', ' öğrenmeye hoşgeldiniz: TUTUCU GÜÇLERLE DEVRİMCİLİK

18 Ekim 2007 Perşembe

TUTUCU GÜÇLERLE DEVRİMCİLİK

MİLLİ KURTULUŞ TARİHİ 4.CİLT

1- TUTUCU GÜÇLERLE DEVRİMCİLİK

Asıl savaşımız, bundan sonra başlıyor.

ATATÜRK

Kurtuluş Savaşı kazanıldığında Kemalistler, Millet Meclisi’nde azınlıktadır.Mustafa Kemal’e rağmen seçilen Başbakan Rauf Orbay, çoğunluktaki tutucu muhalefetin dolaylı lideridir.Yunanın denize dökülmesiBaş komutanın prestijini büyük ölçüde arttırır, ama Gazi, Saltanat’ı ve Hilafet’i kaldırıp Cumhuriyet’i ilan edecek güçte dahi değildir.

Mustafa Kemal, kanısını uyandırarak ve Meclis’in egemenliği Babıali ile paylaşmaktaki isteksizliğinden ve Barış Konferansı’na tek hükümetle gitmenin gerekliliğinden yararlanarak,Hilafet ve Saltanat’ın birbirinden ayrılmasını sağlar.Bu konuda muhalefet çevrelerinde etkin kişlerin desteğini de elde eder.

Barış Konferansı’nda Babıali’ye yer bulunmadığı konusunda Meclis’te oybirliği vardır. Önemli bir çoğunluk bu yolda,Halifelik Osmanlı Hanedanı’nda kalmak koşuluyla, Padişahlığın kaldırılmasını göze alabilecektir.Fakat Rıza Nur ve 82 arkadaşının önergesinde,Hilafetin durumu belirtilmiş değildir. Bu nedenle, Salatanat ile Hilafet’in ayrılması kararının alınması engellenmiş olur. Daha sonradan 82 imzalı önerge değiştirilerek,Hilafet’in Osmanlı Hanedanı’na ait olduğu, Millet Meclisi Hükümeti’nin yabancılar elinde tutsak bulunan Hilafet’i kurtaracağı belirtilir. Bazı karşıt sesler çıksada karar önemli bir çoğunlukla kabul edilir.Üçlü Komisyon kararında; diyerek, yıllarca önce gerçekleştirilmiş oldu-bittiyi onaylar. Karara göre, Büyük Millet Meclisi, Osmanlı Hanedanı’ndan bilim ve ahlakça yetenekli olanı Halife seçecektir.

İstanbul’da sarayına kapalı kalan Vahdettin, İngiltere’ye sığınmaktan başka yol bulamaz.17 Kasım günü, daha usuluna uygun biçimde Halifelikten uzaklaştırılmış değilken, Vahdettin’in bir İngiliz zırhlısıyla kaçtığı öğrenilir.İngilizlerin Vahdettin’i Halife diye kullanmasından Ankara’da endişe duyulur. Atatürk, yalnız Vahdettin’in değil, yeni seçilecek Halife’nini dahi Padişahlık davasına kalkışmasından ve İngilizlere alet olmasından kuşkuludur. Bu nednele seçilecek Halife’den daha önce alınmasını Bele’den ister.

O sırada Vahdettin usulune uygun bir biçimde Halifelikten indirilmemiştir. Refet Bele, Vahdettin’in<üç yıl süren ihaneti nedeniyle Halifelik makamının boşalmış sayıldığı ilan edilebilir, yada hilafete ihanette bulunduğu ileri sürülebilir.>diye düşünmüştür.

Atatürk için ilk sorun ise uygun bir Halife’nini bulunmasıdır. Bele, hemen Abdülmecite gider ve ondan kabul ettiğini bildiren bir belge alır.

18 Kasım 1922 günü gizli oturumdaki bütün tartışma, Halife’nin Ankara’ya gelip gelmemesi üzerinde döner. Başakn Adnan Adıvar der ve seçime geçilir. Sonra 148 oyla Abdülmecit Halife seçilir.

İstanbul’da geçen olaylar, Atattürk’ün Halife’yi Ankara’ya getirmemekteki uzak görüşlülüğünü doğrular. Hilafete getiriliş töreni, bir hükümdarın tahta çıkış törenini andırır. Tören haberi Ankara’ya gelince tutucu milletvekilleri sevinirler. İlericiler ise kaygılanırlar. İstanbul’da ileri gelen kişiler, Halife’ye bağlılıklık gösterileri yaparlar. Yine Atatürk’e göre, gizli bağlılık gösterileri daha çoktur.

Halife, bir devlet başkanı gibi gözükmeye ve gösterilmeye başlar. Saltanat ve hilafet birbirinden atyrılmıştır ama, Saltanat hala devam eder gibidir.

CHP’NİN KURULUŞ NEDENİ

Meclis’te çoğunluk hilafetçilerdedir. Birinci Meclis’le Cumhuriyet’e yönelmek ve Hilafet’e son verme olanagı yok gibidir. Atatürk, çıkış yolunu, Müdafaa-i Hukuk örgütünü Halk Partisi’ne

Dönüştürme ve seçimleri yenilemede bulur.

Halk Partisi, bir sınıf partisi değildir. Hilafet ve Salatanatçılara karşı, millet egemenliğini savunan ve Cumhuriyet’e yönelenlerin partisidir. Parti, Salatanat ve Hilafet’i yok etmek ve onu gücünü yapan şeriate dayalı bütün kurumları kaldırmak ve laik bir düzen kurmak yolunda milli güçleri seferber etme gereğinden doğan bir örgüttür.

Halife, Orbay ve Bele GİBİ Milli Mücadele liderlerinini tutumundan cesaret alarak Padişahlık düşleri görürü.Cebesoy Paşa’nın sözleriyle:

“Abdülmecit Efendi’nin yaşayış biçimi ve Cuma Selamlıklarında takındığı tutum, mağdur kalmış bir Padişah heyecanını memlekette uyandırır”

Halk Partisi’nin bir grup toplantısında. Lider Atatürk!e rağmen, Cebesoy’dan boşalan Meclis İkinci Başkanlığına Rauf Orbay, İçişleri Bakanlığına Erzincan eşrafından eski Vali Sabit Sağıroğlu seçilir. İşte bunun üzerine ,Atatürk bir darbeyle Cumhuriyet ilanına yönelir.

29 Ekim günü,Kemalettin Sami Paşa’nın önergesi üzerine, Mustafa Kemanl, toplantıya katılır ve çözüm yolu bulmak için bir saat izin ister. Çözüm Mustafa Kemal’in cebindedir.Öğleden sonra Parti Genel Kurulu toplanır,her kafadan bir ses çıkar. İnönü, Avrupa’da “Devletinizin başkanı yoktur. Şimdiki başkanınız Meclis Başkanıdır. Demek ki siz ayrı bir başkan bekliyorsunuz” dendiğini açıklar ve Cumhurbaşkanı seçilmesini ister. Meclis Anayasa tutanağını bekler. Tutanak gelince, Meclis 20:30 da Cumhuriyet kararı alır ve 20:45 te Cumhurbaşkanı seçimini tamammlar. Böylece aylardır Komisyonda üzerinde çalışılan yeni Anayasa’nın tamamlanması beklenmeden, bir hükümet bunalımından yararlanarak , Cumhuriyet bir oldubittiyle getirilir ve geceyarısından sonra atılan 101 kez top ateşiyle ülkenin her yerinde kutlanır.

Kurtuluş Savaşı , yalnız Yunana karşı değil ,Halife Orduları ve Halife fetvalarına karşı verildiği ve Cumhuriyet de ilan edildiği halde, genç devlet, bir türlü iki başlılıktan kurtulamaz! Halife, hükümdar gibi davranır. Bu iki başlı görüntü sürdükçe Cumhuriyet’in Cumhuriyet olabilme olanağı yoktur.Atatürk, Hilafeti kaldırmada hocaların desteğini almaya büyük önem verir.Eski hocalardan din bilgini Seyyit Bey ,Hilafet’in dinde yeri olmadığını kolayca çürütülmeyecek Şer’i kanıtlarla uzun uzun açıklar.

Hilafet’in kaldırılmasıyla, Cumhuriyet, iki başlılıktan kurtulur. Fakat Kemalistlere tasarladıkları devrimleri yapma yolu açılmış olmaz.

Devrim yolu büyük bir Doğu ayaklanmasının patlamasıyla doğar. Şeyh Sait’in hazırlıklarını tamamlamadan jandarmayla beklenmedik bir çatışma sonucu ayaklanmayı başlattığı anlaşılmıştır. Dışla bağlantıyı sağlayamayıncada isyan kaçınılmaz bir şekilde yenilgiyle sonuçlanmıştır.

Mustafa Kemal ise, ülke çapında Hilafetçi ve Padişahcı bir ayaklanmadan kuşkuludur.

Devrimi tamamlamanın aracı, tek maddelik “Takriri-i Sükün” Yasası ve İstiklal Mahkemeleri olur.Yasa , her türlü yetkiyi hükümete verir.

Büyük güçlüklerle adım adım mücadeleyle ve İstiklal Mahkemeleriyle gerçekleştirilen 1923-1928 dönemi reformlarının , düşün ve eylem alanlarında hayli uzun bir geçmişi vardır. Tanzimat’tan sonra doğan çeşitli akımlar,aralarında çatışsalar ve farklı yöntemler ileri sürseler de“çağdaş uygarlık” yanlısıdırlar.

Kısacası ,bugün üstyapı devrimleri diye küçümsenmek istenen bu gerekli atılımlar, büyük güçlüklerlegerçekleştirilir.

2- MİLLİ İKTİSAT DENEMESİ,

CUMHURİYET ZENGİNLERİ

Hazır olmayan şeyi,en kesin düşün dahi yaşama

Cağıramaz ve düşünün nefesi kendisine değmedikçe,

En hazır olan şey dahi yaşama kendiliğinden doğmaz.

BISCHOFF

İşbirlikçi Tanzimat Batıcısı da , tam bağımsızlıktan yana milliyetçi de, laiklik reformundan yanadır. Buna ragmen, lankly reform nun gerçekleşmesi bile güçlüklerle karşılaşmış, Tanzimat Batıcılarının desteğinden geniş ölçüde yararlanmak gerekmiştir. Oysa ekonomik alanda bu görüş birliği yoktur. Örneğin Tanzimat Batıcısı, işbirlikçilerde, tam bağımsızlıktan yana millicilerde Batılı kıyafeti benimser. Ne var ki, Tanzimat Batıcısı, Avrupa kumaşdan,millici ise yerli kumaştan elbise ister.

Bu iki tip Batılılaşma anlayışı, Avrupa pantolonundan tutunuz da dış politikaya kadar daima çarpışacaktır. Fakat milli sanayiden yana olanlar için de tek bir görüş vardır: O da milli sanayici, milli tüccar yetiştirmektir.

Tekelci kapitalizm döneminde, milli burjuva yaratmak olanaksız da olsa, kaçınılmaz biçimde milli burjuva yetiştirmeye yönelinir.

CUMHURİYET’İN İLK HALK ŞİRKETİ

Türkiye Milli İthalat ve İhracat Anonim Şirketi adını alan bu şirketin kuruluş hazırlıklarına Ankara’da daha Büyük Taarruz’dan önce girişilir. İthalat ve ihracatı toptan yaparak aracıların kaldırılması, böylece tüketiciye ucuz mal sağlanması, ihraç ürünlerinin de iyi fiyatla satılması kararlaştırılır.

Şirketin hisse senetleri birer liralıktır ve bir “halk şirketi” diye ilan olunur. “şirketimizin bir amacı vardır, o da memleketin ekonomisine... doğrudan doğruya halkı egemen kılmak... Her yardım ve kolaylık, halkı şirkete değil, şirketi halka bağlayacaktır. Doğaldır ki, halka bağlanan bir şirket, birçok sermayeyi kendine bağlamış olan bir şirketten daha güvenlidir.”

Sırtını milletvekkillerine ve subaylara dayayan halk şirketi, hükümetçe kayırılacağını saklayamaz. Bu ayrıcalıklı durumu nedeniyle, şirket dış ticar4etin tekelini alacak diye, bu işlere yönelmiş İstanbul tüccarı arasında kaygı yaratır. Yalnız İstanbul’un İslam tuccarı değil, türk dış ticaretinden pay alan İngiliz firmaları da, büyük bir olasılıkla Rum ve Ermeniler adına, bu tekelci yönelişe tepki gösterir.

Ne varki, milli şirket, dış ticarette kendi kanatlarıyla uçacak güçte gözükmememkte, dıl desteğe gerek duymaktadır. Urquhart’ın şirketiyle ortaklık kurar. Milli halk şirketinin hemen bir sömürge şirketinin koltuğu altına sığınması tepkisiz kalmaz.

Fakat Atatürk’e açık muhalefete geçen İttihatçı liderlerin ve Terakkiperver Parti’nin yıldızıyla birlikte, 1925 yılında şirketin de yıldızı söner. Şirket, sermayesini tüketir, iflas kaçınılmazdır. Hükümet işe el atarak sermaye koyar ve şirketi iflastan kurtarır.

Milli burjuva ancak devlet beslemesiolarak,koltuk değneğiyle ayakta durabilmektedir.

Anadolu’nun Kurtuluş Savaşı!nı yapmış ve gözünü yükseklere dikmiş ufak tüccarıyla Kurtuluş Savaşı’na ilgisiz kalmış İstanbul tüccarı 1923 yılnda Türk Milli Ticaret Birliği’ni kurarlar. Bir çırpıda “İslam ve Osmanlı” tüccar, “Türk ve milli tüccar” olur. Birliğin amacı, ithalat,ihracat ile toptan ve yarı-toptan ticareti Rum ve Ermenilerden almak,Avrupa ve Amerika firmalarıyla Rum ve Ermeni aracılığı olmadan, doğrudan doğruya ilşiki kurmaktır.

3- ALTYAPI DEVRİMLERİNE YÖNELİŞ

Devlet desteğine dayalı bu kapitalist gelişme, sanayiciden çok,yabancı sermayeye bağımlı komisyoncu yetiştirir.

İngiliz ve Fransız sermayesinden büyük kuşku duylmasına karşılık, politik amaç güdüp bağımsızlığımızı zedelemiyecek sanılan Belçika, İsveç, Almanya, ve ABD sermayesine ilgi vardır. Bu sermayenin yurda gelmesi istenmektedir. Oysa çabucak görülürki,kapitülasyon koşullarında iş görmeye alışmış yabancı sermaye, tam bağımsızlık çabasındaki milliyetçi bir ülkeye ilgi duymaz. Bağımsızlığa aykırı düşmeyen yabancı sermaye ve dış borç olmayacağı kısa sürede görülür.

Daha çok para bulma amacıyla, çeşitli alanlarda devlet tekelleri kurulur.

Celal Bayar “ Kurtuluş yolu, milli emeğin rasyonelleşmesinde ve örgütlendirilmesinde,milli emeğin artırılmasında ve bütün ekonomik faaliyetlerin yönetimi başına geçirilmesindedir.

Bu görüşle, dalgalı biçimde de olsa, bir ileri bir geri adımlar atılsada,devletçiliğe yönelinir. Devletçilik, japonya’da olduğu gibi kapitalizmi geliştirmek aracı olmaktan çok, zaman zaman kapitalizmi zayıflatma ve yeni bir yola yönelme yöntemi olma izlenimini verir.

Devletçilik, gümrük himayesi ve Türk parasının korunmasıyla başlar. Dış ilişkilerde serbesti,spekülasyon da eklenince, Türk parasının değerini düşürür.

Dış ticarette devletin kontrol ve faaliyet alanı genişletilir. Her türlü ayrıcalık ve teşvik tedbirleriyle geliştirilmek istenen özel sanayi, bu kez 3003 sayılı yasa ile kontrol altına alınmak istenir.

TÜRK DEVLETÇİLİĞİ VE SOVYETLER

İlk Beş Yıllık Plan, Sovyetlerin teknik ve ekonomik desteğiyle hazırlanır. Cumhuriyet Türkiyesi, daha ilk günlerden beri Sovyet Rusya ile dış politika alanında sıkı bir işbirliği yapar.

İlk Beş Yıllık Plan 1933 yılında yürürlüğe konur. Plan, ithalat ikamesi sağlamayı, yerli ham madde kullanmayı ve sanayii Anadolu’da yaymayı amaçlar. Çelik sanayinin ve kimya sanayinin temelleri atılır. Savaş yıllarına rastlayan İkinci Beş Yıllık Plan ise, makine sanayiine başlanılması, enerji,maden ve denizcilik sanayilerinini geliştirilmesini ve kimya sanayiine hız verilmesini öngörür. Atatürk’ün 1933 yılında “Memleket için ön planda gelen sanayiin kurulması bitmedikçe her yönden yürek rahatlığı duymamıza olanak yoktur.” Dediğini ve hasta yatağında planların aksamamasını istediğini yazar.

1922 de “Köylü, milletin efendisi” ilan edilir,ama Cumhuriyet köye bir türlü giremez,ağalık düzeninin köyde kurduğu “demirperde”yi aşamaz. Bu demirperde, devrimci öğretmen yoluyla kırılmak istenir.

1937 yılında İnönü ve 153 arkadaşının önerisiyle Türkiye Devleti’nin Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Hlakçı, Devletçi, Laik ve Devrimci olduğu Anayasa’ya geçirilir. Oysa bir iki ay sonra, bu ilkeler unutulur. CHP ve bürokrasi içindeki ilerici kanat etkisiz kılınır, sağ kanat egemen olur.

4- ATATÜRKÇÜ DIŞ POLİTİKA

Türkiye’nin güvenliğini amaç edinen,

Hiçbir millete karşı olmayan bir barış

Yönü, daima bizim ilkemiz olacaktır.

ATATÜRK

Atatürk, Mecli’i açarken, 1 Mart 1922 de konuşmada, dış politikanın ana çizgilerini belirler:

“İç politikada olduğu gibi, dış politika da da temel ilkemiz, Milli Misak maddelerinden ibarettir.Milli Misak’ı kabul ederek, maddi manevi alanda tam bağımsızlığımızı onaylayanları derhal dost sayıyoruz.

Atatürk, Sovyetlerle dostluğa ağırlık tanıyan, fakat eşit koşullarda herkesle dostluğu araştıran barışçı bir dış politika izler.

Atatürk’ün barışçı politikasına rağmen İngiltere, Musul sorunu nedeniyle düşmanca politikasını sürdürür. Bu İngiliz oyununa karşı Türkiye’nin karşılığı Sovyetlerle ilişkileri güçlendirmek ve etrafındaki devletlerle antlaşmalar kurmak olur.

Türkiye, bir askeri ittifaka girmemekte, tarafsızlık politikası izlemekte, yalnız bütün devletlerle “Benden hiçbir zarar gelmez. Size saldırmayacağım gibi, başkalarının salıdrı tertiplerine de alet olmam” anlamına gelen dostluk antlaşmları imzalamaktadır. Bu güven vericibarış politikası sayesinde, Türkiye, kısa sürede çevresinde bir dostluk çemberi kurar.

Atatürk Türkiyesi, dünya yüzünde savaşın son bulması ve silahsızlanma gibi milletlerarası çabalara ilgi gösterir.

Türk-Sovyet ortak çabası olan saldırganın tanımlanması maddesi, büyük devletlerin küçükler üzerinde dikta kurma girişimini bozma yolunda beklenmedik bir yarar sağlar. Sonunda saldırganın tanımlanması etrafında – Türkiye’nin ikisinde de yer aldığı- iki anlaşma yapılması kararlaştırılır.

Türkiye, Balkanlarda hiçbir devletle düşmanlığı olmayan bir barış bölgesi kurulmasına büyük önem verir.

Balkan Paktı, bütün Balkan Devletleri’ne açıktır. Amaç, imzacı devletlerin mevcut sınırlarının güvenliğinini karşılıklı olarak garanti edilmesini ve Blakan ülkeleri arasında işbirliğinin kurulmasını ve birbirlerine karşı tertiplere girişmelerinin engellenmesini sağlamaktır.

1935 yılından itibaren Almanaya ve İtalya’nın savaşa hazırlandıkları iyice belli olur. Bir Dünya Savaşı’na doğru yol alındığı anlaşılır. Bu durum mevcut sınırlarım korunmasından yana olan İngiltere ve Fransa ile Sovyetler Birliği’nin yakınlaşmasına yol açar.

Türkiye, Sovyetlerle dış politikasında sıkı işbirliğini sürdürmek koşuluyla, İngiltere ve Fransa ile birlikte,saldırgan devletlere karşı Milletler Cemiyeti çerçevesinde ciddi tedbirler alınmasından yanadır.

BOĞAZLAR VE TÜRKİYE’YE GÖSTERİLEN GÜVEN

Montreux sözleşmesi, Türkiye’ye duyulan güveni belgeler. Lozan’da Türkiye, barışı sağlayabilmek için Boğazlar’ın silahsızlandırılmasını ve Boğazlar’dangeçişin Milletlerarası Komisyon’un kontrolüne bırakılmasını büyük bir ödün olarak kabul etmiştir.

Türkiye, Lozan Antlaşması’nı imzalayan devletlerin katılacağı bir konferansta sorunun çözümlenmesini ister. Konferansta Türkiye, bütün Balkan Devletlerinin “Bulgaristan da dahil” tam desteğini görür. Litvinof, Türk Hükümeti’ni ve tasarısını över.

Lozam’da onüç yıl önce bütün bu Balkan Devletleri, Türkiye’nin karşısındaydılar.1936 yılında Montreux’de ise, Türkiye’ye tam destek getirmektedirler. Rusya düşman değil, kendisiyle dış politikada özel işbirliği yapılan yakın dosttur. Kemalist dış politikanın özü ve başarısı budur.

Bu havada Boğazlar sorunu, Konferansa katılan herkesi hoşnut edecek bir çözüme bağlanır. Montreux, bölge devletlerinin ve Türkiye’nin bir zaferi olur. Türkiye, Hatay sorununu da, Fransa’nın çeşitli ters manevralara girişmesine rağmen, barışçı bir çözüme ulaştırır.

1939’da ise durum tamamen değişir. Türkiye, kendisine hiç bir güvenli sağlamadan yalnızca dert getiren askeri nitelikteki İngiliz ve Fransız İttifakı’na mevsimsiz ve gereksiz bir acelecilikle bağlanır. Bu koşullarda 1939 İngiliz-Fransız İttifakı, Türkiye’nin Atatürk tarafından çizilen geleneksel politikasının terkedilmesi anlamına gelir. Bu ittifak ile, Ankara Hükümeti, Almanya ve Rusya ile ilişkilerinin bozulmasına yol açar. Almanya Balkanlar’a doğru inince, Ankara Hükümeti, Almanya ile de bir dostluk ve saldırmazlık antlaşması imzalamak durumunda kalır. İngiliz ittifakı, Almanya ve İtalya’ya karşıdır. Bu dış politikada birçok zikzaklara yol açar ve Alman İttifakı, Rusya’ya karşı bir ittifaka dönüşür. İngiltere ise, Almanya’nın Rusya’ya saldırısından sonra hem Rusya’nın hem de Türkiye’nin müttefiki olur. Bu da yeni bir terslik yaratır.1943’ten sonra Almanya’nın yenilgisi anlaşılır gibi olunca, İngiliz İttifakına sıkı sıkı sarılmak ve onu canlandırmaya çalışmaktan başka yol bulunamaz. Churchill, bu koruyuculuğu, İngiliz emperyalizminin geleneklerine uygun biçimde yapar. Balkanlar’daki İngiliz çıkarlarını savunabilmesi için, Türkiye’yi savaşa gitmeye zorlar. Daha sonra İngiltere, Orta Doğu ve Akdeniz’deki petrol çıkarları için, Türkiye’den yararlanmayı düşünür. Bu nedenle Türkiye’nin koruyuculuğunu ve Rus-Türk ilişkilerinde arabuluculuğu,bu ilişkilerin düzelmesine olanak tanımayacak biçimde İngiltere yüklenir.

NATO’YA GİRMEK İÇİN ÇIRPINIŞLAR

Sadak, Mart 1950’de İtalya’yı Türkiye’nin NATO’ya alınmasına ikna eder. Mayıs 1950’de CHP iktidarı NATO’ya girmek için ilk resmi müracatı yapar.Ama ABD, İngiltere ve Fransa, NATO’ya alınmamızı reddeder. Büyük uğraşlar ve ilişkilerden sonra Türkiye 18 Şubat 1952’de NATO’ya girer ve Lizbon toplantısına katılır.

YORUM

Çağdaşlaşma yolu büyük güçlükler ve tuzaklarla doludur.Tam bir antiemperyalist bilince sahip bulunmadıkça, tarihimizi bütün gerçekleriyle bilmedikçe, milli kurtuluş yolundaki çok çeşitli tuzakları aşmanın kolay olamdığını düşününenlerdenim.

Türkiye’nin gelecği, Atatürk’ün öncülüğünü yaptığı milli kurtuluşçuluğun bu antiemperyalist bilincinin bir halk iktidarı doğrultusunda geliştirilip geliştirilemiyeceğine bağlıdır.

0 yorum: