', ' öğrenmeye hoşgeldiniz: Türk Medeni Kanunu

18 Ekim 2007 Perşembe

Türk Medeni Kanunu

TÜRK MEDENİ KANUNU

Tarihçe

1923'den günümüze "Türk Medeni Kanunu"...

MEDENİ KANUN:
Türk Medeni Kanunu, Atatürk devrimlerinin temeli, dinsel hukuk düzeninden laik hukuk düzenine geçişin belgesi, bir hukuk ve uygarlık anıtı olarak kabul edilmektedir. Türk Medeni Kanunu, kısaca Medeni Kanun'un geçmişi 1923 yılına dayanmaktadır. Atatürk, 1923 yılında Bursa'da halka yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: "Yeni Türkiye, ne zamana ne de ihtiyaca uymayan mecellenin hükümlerine bağlı kalamaz. En uygar uluslar derecesinde hukuk kurallarımızı da iyileştireceğiz. Yüz sene, beş yüz sene, bin sene evvel yaşayan bir toplum için yapılan yasalarla bugünkü toplumu yönetmeye kalkışmak gaflettir, cehalettir." Cumhuriyet'in kuruluşu ile yeni bir devlet yapısı oluşturulurken var olan hukuk düzeninin iyileştirilmesi, çağdaşlaştırılması amaçlanmıştı. 1923'de Adalet Bakanlığı bünyesinde, başta Mecelle olmak üzere temel bazı yasaları yeniden düzenlemek üzere iki komisyon oluşturuldu.

KOMİSYONLARIN ÇALIŞMALARI...

Adalet Bakanlığı bünyesinde oluşturulan bu komisyonların çalışma yöntemlerini belirleyen yönetmelikte, komisyonların yeni düzenlemeler için önce fıkıh hükümlerine dayanacakları, onun yeterli olmadığı konularda başka ulusların kabul ettiği çözümlerden yararlanmaları öngörülüyordu. Komisyon üyelerinin şeriat kurallarından ayrılmaz gözükmeleri, bu arada yeni düzenlemelerde batı hukukunun örnek alınmasına ilişkin görüşlerin yoğunlaşması sonucu, bu komisyonlar dağıtıldı.

19 Mayıs 1924'de yeniden oluşturulan komisyonların çalışmalarına ilişkin yönetmelikte, bu kez, gerekirse "batı milletlerinin kanun ve eserlerinden icap eden esasların alınması" ibaresi yer aldı. Ancak bu komisyonların hazırladığı yasalar da, yetersiz ve çağdaş olmaktan uzak bulundu; bunlarla ülkenin ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde bir hukuk sisteminin yaratılamayacağı anlaşıldı.Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, batıdaki örneklerinden yararlanarak hukuk sisteminin yenilenmesi kararını, "Türk ihtilalinin kararı, batı uygarlığını kayıtsız şartsız kendisine mal etmek, benimsemektir. Bu karar, o kadar kesin bir azme dayanmaktadır ki, önüne çıkacaklar, demirle, ateşle yok edilmeye mahkûmdurlar. Bu prensip bakımından yasalarımızı olduğu gibi batıdan almak zorundayız " sözleriyle açıkladı. Batılı ülkelerin medeni kanunları incelendikten sonra Medeni Kanun'un hazırlanmasında, İsviçre Medeni Kanun'u esas alındı. 1912'de yürürlüğe giren İsviçre Medeni Kanunu, dilinin basitliği, kadın-erkek eşitliğine dayalı bir aile düzeni içermesi ve hakime takdir yetkisi vermesi nedeniyle benimsendi. Avrupa'daki en eski yurttaşlık yasalarından Fransız Medeni Yasası, eskimiş kabul edildi, Avusturya Medeni Yasası, Habsburg Hanedanının "mutlakıyetçi" anlayışını yansıtır nitelikte bulundu. Alman Medeni Yasası ise, çok teknik bir metin olarak görüldü. Türk Medeni Kanunu Tasarısının hazırlanması için hukukçu milletvekillerinden, öğretim üyeleri, yargıç ve avukatlardan oluşan 26 kişilik bir komisyon kuruldu. Bu komisyon, İsviçre Medeni Kanunu'nu Türkçeye çevirdi ve yeni bir metin oluşturdu.

GEREKÇEDEN...

Komisyonun hazırladığı taslak, 20 Aralık 1925'de Bakanlar Kurulu'nda (3. İnönü Hükümeti) görüşülerek kabul edildi. Tasarının genel gerekçesi, Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt tarafından kaleme alındı. Bozkurt, gerekçede, "Türkiye halkı, adaletin uygulanmasında kuralsızlık ve sürekli kargaşa karşısındadır. Halkın kaderi belli ve yerleşmiş bir adalet esasına değil, rastlantı ve talihe bağlı, birbiriyle çelişkili ortaçağ dinsel hukukun kurallarına bağlı bulunmaktadır. Cumhuriyet, Türk adaletinin bu karışıklıktan, yokluktan ve pek ilkel durumdan kurtarılmasını devrimin ve yüzyılımız uygarlığının gereklerine uyan yeni bir Türk Medenî Kanunu'nun hızla vücuda getirilmesini ve uygulamaya konulmasını zorunlu kılmıştır" dedi. Tasarı, Meclis Adalet Komisyonu'nda hiçbir değişikliğe uğramadan kabul edildi. Komisyon raporunda, İsviçre Medeni Yasası'nın uygar ülkelerin en başarılı yasalarından biri olduğu, içerdiği hükümlerin toplumsal ve ekonomik yaşam bakımından çağın gereksinimlerini karşılayacak nitelikte olduğu belirtildi. Genel Kurul görüşmelerinde tasarının madde madde ele alınması önerildi. Ancak Adalet Bakanı Bozkurt, yasanın bir bütün olduğunu, bu nedenle tümüyle görüşülmesi gerektiğini belirterek, bu öneriye karşı çıktı. Tasarı, kısa bir görüşmeden sonra, 17 Şubat 1926'da kabul edildi. 4 Nisan 1926 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan yasa, 6 ay sonra, 4 Ekim 1926'de yürürlüğe girdi. Bu yasayı, devamı niteliğinde görülen Borçlar Yasası izledi. Aynı komisyon, İsviçre Borçlar Yasası'nı Türkçeye çevirdi ve tasarı haline getirdi. 22 Nisan 1926'da kabul edilerek 8 Mayıs 1926 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan yasa, Medeni Kanun ile aynı tarihte yürürlüğe girdi.

"İSLAM TARİHİNİN EN ÖNEMLİ OLAYI..."

"Medeni" ve "Borçlar" yasalarının yürürlüğe konulması, Avrupa'da büyük yankı uyandırdı. Cumhuriyetin ilk yıllarında, Lozan Anlaşması çerçevesinde (Adaletin Yönetimine ilişkin açıklama - 24.7.1923) Türkiye'de danışman olarak bulunan hukukçu Sauber Hall, "Türkiye'de Avrupa Hukukunun Benimsenmesi" adlı yapıtında, "İslam devletlerinin en güçlüsü, bin yıllık geçmişe varan töreleri, altı aylık bir sürede yürürlükten kaldırıyor. Tarih, hiçbir ülkede bu kadar köklü ve ani değişikliği örnek gösteremez. Bir ülkede ve bir toplum üzerinde yapılmış bundan daha cesur bir deneyim yoktur" değerlendirmesinde bulunmuştu.

İslam Hukuku üzerine çalışmalar yapan Fransız hukukçu Kont Ostrorog'a göre de, Türkiye Cumhuriyeti tarafından Avrupa hukukunun kabulü, Ortadoğu tarihinde, İslam Dininin kabulünden bu yana en önemli olaylardan biridir.

DEĞİŞİKLİK ÇALIŞMALARI...

Türk Medeni Kanunu'nda ilki 1938 yılında olmak üzere 15 kez değişiklik yapıldı, 1988 ve 1990'da çıkarılan yasalarla 6 maddesi yürürlükten kaldırıldı. Medenî Kanunun çeşitli maddelerinde yapılan değişikliklerden ayrı olarak kapsamlı bir değişiklik yapılması çalışmaları 50 yıldan beri sürdürülmektedir. İstanbul ve Ankara Üniversiteleri medeni hukuk profesörleri, yüksek yargı mensupları ve uzman milletvekillerinin katılımıyla, 1951 yılında, Adalet Bakanlığı'nca bir komisyon kuruldu. Çalışmalarına aralıklarla devam eden ve raportörlüğünü Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'nun yaptığı komisyonca hazırlanan Türk Medeni Kanunu Ön Tasarısı ve gerekçesi, 1971 yılında Adalet Bakanlığı'na sunuldu. Bu ön tasarı Bakanlıkça yayımlandı. Adalet Bakanlığı'nca 1974 ve 1976 yıllarında oluşturulan komisyonlar ise bu konudaki çalışmalarını sonuçlandıramadılar. 12 Eylül 1980'den sonra, Milli Güvenlik Konseyi döneminde kabul edilen 1 Haziran 1981 tarihli ve 2467 sayılı Türk Kanunu Medenisiyle İlgili Çalışmaları Yapmak Üzere Komisyon Kurulması Hakkındaki Kanun uyarınca, öğretim üyeleri, yüksek yargı mensupları, meslek kuruluşları ve Adalet Bakanlığı mensuplarından oluşan yeni bir komisyon kuruldu. Prof. Dr. Kemal Oğuzman'ın başkanlık ettiği bu komisyon çalışmalarını 1984'de tamamladı. Komisyonun hazırladığı ön tasarı, Adalet Bakanlığı'nca yayımlandı. Ancak, her iki ön tasarı yasalaşamadı.

YASA TÜMÜYLE YENİLENİYOR...

Bu kez yasanın tamamını gözden geçirmek ve günümüz koşullarına uygun hale getirmek amacıyla üniversiteler, yargı organları, meslek kuruluşları ve hukukla ilgili sivil toplum örgütleri ile Adalet Bakanlığı temsilcilerinin katılımıyla, 1994 yılında, "Türk Medenî Kanunu Komisyonu" oluşturuldu. Sırasıyla Prof. Dr. Ahmet Kılıç oğlu ve Prof. Dr. Turgut Akıntürk'ün başkanlık ettikleri bu komisyon, çalışmalarını 1998'de tamamladı. Tasarı hazırlanırken, 1971 ve 1984 yıllarında yayımlanmış bulunan 2 öntasarı ile kaynak İsviçre Medeni Yasası, kısmen Alman Medeni Yasası, Fransız Medeni Yasası ve İtalyan Medeni Yasasından yararlanıldı. Bu komisyon tarafından hazırlanan "Türk Medeni Kanunu Tasarısı" 16 Eylül 1998'de TBMM'ye sunuldu, ancak, 18 Nisan 1999 milletvekili genel seçimleri nedeniyle, TBMM İçtüzüğünün 77. maddesine göre hükümsüz sayıldı. Tasarıyı yeniden gözden geçirmek ve Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısını hazırlamak üzere, 1999'da Adalet Bakanlığı'nda yeni bir komisyon oluşturuldu. Prof. Dr. Turgut Akıntürk başkanlığındaki bu komisyon, çalışmalarını aynı yıl içinde tamamladı.18 Ekim 1999'da Bakanlar Kurulu'nda (Ecevit Hükümeti - 57 Hükümet) görüşülerek kabul edilen ve 1926 tarihli 743 sayılı yasayı tümüyle yürürlükten kaldıran tasarı, 30 Aralık 1999'da TBMM'ye sunuldu. Tasarı, 14 Ocak 2000'de TBMM Başkanlığı'nca Adalet Komisyonu'na havale edildi. Adalet Komisyonu'nda 4 Nisan 2000'de başlayan görüşmeler Aralıklarla 14 Haziran 2001'e kadar sürdü. Adalet Komisyonu son şeklini verdiği tasarıyı, 21 Haziran 2001 tarihli raporuyla TBMM Genel Kurulu'na sundu. Tasarı, TBMM Genel Kurulu'nda 24 Ekim 2001'de görüşülmeye başlandı.

GENEL GEREKÇE TARTIŞMASI...

Tasarıda, Mahmut Esat Bozkurt'un 1926'da kaleme aldığı "Genel Gerekçe"den (Esbabı Mucibe Lâyiha) bazı bölümlere yer verilmesi, TBMM Adalet Komisyonu ve Genel Kurul görüşmeleri sırasında tartışmalara neden oldu. Komisyon'un Fazilet Partili (FP) üyeleri, "Bozkurt'un gerekçesinde, laiklik ilkesinin yanlış anlaşılmasından doğan din karşıtı ibareler bulunduğunu", dolayısıyla alıntı yapılmaması gerektiğini bildirdiler ve Komisyon raporuna muhalefet şerhi koydular. Adalet Alt Komisyonu ise, hazırladığı raporda, tasarının genel gerekçesinde Bozkurt'un yazdığı metnin tümüyle kullanılması gerektiğini belirtti ve metne günümüz Türkçesi ile yer verdi. TBMM Genel Kurulu görüşmelerinde de, alıntı yapılması, Saadet Partisi ile Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerince (eski FP) eleştirildi.

Adalet Alt Komisyonu Başkanı, Demokratik Sol Parti (DSP) Bursa Milletvekili Ali Arabacı ise, tasarının tümü üzerinde kişisel görüşünü açıklarken, "Atatürk'ün Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, 75 yıl sonra, o zaman seslerini çıkaramayanların torunlarınca yargılandı, din düşmanı, İslamiyet’e küfreden kişi olarak ilan edildi" dedi.

MEDENİ KANUNU

Türk hukuk devriminin temel taşlarının en büyüğü olarak nitelendirilebilecek olan ‘Türk Kanunu Medenisi’, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 17 Şubat 1926 tarihinde kabul edilmiş, 4 Nisan 1926 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmış ve Borçlar Kanunu ile birlikte 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Türk Kanunu Meclisinin ve onun yerini alacak olan Yeni Türk Medeni Kanununun amacını ve işlevini iyice kavrayabilmek, özellikle Türk Ulusu için arz ettiği önemi belirtmek üzere, dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt imzasını taşıyan ve günün diliyle ve mükemmel bir üslupla kaleme alınmış olan gerekçenin yeni kuşakların anlayabileceği şekilde sadeleştirilmiş halinden özetle aşağıya alınmıştır.

‘Günümüzde Türkiye Cumhuriyetinin tedvin edilmiş bir Medeni Kanunu yoktur. Yalnız, sözleşmelerin küçük bir kısmına değinilebilen Mecelle vardır. 1851 maddedir.20 Nisan 1869 tarihinde yazılmaya başlanmış ve 16 Ağustos 1876 tarihinde tamamlanarak yürürlüğe konulmuştur. Denilebilir ki: bu kanunun günümüz ihtiyaçlarına uyan ancak 300 maddesidir. Geriye kalanı Ülkemizin ihtiyaçlarını ifade edemeyecek kadar ilkel bir takım kurallardan oluştuğundan uygulanamamaktadır.

Ulusal toplum yaşamının düzenleyicisi olan ve yalnız ondan esinlenmesi gereken tedvin edilmiş bir medeni kanundan Türkiye Cumhuriyeti’nin yoksun kalması ne yüzyılımızın uygarlığının gerekleriyle ne de Türk devriminin hedefliğini anlam ve kavramla bağdaştırabilir. Yüzyılımızın devletini ilkel siyasal kuruluşlardan ayıran niteliklerin birisi de, toplumun kaderine uygulanan kanunların akılcı bir zihniyetle hazırlanıp tedvin edilerek konulmasıdır. Göçebe dönemlerde hükümler tedvin edilmiş değildir. Hakim gelenek ve göreneklere dayanarak hüküm verir. Mecelle’nin anılan 300 maddesi bir yana bırakılmak koşulu ile Medeni Kanun içine giren sorunları çözmek için Türkiye Cumhuriyeti Hakimleri derme çatma eski hukuk kitaplarından ve din esaslarından çıkartılan bilgilerle yargı işini görmektedirler. Türk Hakimi hükümlerinde belli bir içtihat, bir söz ve bir esasla bağlı değillerdir. Bundan dolayı herhangi bir sorunu çözmek için Ülkemizin bir yerinde verilen bir hüküm ile birbirinden farklı ve çelişkili bulunmamaktadır. Sonuç olarak Türkiye halkı, adaletin yerleşmiş bir adalet esasına değil, rastlantı ve talihe bağlı, birbiriyle çelişkili ortaçağ fıkıh kurallarına bağlı bulunmamaktadır. Cumhuriyet, Türk adaletinin bu karışıklıktan, yokluktan ve pek ilkel durumdan kurtarılmasını devrimin ve yüzyılımız uygarlığının gereklerine uyan yeni bir Türk Medeni Kanununun hızla vücuda getirilmesini ve uygulamaya konulmasını zorunlu kılmıştır. Bu amaçla hazırlanan Türk Medeni Kanunu, medeni kanunlar içinde en yeni, en eksiksiz ve halkçı olan İsviçre Medeni Kanunundan alınmıştır. Bu görevi Adalet Bakanlığı tarafından verilen direktifler içinde Ülkemizin seçkin uzman hukukçularından oluşan özel bir komisyon yerine getirmiştir.

Yüzyılımızın uygarlık ailesine mensup olan ulusların ihtiyaçları arasında esaslı bir fark yoktur. Toplumsal ve ekonomik sürekli ilişkiler insanlığın büyük bir uygar bölümünü bir aile durumuna getirmiştir ve getirmektedir. İlkeleri yabancı bir ülkeden alınmış olan Türk Medeni Kanunu Tasarısının yürürlüğe konulmasından sonra yurdumuzun ihtiyaçları ile bağdaşmayacağı savı geçerli görülmemiştir. Özellikle İsviçre Devleti’nin çeşitli tarih ve geleneklere mensup Alman, Fransız ve İtalyan ırklarını içerdiği bilinmektedir. Bu kadar, hatta kültür bakımından bile birbirinden farklı bir ortamda uygulanma esnekliğini gösteren bir kanunun Türkiye Cumhuriyeti gibi yüzde doksanı bakımından ayrı ırka sahip bir devlette uygulanma yeteneğini bulabilmesi için kuşkusuz görülmüştür. Bundan başka, uygar bir ulusun gelişmiş, ileri bir kanunun Türkiye Cumhuriyetinde uygulanma ortamı bulunamayacağı düşüncesi sakat görülmüştür. Bu tez, Türk ulusunun uygarlık yeteneğine sahip bulunmadığını belirten bir mantık dizisine varılmasıyla sonuçlanabilir. Hâlbuki olayların gerçeği, durum ve tarih bu savın tamamen tersidir. Türk yenileşme tarihi tanık tutularak denilebilir ki: Türk ulusu yüzyılımızın gereklerine uygun olarak vücuda getirilen kabul edilebilir ve sağlam ve akıl ve zekâ ile yoğrulmuş yeniliklerden hiçbirine karşı çıkmamıştır. Bütün bir yenileşme tarihimiz sürecinde kamunun yararı düşüncesiyle vücuda getirilen yeniliklerle yalnız çıkarları bozulmuş olan gruplar mücadele etmek durumunda kalmışlar ve halkı din adına, yanlış ve geçersiz inançlar adına kandırıp düzensizliğe sürüklemişlerdir. Unutmamak gerekir ki Türk ulusunun kararı çağdaş uygarlığı kayıtsız ve koşulsuz bütün ilkeleri ile kabul etmektir. Bunun en açık ve canlı kanıtı devrimimizin kendisidir. Çağdaş uygarlığın Türk toplumu ile bağdaşmayan noktaları görülüyorsa bu, Türk ulusunun beceri ve yeteneğindeki eksiklikten değil, onu gereksiz bir biçimde sarıp sarmalamış ortaçağ örgütü ve dinsel bazı düzenlemeler ve kurumlarındandır.

Gerçekten çağdaş uygarlıkla Mecelle hükümleri kuşkusuz bağdaşamaz. Fakat Mecelle ve buna benzer diğer düzenlemeler ile Türk yaşamının uyuşmadığı da açıktır. Adalet Bakanlığı en yeni ve en gelişmiş olan İsviçre Medeni Kanununa ulusumuzun şimdiye kadar bağlı kalan geniş zekâ ve yeteneğini doyuracak ve ona gerçek bir yarış yeri olan olabilecek bir uygarlık yapıtı olarak görmektedir. Bu kanunda ulusumuzun duygularına ters düşecek hiçbir nokta düşünmemektedir.

Şu yanı da belirtmek gerekir ki: çağdaş uygarlığı anmak ve benimsemek kararıyla yürüyen Türk ulusu, çağdaş uygarlığın kendisine değil kendisi çağdaş uygarlığın gereklerine her neye mal olursa olsun ayak uydurmak zorundadır. Yaşamak kararında olan bir ulus için bu şarttır. Hazırlanan tasarı bu gereklerin önemli bölümlerini içermektedir. Gelenek ve Göreneklere kesin olarak bağlı kalması, en ilkel durumundan bir adım dahi ileri götürmeyecek kadar tehlikeli bir kuramdır. Hiçbir uygar ulus böyle bir inanç çevresinde kalmamış ve yaşamın gereklerine uygun hareketler zaman kendini bağlayan Gelenek ve Görenekleri yıkmakta duraklamamıştır. (Gerçekler karşısında babalar ve atalardan gelen inançlara her ne olursa olsun bağlı kalmak akıl ve zekâ gereklerinden değildir). Aslında devrimler bu konuda en etkili bir araç olarak kullanılmamışlardır…

Yüzyılımızın uygar uluslara tanıdığı bütün hukuki uygarlık dünyasından kayıtsız koşulsuz isterken, bu Hukukun yerine getirilmesi gerek uygarlık görevlerini ve Türk ulusu kendi eliyle kendisine yüklemiş bulunuyor. Bu kanunun tasarısının anlamlarından biriside budur.

Türk ulusunun yüksek temsilcisi olan büyük meclis’in uygun bulunmasına ve onayına sunulan Türk Medeni Kanunu tasarısı yürürlüğe konulduğu gün ulusumuz on üç yüzyılın kendisini çeviren hastalıklı inançlarından ve kargaşadan kurtulmuş eski uygarlığın kapılarını kapayarak yaşam ve verimlilik getiren çağdaş uygarlığın içine girmiş bulunacaktır.

İşte bu gerekçe ile kabul edilmiş olan ve Türk hukuk hayatında fevkalade önemli yeri ve işlevi olan Türk kanunu Medenisi-kısaca Medeni Kanun-yürürlükte bulunduğu 74 yıllık uygulama sürecinde, ilki 1938 yılında olmak üzere çeşitli tarihlerde pek çok değişiklikler geçilmiştir.

Canlı varlıkların, organizmaların zamanla yaşlanması ve beklenen performansı göstermekten yavaş yavaş uzaklaşması gibi, sosyal varlıklar olan kanunlar da zamanla yaşanmakta ve günün ihtiyaçlarına gereği gibi cevap vermekte zorlanmamaktadırlar. Bu sebeptir ki kanunların, özellikle Medeni Kanun, Ceza Kanunu, Ticaret Kanunu ve Usul Kanunları gibi temel kanunların belli bir süre geçtikten sonra baştan aşağıya yeniden gözden geçirilmesi ve yaşanan çağın ve gelişen teknolojinin ihtiyaçlarına cevap verebilir hale getirilmesi kaçınılmazdır. Nitekim son yıllarda Almanya ve İsviçre’de bu yola gidilmiş, Alman Medeni Kanununda (ZGB) yapılan köklü değişikliklerle bazı kurumlar geliştirilerek yeni sosyal görüşlere ve ihtiyaçlara cevap verilebilir duruma getirilmişlerdir.

Türk Medeni Kanununun bu gelişmelerden uzak kalması düşünülemeyeceğinden, Adalet Bakanlığı, yürürlükteki kanunu baştan sona gözden geçirmek ve günümüzün ihtiyaçlarına cevap verecek yeni bir tasarı hazırlamak üzere bilim adamları ve uygulayıcılarından oluşan bir “Medeni Kanun Komisyonu’nun” kurulmasına oy birliğiyle karar vermiştir.

Oluşturulan Medeni Kanun Komisyonu, 4 yıl gibi oldukça uzun sayılabilecek bir sürede hazırladığı “Türk Medeni Kanunu Tasarısı’nda yürürlükteki Türk Kanunu Medenisinin genel yapısı sistematiğinin bozulmasına gayret göstermiş ve böylece, bazı küçük değişikler dışında mevcut yapı ve sistematik aynen korunmuştur.

Gerçekten Tasarı, aynen yürürlükteki kanunda olduğu üzere, “Başlangıç” ile “Kişiler Hukuku” başlığını taşıyan Birinci kitap, “Aile Hukuku” başlığını taşıyan İkinci kitap, “Miras hukuku” başlığını taşıyan Üçüncü kitap ve “Eşya Hukuku” başlığını taşıyan Dördüncü kitap olmak üzere dört kitaptan oluşmaktadır. Kitaplar “kısımlara”, kısımlar “bölümlere”, bölümlerde “ayırımlara” ayrılmıştır. Kitapların olduğu gibi, bölümlerin ve ayrımların da başlıkları vardır. Ancak, bölümlere numara verilirken yürürlükteki kanundan farklı bir yol izlenmiştir. Yürüklükteki kanun bölümleri numaralarını her kısım içinde ayrı ayrı vermemiş, sonuna kadar devam ettirmiş böylece de “Yirmi beş” bölümden (Bap’tan) oluşmuştur. Oysa tasarıda her kısma ait bölümlere yeni baştan numara verilmiş, Böylece o kısmın kaç bölümden oluştuğu belirtmek istenmiştir. Örneğin; Aile Hukuku Kitabının birinci kısmı olan “Evlilik Hukuku” Dört bölümden oluşmuş, onu izleyen ve “Hısımlık” başlığını taşıyan İkinci Kısmın ilk bölümü “Beşinci bölüm” şeklinde değil fakat “Birinci bölüm” olarak isimlendirilmiştir. Oysa aynı bölüm yürürlükteki kanunda “Yedinci Bab (Bölüm) olarak numaralandırılmıştır. Her kısmın ilk bölümünün baştan beri gelen numarayı izleyeceği yerde, tekrar birden başlayarak numaralandırılması sistematiğe daha uygun görülmüştür. Böylece her kısma ait bölümler bir bütün olarak ele alınmış olmaktadır.

Alışılmış olması bakımından yürürlükteki kanunun madde numaralarının aynen korunması yeni maddelere a,b,c gibi harfler verilmesi düşünülmüş ise de, zorunlu karşısında bu düşüncenin gerçekleştirilmesi maalesef mümkün olmamıştır. Böylece madde numaralarında da yürürlükteki kanundan ayrılmak zorunda kalınmıştır. Çünkü yürürlükteki kanun 937 maddeden oluştuğu halde, tasarı 1027 esas maddeyle yürürlüğe ait 3 maddeden oluşmaktadır. Tasarıya eklenen yeni maddeler o kadar çoktur ki, neredeyse alfabenin harfleri bunları belirtmeye yetmeyecektir. Kaldı ki yürürlükteki kanunun pek çok maddesi tasarıya alınmayarak yürürlükten kaldırıldığı için, metinde bir hayli boş madde kalmaktadır. Bu sakıncalar dikkate alınarak madde numaralarının yeni baştan birbirini izler biçimde düzenlenmesi yoluna gitmek zorunlu olmuştur.

Komisyonu bu yolu seçmeye yönelten bir diğer sebepte de, tasarının Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmesindeki yöntemle ilgilidir. Tasarı yürürlükteki kanunun bazı maddelerinin değiştirilmesi, kanuna bazı yeni maddeler eklenmesi şeklinde düzenlenecek olursa, tasarının tamamının görüşülerek oylanması mümkün olmayacak, her madde tek tek görüşülerek oya sunulacaktır. Bu ise yapılacak çeşitli değişiklik önerileriyle tasarının bütünlüğünü ve sistematiğini bozabilecektir.

Maddelerin konu ve kenar başlıkları yürürlükteki kanunda olduğu gibi aynen korunmuştur. Ancak madde metinleri kaynak İsviçre Medeni Kanununa uydurulmak ve ifadeler günümüzde geçerli Türkçeye uygun şekilde araştırılmak suretiyle maddelerin daha kolay anlaşılır hale gelmesi sağlanmıştır.

Tasarı hazırlanırken Adalet Bakanlığının daha önce oluşturduğu komisyonlar tarafından hazırlanarak Bakanlıkça 1971 ve 1984 tarihlerinde yayımlanmış bulunan iki ön tasarı ile kaynak İsviçre Medeni Kanunu, Alman Medeni Kanunu, Fransız Medeni Kanunu ve kısmen de İtalyan Medeni Kanunundan yararlanılmıştır. Ayrıca gerek İsviçre gerek Türk doktrin ve yargı içtihatlarında ileri sürülen görüşler ile sayılan ülkelerdeki gelişmeler de gözden geçirilmiş ve bunlar olanak bulunduğu ölçüde maddelere yansıtılmıştır. Böylece yürürlükteki kanundan farklı pek çok yeni hükümleri içeren, özellikle kadın-erkek eşitliğine her oranda yer veren çağdaş bir tasarım ortaya çıkarılmıştır.

Medeni Kanun Hakkında Ortaya Atılan Tezler

Osmanlı devlet adamları, bir medeni kanun hazırlanması fikrinde müttefik idiler. Fakat hazırlanacak kanunun mahiyeti hakkında biri İnkılâpçı diğeri Gelenekçi olmak üzere zümreye ayrılmış bulunuyorlardı. İnkılâpçı zümre şöyle diyordu: Osmanlı Devleti, 1856’dan beri Avrupa devletleri topluluğuna alınmış ve bu suretle [1]Avrupa amme hukuku ve konseyi faydalarına iştirak etmeye kabul olunduğu ilan edilmiştir. Türkiye Tanzimat’ın ilanından beri müesseselerini garplılaştırmaya başlamıştır. Dolayısıyla, bu müesseselerin yürütülmesi için Avrupa’da yürütülmekte olan kanunların tercüme edilerek bizde de tatbiki lazımdır. Gelenekçiler ise, bu teze şöyle cevap veriyorlardı: Osmanlı İmparatorluğunun coğrafyası, halkının bünyesi, geçirdiği tarihi seyir Avrupa Devletlerine benzemez. Biz, Avrupa müesseselerinden ve kanunlarından faydalanabiliriz fakat bu kanunları aynen tercüme edip tatbik edemeyiz.



[1] 4721 Sayılı Türk M.K yürürlüğü ve uygulama şekli hakkında medeni kanun Sy. 2.3.4.5

Yazar: Av. Mahmut Tevfik EREN – Av. Saniye Erdem TOPÇU

2 Büyük Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi Cilt III Sy. 170.171

Yazar: Ord. Prof. Enver Ziya KARAL

0 yorum: