', ' öğrenmeye hoşgeldiniz: ULUSLARARASI İLİŞKİLER

12 Ekim 2007 Cuma

ULUSLARARASI İLİŞKİLER

“...Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur,
müttefikimizdir. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden
kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan
gibi parçalanabilir,ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu
milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya düzeni yeni
bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne
yapacağını bilmelidir... Bizim bu dostumuzun
idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz
vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak
yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır.
Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak.
Dil bir köprüdür... İnanç bir köprüdür... Tarih bir köprüdür...
Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin İçinde
bütünleşmeliyiz. Onların (Dış Türklerin) bize yaklaşmasını
bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli...”

M. Kemal Atatürk
30 Ekim 1933










ÖNSÖZ

Türk Milleti’nin tarih boyunca kurduğu devletlerin sayısının 180’i bulduğu kabul edilir. Bu devletlerden 16 tanesi dünya tarihinde etkili rol oynamış çok güçlü devletlerdir. Prof.Dr. Kemal Tahir’in 1966 yılında söylediği gibi “Türk Milletinin bütün Tarih Boyunca bayraksız ve devletsiz kalmaması rastgele ve boşuna değildir. Onun çekirdeğindeki dinamizm, ona devlet kurma yatkınlığı getirmiş... Devlet kurmak başka bir şeydir, devleti yönetmek başka. Türk milleti tarih boyunca devleti hem kurmada hem de yönetmede ustalık göstermiştir.” [1]
Selçuklu ve Osmanlı devletleri başta olmak üzere, Türk Milleti’ni bu coğrafyayla bütünleştiren ve güçlü kılan unsurları sadece askeri güçle açıklamak mümkün değildir. Anadolu’yu fetheden, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar dünyanın en karışık ve en hassas bölgesini asırlar boyunca hakimiyetinde tutan güç, Türk Milletinin özünde var olan ve Türklerin İslamı kabul etmesiyle birlikte asıl kimliğini bulan ahlak anlayışıdır.
1989 da Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla Eski Sovyet ülkeleri 1991 yılında peş peşe bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Bu durum bazı siyaset ve bilim adamları tarafından yeni bir dünya düzeni olarak adlandırılmıştır. Geniş bir coğrafyaya dağılmış olan Türk Cumhuriyetleri de Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla bağımsızlıklarını birer birer ilan etmişler ve Yeni Dünya Düzeni içindeki yerlerini almışlardır. Bu devletler başlangıçta Türkiye’ye büyük ilgi duymuşlar ve ard arda Türk zirveleri düzenlenmiş ve üst düzeyde bir dizi temaslar gerçekleştirilmiştir. Daha sonra gerek Kafkasya’daki olumsuz gelişmeler, gerekse başlangıç temaslarında önemli gelişmelerin sağlanamaması ve verilen vaadlerin yerine getirilememesi Türkiye’ye olan ilgiyi olumsuz etkilerken, Türkiye’nin bölge ülkeleri üzerindeki etkisini de belirgin şekilde azaltmıştır.


Türkiye, Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla iki yönden etkilenen tek ülkedir. Birincisi Batı bloğunun bir üyesi olarak diğer müttefikleri gibi askeri, siyasi, ekonomik ve ideolojik açıdan, ikinci olarak da diğer ülkelerde olmayan bir şans ve avantaja sahip olması nedeniyle etkilenmiştir. O da kökünün, dilinin, dininin ve kültürünün bir olması ve kardeşlik bağlarının bulunmasıdır. Bu durum Türkiye’yi ayrıcalıklı yapmaktadır.
Türkiye, Türk Cumhuriyetleri ile ilişki kurmak isteyen diğer ülkelere göre ortak değerlerinden dolayı sürekli bir adım ilerdedir. Türkiye ve diğer Türk Cumhuriyetleri yukarıda saydığımız ortak değerlerini hiçbir komplekse kapılmadan aralarındaki ilişkileri geliştirmek için kullanabilirler. Tarihte ve günümüzde bunun bir çok örneği vardır. Yunan şehir devletleri, İtalyan şehir devletleri, Rus knezleri, vb. Günümüzde ise İngiliz Milletler Topluluğu, Fransızca Konuşan Ülkeler Birliği, Slav Birliği Arap Ülkeleri Birliği gibi, Avrupa’da, Asya’da ve Afrika’da dil, soy, din birliğine dayanan çok sayıda
gruplaşmalar vardır. Türklerin de diğer milletlerin yaptıkları gibi Pantürkizm-Panturanizm gibi kasıtlı suçlamalar kompleksine kapılmadan uluslar arası
kural ve kaidelere uyarak bütün Türk devlet ve topluluklarının bulundukları coğrafyada hür, bağımsız, gelişmiş ve mutlu olarak yaşamalarını sağlayacak dayanışma ve işbirliğini geliştirmeleri gerekir. Bu Türk milletinin hem tarihi, hem kardeşlik hem de menfaati gereğidir.
Tarih Türklerin önüne az rastlanan bir fırsat sunmuştur. Geçmiş bize göstermiştir ki, milletleri büyük yapan istisnai fırsatları kullanabilme yetenekleridir. Türklerin önünde 5 milyon M2’lik bir coğrafya, 250 milyona yakın bir nüfus, son derece zengin yer altı ve yerüstü doğal zenginliği vardır. Bu muhteşem zenginliklerin bir araya getirilerek tüm Türk devlet ve toplulukları için kullanılması durumunda Türkler dünya milletler ailesi arasında hak ettiği zengin ve itibarlı yerini alacaktır. Dolayısıyla Türk Cumhuriyetleri ve topluluklarının aralarındaki dayanışmayı ve işbirliğini tesis etmek ve geliştirmek için sürekli çalışmaları ve bir takım fedakarlıklarda bulunmaları gerekmektedir. Çünkü akıl ve tarih bunu gerektirmektedir.


GİRİŞ

1991’de Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla ortaya çıkan cumhuriyetlerde şimdilik siyasal planda görünmese de önemli ekonomik sorunların yaşandığı açıktır. Bunun sebebi dağılma sonrasında oluşan uluslar arası iktisadi ilişkiler boşluğunun tam olarak doldurulamamasıdır. Bu ülkeler, önemli rezervlere ve potansiyele sahip olmalarına rağmen henüz ekonomik toparlanmanın sağlanamamış olması ve dış ticaret sektörünün belli bir olgunluğa erişememiş olması, bu argümanın bir delili sayılabilir.
Bağımsızlıkların elde edildiği 90’lı yılların başında, gerek ekonomik yeniden yapılanma, gerekse piyasaların organizasyonu açısından Türkiye’ye önemli roller biçilmiştir. Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarının hemen akabinde, ülkemiz bu cumhuriyetleri tanıyan ilk ülke olmuş, geniş kapsamlı bir kredi-yardım programı başlatılmış, bölgede ticaret ve ekonomi müşavirliklerinin de dahil olduğu diplomatik misyonlar kurulmuş, Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) ihdas edilmiş, kısaca ülkemiz Türk cumhuriyetlerine yönelik geniş kapsamlı bir dış ekonomik politika uygulamasına girişmiştir. İktisadi açıdan en kayda değer gelişme müteahhitlik sektörü alanında olmuş , bunun dışındaki diğer yatırımlar açısından ilişkilerimiz arzu edilen seviyeyi yakalayamamıştır. Türkiye-Türk Cumhuriyetleri dış ticaret hacminin 1992 yılında 275 milyon dolardan 1998 yılında 1.281 milyon dolara çıktığı görülmektedir. 1992 yılında 186 milyon dolar olan ihracatımız 1998 yılında 832 milyon dolara yükselirken aynı dönemde bölgeden ithalatımız 89 milyon dolardan 449 milyon dolara çıkmıştır. 1998 yılındaki 1.28 milyar dolarlık toplam ticaret hacminin Türkiye ve bölgenin büyüklüğü dikkate alındığında oldukça düşük bir rakamda kaldığı görülmektedir.
İkili ilişkilerimizdeki en önemli sektör konumundaki müteahhitlik sektörümüzün bugüne kadar 119 firmanın almış olduğu 328 proje kapsamında 7.287 milyar dolarlık bir iş hacmine ulaştığı, bölge ülkelerinden Rusya Federasyonu’nda alınan iş hacminin ise 12.7 milyar dolarlık bir seviyeye ulaştığı, Türk Cumhuriyetleri ve tüm bölge ülkeleri bir arada değerlendirildiğinde ise 23.4 milyar dolar gibi oldukça yüksek bir seviyeye ulaştığı görülmektedir.
İktisadi işbirliğini gösteren en önemli araçlardan birisi olan mal hareketlerinin yönü ve boyutlarının çok cılız kalması, yeni iktisadi ortak olan Türkiye ile ilişkilerin henüz önemli bir konuma gelemediğini göstermektedir. Bunun sebepleri olarak; yeni bağımsız cumhuriyetlerde yaşanan dönüşüm sancılarına paralel olarak alım gücünün azalması ve Türkiye ekonomisinde son yıllarda yaşanan sorunlar sayılabilir. Bu Çerçevede Türkiye’nin bu ülkelere yapmış olduğu mal ve sermaye transferinin toplam ticaret hacmindeki istenilen hedeflere ulaşılamadığı söylenebilir.
Türk Cumhuriyetleri açısından da iktisadi işbirliğini geliştirici akımların henüz oluşmadığı görülmektedir. Bu ülkeler için hala en büyük dış ticaret ortağı Rusya federasyonu ve komşu eski SSCB cumhuriyetleri olmaya devam etmektedir. Yeni ticaret ortaklarının arasında ise AB ülkeleri ve Çin gibi ülkelerin ilk sıralarda yer alması oldukça dikkat çekicidir. Eski ticari ortaklarla olan iktisadi ilişkiler uzak doğu ve Rusya krizine kadar, azalan bir eğilimin işaretçisi olarak görünmesine rağmen, krizle birlikte yeniden eski bağların güçlendiği görülmektedir.[1]
Türkiye ve bu ülkeler arasındaki ticarette özellikle ilk başlarda takasın önemli bir yer tuttuğu bilinmektedir. Önemli döviz rezervlerine sahip olmayan bu ülkeler için , başlangıçta bir zorunluluk olan bu durum daha sonra ekonomik daralma yaşanan zamanlarda yeniden başvurulan bir araç olmuştur.
Türkiye’den bu ülkelere gerçekleştirilen doğrudan yatırım alanları, çoğunlukla hafif sanayii, gıda sanayii ve tarıma dayalı sanayilerden oluşmaktadır. Yani bunlar göreceli olarak üstünlüğe sahip olunan ve dış rekabete dayanabilecek alanlardır. Bu konuda Türkmenistan ve Özbekistan gibi, hammadde avantajına sahip ülkelerde, özellikle tekstil alanında yapılan yatırımları belirtmek gerekir.


Türk Cumhuriyetleri ile ticari ve ekonomik ilişkilerin yasal çerçevesini oluşturan Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmaları, Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşmaları ve Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmaları imzalanmıştır. Söz konusu anlaşmaların temel hedefi ikili ticari ve ekonomik ilişkilerin genel kurallarını tespit etmek, yatırımcıları desteklemek, teşvik etmek ve vergilendirme konusunda ortaya çıkabilecek mükerrer uygulamaları gidermek olarak özetlenebilir. Ayrıca söz konusu ülkeler ile karma ekonomik komisyon toplantıları düzenlenmeye başlanarak ikili ticari ve ekonomik ilişkilerin tüm yönleri ile ele alınmasını, mevcut ilişkilerin geliştirilerek yeni işbirliği alanları tesis edilmesini ve olabilecek
sorunların çözümlenmesini sağlayacak platformlar oluşturulmuştur. Bu çerçevede, bugüne kadar Azerbaycan, Kırgızistan, ve Kazakistan ile karma ekonomik komisyon toplantıları düzenlenmiş olup, diğer ülkelerle de gerçekleştirilmesi yönündeki girişimler sürdürülmektedir.
Ticaret alanında ikili ilişkilerimize bakıldığında söz konusu beş ülkeye yönelik ihracat toplamımızın 1992 yılında 186 milyon dolar iken bu değerin 1998 yılında 835 milyon dolara yükseldiği görülmektedir. 1998 yılı itibariyle Türkiye’nin toplam ihracatı (26,97 milyar dolar) içinde Türk Cumhuriyetlerine ihracatın (0;84 milyar dolar) payı % 3,09 olarak gerçekleşmiştir.
Türk Cumhuriyetlerinden ithalatımız ise daha düşük düzeylerde gerçekleşmekte olup, 1992 yılında bu ülkelerden toplam ithalatımız 89 milyon dolar iken bu değer 1998 yılında 450 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. 1998 yılı itibariyle toplam ithalatımız (45,94 milyar dolar) içinde Türk Cumhuriyetlerinden yapılan ithalatımızın (0,45 milyar dolar) payı % 0,98 olarak gerçekleşmiştir.
Uzak doğu Asya ve Rusya’da yaşanan ekonomik krizlerden Türk Cumhuriyetleri ile olan ticari ilişkilerimiz de olumsuz etkilenmiştir. Bu çerçevede, Ocak - Ağustos ayları itibariyle 1998’de söz konusu Cumhuriyetlere 603 milyon dolar ihracatımız 1999’un aynı döneminde 338 milyon dolara gerilemiştir. Aynı dönemler itibariyle ithalatımız ise, 331 milyon dolardan 279 milyon dolara düşmüştür. [1]



AZERBAYCAN CUMHURİYETİ

I. GENEL BİLGİLER
Başkenti : Bakü (Nüfus: 2.100.000)
Yüzölçümü (km²) : 86.600
Dili : Azeri Dili :
Para Birimi : Manat
Toplam Nüfus (1999) : 8.016.200
Nüfus Artış Hızı (1999, %) : 0.8
Nüfus Yoğunluğu (1999,Kişi/km²) : 92

1. Nüfusun etnik yapısı % (1999 )
Azeri :90
Diğer (Rus, Talış, Lezgi, Yahudi, Ermeni) :10

Okur Yazarlık Oranı :% 97.3

Yeraltı Kaynakları : Petrol, doğal gaz, kurşun, çinko,
bakır,demir cevheri, barit, alünit, kobalt,
arsenik, mermer, kireç taşı, siyanit,
maden tuzu ve kaya tuzu.

Temel Tarımsal Ürünleri : Üzüm, pamuk,tütün,çay,sebze ve meyve.

Temel Sanayi Dalları : Petrol araştırma, sondaj makineleri
üretimi, petro-kimyasallar, yiyecek ve
içecek, tekstil, elektronik ve metal işleme.





2. Politik Yapı
Azerbaycan Cumhuriyeti 12 Kasım 1995 tarihinde referandum yoluyla kabul edilmiş olan Anayasa ile idare edilmektedir. Anayasa’ya göre; Azerbaycan Devleti demokratik, laik ve üniter bir Cumhuriyettir. Kuvvetler ayrılığı prensibi benimsenmiştir. Yasama yetkisi Milli Meclis’e, icra yetkisi Cumhurbaşkanına, yargı yetkisi de mahkemelere aittir. Cumhurbaşkanı hem devletin hem de icranın başıdır ve “Ferman” adı verilen hukuki kararlar verme yetkisine sahiptir.

3. İdari Yapı
Azerbaycan Cumhuriyeti “Rayon” adı verilen idari bölgelere ayrılmıştır ve 59 Rayon (bölge), 11 şehir ve Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’nden oluşmaktadır. Bakü ve Gence kendilerine bağlı Rayonları bulunması sebebiyle Büyükşehir olarak tanımlanmaktadır. Rayonların yürütme yetkileri münhasıran Cumhurbaşkanı tarafından atanan “İcra Hakimleri” (İcra Başçısı) tarafından kullanılmaktadır. 12 Aralık 1999 tarihinde, ilk yerel seçimler yapılmış ve İcra Hakimiyeti sistemi ile birlikte belediye sisteminin de uygulamasına geçilmiştir.

II. COĞRAFİ KONUMU

Azerbaycan kuzeyde Dağıstan Muhtar Cumhuriyeti , kuzeybatıda Gürcistan, güneybatıda Ermenistan, güneyde İran Azerbaycanı (Güney Azerbaycan 618 km) ve Türkiye (11 km) sınırları arasında bulunan zengin bir tarım ve sanayi ülkesidir. Doğusunda boydan boya uzanan Hazar Denizi (825 km) Azerbaycan'a eşsiz bir güzellik ve zenginlik bahşetmiştir. Ülkenin sınırlarının toplam uzunluğu 3660 km’dir. Bugün 86.000 km2 olan ülke yüzölçümü 1918-1920 yılları arasında kurulan Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti zamanında 94137 km2 idi.


III. TARİHİ

Azerbaycan adı konusunda çeşitli görüşler mevcuttur. Buna göre Azerbaycan adının Büyük İskender 'in ölümünden sonra (M.Ö.323.) , burayı yöneten komutanlarından Atropates'ten geldiği söylendiği gibi, mecusi diniyle ilgili olarak "od" anlamındaki azer ve "muhafız" anlamındaki baygan kelimelerinden de geldiği söylenmektedir. Ancak bu yer adının etimolojisi yapılırken, burada hakimiyet süren Kasar (Hazar) Türklerinin ismi de göz önünde bulundurulmalıdır.
Türklerin Azerbaycan'a geliş tarihlerinin Milattan önceki zamanlara, Saka-İskit dönemine tesadüf ettiği sanılmaktadır. M.S.395-396 yıllarında Hun Türklerinin bir kısmının Balkanlardan Trakya'ya ilerlerken bir kısmının da Kafkaslar üzerinden Anadolu'ya indiklerini, İç Anadolu bölgesine kadar geldikten sonra Azerbaycan-Bakü yoluyla kuzeye merkezlerine döndüklerini biliyoruz.
7.yüzyılın ortalarında (642) Azerbaycan, Arapların eline geçmiş bulunuyordu. Ancak bu sıralarda Kök Türk Devletinin batı ucunu teşkil eden Kasalar ve bugünkü Bulgarların cedlerinden olan Bars illiler bu bölgenin Türkleşmesini hemen hemen tamamlamış durumdaydılar. 7-8 yüzyıllarda buralarda hakimiyet kurmuş olan Hazarlarla beraber İtil-Bulgar Devletinin de faaliyet sahası olduğu için bölgenin Türkleşmesi Oğuz akınından önce gerçekleşmişti.
Selçuklu Türklerinin Azerbaycan'da ilk görülmeleri 1015-1021 yılları arasında Çağrı Bey tarafından bölgeye yapılan akınlarla başlar. Tuğrul Bey'in 1054 de Gence'yi kurtarmak için Bizans'a yapmış olduğu sefer, Azerbaycan üzerinden Doğu Anadolu' ya olmuştur. Sultan Alparslan zamanında Azerbaycan bölgesindeki diğer krallıklar tamamen etkisiz hale getirilmiş ve bu yüzden Alparslan' a Ebu'l-feth ünvanı verilmiştir. Melikşah dönemi ise, Azerbaycan bölgesine gelen Türkmenler için "karınca gibi kalabalık" ifadesi kullanılmıştır.
Gence 'de Selçuklu Devletinin bir valisi olan Şemsettin İldeniz 'in 1146 da bölgeye hakim olması ile Ataberg dönemi, daha doğrusu İldenizliler devri başlamıştır. Yine bu zamanda Şamahı'da Şirvanşahlar sülalesi hüküm sürüyordu. 1231 de Celalettin Harzemşah'ı takip eden Moğol kuvvetlerinin bölgeye gelmesi ise İlhanlılar döneminin başlangıcını teşkil eder.
Hülagü Han zamanında Azerbaycan ve Anadolu'ya gelen Türkmen grubu da coğrafyanın Türkleşmesinin en büyük amillerindendir. Yeni gelen kuvvetler ile daha eskiden buralara yerleşmiş bulunan Türklerin kaynaşmasıyla buradaki Türkmen unsur daha da kuvvetlenmiştir.
Azerbaycan ilhanlılardan sonra kısa bir süre Altınordu'nun hakimiyetinde kalmış, 1358 den itibaren de Celayirlilerin egemenliğine girmiştir. Fakat bu durum Timur'un 1383 de Azerbaycan'ı emirliğine katmasına kadar sürmüştür. Timur'un 1405 de Çin seferine çıktığı sırada ölmesiyle Azerbaycan'da yine Türkmen boylarından Karakoyunlular ve Akkoyunlular devri başlamıştır. Bu Türkmen devletleri zamanında Azerbaycan Türk nüfusu bakımından en yoğun dönemini yaşamıştır.
Azerbaycan tarihinde önemli bir yer işgal eden Safevi Devletinin temeli, Akkoyunlular zamanında yaşayan Şeyh Safiyüddin Erdebili tarafından atılmıştır. Sünni bir tarikat olan Safeviyye tarikatı onun torunu Hoca Ali zamanında tamamen siyasi bir mahiyet almıştır.
Safevi hanedanlığının siyasi olarak kuruluşu 1502 de Şeyh İsmail'in Nahçıvan'da Akkoyunlu ordusunu yenmesiyle başlar. Safevi tarikatının şeyh Şah İsmail' in bu denli güçlenmesinin en önemli sebebi Türkmen boy ve aşiretlerine son derece güvenmesi ve Türk unsuruna değer vermesinden kaynaklanmaktadır. Ne yazık ki, tarihimiz asıl unsurlarını Türkmen boylarının oluşturduğu iki Türk devletini; Safevi ve Osmanlı Türk devletlerinin karşı karşıya geldiğini gösteren hadiselerle doludur. Buna en çarpıcı olarak Çaldıran Meydan Muharebesi (1514) gösterilebilir. Bu durum Afşar Hanedanlığının kuruluşuna kadar devam eder (1732).
III.Ahmet ve I.Mahmut zamanlarında Azerbaycan' ın Osmanlı topraklarına katılması devletin ana siyaseti olmuş, ancak Rusya'nın güneye inme politikası ve Nadir Şah'ın başarılı yönetimi Osmanlı devletinin bunu gerçekleştirmesine engel olmuştur. Daha sonra Azerbaycan'ın yönetimi yine bir Türkmen boyu olan Kaçarların eline geçmiştir (1779). Kaçar Hanedanlığı'nın yöneticilerinden Feth Ali Şah zamanı özellikle Ruslarla mücadeleyle geçmiştir. Kaçarlarla beraber Azerbaycan'ın tarihinde önemli rol oynayan hanlıklar devri başlar.
Azerbaycan hanlıklarını kuzey ve güney diye iki grupta toplayabiliriz:
Kuzeyde : Şeki, Gence, Bakü, Derbent; Kuba, Nahçıvan, Talış, Revan.
Güneyde: Tebriz, Urumiye, Erdebil, Hoy.
16 ve 17. yüzyıllarda Türk topraklarını işgale başlayan Rusya 17. asıra gelince Kafkasya üzerine seferlere başlamıştır. Tek başlarına Ruslara karşı mücadele etmenin zor olduğunu anlayan Azerbaycan hanlıkları Ruslara karşı beraber hareket etmeyi denemişler, ancak 1801'de Gürcistan , 1804'de Gence Rusların eline düşmüş, 1813'ten itibaren de Karabağ'da yerleşmeye çalışmışlardır. 1828'e kadar Karabağ Rusya ile İran arasında çekişme konusu olmuştur. Karabağ'ın da içinde olduğu Aras'ın kuzeyinde kalan Revan, Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti, Gence ve sair Azeri hanlıkları 1828 'deki Türkmençay Antlaşmasıyla Rusların eline geçmiştir. Böylece Aras nehrinin güneyinde kalan ve Azerbaycan topraklarının 2/3 'sini oluşturan kısım da İran'a bırakılmıştır.
Azerbaycan toprakları Rusların egemenliğine girdikten hemen sonra Revan ve Karabağ'a Ermeniler yerleştirilmeye çalışılmıştır. Bilindiği gibi bu bölgelerde Ermeni nüfus azınlıkta iken 1828 de Güney Azerbaycan'dan Tebriz ve çevresinden, 1829-1830'da Erzurum ve çevresinden Ermeniler göçürülerek Revan (Erivan) ve çevresine yerleştirilmiştir. Ermeni tarihçilere göre de Revan ve çevresinde Ermeniler çoğunlukta değildi . 1905 ten itibaren Türklerle Ermeniler arasında çatışmalar başlamıştır. 1917 ihtilali sırasında Ermeniler Karabağ'ın Ermeni toprağı olduğunu ileri sürmüşlerse de , 1918 de Osmanlı Ordusu tarafından burada düzen sağlanmıştır.
1905 ihtilali Azerbaycan kültür ve edebiyatında yeni gelişmelere yol açmıştır. 1917 deki ihtilal başlamadan evvel, Azerbaycan Türkleri 15 Nisanda Bakü'de bir "Kafkasya Kurultayı" toplamıştır ve uzun münakaşalardan sonra "Mahalli Federasyon" esasını kabul etmişlerdir. İstiklal fikri Gence'nin "Ademi Merkeziyet Partisi " ile Bakü'nün "Müsavat Partisi"ni birleştirmiştir. İki milliyetçi ve Türkçü Nesib Bey Usupbeyli ile Mehmed Emin Resulzade bir araya gelerek Azerbaycan'ın istiklaline karar vermişlerdir. 28 Mayıs 1918 de Milli Azerbaycan Cumhuriyeti ilan edildi ve Türkiye tarafından da tanındı.
Bu yeni hükümet iki yıl süre ile birçok ekonomik ve politik problemlerle uğraşmıştır. Ancak bu sırada Anadolu'da da bir bağımsızlık mücadelesinin var olması, Rusların bu petrol ve endüstri merkezini kendi nüfus alanına dahil etmeye çalışması ve batılı ülkelerin Rus tehdidini görememesi yüzünden, Azerbaycan 27 Nisan 28 Nisana bağlayan gece Ruslar tarafından işgal edilmiştir.
Azerbaycan, 1922 de Kafkasya Ötesi Sosyalist Federal Sovyet Cumhuriyet' ine katılmış, 1936 dan sonra ise Azerbaycan SSC adını almıştır.
Bugün 86600 km2 yüzölçümüne sahip olan Azerbaycan, Sovyetler Birliğine katıldıktan sonra devamlı toprak kaybetmiştir. Stalin zamanında yapılan düzenlemeler ile Ermenistan; Türkiye, Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti ve Azerbaycan arasına doğru uzatılmış ve böylece Anadolu Türkleriyle, Türkistan Türkleri arasında irtibat kesilmeye çalışılmıştır.
Bu hadiseler Halk Cephesi Hareketleri'nin daha da hızlanmasına ve ülkede yayılmasına sebep olmuştur. 30 Eylül 1991 de bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan bunu yeterli görmemiş, 7 Haziran 1992 de düzenlenen Cumhurbaşkanlığı seçimiyle eski Komunist Partisi Lideri Ayaz Muttalibov' u başkanlıktan uzaklaştırarak, Ebulfez Elçibey'i Azerbaycan Cumhuriyeti'nin başına geçirmiştir.[1]
25 Aralık 1991 tarihinde Kiril alfabesini bırakarak Latin alfabesini seçen Azerbaycan Cumhuriyeti, 1992 de alfabenin uygulanmasına geçmiştir. 1992 yılı içinde Azerbaycan Cumhuriyeti , bugün birçok ülke tarafından tanınmış , BM ve AGİK gibi milletlerarası kuruluşlara, üye, kalkınmakta olan bir Türk devletidir.








KAZAKİSTAN CUMHURİYETİ

I. GENEL BİLGİLER
Başkenti : Astana
Yüz Ölçümü (km²) : 2,724,900
Konuşulan Dil : Kazakça
Para Birimi : Tenge
Toplam Nüfus : 14,953,126
Kent Nüfusu(%) : 56
Kırsal Kesim(%) : 44
Kadın Nüfusu(%) : 51
Erkek Nüfusu(%) : 49
Nüfus Yoğunluğu (Kişi/km²) : 5.5
Nüfus Artış Hızı (%) : 0.43
Ortalama Yaşam Süresi (Yıl) : 64.4
Bebek Ölüm Oranı (Bin kişide)Bir yaşına kadar : 2.08

1. Nüfusun etnik yapısı % (1999 )
Kazak Türkleri : 53.40
Rus : 29.95
Alman : 2.36
Ukraynalı : 3.66
Diğer : 10.63

Yeraltı Kaynakları : Krom, volfram, çinko, bakır, altın, demir,
kömür, petrol ve doğal gaz. (Madenler)
Toplam Orman Alanı : 26.4 milyon ha
Tarımsal Ürünleri : Buğday, pamuk, şeker pancarı ve
hayvancılık.
Sanayi Dalları : Tarımsal sanayiler, metalurji, hafif sanayi,
Petro-kimyasallar ve tekstil.
2. Politik Yapı
10 Ocak 1999 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile Nursultan Nazarbayev %79.8 oranında oy alarak yeniden Cumhurbaşkanı seçilmiştir.
Kazakistan Parlamentosu, Senato ve Meclis olmak üzere iki kanattan oluşmaktadır. 1998 yılı içinde yapılan Anayasa değişiklikleri çerçevesinde parlamentonun meclis kanadının üye sayısı 67’den 77’ye çıkarılmıştır.
Parlamentonun iki kanadının da görev süresi 4 yıl iken, son Anayasa değişikliğiyle Meclis’in görev süresi 5 yıla, Senato’nun süresi ise 6 yıla çıkarılmıştır.
Senato, her eyalet ve eski Başkent Almatı’dan mevcut yerel temsili organlar tarafından seçilen ikişer senatörden meydana gelmektedir. 7 senatör ise Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev tarafından atanmaktadır.
Millet Meclisi, ülkenin idari-bölgesel bölünmesine uygun olarak oluşturulan seçim çevrelerinde eşit sayıda seçmen tarafından seçilen 67 üyeden oluşmaktadır. Son Anayasa değişikliğiyle sayısı 77’ye çıkartılan Meclis üyelerindeki 10 milletvekili ilave siyasi partilerin listelerinden tek ulusal seçim bölgesine göre seçilecektir. Bu değişiklik, Meclis’in ikinci dönem seçimleri itibariyle uygulamaya konulacaktır.

II. COĞRAFİ KONUMU
Asya ile Avrupa arasında en önemli geçiş ülkelerinden birisi olan Kazakistan doğuda Çin Halk Cumhuriyeti, güneyde Kırgızistan ve Özbekistan, batıda Hazar Denizi -Türkmenistan ve kuzeyde Rusya ile sınırdaştır. Yüzölçümü bakımından BDT ülkeleri arasında ikinci ve nüfus bakımından ise dördüncü büyüklükte olan Kazakistan, Türk Cumhuriyetleri içerisinde en büyük coğrafi saha (2.717.303 km2) ve (16.464.000) nüfusa sahiptir. 46-87 doğu ve 40-56 kuzeybatı enlemi üzerinde bulunan ülke kuzeyden güneye 2.000 km. , batıdan doğuya 3.000 km dir. Başkenti, ülkenin doğusunda yerleşmiş olan Almata'dır. 1929 yılında başkent olan Almata'nın nüfusu yaklaşık 1.200.000 kişi civarındadır. Eski başkent bugün Rusya Federasyonu içerisinde kalan Orenburg'dur. Yeni kurulmuş bir şehir olan başkent Almata elma bahçeleri, geniş yolları , dev hükümet binası , geniş meydanları ve kış sporları tesisleriyle ünlüdür. Ülkenin diğer şehirlerinin başlıcaları şunlardır. Karaganda (maden), Çimkent, Petropavlovsk (Kızılyar), Semipalatinsk, Baykonur (uzay araştırmaları).

III. TARİHİ
Kazak adı, hür, müstakil, mert, yiğit ve cesur manalarına gelmektedir. Baburname'de bu tabir ile bir hükümdarın fetret devresini geçirip,eski durumuna gelmesi zamanı ve durumu kastedilmektedir.
Kazak Türkçesi; Tatar, Başkurt, Nogay, Kırgız gibi Kuzey-Batı (Kıpçak) Türk şiveleri grubunda yer alır. Türk şive birlikleri arasında en geniş alanı işgal edenlerden birisidir. Kazak Türkçesinin Sovyet ihtilalinden önce yazı dili olması için çok çaba harcanmıştır. Edebi dil 19. yüzyıl ortalarına kadar daha ziyade sözlüdür. 19.yüzyılda Rus Türkologları Kırgızca veya kazak-Kırgızca adını verdikleri Kazak metinlerini yayınladıkları ilmi eserlerde ilk kez Rus alfabesiyle yazdılar. 1850’lerin sonlarında Rus olmayanların eğitimiyle ilgili canlı teorileri olan bir Rus oryantalasti N.A. İlminskiy'in tesirleri Kazak Türkçesi üzerinde de etkili olmuştur. Daha sonra bu akımın tesiriyle Ibray Altınsarının (1841-1899) , Çokan Velihanov (1837-1865), Abay Kunanbaydı (1845-1904) gibi yazarlar Kazak Türkçesi ile kaleme aldıkları eserleriyle Kazak Türkçesinin temellerini attılar. Kazaklar 1929'a kadar Arap alfabesiyle, 1929-1939 yılları arasıda Latin alfabesiyle yazdılar.1939 'dan sonra ise Kiril alfabesine geçildi.
Kazakistan'ın kültür tarihi çok daha eskilere uzanmaktadır. Kazakistan'da yapılan arkeolojik kazılarda bulunan çeşitli madenlerden yapılmış olan eserler motif bakımından Yenisey motiflerine benzemektedir. Kazakistan ve Kırgızistan bozkırları kültür bakımından Yenisey Türk kültürünün izlerini taşır. Kazakistan'da Hun devrine ait Sarı-Kol, Çingiz-Tag ve Berkkarın kurganlarında bulunan eserlerle ortaya çıkarılan mezar taşları ve kayalar üzerindeki yazılar ile tamgaların aynını Yenisey bölgesi kalıntılarında da görmek mümkündür. Özellikle son zamanlarda Kazakistan'da bulunan Kök Türkçe mezar kitabeleri üzerinde çalışan A.Amanjolov, A. N. Bernştam, İ. A. Batmanov, A. K. Akişev gibi Türkolog arkeologlar, Kazakistan'da Türk varlığının eskiliği konusunda çok önemli belgeler ortaya çıkarmışlardır. Bundan başka Altaylar’da bulunan demir eritme ocaklarına Kazakistan bozkırlarında da rastlanmaktadır. Güney Kazakistan'daki Çangal mevkiinde oldukça yeni devirlere ait ok uçları, tirkeş parçaları ve kama sapları bulunmuştur. Burada Karluk Türk devri kültürlerinin yanında, Altın-orda tesirleri de görülüyordu.
Kazakistan bir Türk yurdu olarak bu kadar eskilere gitmekle beraber, Kazakların ortaya çıkışı, Cengiz Han'ın fetihlerinin sonlarına, yani onun çocukları ve torunları zamanına rastlamaktadır. Bütün Kazaklar kendilerini Alaş-Alaç adlı bir atadan türediklerine inanırlar. Sosyal yapılarının, töre ve zang( örfi hukuk) larını bu büyük ata tarafından kurulduğunu iddia ederler. Buna rağmen 19. yüzyılda toplanan Kazak secereleri büyük farklılıklar göstermektedir. Ancak herkesin birleştiği ortak nokta , bu ilk atanın üç oğlu olduğu ve bunların soyundan üç büyük Kazak boyunun meydana geldiğidir. Birçok Türk ve kısmen yabancı boyun da karışmasıyla (Karluk, Oğuz, Nayman vs.) meydana gelmiş olan Kazakların, eski Kimeklerin torunları olduğu yolunda da görüşler mevcuttur.
Ancak Kazakların etnik oluşumundaki faktörlerle Bulgar Türklerinin arasında büyük benzerlik vardır. Bilindiği gibi Bulgar Türkleri de, Attila Hunlarının bakiyeleri ve doğudan gelen diğer Türk gruplarının karışmasıyla ortaya çıkmış bir topluluktur.
Kazakların tarih sahnesinde rol oynamaya başlamaları Özbek Hanları devrine rastlamaktadır. Ebu'l-Hayr Han (1412-1468) in idaresi altında bulunan Özbek boylarının aralarında çıkan sürtüşmeler yüzünden, bir kısmı Cuci (ölm. 1227) sülalesinden Barak Han (1425-1427) in oğulları Kirey ile Canı Bek idaresinde , doğuya doğru göç ederek yerleşmişlerdi. Daha sonra bunları diğer bazı boylar takip etmiş ve Kazak Türk birliği bir milyonluk bir kütle haline gelmiştir. Canı Bek'in oğlu Kasım Han idaresinde Balkaş mıntıkasında yaşarlarken , bir kısmı da Kirey'in oğlu Burunduk Han'ın yönetiminde Urallar bölgesinde ikamet ediyorlardı.
Daha sonra Kasım Han, tüm Kazakları kendi hakimiyeti altında birleştirmiş ve 300.000 kişilik bir ordu meydana gelmiştir. Kasım Han'ın 1520 de ölümünden sonra, başa onun oğlu Ak-Nazar Han geçmiştir. Onun torunu Tekvel (veya Tevekkel) Han zamanında Kazaklar Maveraünnehir'e başarılı seferler yapmışlardır. Kazakların Üç Orda şeklinde teşkilatlandırılmaları bu zamanda vaki olmuştur. Bu ordalar üç büyük Kazak boyundan meydana gelmiştir. Büyük Orda (cüz) nın toprakları şimdiki Kazakistan'ın doğu taraflarına, Balkaş Gölü ve Issık Göl'ün güney taraflarına kadar uzanmaktadır; içlerinde Calayır ve Duglat gibi boylar vardır. Orta Orda; Argun, Nayman, Kıpçak, Kirey ve Kongrat gibi büyük boylardan müteşekkil olup, Kırgız steplerinin kuzeyi, İriş ırmağı boyları, Tobol ve İşim ırmağı havalisinde ikamet etmektedirler. Küçük Orda ise, Aral gölünden batıya , Hazar'a ve Urallara doğru uzanan araziye hakim olup, aralarında Alım-Ulı, Bay, Ulı, Cedi Urug gibi boylar vardır.
17.yüzyılın sonlarında Tevka Han, Kazak Türklerinin idaresini kanuni esaslara göre bir kez daha tanzim etmiştir. Onun zamanında her üç ordanın yaylak ve kışlakları tespit edilmiş, her birine ayrı ayrı tamgalar verilmiştir. Tevka Han'ın ölümünden sonra Moğol asıllı Kalmuklar, 1723 de Sayram, Taşkent ve Türkistan'ı zaptetmişler, Kalmuk hakimi Galdan-Tseren bütün güney Kazakistan'ı eline geçirmiş ve bu durum 1758 de bunların Çinliler tarafından mağlup edilmelerine kadar devam etmiştir.
17 ve 18 yüzyıllarda Ruslar, Türkistan sahasında önemli işgallerde bulunmuşlardır. 18 yüzyılın 2. yarısında Rusya'nın Napolyon istilasından kurtulmasından sonra, Asya ileri karakolları genişleme sahası bulmuştur. Rusya'nın Türkistan'a doğru sarkmasının bir sebebi de, Kırım Harbi'nin Rusya'nın yenilgisiyle bitmesidir. Yine Rusların Türkiye aleyhine genişleme çabalarının , İngiltere ve Fransa'nın müdahalesiyle önünün alınması, Rusya'yı Türkistan yönünde yayılmaya teşvik eden en mühim amillerden biri olmuştur. Bununla beraber Türkistan'ın kuzeyinde Rus istilasının seyri boyunca ve bilhassa 1821 yılında Çar'ın çıkardığı Step Kanunu ile bütün kazak bozkırlarının doğrudan doğruya Rusya'ya ilhakı halk arasında galeyan ve Rus istilasına karşı uzun yıllar süren isyanlara sebep olmuştur. Daha bu yıllara gelinmeden 1731 yılında Kazakların Küçük Ordaları, 1734 de Orta Orda ve 1738’de de büyük orda Rus hakimiyetine geçti. Rus idaresine karşı Kazak Türkleri 1824 de hakimiyetten uzaklaştırıldıktan sonra, üç sultanlığa ayrıldılar. Orta Yüz hanı Kine Sarı zamanında(1838 den sonra) Kazakların istiklal mücadeleleri çok şiddetlendi, fakat üstün Rus kuvvetleri karşısında dayanamayarak Çu boylarına çekildi.
Kine Sarı 1847 senesinde Kırgızlar tarafından öldürülünce,Ruslara karşı mücadeleleri gevşedi. Büyük Orda da, Kalmukların Çinliler tarafından yenilmesinden sonra Çin hakimiyetine girmişti. 1798 de Büde, Ruslar Alma-Ata ırmağı üzerinde bir kale inşa ederek Yedi-Su (Semireci) daki hakimiyetlerini sağlamlaştırdılar. Türkistan'daki Rus başarılarının yegane sebebi, Ruslara karşı koyabilecek kuvvetli bir Türk devletinin bulunmayışıdır. Türkistan Hanlıklarının birbirlerine düşmesi, boylar arasındaki tarihi rekabet onları zayıflatmakla birlikte, Türkistan Türkleri'nin mühim bir kısmının konar-göçer olması, modern Rus teşkilatlarına ve silahlarına karşı durabilecek güçte değildi.
1865 yılında Taşkent'in istilası gerçekleştiği sırada Kazakistan bölgesinin önemli bir bölümü Rusların eline geçmiş bulunuyordu. Bundan başka Cungarya bölgesi halklarının tazyiki, Hive Hanlığının güçlenmesi gibi faktörler de , Kazakları topraklarını terke mecbur bırakmıştır. Ruslar Çar Petro zamanında yaptıkları kaleleri kullanarak bütün bu bölgeleri kontrolleri altında tutuyorlardı. 1824 senesinde Ural ve Emba arasındaki alan ele geçirilmiş, 1854 'e gelindiğinde ise Alma-Ata (Verniy) kalesi kurulmuştu. Yeni işgallerden sonra Kazak toprakları üç askeri valiliğe ayrıldı: Orenburg, Batı Sibirya ve Türkistan. Rus sömürgecilerin kuzey ve doğu Kazakistan'da bu çok verimli topraklara yerleşmeleri I. Dünya Savaşının çıkmasına kadar devam etti. 1914 de bu bölgede yaşayanların yarısına yakınını Ruslar meydana getirmeye başladı.
1870 ve 1880 yıllarında Semireçi bölgesine bir göç de Doğu Türkistan'dan (Uyguristan) yapılmıştı. Çin baskısı karşısında çekilmek zorunda kalan Uygur ve Dunganlar Çui, ili ve diğer nehir boylarına ziraat yapmak için yerleştiler. Ruslar nihayette buraları üç idari kademeye ayırdılar. İller (oblast) , İlçeler (uezd) ve kazalar (volost). Bu idari taksimatta elbetteki en önemli mevkileri Ruslar işgal etmekteydiler. İl ve ilçelerde Rus ordusuna mensup kişiler, volostlarda da gerek duyulursa yerli halktan biri getiriliyordu. Bunların da Rus çıkarlarına aykırı kişiler olmamalarına dikkat edilmiştir.
I. Dünya Savaşı sırasında , 1916 'da Rus olmayanların çalıştırılmak üzere toplanmasını bildiren bir kararname çıktı. Askeri ihtiyaçlar için Kazakların hayvanları müsadere edildi. Bunun üzerine bütün Türkler gibi Kazakların da , Rusların başlarına geçirdikleri volostlara ve Rus halka karşı harekete geçtiler. Bazı kabileler çoğu zaman büyük insan ve hayvan kaybı vererek Çin'e gittiler. Rus yönetimi fark gözetmeksizin yakaladıkları bütün Kazakları öldürüyor, hayvanlarına ve otlaklarına el koyuyordu. Bu arada kaç tanesinin öldüğü bilinmemekte, sadece Çin'e kaçabilenlerinin üç yüz bin civarında oldukları tahmin edilmektedir.
Kazaklar 1906 da Kazak Anayasal Demokratik Partisi vasıtasıyla halkta milli şuurun uyanmasını sağlamışlardı. Daha sonra bu partiye Alaş Orda adı verilerek ihtilal hareketi hızlandırıldı. 1916 yılında önemli roller ifa eden Alaş Orda Partisi, Bolşevik İhtilali’nden faydalanarak, Çarlık Rusya'sının sömürüsünü kırmak üzere harekete geçti. Kazaklar bir taraftan yaklaşmakta olan komunist ihtilalcilere , diğer taraftan Çar ordularına karşı mücadele etmek durumundaydılar. 1917 de, Ak-Tübe ve Uralsk Kongreleri ile Orenburg 'da toplanmış olan umumi Kazak kurultayı memleketin teşkilatlandırılması hakkında birçok mühim kararlar aldı. Alaş Orda Kazakistan'ın istiklalini ilan etti ve Bükey Han idaresinde Kazakistan hükümeti kuruldu. (Ağustos 1917). Fakat yukarıda da işaret edildiği gibi Türklerin üstün Tus kuvvetlerine karşı durmaya güçleri yoktu. Hemen hemen üç sene süren kanlı savaşlardan sonra , Sovyetler Kazaklar için bir hükümet kurdular ve Orenburg'u başkent yaptılar(1919). Neticede Kazak Türkleri de Rusya’nın hakimiyetini tanımak zorunda kaldı. 1924 de Otonom Kazakistan Sovyet Cumhuriyeti merkezi Ak Mescit'e (Kızıl-Orda) taşındı. Burada dört yıl kaldıktan sonra , 1928 de başkentin bir Rus şehrinde olması daha emin görülerek, şimdiki Alma-Ata'ya taşındı. Bu sırada bir kısım arazi Kazakistan topraklarına katıldı. 1936 da ise Sovyetler Birliğinin bir üyesi olarak Kazakistan'a yeni bir statü kazandırılmıştır.
1920’lerden 1960’lara kadar Kazakistan'ın göçebeleri için birçok yerleştirme planları uygulanmış ve bu arada milyonlarca Kazak Türkü canını ve malını kaybetmiştir. 1964 yılında da bu kez Çin topraklarındaki Kazaklara karşı bir hareket başlamıştır. Bu sırada Afganistan'a sığınan 800 Kazak Türkünün de Türkiye'ye alınması istenmiştir.
Kazakistan da 25 Ekim 1990 günü egemenliğini, 16 Kasım 1991 tarihinde de bağımsızlığını ilan etmiştir. Bugün BDT içinde yer alan Kazakistan Cumhuriyeti Birleşmiş Milletler, AGİG gibi milletlerarası kuruluşlara üye, kalkınmakta olan bir Türk devletidir.




















ÖZBEKİSTAN CUMHURİYETİ

I. GENEL BİLGİLER:
Başkent : Taşkent
Yüzölçümü : 447.400 km²
Konuşulan Dil : Özbekçe(resmi dil), Rusça
Para Birimi : Sum
Toplam Nüfus : 24,755,519 (Temmuz 2000)
Kent Nüfusu (%) : 38,0
Kırsal Kesim (%) : 62,0
Nüfus Yoğunluğu : 50,4 (m²başına)
Ortalama Yaşam Süresi,1998 : 70,3
Doğum Oranı (2000) : 26,18 (1000 kişide)
Ölüm Oranı (2000) : 8,2 (1000 kişide)
Bebek Ölüm Oranı : 22,8 (Her 1000 kişide)
Nüfus Artış Hızı (2000) : 1,6 %

1. Nüfusun etnik yapısı %
Özbek : 80
Rus : 5,5
Tacik : 5
Kazak : 3
Karakalpak : 2,5
Tatar : 1,5
Diğer : 2,5
Yeraltı Kaynakları : Petrol, doğal gaz, kömür, altın, bakır,
gümüş, volfram ve (Madenler)
tungsten’dir.
Tarımsal Ürünleri : Pamuk, buğday, sebze,meyve ve ipektir.
Sanayi Dalları : Tarım ve tekstil makineleri, kimyasallar ve
metalurjidir.

II. COĞRAFİ KONUMU

Özbekistan Batı Türkistan'da Amu Derya (Ceyhun) ve Sir Derya ile Aral Gölü ovasında Tanrı Dağları'nın (Tiyenşan) eteklerinde kurulmuş olan ve Orta Asya diye tarif edilen bölgenin merkezi kısmında yer alır. Kuzey ve kuzey batıda Kazakistan , doğu ve güneydoğuda Kırgizistan ve Tacikistan, güney batıda Türkmenistan ve güneyde de Afganistan ile sınırları bulunan Özbekistan adeta bu ülkelerle çevrili durumundadır.
447.000 km2’lik yüzölçüme ve 19.810.000 kişilik bir nüfusa sahip olan Özbekistan Batı Türkistan Türk Cumhuriyetleri içerisinde nüfus bakımından birinci ve toprak genişliği bakımından da üçüncü sırayı almaktadır.
Ülkenin doğu kesiminde birbirinden havzalar ve vadilerle ayrılan, Tanrı (Tien Shan) Dağlarının Batı uzantısını oluşturan Karjantau, Ugam , Pskem, Çatkal, Kuramin uzanır. Orta Asya'nın en büyük vadisi olan Fergana vadisini ise Gussar ve Altay dağları boydan geçer. Kuzey' de tanrı dağlarının batı uzantıları bulunur. Güneyde Türkistan Malguzlar ve Nuratau sıradağları ile çevrili olan Taşkent-Golodnaya bozkırının ortasında Sirderya (Seyhun) ırmağı geçer. Buhara ve Semerkant gibi eski tarihi kentler, güneydeki Zerefşan vadisinde yer alır. Vadinin güneyinde Kaşka derya havzası, Güneydoğu' sunda Surhanderya havzası uzanır. Özbekistan topraklarının yaklaşık beşte dördünü oluşturan düz ve kurak bölge ülkenin batısını kaplar.
Kuzeybatı' daki Turan ovası Aral gölünün çevresinde 60-90 metreye kadar yükselir. Güneyde ise Kızılkum çölüne karışır. En batıda yer alan 200 metre irtifalı Üstyurt yaylası hafif dalgalı düz bir yüzeye sahiptir. Bölgenin en belirgin özelliği yüksek olmayan sıradağlar, tuzlu bataklıklar düdenler ve mağaralarla kaplı kapalı havzalardır. Kırgızistan ve Tacikistan dağlarından doğan Sirderya ve Amuderya ırmaklarının dışındaki 600 ü aşkın akarsuyun tümü Aral gölünün havzası içinde kalır.
Tipik kara ikliminin hüküm sürdüğü ülkede yazlar uzun, kurak ve sıcak geçerken kış ayları kısa ve soğuktur. Yıllık yağış miktarı ortalaması 200 mm olan Özbekistan'da bu bölgelerde sıcaklığın yazın 47 dereceye kadar yükseldiği görülmekle beraber kış aylarında bu sıcaklık eksi 20 dereye kadar düşmektedir.
Ülkenin yaklaşık 2/3 'ü çöl ve yarı çöl durumunda olup, Kızılkum çölü bunların en büyüğüdür. Ancak buna rağmen ülkenin tarımda kullanılan arazisi (266.000 km2) Türkiye'den daha geniş ve verimlidir. Ülke görünüm itibarıyla sıradağlardan ve çöllük alandan müteşekkil bir görünüm arz etmekle beraber özellikle sulama kanallarıyla birlikte topraklarının yaklaşık %80 'i ovalık bir görüntüye kavuşturulmuştur. Kuzeyde Tanrı dağlarının uçlarından güneyde Hissa ve Altay dağlarına kadar uzanan ülkede irili ufaklı 600 kadar nehir bulunur. Özbekistan'da en önemli nehirlerin başında Amu-Derya ile Sır-Derya nehirleri gelmektedir.

III.TARİHİ

Özbek adı, Ebu'l Gazi Bahadır Han'ın da belirttiği üzere, Altun Orda beyi Özbek'in adından gelmektedir. Altun Orda tahtına Özbek Han (1313-1340) 'ın geçmesinden sonra, onun emrindeki kitlelere daha sonradan Özbekler denmeye başlanmıştır. Yani başlangıçta şahıs adı olan Özbek , bir zaman sonra belli bir Türk topluluğunun adı olarak kullanılmağa başlanmıştır. Özbek Türkçesi, Modern Uygur Türkçesi ile birlikte Türk dilinin Güneydoğu da Çağatay grubuna girer.
Cengiz Han’ın torunlarından Batu Han tarafından kurulan Altun Ordu Hanlığı (1227-1502) nin başına 9.han olarak, 1313 tarihinde Özbek Han geçmişti. Özbek Han, ilk günlerden başlayarak kararlı ve sert bir siyaset gütmüş, Kutluğ Timur Noyan'ın nasihatları sayesinde kısa bir zamanda bir çok rakip ve düşmanlarından kurtulmuştu. Özbek Han Tuna taraflarında Nogay'ın şehadetinden sonra çoğalan Bizans ve Slavların nüfusunu kırarak tekrar Müslüman Türklerin baskısını artırmaya başladı. 1319 da Tuna'yı geçerek Edirne'ye kadar geldiler. Özbek Han'ın orduları 1314 de, Bulgar Kralı Seventoslav'ın ölümünden sonra, Kral George Terter'e Bizansa karşı yardım bahanesiyle Trakya'ya, 1330 da Terter'in Sırplarla olan savaşında ona yardımcı olmak gayesiyle Küstendil'e kadar ilerlemişti. Bu arada bazı hükümetlerle evlilik yoluyla da bağlar kurarak durumunu güçlendirmeye çalışmıştır. Mesela 1320 de kızı Tulun Bige'yi Kahire'ye zevce olarak göndermiş, bu arada Bizans 'tan da kızlar almıştır.
Özbek Han 1335 yılında Azerbaycan seferine çıktı. Bu sırada Bağdat Hatun tarafından zehirlenen Abu Said ölmüş ve İlhanlı Moğol hakimiyeti de çözülmeye yüz tutmuştu. 14. yüzyıl Acem tarihçisi ve coğrafyacısı Hamdullah Kazvini, Azerbaycan'da yapılan seferlerden söz ederken Özbek Han'ın askerlerine, Özbekler dendiğini kaydeder. İbn Batuta, Özbek Han dan bahsederken, "geniş bir ülkesi, kuvvetli bir ordusu olan şanlı, şöhretli ve devletli bir sultan olup, Tanrı' nın düşmanlarından biri olan Bizans İmparatoru ile savaşa, cihad ve gaza etmeye vazifeli bulunmaktadır. Ülkesi gerçekten pek geniş ve büyük şehirlerle donanmıştır. Kefe, Kırım, Macar, Azak, Sogdak, Harezm ile taht kenti Saray bunların en meşhurları olarak sayılabilir" demektedir. Gerçekten Özbek Han, İdil (Volga) kıyısında Saray kentini çok geliştirmiş ve büyütmüştür. Bu şehre yeni camilerin yapılmasını sağlamıştır. Sadece İdil kıyısında değil, Kırım'da da yeni binalar yaptırmıştır. Onun zamanında bütün Deşt-i Kıpçak boylarında Türkçe konuşulduğu da bilinmektedir.
Daha sonraları Özbek ailesinden Abu'l-Hayr Han (1428-1468) zamanında Özbekler birbirleriyle daha da kenetlenmişlerdir. Timurluların son devirlerinde Özbekler saldırılarını artırmışlardır ve daha da güneye inmişlerdir. Ancak Saferi Devletinin kuruluşundan sonraki on yıl içinde, Akkoyunlu Devleti de ortadan kalkmış, Horasan'daki Özbek hakimiyeti de elden çıkmıştı. Muhammed Şeybani Han (1500-1510) zamanında Maveraünehir'in tamamını ellerine geçirmiş olmalarına rağmen, Şeybani Han'ın ölümünden sonra Özbeklerde bir kargaşa baş göstermiştir. 1512de Hive elden çıkmış, 1740 a kadar iç çekişmeler devam etmiş, 1740 ta İran hükümdarı nadir Şah ,(1736-1747) Ebu'l-Feyz Han (1717-1748) 'ın idaresindeki Buhara'yı ele geçirmiş ve 1748 de Ebu'l-Feyz 'in öldürülmesinden sonra Özbek Hanedanlığı sona ermiştir. 1753 tarihinde Buhara'nın başına Muhammed Rahim'in geçmesiyle, Mangıt Hanedanlığı dönemi başlamış ve bu 1920 ye kadar devam etmiştir.
Özbeklerde devlet teşkilatı eski Türk geleneklerinin aynıdır. Devlet meclisindeki protokol Oğuz Kağan ve Dede Korkut' taki gibidir. Özbekler içerisinde Kazak ve Kırgız boylarını görmek mümkündür. Yani birbirine karışmışlık söz konusudur. Tarihçi Prof. Dr. Z.V. Togan Cengiz ve oğulları zamanında Türk ve Moğol unsurlarının kaynaşmasının ne kadar muayen olduğunu vurgulamak için, bugün mevcut Nogay, Özbek, Kazak, Başkurt gibi büyük camiaların hepsinde müştereken mevcut kabile ve oymakları tespit etmek kafi gelir, demektedir. Bugün Özbekistan olarak bilinen cumhuriyet içerisinde Kongrat, Nayman, Kineges, Mangıt, Toyaklı, Saray, Barın, Üç Urug, Bugrut, Arlat, Kanglı, Kırk, Bataş, Kara Kalpak gibi boylara rastlamak mümkündür.
Mangıt hanedanından olan Emir Said Haydar (1801-1826) zamanında Özbekler oldukça gelişmişlerdir. Düşmanlarıyla mücadele ettiği gibi ilme de önem vermiş olmasına rağmen, ölümünden sonra karışıklıklar ve iç çekişmeler yüzünden emirlik zayıflamıştır. 1826 da tahta çıkan Nasrullah Han (1826-1860) Rus tehlikesi hakkındaki İngiliz uyarılarını dikkate almamıştır. Yerine oğlu Muzaffereddin (1860-1885) geçmiştir.
Daha sonra Rusların Türkistan'a karşı daha ciddi olarak harekete geçtiklerini görüyoruz. Güneyde Hive Hanı Muhammed Rahim bir müddet müdafaadan sonra şehri bırakıp ve Taşkent 29 Haziran 1863 tarihinde Rus askerlerine kumanda eden General Çernayev tarafından ele geçirilir.
İlk devirlerde Buhara Emiri Taşkent'teki Rus Umumi Valisi ile değil, doğrudan doğruya Petersburg Hükümeti ile münasebette bulunuyordu. Ayrıca Türkiye'ye de hususi bir elçi gönderip siyasi bir münasebet kurmuş idi. Fakat çok geçmeden Buhara'nın Osmanlı Devleti ile temasını Ruslar menettiler. Hanlığın siyasi bağımsızlığı gibi askeri gücü de ortadan kaldırıldı.
Emir Gıyaseddin 'in 1885 te vefatından sonra yerine geçen oğlu Abdü'l-Ahad (1885-1910) zamanında Buhara tamamıyla Rus nüfuzuna girmiş ise de, Özbekistan'da yer yer ayaklanmalara rastlanmaktaydı ki, bunlardan biri 1898 deki Fergana ayaklanmasıdır. Ondan sonra başa geçen Oğlu Mir Alim (1910-1920)'in saltanatı sonunda Buhara Devleti yeni Sovyet rejimi tarafından ortadan kaldırılmıştır.
Rusya'da 1917 ihtilalinden sonra rejim değişmiş ise de , Türkler açısından değişen bir şey olmamıştır. Mustafa Çokay 1917-1918 yılında kısa bir süre için şimdi Özbekistan'ın bir kısmı olan Fergana vadisindeki Hokand'da müstakil bir devletin başkanı oldu. Fakat maalesef doğup büyüdüğü topraklarda değil, binlerce kilometre uzakta bir yerde; Almanya'da 1942 yılında öldü.
1919 yılı başlarında Fergana bölgesindeki Sovyet Rus kıtaları komutanlığı Fergana'daki Basmacı hareketini yok etmek için geçici bölge komisyonları kurmuş ve bu komisyonların teşkilatlandırılmasına dair talimatlar yayınlamışlardır.
11 Ağustos 1919 da Rus Generali M.W. Frunze'nin kumandası altında Türkistan Cephesi kuruldu. Frunze, Türkistan Cephesi mensuplarının başında 22 Şubat 1920 'de Taşkent'e geldiğinde , şehirde bulunan Sovyet Rus memurlarının görevleri de o nispette arttı. 13 Mart 1920'de Lenin'e şu telgrafı çektiler.
"Türkistan'ı ve onunla birlikte bütün Rusya'yı Sosyalist ihtilalin düşmanlarının eline bırakmaktansa, savaşarak ölmeye hazırız" 1921 Temmuzun' da Mustafa Kemal Paşa'nın isteği ile Buhara' ya gelen T.B.M.M. üyelerin İsmail Suphi Soysallıoğlu'nun teşebbüsleri ile bir "Türkistan Milli Birliği" teşkilatı kurulup başkanlığına da Zeki Velidi getirildi. Enver Paşa liderliğindeki Basmacılık denilen hareket ise olumsuz neticelendi. 1924 yılında düzenlemeler ile bugünkü cumhuriyetler teşkil edildi. Özbekistan'ın teşekkülü sırasında, yani 1924 te Tacikistan'a ittifak cumhuriyeti statüsü kazandırılarak Özbekistan'dan ayrılmıştır. 1926 daki sayımda Tacikistan ve Kırgızistan 'da oldukça mühim bir Özbek azınlığı olduğu görülmüştür. Sovyetler zamanında da Özbekistan'da baskı ve sindirme politikası devam etti. Özbekler tarımın zorla kollektifleştirilmesi politikalarına da karşı olmuşlar, 1930 da mukavemetleri en üst düzeye ulaşmıştır.



20 Haziran 1990 'da egemenliğini, 1 Eylül 1992 'de de bağımsızlığını ilan eden Özbekistan Türk Cumhuriyeti BDT üyesidir. Özbekistan Cumhuriyeti bugün Birleşmiş Milletler, AGİK gibi milletlerarası kuruluşlara üye,kalkınmakta olan bağımsız bir Türk devletidir.




























TÜRKMENİSTAN CUMHURİYETİ

I. GENEL BİLGİLER
Başkent : Aşkabat
Yüzölçümü : 488.100 km2, (Toplam yüzölçümün
375.000 km2çöldür)
Resmi Dil : Türkmence
Din : % 88 Sünni Hanefi,
% 10 (Doğu) Ortodoks,
% 2 Bilinmeyen
Para Birimi : Manat
Nüfus : 5.369.400 (2.000)
Nüfus Yoğunluğu : Ortalama 11 kişi/km2
Kent Nüfusu : 2.463.500 kişi
Kırsal Bölge Nüfusu : 2.905.900 kişi
Nüfus Artış Oranı : % 3,3
Doğum Oranı : 28,88 (1000 kişide)
Ölüm Oranı : 9,04 (1000 kişide)
Ortalama Yaşam Süresi : 64,4
Okur Yazarlık Oran : % 99

1. Nüfusun etnik yapısı %
Türkmen : 78 % 9 Özbek
Rus : 7
Kazak : 2
Tatar : 1
Diğer : 3
(Azeri, Ermeni, Alman, Ukraynalı, Beyazrus, Letonyalı, Moldovalı, Gürcü, Lezgi, Fars, Kürt, Tacik, Rus Yahudisi, Karakalpak, Beluşi )

Yeraltı kaynakları : Doğalgaz, Petrol, Sülfür, Kaya Tuzu, Kömür,
Potasyum
Sanayi : Petrokimya, Tekstil, Doğalgaz, Gübre, Pencere
Camı
Demiryolları : 2.187 km.
Karayolları : 24.000 km.
Boru Hatları : 250 km. (işlenmiş petrol), 4.400 km. (doğalgaz).
Elektrik : 2.480.000 kw (Kapasite)
Kişi Başına Milli Gelir : GSYİH göre 820 ABD Doları
Türkmenistan Anayasası’nın Kabul Tarihi : 19.05.1992

2. Politik Yapı
Türkmenistan, başkanlık sistemi ile yönetilen, anayasasına göre, demokratik, laik bir hukuk devletidir. Tarafsızlık statüsü Birleşmiş Milletler Teşkilatı tarafından onaylanmıştır. Halk Maslahatı milli iradenin en yüksek temsilcisi niteliğindedir. Ayrıca anayasa değişikliği, referandum, ülkenin ekonomik, sosyal ve politik gelişmesine yön verecek ana konularda tavsiyeleri tartışma ve karar alma yetkisine sahiptir. Ancak Halk Maslahatı yasama organı değildir. Türkmenistan’ın yasama organı meclistir. Halk Maslahatı kararları meclis tarafından yasalaştırılır. Meclis, Anayasanın hazırlanması ve değiştirilmesi, kanunların yasalaştırılması, parlamento ve başkanlık seçimlerinin tarihlerinin belirlenmesi, Başbakan Yardımcılarınca yürütülen faaliyetlerin onaylanması, bütçenin onaylanması hususlarında yetkilidir. Türkmenistan’da tek parti bulunmaktadır.

II. COĞRAFİ KONUMU
Türkmenistan, Orta Asya’nın batısında, Hazar Denizi ile Amu Derya ve İran ile Afganistan arasında, topraklarının %90’ı çöllerle kaplı bir ülkedir. Dünyanın en büyük kum çöllerinden biri olan Karakum Çölü ülkenin orta kesiminin tamamını kaplayarak Kazakistan’a doğru uzanır. Güneydeki Kugitang ve Kopet dağları Pamir-Alay sıradağlarının uzantılarıdır. Asya’nın iç kesiminde yer alan Türkmenistan’da, yüzey şekillerinin de etkisiyle sert bir kara iklimi hüküm sürer. Sıcaklık gün ve yıl içinde büyük farklılık gösterir. Yazın ender olarak 35 derecenin altına düşen sıcaklık, Karakum Çölü’nde gölgede 50 dereceye kadar yükselir; kış aylarında Kuşka’da –33 dereceye kadar düşer. Nem oranı son derece düşük, yağışlar yetersiz olduğundan sulama büyük önem taşır. Başlıca önemli ırmakları Amu Derya ırmağı ile Herirud (Tecen), Murgab ve Atrek ırmaklarıdır.

III. TARİHİ
Türkmenistan’da bugün yaşamakta olan Türkmenler esas itibariyle 9. yüzyılda Salır, Kınık, Yazır, Kayı, Bayat boylarından oluşan Oğuzlardan gelmekle beraber, Türkmen medeniyetinin oluşmasında bu topraklarda hüküm sürmüş olan Massagitler, Dahlar, Parfiyalılar, Alanlar, Sakalar ve Hazarlar gibi birçok kültür ve halkın etkisi olduğu kabul edilmelidir. Nitekim, bugünkü Türkmen kültüründe binlerce yıldan bu yana süzülen rengarenk kültür unsurları bulunmaktadır.
Türkmen etnik adının VII. yüzyıldan itibaren ortaya çıktığı, ancak halk olarak bu adın kullanılmasının X. ve XI. yüzyıllarda başladığı bilinmektedir.
Türkmen sözcüğünün anlamı için çeşitli yorumlar yapılmıştır. Avrupalı tarihçiler Türkmen adını “Safkanlı Türk” olarak nitelendirirken, Türk tarihçileri “Özen Türk” yani “Türk halklarının kökü” diye değerlendirmektedirler. Arap kaynaklarının ifadesine göre, Müslüman olmayan Oğuzlar, Müslüman olan Oğuzlara “İnançlı Türk” anlamına gelen “Türk-iman” adını vermişler. Bu da zamanla “Türkmen” şekline dönüşmüştür.
Türkmen adı bugün dar manada Türkmenistan Cumhuriyetinde, İran, Irak, Afganistan, Suriye ve Türkiye’deki bazı Türk boylarına mensup olanlar için kullanılmaktadır.
Böylece Türkmenler, Türklerin Oğuz boyundan olduğu ve Türkmen kelimesinin “Türk”ten ayrı olmadığı ve “ben” manasındaki “men” ekinin eklenmesi ile oluştuğu görüşü ağırlıktadır.
Binlerce yıl öncesinden beri Türki milletin yurdu olan Türkmenistan’ı Türkistan tarihi ile birlikte düşünmek gerekir. Türkmenistan’ın bugün üzerinde
bulunduğu topraklar, tarih boyunca çeşitli mücadelelere sahne olmakla birlikte, yakın geçmişte 1717 yılında Ruslar işgal etmeyi denemişler, ancak
başaramamışlardır. 1869-1884 yılları arasındaki çeşitli iç kavgalar, Rusların Türkmen topraklarını tekrar işgal etmelerine yol açtı. 1881 yılında Göktepe Kalesi’nin Rusların eline geçmesiyle neticelenen savaşta Türkmenler 26 bin 500 şehit verdi.
Bütün Türkistan’da olduğu gibi Türkmenistan’da da Çarlık Rusya’sının işgaline karşı bir muhalefet vardı. 1916 yılında başlayan Türk-İslam milli ayaklanması Bolşevik ihtilalinden sonra da devam etti. Fakat dışarıdan bir destek alamadığı için başarılı olamadı. 1917 ihtilali başladığı zaman Özbekler ile Yamut Türkmenleri arasında geçimsizlik patlak verdi. Türkmenlerin lideri Cüneyd Han, Hive üzerine yürüyerek şehri kuşattı ise de, Sovyetlerin bir askeri birliği Hive’ye göndermeleri üzerine Cüneyd Han kuşatmayı kaldırdı. Ancak bir süre sonra Cüneyd Han Hive’ye hakim olmuştur, fakat bu durum Sovyetlerin tekrar Hive hanlığının içişlerine karışmasına imkan vermiştir. Hive’deki Rus askerleri, Cüneyd Han’dan kaçanlarla birlikte bir Hive ihtilal taburu kurdular ve Hive’de bir Sovyet hükümeti kurulmasını istediler. Ve taburun yardım istemesi üzerine Sovyet orduları 1920 yılında Hive’yi işgal etti. 1924 yılında isyanlar bastırıldı, böylece Türkmenler Türkmenistan SSC’nin kurulmasına engel olamadılar ve Türkmenistan da Sovyetlerin hakimiyeti altına girdi. 1927 yılında Sovyet kuvvetleri karşısında son çatışmayı da kaybeden Cüneyd Han Türkmenistan’ı terk etti. SSCB Federal bir anayasa çıkararak Orta Asya’yı beş Cumhuriyete böldü.
SSCB’nin dağılmasından sonra Türkmenistan hükümeti, 1991 yılında Göktepe’nin Rusların eline geçiş tarihi olan 12 Ocak gününü “Göktepe ve İkinci Dünya Savaşı Şehitlerini Anma Günü” olarak ilan etti. Savaşın yaşandığı yer, Aşkabat’ın 45 km batısındaki Göktepe kasabasının yanında bulunuyor. Bu savaş hatırasına Göktepe Kalesi içinde Fransızlara inşa ettirilen ve Orta Asya’nın en büyük camisi olan Göktepe Camii, Türkmenlerin ziyaret yeri haline gelmiştir. 27 Ekim 1924 tarihinde kurulan Türkmenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, diğer Türk cumhuriyetleri gibi 1991 yılına kadar Sovyet yönetiminde kaldı.
SSCB’nin dağılma sürecinin başladığı 1990 yılında 22 Ağustos günü egemenliğini ilan eden Türkmenistan 27 Ekim 1991 günü de bağımsızlığını ilan etti. Bağımsızlığını ilk tanıyan ve bu ülkede ilk Büyükelçilik açan ülke Türkiye oldu. Bugün Türkmenistan Cumhuriyeti BM, AGİT gibi milletlerarası kuruluşlara üye olan bağımsız Türk Devletlerinden biridir.






























KIRGIZ CUMHURİYETİ

I. GENEL BİLGİLER
Başkenti : Bişkek
Yüzölçümü : 198.500 Km2
Resmi Dil : Kırgız Türkçesi
Para Birimi : Som
Nüfusu (1999) : 4.852.400
Nüfus Yoğunluğu : 42.53
Nüfus Artışı (1999) : %13(1989-1999 arası)
Bebek Ölüm Oranı(1997) : 28,2 (Bin doğumda)
Ortalama Yaşam Süresi : 66 Yıl
İşsizlik Oranı : % 3.1 (1998)
Bağımsızlık Tarihi : 31 Ağustos 1991

1. Nüfusun Etnik Yapısı %
Kırgız : 61
Rus : 14
Özbek : 15
Ukraynalı : 2
Diğer : 8

Temel Tarım Ürünleri : Pamuk, İpek, Saman, Kenevir, sebze,
meyve
Yeraltı Kaynakları : Kömür, Altın, Civa, Uranyum, Antimon,
Kalay, Tungsten
Reel Büyüme : % 9 (1998)

Kişi Başına Milli Gelir : 378 $ (1998)

Okur Yazar Oranı : % 99


II. COĞRAFİ KONUMU

Kırgızistan toprakları hemen bütünüyle dağlıktır. Güneyde, Fergana çöküntü alanının yanında yükselen ve sadece kenar bölümü Kırgızistan’da kalan Alay sıradağları; bu dağların orta kesimini oluşturan Tien Şan kütlesi; Isık-Kul’un kapladığı çanağın kuzeyindeki Alatav sıradağları. Vadiler ve havzalar, tarıma açılmaya elverişlidir. Nüfusun büyük bölümü, yoğun ve sulu tarımın yanı sıra dönüştürme sanayisinin ve değişimin etkinliklerinin de bulunduğu iki bölgede toplanır.
Kırgızistan’ın kaynakları sınırlıdır. Çok metalli maden cevherleri, küçük kömür yatakları işletilmektedir. Narin hidroelektrik tesisleri elektrik üretiminin iki kat artmasına olanak vermiştir. Türk-Moğol kökenli ve müslüman olan Kırgızların (nüfusun %52.4’ü) nüfus dinamizmi yeni iş alanları açacak bir sanayileşme siyaseti gerektirmektedir.

III. TARİHİ
Çin kaynaklarında İ.Ö. II.yy.da Kırgızlar’dan söz eden kayıtlara rastlanır. Yenisey’in yukarı mecrasında (Minusinsk bölgesi) yaşarken, Göktürklerin birkaç akınına karşı koyduktan sonra, 560’a doğru onların egemenliği altına girdiler. 630’da Göktürk Devleti dağılınca bağımsızlıklarını kazandılar. İkinci Göktürk Hakanlığı döneminde 696’dan sonra, yeniden Göktürkler’e, daha sonra da Uygurlar’ a bağlandılar. 840’ da şiddetli bir hücumla Uygur Devleti’ni yıkarak Ötüken’de kendi devletlerini kurdular ve 920’ye kadar burada kaldılar. Bu tarihte Çitanlar tarafından Güney Sibirya’ya sürüldüler ve bir daha tarih sahnesinde rol oynamadılar. Cengiz Han Moğolları’nın, sonra Kalmuklar’ın egemenliği altına girdiler. Ünlü Kırgız destanı Manas’ın bir bölümü Kırgız Türklerinin, Kalmuklara karşı başkaldırışını anlatır.




1830 yıllarında Kırgız ülkesi bu kez de Hokand Hanlığının idaresine girdi. Ancak yaşamlarını göçebe olarak sürdüren Kırgızlar bir ölçüde de olsa bağımsızlıklarına sahiptirler.
1865-1876 yılları arasında Hokand Hanlığı’nın Ruslar tarafından işgal edilmesi üzerine Kırgızlar, bu sefer de Rus egemenliği altına girmiş oldular. Ruslar nüfus yoğunluğunu kendi lehlerine çevirmek için, işgal ettikleri bölgeye, giderek artan miktarlarda Rus göçmen yerleştirdiler. Bununla da kalmayarak Kırgızlar’dan zorla aldıkları verimli toprakları Rus göçmenlere dağıttılar. Bu durum Kırgızları iyice huzursuz etti.
Rusların I. Dünya Savaşı sıralarında yıkılan kentlerin onarılması için Türk kökenli gençleri kullanmak istemeleri ile huzursuzluk iyice tırmandı. Ruslar mecburi işçilik kararını uygulamaya koyup, 250 bin Türk gencini zorla amelelik yaptırmaya kalkınca, 17 Temmuz 1916 tarihinde “Milli İsyan” adı verilen baş kaldırma hareketi Hoçent kentinde başladı. Büyük bir hızla kısa zamanda semerkant, Sırderya, Pergana, Yedisu, Kazak ve Kırgız bölgeleri ile Hazar Denizi ötelerine yayıldı.
Ayaklanmanın çarlık rejimini tehdit edecek boyutlara ulaşması üzerine Ruslar bu yörelerin tümünde sıkı yönetim ilan ederek bölgeye “Cezalandırma Kıtaları” altında düzenli bir ordu sevkettiler. Rusların modern silah gücü karşısında kazmalarla, çapalarla, sopalarla direnmeye çalışan Türkler büyük kayıplar verdi. Ayaklanmaya katılsın veya katılmasın çoluk çocuk bir çok masum kişi bu kıtalar tarafından kılıçtan geçirildi. Tarih kitaplarına geçen resmi rakamlara göre, sadece kazakların vermiş olduğu kayıp 670 bin kişidir. Yedisu bölgesindeki ayaklanmalarda ise Ruslar Türk nüfusun %30’unu katlettiler. 300 bin’e yakın Kırgız ve Kazak Türkü Rus katliamından kurtulabilmek için Çin sınırlarını aşmaya çalışırken yollarda açlık ve hastalıktan kırıldı.
Sovyet rejiminin kurulmasından sonra Kırgızistan, 1921 yılında Türkistan’dan ayrılara, SSCB içinde Rusya Federasyon’una bağlı özerk bir bölge haline getirildi. Ruslar, Karadeniz ile Hazar Denizi’nin kuzeyindeki savaşçı topluluklar olan Kazaklar’a, Kırgız diyorlardı. Kırgızları onlardan ayırt edebilmek için 1926 yılına kadar asıl Kırgızlar’a yanlış bir adlandırmayla “Kara Kırgız” ismini verdiler. 1926’da bu isim yanlışlığı düzeltilerek Rusya Federasyonu içinde özerk bir cumhuriyete dönüştürülen Kırgızistan, 1936 yılında ise Kırgızistan SSCB’nin federe 15 Cumhuriyetinden biri oldu.
Kırgızistan, SSCB’nin dağılmasından önce 12 Ekim 1990 tarihinde egemenliğini kazanmıştı. Gorbaçov’a yapılan başarısız darbe girişiminden sonra, darbeyi takip eden günlerde bağımsızlık kararı alındı ve 31 Ağustos 1991 tarihinde SSCB’den bağımsızlığını ilan etti.
Türkiye 16 Aralık 1991 yılında Kırgızistan’ı tanıyan ilk ülke oldu. 1992 yılında iki ülke arasında diplomatik ilişki kurularak karşılıklı elçilikler açıldı. Kırgızistan Cumhurbaşkanı Asker Akayev’in 22-26 Aralık 1991’de Türkiye’yi ziyareti sırasında bir dostluk ve işbirliği anlaşması imzalandı. Türkiye başbakanı Demirel de 28-29 Nisan 1992’de Kırgızistan’ı ziyaret etti.

0 yorum: