtilaf Devletleri'nin tarafına ağır basıyordu. Almanya, Avusturya-Macaristan’ın toplam nüfusu 120 milyon kadardı ve savaş için tüm kaynakları Avrupa'da sahip oldukları topraklarda idi. Halbuki İngiltere, Fransa ve Rusya’nın oluşturduğu İtilaf Devletleri'nin yalnızca Avrupa topraklarındaki nüfusları 238 milyon idi. Ayrıca sömürgelerde sinirsiz hammadde ve insan kaynakları bulunduğu gibi savaşın ilk üç yılında A.B.D. de kendilerine büyük ekonomik destek sağladı. Almanya’nın kara ordusu güçlü olmakla beraber, Rusya’nın da zengin insan kaynakları bulunuyordu. Denizlerde ise tek başına İngiltere bile üstün durumdaydı. Savaş başladıktan sonra İngiltere denizlerde üstünlüğü sağladı. Savaşı kim daha zengin kaynaklara sahipse onun kazanacağı daha Marn Savaşı’nda anlaşılmıştı.

BOGAZLARIN RUSYA'YA VERiLMESi : Savaş çıktıktan sonra Çar'ın yaptığı açıklama ile, Rusya’nın bu savaşta en büyük kazancının Boğazlar olacağı anlaşılmıştı. Yaklaşık 120 yıldan beri Boğazları koruyan İngiltere ve Napolyon’un "Boğazlar tek başına bir ülke eder" sözü ve Akdeniz sınırlarının ve güvenliğinin Boğazlarda başladığını belirten Fransa, Rusya’nın Boğazları ele geçirmesini engellemek için 120 yıldır Osmanlı Devleti'ni Rusya'ya karşı korumuşlardı. Hatta Kirim Savaşı’na fiilen katılmışlardı. Fakat simdi Alman tehlikesi karşısında, her ikisi de Rusya’yı kendi yanlarına almak için her şeye razı oluyorlardı. Çar, İngiltere ve Fransa’nın bu durumundan yararlanarak, Boğazların mutlaka Rusya'ya ait olacağını kabul ettirdi.

Çanakkale Savaşı’nın başlamasından sonra Rusya endişeye düştü. Eğer İngiltere ve Fransa Boğazları ve İstanbul’u ele geçirirse, onları oradan bir daha çıkarmak mümkün olamazdı. Hele İngiltere’nin ve Fransa’nın Yunanistan’ı da Çanakkale Savaşı’na katmak için baskı yapmaları, İngiltere Ege ve Boğazları Yunanistan'a vereceği endişesini doğurdu ve Rusya’nın tepkisine yol açtı. 4 Mart 1915'de İngiltere ve Fransa'ya verdiği notalarla, İstanbul ve Marmara Denizi Rusya'ya katılacak, İmroz ve Bozcaada için ise Rusya’nın oyuolmadan karar alınmayacaktı. İngiltere ve Fransa bu Rus notasından hoşlanmamakla beraber, Alman tehlikesi karşısında, 12 Mart 1915'de İngiltere ve 10 Nisan'da da Fransa Rus isteklerini kabul ettiklerini bildirdiler. Buna karşılık da Rusya, İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğudaki çıkarlarını kabul ediyordu.

İTALYA'NIN SAVAŞA KATILMASI :Avusturya, 28 Temmuz 1914'te Sırbistan’a nota verirken İtalya’ya haber vermemişti. Almanya, İtalya ile iyi geçinmesi için Avusturya’yı uyarmasına ve İtalya’ya ödün vererek desteğini sağlamasını istemesine rağmen Avusturya bu uyarıyı dikkate almamış ve İtalya’ya danışmadan Sırbistan’a savaş ilan etmişti. Almanya ve Avusturya, İtilaf Devletleri'ne savaş ilan edince, İtalya 3 Ağustos’ta tarafsızlığını ilan etti. Avusturya’nın İtalya’ya hiç ödün vermemesi İtalya’nın tarafsız kalması için yeterli değildi. İtalya’nın içte huzuru yoktu. Ülkü yanlısı olanlar, savaşın nimetlerinden yararlanmak için mutlaka savaşa girilmesini savunuyorlardı. İtalya 3 Ağustos tarihli tarafsızlık kararını açıklarken, İtilaf Devletleri'ne, iyi bir öneri yapılırsa İtalya’nın, onların yanında savaşa katılabileceğini de hissettirmişti. 4 Ağustos’tan itibaren de Petersburg ile ilişki kurdu. İtalya’nın amacı, kim daha çok çıkar sağlarsa onun yanında savaşa katılmaktı. Kaldı ki Alman-Avusturya tarafının savaşı kazanması durumunda İtalya’nın çıkarı bulunmuyordu. Çünkü İtalyan çıkarları ile Avusturya çıkarları çakışıyordu. İngiltere, Fransa ve Rusya İtalya’ya 12 Ağustos’ta Trentino, Trieste ve Vallona'yi önerdiler, fakat bunu yazılı sekle dönüştürmek istemiyorlardı. Ayrıca Fransa’nınve İtalya’nın askeri yardim istemesi üzerine görüşmeler kesildi. Bu sefer Avusturya ile görüşmelere başlayan İtalya, İtilaf Devletleri'nin endişeye düşürüp daha fazla pay almak istiyordu. Rusya’nın Adriyatik'teki İtalyan çıkarlarına karşı çıkması da İtilaf Devletleri ile İtalya’nın anlaşmasını geciktiriyordu. İtilaf Devletleri'nin Çanakkale'ye saldırması ve Boğazların Rusya'ya verildiğinin anlaşılmasından sonra İtalya, İngiltere, Fransa ve Rusya ile yeniden görüşmelere başladı ve 26 Nisan 1915'te Londra'da yapılan antlaşma ile Adriyatik'te istediği çıkarları İtalya elde etti. Ege'deki 12 ada veriliyor ve Anadolu'nun paylaşılmasında ise Antalya bölgesi İtalya’ya kalıyordu. Yine bu antlaşmaya göre İtalya, sömürgesi olan Trablusgarp ve Eritre'de topraklarını genişletebilecekti. İtalya buna karşılık bir ay içinde savaşa katılacaktı. İtalya bu antlaşmadan bir ay sonra, 20 Mayıs’ta Avusturya'ya savaş ilan etti. Ağustos ayında bile Almanya ve Osmanlı Devleti ile savaş durumuna girdi. Görülüyor ki; İtalya’nın savaşa katılması için Anadolu topraklarından çok önemli bir bölüm savaş nimeti olarak kendisine verilecekti. İtalya’nın Anadolu üzerindeki isteklerini ise Almanya kabul edemezdi. Nasıl ki, Rusya’yı kendi yanına çekmek isteyen İngiltere ve Fransa, Rusya'ya Boğazları ve Doğu Anadolu'yu veriyorsalar, İtalya’yı da kendi yanlarına çekmek için yine Türk topraklarını vaat ediyorlardı.

BULGARİSTAN'IN SAVAŞA GİRİŞİ Bulgaristan bu savaşa, Balkan Savaşı’nda Yunanistan, Sırbistan ve Romanya'ya kaptırdığı toprakları geri almak ve Ege Denizi'ne inmek için katılmak istiyordu. Onun bu isteklerini ise ancak İttifak Devletleri gerçekleştirebilirdi. İtalya’nın çıkarları nasıl İtilaf Devletleri yanında ise, Bulgaristan’ınki de İttifak Devletleri'nin yanındaydı. Savaşın başında duraksayan Bulgaristan, İtilaf Devletleri'nin Çanakkale'de hem de Almanya'dan yeterli silah ve malzeme almamış olan Osmanlı Devleti'ne yenilmeleri üzerine kararını verdi. İsteklerinin İttifak Devletleri tarafından kabul edilmesi üzerine Bulgaristan, Ayastefanos Antlaşması ile gerçekleştiğini gördüğü "Büyük Bulgaristan" ni yaratmak amacıyla 6 Eylül 1915'te İttifak Devletleri'yle antlaşma imzaladı ve 12 Ekim'de Sırbistan’a savaş ilan etti. Böylece Berlin'den Bağdat’a uzanan zincirin halkaları birbirine bağlanmış oldu.

ROMANYA'NIN SAVAŞA GİRİŞİ :1915'den itibaren Rus baskısı altında bulunan Romanya kim kendisine daha çok ödün verirse onun yanında savaşa katılmak isteğinde idi. Fakat bir yandan Alman-Avusturya, diğer yandan Rus tehdidi altında bulunuyordu. Avusturya’nın ödün vermek yerine Sırbistan işgalini örnek gösterip Romanya’yı tehdit etmesi Romanya’nın İtilaf Devletleri'ne kaymasına yol açtı. 17 Ağustos 1916'da Romanya İtilaf Devletleri'yle anlaştı. Ağustos sonunda da savaşa katildi. Rusya'da ihtilal çıkmasından sonra yalnız kalan Romanya’yı İtilaf Devletleri'nin galibiyeti kurtardı.

RUSYA'DA DEVRİM :1917 yılının en önemli olaylarından birisi Rusya'da devrim çıkması oldu. Birinci Dünya Savaşı Rusya'da büyük bir yokluk ve sefalete yol açtı. Boğazların kapalı olusu yüzünden dış yardim alamıyordu. 1916-1917 kışı ise çok sert geçmiş, açlık ve yakacak, giyecek bulunamaması bütün Rusya’yı etkilemişti. 8 Mart 1917'de Petersburg'da gösteriler başladı. Grevler yaygınlaştı. 12 Mart'ta "İsçilerin ve Askerlerin Sovyet’i" kuruldu. Komutanlar da Çar'a tahttan ayrılmasını öneriyorlardı. 15-16 Mart'ta Çar tahttan ayrıldı. Devrimci Hükümet kuruldu. Nisan'da Petersburg'a gelen Lenin "Ekmek, barış, özgürlük" sloganıyla geniş kitlelerin desteğini sağladı.

Devrimci Sosyalistlerden Harbiye Bakanı Kerensky'nin Temmuz'da Alman cephesinde taarruzu başarısızlıkla sonuçlanınca yeni ayaklanmalar patlak verdi. Bolşeviklerin lideri Lenin kaçtı ve Trotsky tutuklandı. Hükümet düştü, Kerensky Başbakan oldu ve 14 Eylül 1917'de de Cumhuriyet ilan edildi. Artık ülkenin iç durumu iyice karışmıştı. Hükümet hala savaştan vazgeçmemekle en büyük hatasını yaptı. Köylülerin ayaklanması ile tüm Rusya karıştı. Bundan yararlanan Bolşevikler (aşırıcılar) ordunun da devrime karışmasından yararlanarak, "Askeri Devrim Komiteleri" kurdular. 7 Kasım 1917'de Hükümet darbesi ile Bolşevikler iktidarı ele geçirdiler ve 8 Kasım’da Lenin Petersburg'a geldi

A.B.D.'NİN SAVAŞA GİRİŞİ : 1917 Devrimi dolayısıyla Rusya’nın savaşın dışında kalması Almanya ve Osmanlı Devleti'ne umut verdi. Fakat bu uzun sürmedi. Almanya’nın başlattığı denizaltı savaşı dolayısıyla birçok A.B.D. gemisinin batırılması Almanya ile A.B.D.’nin arasını iyice açtı. Diğer yandan 1917 yılında Almanya, Meksika’yı A.B.D. ye karşı savaşa kışkırttı ve Almanya Japonya arasında ittifak önerisinde bulundu. Ancak bu yazışmaları ele geçiren İngiltere, durumu A.B.D. ye bildirince, denizaltı savaşı yüzünden zarar gören A.B.D. 2 Nisan 1917'de Almanya'ya savaş ilan etti.

YUNANİSTAN'IN SAVAŞA GİRİŞİ : 1917'nin Türkiye'yi ilgilendiren yeni bir gelişmesi, Yunanistan’ın savaşa katılması oldu. Savaşın başından beri dışta kalmayı başaran Yunanistan'da Venizelos savaş yanlışı idi. Fakat Kral Konstantin Alman İmparatoru’nun eniştesi idi. Almanya'ya sempatisi vardı. Akdeniz'de İtilaf Devletleri güçlü olduğu için Kral yansız bir politika izledi. Venizelos ise savaşa katılmak istiyordu. İngiltere ve Fransa Yunanistan'a Anadolu'da toprak vaat ediyorlardı. Çanakkale Savaşları’na katılması için daha 1915 yılında Yunanistan'a İzmir vaat edilmişti. Bulgaristan’ın savaşa katılması üzerine, İngiltere ve Fransa Selanik'e asker çıkarınca Başbakan Venizelos itiraz etmedi. Fakat Kral kendisini görevden aldı. O da Selanik'e giderek ayaklanma çıkardı ve ayrı bir hükümet kurdu. 1917 Haziran’ın da İngiliz-Fransız askerleri Atina'ya girince Kral Konstantin oğlu Aleksandr adına tahttan çekildi. Venizelos yeni hükümeti kurdu ve 26 Ekim 1917'de Yunanistan savaşa katildi.

Savaş, bütün şiddetiyle Avrupa da ve Yakındoğu da hüküm sürüyordu. Almanların asil planı Belçika üzerinden Fransa ya yürümek, Fransa’yı mağlup edip Rusya ya bütün gücü ile saldırmaktı. Almanların bati cephesi savaş planları, İngiliz, Belçikalı ve özellikle Fransızların ısrarlı direnmeleri sonucu, başarısızlığa uğramıştır. Doğuda Hindenburg ise Rusları Tannenberg’de büyük bir yenilgiye uğratmıştır. Ancak kesin sonuç alınamadığından karşılıklı mücadele bir siper ve yıpratma savaşı halini almıştır.

D- Savaşın Bitişi ve Yapılan Antlaşmalar

Rusya’nın Savaştan Çekilmesi :Rus İhtilali’nden sonra Bolşevikler Almanya ile barışa hazır olduklarını daha 21 Kasım 1917'de bildirmişlerdi. Diğer yandan, Çarlık Rusya’nın yaptığı tüm gizli anlaşmaları açıklayarak onun emperyalist isteklerini taşımadıklarını göstermek istediler. Rusya'da kurdukları yeni düzeni yerleştirmek için barışa gereksinim duyan Bolşevikler, özellikle Lenin'in baskısı ile 3 Mart 1918'de Almanya, Avusturya ve Devleti ile Brest-Litowsk Antlaşması’nı imzaladı. Avrupa'da Polonya, Kurtlan, Litvanya, Estonya üzerindeki tüm egemenlik haklarından vazgeçen Rusya, Almanya’nın bütün iktisadi isteklerini kabul ediyor ve 1878 yılında ele geçirdiği Kars, Ardahan ve Batum'u Osmanlı İmparatorluğu’na geri veriyordu. Bu barışla büyük bir bozguna uğradıklarını kabul eden Lenin "Uluslararasıproletaryanın ayaklanmasını bekleyeceklerini" belirterek yandaşlarını umutlandırıyordu. Romanya’nın Savaştan Çekilmesi: 1916 Ağustosun da savaşa katıldıktan kısa bir süre sonra, birkaç ay içinde pes peşe yenilgilere uğramış ve memleketin büyük bir kısmı İttifak Devletleri’nin işgali altına girmişti. Ancak arkasını Rusya’ya vererek Sereth hattında bir savunma kurabilmişti. Lakin, Rusya da ihtilalin çıkması, Alman kuvvetlerinin Ukrayna’ya girmesi ve Bolşeviklerin Aralık 1917 de İttifak Devletleriyle mütareke yapmaları Romanya’yı çok güç duruma soktu. Müttefiklerle de bağlantısı kesildiğinden, onlardan herhangi bir yardim almasına da imkan kalmamıştı. Bu sebeplerle İttifak Devletleriyle 1918 Martında mütarekeyi kabul etti. 7 Mayıs 1918’de Bükreş’te barış anlaşması yapıldı.

Bulgaristan’ın Savaştan Çekilmesi: 1918 yılına gelindiğinde, bütün memleketlerde olduğu gibi Bulgaristan’da da savaşa karşı bıkkınlık başlamıştı. Bulgaristan savaşa katıldıktan sonra, Almanya’dan hem mali hem de askeri yardim alıyordu. Fakat Almanya 1918 Ocak ayında mali yardımı, ve Martta da cephane yardımını kesmek zorunda kaldı. Bu güçlüklerin üstüne 1917 Haziranın da Yunanistan’ın savaşa katılması, durumun kötülüğünü daha da arttırdı. 1918 yazı sonralarına doğru müttefiklerin bütün cephelerde taarruza geçmesi, Bulgaristan’la beraber İttifak Devletleri’nin de sonunu getirdi. İngiliz, Fransız ve Sırp kuvvetleri de 14 Eylül 1918 de Vardar Bölgesinde Bulgarlara karşı genel bir taarruza geçince , Bulgaristan çözülüverdi. 29 Eylül1918 tarihli mütarekesiyle savaştan çekilmek zorunda kaldı.

Osmanlı Devleti’nin Savaştan Çekilmesi: Osmanlı Devleti Brest- Litovsk antlaşması ile doğuda ki topraklarını istiladan kurtardığı gibi, Kafkasya’da Ermenilerin, Gürcülerin ve Azerbaycan Türkleri’nin Bolşevik Rejimi tanımayarak bağımsızlıklarını ilan etmeleri üzerine bu durumdan faydalanarak Bakû Petrollerini ele geçirmek üzere hareket etti. Ayni amaçla İngiltere de Kafkasya ya asker göndermişti. Osmanlı Devleti Kafkas cephesinde ilerlerken, Filistin ve Irak Cephelerinde durumu kötüleşmekteydi. Filistin Cephesinde İngilizler 1918 Nişanın da Amman’ı ele geçirmek için harekete geçtilerse de bir şey yapamadılar. Bunun üzerine iyice hazırlandıktan sonra Eylül de tekrar taarruza başladılar. İngilizlerin 40 bin kişilik Türk kuvvetine karşı, 200 kistlik bir kuvvetle yaptıkları taarruzlar sonunda Eylül ve Ekim aylarında Amman, Beyrut ve Sam düştü. Yıldırım Orduları Komutanlığına getirilmiş bulunan M. Kemal Pasa, Anadolu’yu savunmak için kuvvetlerini Toroslara çekmeye başladı. Filistin Cephesindeki başarılar üzerine Irak Cephesinde bulunan 447 bin kişilik İngiliz kuvvetleri de Musul’u almak üzere harekete geçti ve İngilizler Mondros Mütarekesinden 6 gün sonra 5 Kasım 1918 de Musul a girdiler.Osmanlı Devleti’nin Mütarekeyi kabul etmesinde Bulgaristan’ın savaştan çekilmesi büyük rol oynadı. Bulgaristan’ın savaştan çekilmesi ve Filistin ve Irak cephelerindeki yenilgiler üzerine, 1918 Şubatın da sadarete gelmiş bulunan Talat Pasa Kabinesi Ekim ayında istifa etti. İttihat ve Terakkinin on yıllık iktidarı böylece sona erdi. Yeni kabineyi İzzet Pasa kurdu.

Bulgaristan’ın savaştan çekilmesi üzerine İngiliz ve Fransızlar Trakya’da 7 tümenlik bir kuvvet kurup, İstanbul ve boğazlar üzerine harekete hazırlanıyorlardı. Bu sebeple İzzet Pasa hemen mütareke aradı. Ve mütareke 30 Ekim 1918 de Mondros da imzalandı.

Avusturya-Macaristan’ın Savaştan Çekilmesi ve İmparatorluğun Dağılması: Avusturya daha 1919-1917 yıllarında barış aramaya başlamıştı. Almanya’nın yardımı ve barış teşebbüsünün basarisiz olması yüzünden savaşa devam etmek zorunda kalmıştı. Fakat, 1918 yılında Avusturya’nın durumu daha da kötüleşmişti. İçerideki ekonomik sıkıntıların üstüne, 1918 yazında Çeklerin, Sırp-Hırvat-Slovenlerin bağımsızlık hareketleri başladı. İmparator Karl 18 Ekim de milli azınlıkların muhtariyetini kabul ile federal bir sistem kuracağını ilan ettiyse de durumu kurtaramadı. 19 Ekim’ de Paris’teki geçici Çek Hükümeti Çekoslovakya’nın bağımsızlığını ilan etti. Arkasından 24 Ekim’de Macarlarda ayrı bir devlet kurduklarını ilan ettiler. İmparatorluk dağılıyordu.

Bu şartlar altında İtalyanların Ekim sonun da taarruza geçmeleri üzerine Avusturya cephesi yarıldı. Asker silahını bırakıp kaçıyordu. Mütarekeden başka çare göremeyen İmparator Karl, 3 Kasım 1918’ de İtalyanlarla Padua civarında Villa Gusti’ de mütareke imzaladılar.

Mütareke İmparatorluğun parçalanmasını hızlandırdı. 29 Ekim’de Prag’da Çekoslovakya Devletinin, yine 29 Ekim Zagreb’de Sırp-Hırvat-Sloven (Yugoslavya) Devletinin kurulduğu ilan edildi. Bunun üzerine Avusturya Almanları da 30 Ekim’de Avusturya Cumhuriyetini kurdular. Kasım ayı ortalarında da Macarlar Cumhuriyet ilan edince İmparator Karl, tahtsız kaldığından, 18 Kasım’da devlet islerinden çekildiğini bildirdi.

Almanya’nın Savaştan Çekilmesi: Almanya’nın bati cephesindeki durumu Eylül ayına kadar iyi gitti. 1918 Martından itibaren Alman kuvvetleri bu cephede taarruza geçti ve bu taarruzlar Temmuz ortalarına kadar devam ederek bazı başarılar elde ettiler. Fakat bu başarılar sonucu etkileyecek nitelikte değildi. Buna karşılık Eylül ayından itibaren Müttefiklerin ağır taarruzları karşısında Almanya 3 Ekim’den itibaren, yani Osmanlı devletinden çok önce, İsviçre vasıtasıyla müttefikler nezrinde barış teşebbüslerinde bulundu. Bu teşebbüsler hemen sonuç vermedi ve bu arada Almanya’nın iç durumu karıştı. Sosyalistler memleketin bir çok yerinde ayaklanmalar çıkardılar.3 Kasım’da Kiel’de donanma askerleri sosyalistlerin kışkırtması ile ayaklanarak “Bahriyeliler Konseyi”’ni kurdular. 7-8 Kasım gecesi de Münich’de “İşçi ve Askerler Konseyi” kuruldu. 9 Kasım sabahı Berlin’de bir sosyalist ayaklanması çıktı. Yine 9 Kasım günü, Başbakan Max de Bade, İmparatora danışmadan, II. Wilhelm’in tahttan çekildiğini ilan etti ve başbakanlığı sosyalistlerden Ebert’e bıraktı. Ayni gün aksamı Ebert, Reichstag’da Alman Cumhuriyetini ilan etti. Böylelikle II. Richard’in da tarihi bu şekilde kapanıyordu.

11 Kasım 1918’de Almanya Rethondes’da mütarekeyi kabul ve imza etti. Böylelikle Birinci Dünya Savaşı sona ermiştir.