', ' öğrenmeye hoşgeldiniz: TÜRK DEVRİMİ

18 Ekim 2007 Perşembe

TÜRK DEVRİMİ

Türkiye’de 1918 yılından itibaren büyük bir değişim yaşandı. Önce Kurtuluş Savaşı ile bağımsızlık elde edildi. Daha sonra 1940’lara kadar süren birçok reformlar yapıldı. Türk Devrimi’nin 2 aşaması vardır: İlki bağımsızlık savaşına değinen “Kurtuluş”, ikincisi yeni bir devletin kuruluşunu ve köklü reformları yansıtan “Kuruluş” dönemi. Kurtuluş dönemi Mondros Mütarekesi’nden Lozan Barışı’na kadar olan dönemi kapsar. İkinci dönem ise 23 Nisan 1920 TBMM’nin açılışından 1940’lara kadar sürer.

Kurtuluş Savaşı’nı incelemeden, hemen öncesinde yaşanmış bir olayı, Birinci Dünya Savaşı’nı ele almak gerekir. Birinci Dünya Savaşı’nın ayırt edici özelliğini savaşa katılan ülkelerin durumuna ve savaşın nedenlerine bakarak anlayabiliriz. Bu ülkeler arasında Al-manya’nın bir önceliği vardır. Avrupa’da ilk uluslaşma Fransa ve İngiltere’de görüldü. Almanya ve İtalya’da ise uluslaşma daha geç yaşandı. Almanya 1870’lerde sanayi alanında çok gelişti. Ancak tüm sömürgeler paylaşılmıştı ve bu durum Almanya’nın dünyaya açılmasını engelliyordu. Çok az sömürgesi bulunan devletin hedefi ise Orta ve Doğu Avrupa ile Ortadoğu idi. Bu, onu İngiltere ile karşı karşıya getirdi. İngiltere, Almanya’nın sömürgelerine saldırmasından korkuyordu. Bu dönemde Almanya’nın arası Fransa ile de açıktı. 1871’de kaybettiği Alsace-Lorainne’i Fransa’dan geri almak istiyordu. Rusya ve Avusturya-Macaristan’ın gözü ise Balkanlardaydı.

Kısacası savaş kaçınılmazdı. Kapitalizm emperyalizmi, emperyalizm de yeniden paylaşım savaşını destekledi. Savaşın odak noktaları ise Balkanlar, Ege ve Doğu Akdeniz oldu. Devletler kendi aralarında 2 gruba bölündüler: Üçlü İttifak (Almanya, Bulgaristan, Avusturya-Macaristan, Osmanlı) ve Üçlü İtilaf (İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya).

Avrupa savaşa hazırlanırken Osmanlı da ekonomik açıdan bunalımdaydı. Ülke açık pazar ve yarı sömürge durumuna gelmeye başlamıştı. Bunun sonucunda ülkede İngiltere ve Fransa yanlısı yerli gruplar oluştu. Asker kanadında ise Alman yanlılığı ağır basıyor- du. Sonunda Osmanlı savaşa Almanya’nın yanında katıldı. Karşılıklı çıkarlar gözönüne alınarak bir anlaşma yapıldı.Bu anlaşma birçok kabine üyesinden gizlendi. Osmanlı’nın savaşa katılış nedeni Goeben ve Breslau zırhlılarının kendisine sığınması ve Karadeniz’- deki Rus gemi ve limanlarını ateşe tutması oldu.Bunun üzerine Rusya Kafkas sınırından saldırdı. İngiltere ve Fransa Savaş ilan etti. Osmanlı Devleti Rusya, İngiltere ve Fransa’- ya savaş açmak zorunda kaldı.Osmanlı’ya hazırlanmış olan tuzak açıkça görülmektedir.

Emparyalist devletlerin paylaşım kavgasından doğan ve bundan kendilerine de hisse düşeceğini sananların da katılmasıyla savaş 5 kıta halkına yayıldı: Avrupa, Asya, Afrika, Amerika ve Avustralya.

Savaş durumuna son verdilişte 3 aşama vardır: 1-Ateşkes, 2-Silah bırakma ya da mütareke, 3-Barış antlaşması.

Savaş devam ederken ABD bir anda devreye girdi ve İtilaf tarafında ağırlığını ortaya koydu.Devlet çok güçlü olduğundan bu devletten gelecek barış önerileri de oldukça önemliydi.Başkan Wilson barışa yönelik 14 maddeli bir belge yayımladı.Bunlara “Wilson İlkeleri” dendi.Bu ilkeler etkileyici oldu.Savaş vurgunu yemiş devletler silah bırakmaya yanaştılar.Sırayla Bulgaristan, Almanya ve Osmanlı.Osmanlı Devleti bu temellere dayalı görüşmelere hazır olduğunu bildiriyordu.İlk olarak Bolşevik devrimiyle Rusya devre dışı kaldı (1917). Sonraki yıl Romanya ve Bulgaristan silah bıraktılar.Avusturya-Macaristan’ ın ayrılıp bağımsızlaşmalarıyla Avrupa’da Rusya’dan sonra ikinci çokuluslu imparatorluk çökmüş oldu. Bu arada Osmanlı cephesinde durum şöyleydi: Önce Rusya ile savaşa son verildi.Güney cephesinde ulusal vatancı düşünce egemendi.Ordular bu nedenle kuzeye çekildi. Amaç yurdu korumaktı.İçte de sorunlar vardı.Talat Paşa kabinesi çekildi.Yerine Ahmet İzzet Paşa sadrazam atandı.Bu, İttihatçılığın sonu, Hürriyet ve İtilaf’ın yükselişi demekti.Silah bırakmak artık kaçınılmazdı.Bunu Mondros Mütarekesi sağladı (30 Ekim 1918).Ancak Mondros yenik devletin barış masasına getirilmesini ve o güne kadarki egemenliğinin çökertilmesni öngörüyordu.

Silah bırakışmalarından sonra sıra barış antlaşmalarına geldi.Bunun için İtilaf devletleri Paris’te toplandılar.Ağırlıklarını duyuranlar özellikle İngiltere, Fransa, ABD, Japonya ve İtalya idi.Almanya, Avusturya, Macaristan, Bulgaristan ve Osmanlı devletleri ile ayrı ayrı antlaşmalar yapıldı.

Yerel Kongre İktidarları

Yerel kongre iktidarlarının çekirdeğini Sivas Kongresi oluşturmaktadır.Bu yerel hareketler, iktidar boşluğu, işgal tehdidi ve güven ihtiyacından doğmuştur.Coğrafi alanları dar olduğundan seçen ve seçilen ilişkileri yüz yüzedir.Kongreler ve seçimler sık sık yenilenir.Seçen seçileni yakından tanıma olasılığına sahiptir.Böylece bir dahaki seçimlerde kimi seçip kimi seçmeyeceği konusunda karara varabilir.Sivil toplumdan doğan bu organizmalar halkın gönüllü seferberliğine dayanırdı.Kongrelerde demokratik tartışma ve karar alma ilkelerine uygunluk önemlidir.Yerel kongrelerin iç yapısı kar- maşıktır; işlevsel farklılaşma görülür.Örgütlenme biçimleri ve organik yapıları bunları “iktidar” kavramına yakınlaştırır.Yerel kongre iktidarlarının doğuşu iktidarın ulusun eline geçmeye başlaması demekti.

Ulusal Kongre İktidarları

Ulusal Kongre İktidarlarının başlangıcı Amasya Kongresi’dir.Çekirdeği burada oluşmuştur.Hazırlık dönemi Haziran 1919’dan başlar ve Sivas Kongresi’ne kadar sürer. Kurtuluşçu örgütlenme planı yerellikten bölgeselliğe, bölgesellikten de ulusallığa doğru bir değişme göstermeye başladı.Bölgesellikten ulusallığa sıçrayış Sivas Kongresi ile sağlandı.Bunun ön adımı Erzurum Kongresi’dir.Bu kongre aslında yereldir ve o zamanın altı doğu ilini temsil eder ama aynı zamanda ulusallaşmaya doğru bir ön adım da atar. Ulusallaşmanın asıl basamağı olan Sivas’taki kongreciler, kongrenin az sayıda delegeyle toplanmış ve temsili gücün oldukça zayıf olduğunu bildikleri halde kendilerini milletin gerçek temsilcileri olarak gördüler.Sivas’ın aslında ulusallaşma konusunda eksiği vardır.Mustafa Kemal ilk kongre tarihini 10 Temmuz 1919 olarak belirledi ancak katılım olmadı.Bu ilgisizlik karşısında ulusal kongre çağrısı Erzurum Kongresi sonrasına ertelen-mek zorunda kaldı.Sivas’ta temsili güç zayıftı.Batı Anadolu ve Rumeli’den temsilci yoktu. Ayrıca bu kongreye her ilden üç temsilci istendi.Toplam 120 delege beklendiği halde katılan delege sayısı 31 ile 38 arasında oldu.

Ulusal kongre ve cemiyetlerin bütün organları seçilmiş organlardır.Bu da hukukilik ya da hukukileşme kavramının belirtisidir.Kurumsallaşma hukukileşmenin bir parçasıdır. Ulusal kongre iktidarlarında bunu görürüz.Bağlı organlar ve kişiler Kanun-i Esasi’ye saygılıdır.İşleyişte yasal, kurallara uygun usuller egemendir.

Yerel Kongre İktidarları’nın yok oluş süreci

Yerel kongre iktidarlarının yok oluş sürecinde iki ana model vardır.Bunlara “yıkılma” ve “emilme” başlıkları uyar.

Yıkılma yolu işgallerle yok oluş modelidir.Emilme yolu ikinci, ama ana modeldir.Ulu-sal kongre iktidarları bünyesine alınma ve burada yıkılma sürecidir.Ancak bu birden kaybolma demek değildir.Ulusal kongre iktidarlarına bağlanan yerel cemiyet ya da kongreler, bağlanma kararına karşı bazı konularda özerk kararlar almaya devam etmişlerdir.

Savaş Demokrasisi

Yerel savunma hareketlerinin savaşma biçimi gerilla ya da çete savaşı idi (Kuvayı Milliye).Buna uyan siyasal örgütlenme şekli yerel kongre iktidarları oldu.

Topyekun savaş ve ordu ihtiyacının örgütlenme biçimi önce ulusal kongre iktidarları, sonra da TBMM olarak belirlendi.TBMM Hükümeti orduları bu siyasal yapı tarafından oluşturuldu.

TBMM, seçimle gelen bir organdır.Üyelerinin bir bölümü Meclis-i Mebusan için se-çilmişlerdi.Seçimler, o zamana kadarki sınırlı oy sistemi çerçevesinde ve demokratik bir şekilde yapılmıştı.

Toplumsal oluşumu açısından TBMM, o dönem Türkiye toplumunun siyasal haklara sahip sınıflarını yansıtıyordu.Ayan Meclisi de bulunmadığı için halk sınıfları TBMM’de egemen durumdaydı.

Siyasal oluşumu bakımından TBMM bir mozaik görünümündedir.Radikal milliyetçi-ler, tutucu ama bağımsızlıkçı ögeler (hocalar, din adamları), meşrutiyetçiler dönemin belli başlı tüm siyasal akımlarının mecliste temsil edildiğini gösterir.Bu çoğulculuk esas sorun olan ulusal kurtuluş etrafında birleşmeyi engellememiş hatta sağlanan birlik, başarıyı beraberinde getirmiştir.

Kısaca birinci TBMM savaşı demokratik şekilde yönetme gibi zor bir işi başarıyla tamamlamıştır.Ulusal bağımsızlık savaşları arasında bir meclis tarafından yönetilip başarılan ilk örnek budur.

Kurtuluş ve Lozan

Lozan Konferansı aralıklarla sürdü.Tarihleri şöyledir: 20 Kasım 1922-4 Şubat 1923 ve 23 Nisan 1923-24 Temmuz 1923.Lozan’daki buluşmayı yaratan şey Türkiye’nin antiem-peryalist savaşıydı.

Fakat hem müttefikler hem de Türkiye açısından Lozan aslında Birinci Dünya Savaşı’nı da sonuçlandıran uluslararası bir antlaşmaydı.

Lozan’ın bir başka özelliği o günden bugüne kalan tek antlaşma oluşudur.Üstelik büyük savaşın galiplerini yenerek elde edilmiş bir zaferdir.Kalıcılığının nedeni budur.

Lozan’da en büyük tartışma Yunanistan’ı unutan müttefiklerle Türkiye arasında ve şu konularda yaşandı: Güney sınırları ve Musul, kapitülasyonlar, Osmanlı borçları, Boğazlar ve savaş tazminatları.

Lozan başarısının ardında nelerin yattığına bakarsak üç faktörle karşılaşırız.Birincisi taleplerin haklı oluşu.Yani Kemalist devlet başından itibaren haklı bağımsızlık ve ulusal bütünlük talep ediyordu.İkincisi askeri başarı.Yani antiemperyalist savaşın zaferle bitmiş olması.Üçüncü faktör ise halk ve yönetimin birliğidir.

Savaşlar yıkıcıdır ancak savaşın yıkıcı sonuçlarını tersine çevirebilen ülkelerden biri Türkiye oldu.Ülke tarihinde bir savaş ilk kez devrimci sonuçlar yarattı:Kurtuluş ve Kuruluş.Aslında bu iki süreç içiçe geçmiştir.Kurtuluş için savaşılırken kuruluş olgusu da doğmuştur.

Türkiye 1918-1924 yılları arasında siyasal bir devrim yaşadı.Bu büyük dönüşüm iki aşamadan oluşur. Birinci aşama kurtuluş dönemi içinde yaşandı.1918 sonlarında ve Mondros ertesinde başlayan mücadele askeri zafer ve Lozanla sonuçlandı.Bağımsızlık, siyasal devrim demekti çünkü İtilaf Bloku’na karşı ulusal bağımsızlık kazanılmıştı.Bu büyük dönümün başlıca organları yerel ve ulusal kongre iktidarları ve TBMM idi.Kurtuluş döneminde yöneticilerin temel ilkesi ulusal egemenlik kavramıydı.İkinci aşamada siyasal devrimin yönü dışa çevrildi.Emperyalizm hedef alındı.İlk aşamada daha çok ulusal sonuçlar veren siyasal devrim bu aşamada demokatik bir boyut kazandı.

Bu oluşumun üç önemli kademesi vardır:1-Saltanatın kaldırılması, 2-Cumhuriyetin ilanı, 3-Halifeliğin kaldırılması.

Saltanatın Kaldırılması

Ulusal Kurtuluş Savaşı başarıyla sonuçlanmıştı.Mudanya Mütarekesi imzalanmış ve yürürlüğe konmuştu. Saray ve hükümetleri itibar kaybı içindeydiler.Padişahı ve padişahlık makamını yok sayan tutumlar sergi- leniyor, yalnızca halifelikten bahsediliyordu.

Durum böyleyken Sadrazam Tevfik Paşa Ankara’ya bir mesaj iletti.Buna göre zafer İstanbul ve Ankara arasındaki ikiliği kaldırmıştı.Barış masasına birlikte oturulacağına göre, Ankara İstanbul’a bir temsilci göndermeli ve barışın esasları görüşülmeliydi.Ancak Mustafa Kemal devleti temsil etme yetkisinin TBMM’de olduğunu, kurallara uymamaları halinde sorumluluğun kendisinde olmadığını belirten bir cevap gönderdi.

Sonunda İtilaf Devletleri her iki hükümeti ayrı ayrı barış konferansına davet ettiler.Amaçları hükümetler arası bu ikilikten yararlanmaktı.Lozan’daki temsil işi bir iktidar sorunu haline geldi.İşte saltanatın kaldırılması olyının nedeni bu temsil krizidir.

Saltanatın kaldırılışının hukuki usulü konusunda bir düzeltme yapmak gerekir.Bazı kaynaklar kaldırma işleminin kanunla yapıldığını yazmaktadır ancak saltanat kanun değil meclis kararıyla kaldırılmıştır.Bu fark önemlidir.

Padişahlık kaldırılınca, hükümetlerinin de varlık sebebi kalmadı.İstanbul’un yönetimi TBMM’ye geçti. Vahdettin devrik hükümdar konumuna düştü.Ve sonunda İngiltere’ye sığınmayı yeğledi.Saltanatın kaldırılmasının ileriye dönük önemli sonuçlarından biri de köklü dönüşümlerin önünü açmış olmasıdır. Kemalistler bu devrimci sürece girmeyi kararlaştırdılar.Saltanatı kaldırmakla hem siyasal devrim hem de siyasal iktidar mücadelelerinin ilk bölümünü kazanmış oldular.

Cumhuriyetin İlanı

Geniş anlamıyla “Cumhuriyet”, egemenliğin birden fazla iradeye bağlı olduğu yönetim şeklidir.Fakat bu geniş anlayış “demokrasi” kavramıyla karışmaktadır.Dar ve teknik anlamıyla cumhuriyet, yönetenlerin ve özellikle devlet başkanının seçimle ve belli süre için belirlendiği yönetim biçimidir.

Saltanatın kaldırılışı (1922) millet egemenliğinin kesinleşmesi, geniş anlamıyla cumhuriyet demekti. Ondan bir yıl önce 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, egemeniğin kayıtsız şartsız millete ait oduğunu, bunun tek ve gerçek temsilcisinin TBMM olduğunu bildirmekle geniş anlamda cumhuriyeti haber vermişti.Bundan da bir yıl önce 23 Nisan 1920’de TBMM açılmıştı.

Halifeliğin Kaldırılması

İslam’da halifelik Hıristiyanlık’taki Papalıktan farklı olarak yalnız manevi bir makam değil, aynı zamanda dünyasal bir güç ve otoriteydi.1922’de saltanat ve halifeliğin birbirinden ayrılması dinsel-dünyasal birlik ilkesini bozmuş, halifeliğin altından da siyasal otorite tabanını çekip almıştı.

Halifeliğin sonunu getirecek asıl gelişme Hindistan Mektupları ve halifenin Ankara’ya dolaylı başvurusuyla yaşandı.Hindistan Mektupları ulusal onur ve bağımsızlığa bir saldırı ilan edildi.Henüz bağımsızlığını yeni kazanmış bir ülkede bundan daha etkili bir silah olamazdı.Üstelik mektupçular İngiltere bağlantılıydılar.

3 Mart 1924 günü TBMM’ye üç önerge sunuldu.Birincisi hilafetin kaldırılmasına ilişkindi.İkinci önerge Şer’iye ve Efkaf ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekaletlerinin kaldırılmasınıi üçüncüsü de öğretimin birleştirilmesini amaçlıyordu.

Hilafetin kaldırılmasında değişik anlamlar yüklüdür.Bir kere devletin tepesindeki iki başlılık önlenmiştir. İkincisi dinsel bir kurumun yok oluşuyla devletin laikleştirilmesi yolunda bir adım daha atılmıştır.

Hilafetin kaldırılması iç basında ve kamuoyunda büyük bir tepki yaratmadı hatta olağan karşılandı.Eleştirici tavır alanlar yok değildi.Bunların en önemlisi Şeyh Said isyanıdır.Bu harekette milliyetçi ve feodal-dinci bir yan vardı.Hilafetin kaldırılmasına duydukları tepki bununla bağlantılıdır. Şeyh Said’e göre hilafete son verilmesi Kürt-Türk birliğinin temelindeki İslama bir saldırıydı.

Halifeliğin kaldırılması Türkiye’nin içyapısında ve dış ilişkilerinde iki ana sonuç doğurdu.İçte, saltanatın kaldırılması, cumhuriyet ilanı ve ardından halifeliğin kaldırılmasıyla siyasal devrim tamamlanmış oldu; ileri köklü dönüşümlerin (laikleşme, ulusallaşma) önü açıldı.Dışta ise ulusal ve laik devlete yönelen Türkiye ile İslam dünyası arasında mesafeleşme başladı.Türkiye İslam dünyasının siyasal ve dinsel merkezi olmaktan çıktı.

Hukuk Devrimi

Lozan Konferansı’nda Batılı devletler, Türkiye’de bir hukuk reformu gerçekleşene kadar azınlıkların ve yabancıların statülerinin devamını istemişlerdi.Kapitülasyonlar başta olmak üzere ayrıcalıklara karşı olan Türk delegasyonu buna karşı çıktı.Konferans biraz da bu yüzden kesintiye uğradı.Konferansın ikinci döneminde hukuk reformu ve komisyonları konusunda anlaşıldı, din ayrımı yapılmaksızın bütün yurttaşlara tek yasa uygulaması getirildi.

Ancak hukuk reformu dış baskıyla açıklanamaz.Bunun asıl dinamikleri içerdedir.Mustafa Kemal daha TBMM’nin 3. yılını açış konuşmasında hukuk reformu gereğine değinmişti.İç etkenler şöyle özetlenebilir: Tanzimat’tan beri süren ikili hukuk sistemine son verilmesi, boşlukların giderilmesi, çağdaşlaşma ve laikleşmenin gerçekleştirilmesi isteği vb.

Özetle cumhuriyet dönemi kanunlaştırma hareketi iç dinamiklerin bi ürünü olarak sahneye çıktı.

Başlıca üç alanda önemli yenilik gerçekleştirildi:Yasalar, yargı örgütü ve hukuk dili. Yasalar alanındaki değişmenin ana modeli yabancı hukuklardan yapılan aktarmalardır. Buna benimseme, alıntı ya da alma da denmektedir.

Yargı örgütü ile ilgili yenilenmede iki ana doğrultu göze çarpar:Ulusal yargı bağımsızlığı ve yargı birliği.Ulusal yargı bağımsızlığı, özellikle Türkiye’de suç işleyen yabancıların yargılanması noktasıydı.Yargı birliğinin ilk kademesi şeriye mahkemelerinin kaldırılmasıdır.

Bir diğer yenilik hukuk dili alanındaydı.Yeni cumhuriyet hukuku içerik olarak devrimci, dil bakımından geriydi.Halkın anlamadığı bir Osmanlıca ile yazılmıştı.Hukuk dilinde yenilenme 1929 yılında Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu’ndaki bazı değişiklerle başladı. Anayasa dilinde de köklü bir yenileşme oldu.1945’te Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun dili baştan sona sadeleştirildi ve başlığı “Anayasa” oldu.

Hukuk devrimiyle amaçlanan hedeflere hukukun olanakları ölçüsünde büyük çapta ulaşılmıştır.Hukuk ikiliği aşıldı.Yargıca takdir hakkı tanındı.Kısacası yeni ve eleştirici bir hukuki düzen sağlandı.

“Kurtuluş ve Kuruluş” adlı bu kitabı severek okudum.Orta okuldan bu yana gördüğümüz konular kitapta farklı bir bakış açısıyla, ilginç bir şekilde ele alınmış.Hoşuma giden şeylerden biri, yazarın sürekli konu arasına girmesiydi.Bir yandan klasik bir biçimde konuyu anlatmış, bir yandan da aklını kurcalayan soruları ve bunların cevaplarını kendine özgü bir tarzda sunmuş.Kitapta Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, devletin içinde yaşanan problemler, dış devletlerin görüşleri detaylı bir şekilde ele alınmış.

KURTULUŞ

VE

KURULUŞ

Şule KÖSEMEN

1226679

İktisat

0 yorum: