', ' öğrenmeye hoşgeldiniz: 21. YÜZYILDA TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

18 Ekim 2007 Perşembe

21. YÜZYILDA TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ







21. YÜZYILDA TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

Türk milliyetçiliği, 21. yüzyıla, düşünce sistemini ve hedeflerini yenilemiş olarak girmelidir. Başarının mutlak şartı budur. İnsan haklarının yanında hayvan haklarını, yeşili ve çevreyi savunan, otoriter temayüllerle ilgisi bulunmayan, yeni bir milliyetçilik terbiyesi gerekiyor.
Her fikir akımı gibi Türk milliyetçiliğinin de nüansları, hattâ çeşitleri vardır. Eskiden de vardı, bugün de mevcuttur. Ancak genel ilkeler üzerinde mutabakat gerekir. Bir kısmı teklif edildikleri zamanda bile yanlış, bir kısmı artık eskimiş fikirler, bizi bağlamaz.
Türk milliyetçiliğinin, Atatürk’le bir problemi olmadı. Bugün de yoktur. Zira Atatürk’ün gelmiş geçmiş en büyük Türk milliyetçisi olduğu üzerinde ittifak vardır.
Türk milliyetçiliğinin Osmanlı ile de bir probleminin olmaması, kesin ve vazgeçilmez bir şarttır. Osmanlı kültürünün ve estetiğinin geliştirilerek yeni kuşaklara intikal ettirilmesi gerekir. Yaşadığımız ve politik krize de dönüşen büyük kültür buhranımızın temel sebebi, Osmanlı kültürü ile bağlantımızın kesilmesidir. Hiçbir kültür, dolayısıyle hiçbir millet 500, hattâ 1000 yıldan daha kısa bir müddette oluşmaz.
Folklor malzemelerimiz yüksek kültür şeklinde sunulamaz.Türk milliyetçiliği, Batı’nın bütün teknolojisine açık bulunduğu gibi, Batı kültürüne karşı bir çekingenlik içinde de değildir. Batı kültürünü öğrenmek ve onunla irtibatlanmak şarttır. Kapalı kültür diye bir şey yoktur. Kültürler karşılıklı etkileşimlerle gelişirler. Kozmopolitlik bambaşka bir şeydir.Türk milliyetçiliği İslâm’ı, Osmanlı’nın algıladığı ve uyguladığı şekilde anlar. Yahyâ Kemâl’in Türk Müslümanlığı dediği budur. Din ve Devlet işlerini biribirinden ayırır. Başka dinlere ve mezheplere samimi hoşgörü gösterir. Müslüman olmayan Türkler vardır. (Gagavuzlar, Karaylar, Çuvaşlar, Yakutlar vs.) Onlar da bizdendir.
Türk milliyetçiliği, kesin ve kat’î şekilde ırka dayanmaz. Türküm diyen, Türk aleyhtarı faaliyet göstermeyen herkes Türk’tür.
Ekonomi alanında gelişmiş ulusların standardına erişmek, diyebilirim ki, Türk milliyetçiliğinin en büyük hedefidir. Bu gelişme, tam bir demokrasi içinde gerçekleşecektir. Hem Avrupa Birliği, hem Türk ülkelerine doğru her alanda derinlemesine bir dış politika, bizi yeni yüzyılın ilk çeyreği içinde Büyük Türkiye hedefine ulaştıracaktır.
Türk milliyetçiliğinin, kökü mâzîde olan âtîyim ilkesini bihakkın söyleyebilmesi lâzımdır.

Yılmaz Öztuna


DÜNÜ VE BUGÜNÜYLE KIRIM

Kırım Hanlığı, Altınordu denen Doğu Avrupa Türk Hakanlığı'ndan ayrılarak 1419 yılında başlar. Giraylar denen hanedan, Cengiz Han soyudur. Fatih Sultan Mehmed (saltanatı 1451-1481), Gedik Ahmet Paşa komutasında Donanma-yı Hümayun'u Kırım'a gönderdi (183 savaş ve 290 nakliye gemisinden oluşan 473 parça). Paşa, Cenevizliler'den Kefe, Sudak ve Mengüp sahil üslerini aldı. Bunun üzerine Kırım Hanı, Osmanlı Devleti'ne tabi ve Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olduğunu kabul etti.

Fatih'in Eseri

1 Haziran 1476 antlaşması, Osmanlı ile hiç savaşmadan Osmanlı birliğine giren ve bugünkü Ukrayna'nın büyük bölümüne de egemen bulunduğu için bir milyon kilometre kare toprak üzerine yayılan Kırım Hanlığı'nın ilhakının ilkelerini tespit etti. Bu suretle Fatih, Boğazlar'dan sonra Karadeniz'i de kapattı ve Karadeniz kıyısında Türkiye dışında başka bir devletin toprağı kalmadı. Daha 1454 temmuzunda Kırım'a donanma göndererek, Selçuklu Büyük Alaeddin Keykubad devrinde de Türkiye'ye bağlı bulunan Kırım üzerindeki niyetini belirten Fatih, kuzeydeki eserini üç asır için gerçekleştirmiş oldu.

Kefe'de bir sancak (il) kuruldu ve burası doğrudan Osmanlı yönetimine alındı. Aynı zamanda bu suretle, iç idaresinde otonom olan Kırım Hanlığı, yakından kontrol edildi. Bu sancakta Yavuz'un kardeşi Şehzade Mehmed, valilik yaptı. Sonra Yavuz'un oğlu Şehzade (Kanuni) Süleyman, vali oldu. Vali olarak şehzade ataması, Osmanlı'nın Kırım'a verdiği önemi gösterir.

Giray Han

44 yıl tahtta kalan ve 1514'te 69 yaşında ölen Mengli Giray Han (Mengli, bizim Türkçe'mizde benli demek), kızı Ayşe Hanım'ı, Trabzon sancak beyi Şehzade Yavuz Selim'e verdi ve bu evlenmeden Beyhan Sultan'la Şah Sultan doğdu. 1511-12'de Yavuz'un, iki ağabeyi ile taht mücadelesinde Birinci Mengli Giray, damadını destekledi, hatta bir ara damadı Yavuz'u, Kırım'da sarayında misafir etti.

Ada durumunda bir yarımada olan Kırım'da o asırlarda, bir buçuk milyon Türk yaşıyordu. Bunlar, bizim gibi Oğuz-Türkmen grubundan değil, Kıpçak grubundan Türkler'dir. Fakat bizim gibi Sünni-Hanefi-Maturidi'dirler. Çok yoğun şekilde Osmanlı kültürünü benimsedikleri ve bizim Osmanlı şivesini kullandıkları için, Kazan Tatarları denen Türkler'den ayrılırlar.

Volga Kıyıları

Osmanlı düzeninde, piyadesi ve topçusu, istihkâmı olmayan, büyük Kırım atlı ordusu, daima Osmanlı birlikleriyle beraber hareket etti. Kanuni devrinde Kırım Hanları 25 yıl, Kazan Hanı da oldukları için, Osmanlı egemenliği sağlam şekilde Volga'ya dayandı.

24 Mayıs 1571'de Moskova'yı fethettiği için "Taht-alan" denen Birinci Devlet Giray Han, Birinci Mengli Giray'ın torunudur. Gene Moskova'ya giren büyük bir asker, musıkimizde çok büyük bir bestekâr ve dilimizde seçkin bir şair olan İkinci Gazi Giray, Devlet Giray'ın oğludur.

Ruslar'ın, Kırım'ı işgal ettikleri, 200 yıldan fazla oldu. O zamandan beri sayısız Kırımlı, topraklarımıza aktı. Osmanlı Devleti'nde ve Türkiye Cumhuriyeti'nde Kırım asıllı epey ünlü kişi vardır.

İsmail Gaspıralı

Asrımızın eşiğinde İsmail Bey Gaspıralı gibi müstesna bir fikir adamı yetiştiren Kırım, 1944'te topyekûn, insanlık dışı, iğrenç, aşağının bayağısı bir muameleye maruz kaldı, yarımadadaki bütün Türkler, son ferdine ve yeni doğmuş bebeklere kadar, bir gece içinde, hayvan vagonlarına kilitlendiler. Sovyetler Birliği'nin binlerce kilometre uzaklıktaki ülkelerine sürüldüler. O ülkelerde vagonlar açılınca, Kırım Türkleri'nin yerısı sağ çıkabildi.

Ancak Türk, 2700 yıldan beri kırılmakla tükenmemiştir. Yarım asırda Kırımlı soydaşlarımız da kendilerine yabancı o Sovyet ülkelerinde çoğaldılar. Sovyetler dağılınca bağımsız olan Ukrayna Cumhuriyeti'nde otonom bir cumhuriyet olan 1500 yıllık anavatanları Kırım'a dönmeye başladılar.

Bugün Kırımlılar, Ukrayna Cumhuriyeti'nin sadık vatandaşları, Kırım Rusları'nın samimi komşuları, fakat bizim öz soydaşlarımızdır. Onlara her türlü ekonomik ve kültürel yardım, boynumuzun borcudur.

Kırım sahilleri, Sinop'tan 350 kilometredir

Yılmaz Öztuna


DOĞU TÜRKİSTAN 21. ASRA HÜR BİR DEVLET OLARAK GİRECEKTİR

Doğu Türkistan’da son durum şöyle: Yaşları 17-30 arasında olan bütün Türk gençleri, Çin resmi görevlileri tarafından evlerinden toplanarak götürülmektedir. Bu yaş grubundaki insanları Çin komünizmi potansiyel suçlu olarak görmektedir. Bu sebeple gençler, ya dağa çıkmakta veya çöle sığınmaktalar.Buna mukabil Uygur mücahidler, demiryolları ve köprülerde kundaklama eylemleri yaparak kızıl ordunun hareket kabiliyetini zorlaştırmaya çalışmaktadırlar. Bu cümleden olarak bazı köprüler havaya uçurulmuş, bazıları kullanılmaz hale getirilmiş, demiryollarında da yer yer tahripler gerçekleştirilmiştir.Çin de Doğu Türkistan’a giriş-çıkışı yasaklayarak dünya ile irtibatını iyice koparmıştır. Uygur Türklerine sadece telefonla ulaşılabiliyor. Şehirlerde sıkıyönetim ilan edilmiştir.Yaralı bazı mücahidler, tıbbi müdahale yapılmadığı için kan kaybından vefat etmektedirler. Ayrıca haber kaynakları hastanelerde ölen bir kısım mücahidlerin cesetlerinin ateşe verildiğini iddia etmektedirler. Yakalanan mücahidlerse köy veya şehirlerde halk zorla toplanarak onların gözü önünde kurşuna dizilmekteler. Hatta kurşuna dizilmeden evvel de ellişer kişilik gruplar halinde çırılçıplak soyularak yine ahalinin gözü önünde işkenceye tabi tutuldukları bildirilmektedir. Bunlar insana bir ân için inanılmaz geliyor. Bu sebeple ihtiyatlı ve dikkatli bir dil kullanmaya çalışıyoruz. Ancak işkenceleri ile şöhret bulmuş komünizmin yaptıklarını konuştuğumuzu hatırlayınca bu korkunç haberlere mecburen inanıyoruz. Zira bu zulümler yapılarak psikolojik baskı, korku ve sindirme metodları uygulanmaktadır.Çarpışmalar devam ettiği için şehid ve yaralı sayısı her saat değişmektedir. Temerküz kamplarına götürülen gençlere de işkenceler yapılmaktadır. Bu kamplara Nisan ‘96’dan beri toplanmış olan on binlerce Uygur’un ölümle karşı karşıya olduğunu Uluslararası Af Örgütü de rapor etmektedir. Yine aynı af teşkilatının resmi yazısında da belirtildiği gibi sanıklar, tek celsede biten davalarda ya küreğe mahkum edilmekte veya meydanlarda infaz mangaları tarafından kurşuna dizilmektedir. Çünkü mahkemeler, komünist partinin talimatı ile çalışmaktadır. En dehşet verici olansa hamile kadınların evlerinden alınarak gayrı sıhhi şartlarda kısırlaştırılmaları, kürtaj yapılmaları ve sınırlama fazlası doğan bebeklerin ailelerine rağmen öldürülmeleridir.Din adamlarından fikrini açıklayanlar da sırf bu davranışlarından dolayı çalışma kampları ve cezaevlerine atılmış buralarda yargılanmadan sağlığa aykırı şartlarda tutulmaktadırlar.Bu sebeple merhum Doğu Türkistan lideri İsa Yusuf Alptekin’in dostlarına “keşke biz de Rus işgali altında olsaydık” dediği nakledilmektedir. Bu söz bile tek başına kızıl Çin’in Uygur Türklerine neler çektirdiğini isbata yetmektedir.Bütün Türkistan için Rusya Çin’den daha ehvendir. Nitekim bugün Orta Asya Türk Devletleri Rusya Federasyonu’ndan büsbütün kopamıyorsa sebep yine Çin’dir. Bir Çin istilasına karşı tek başlarına direnemeyecekleri için kendilerini göstermelik bile olsa bir topluluk içinde hissetme ihtiyacını duyuyorlar.Çin, yanlış yoldadır. İlk yanlışlığı komünizmde ısrarıdır. Rusya, yeni bir çağın eşiğinde yumuşak bir geçişle komünizmi terk ederek SSCB’nin esası olan varlığını yarasız beresiz kurtarmıştır. Çin’in de gelişen dünya şartlarından ibret alması lazımdır.Zulümle, kurşunla, işkenceyle tarihte imparatorluklar kurmuş otuz milyonluk bir ülke hakimiyet altında tutulamaz. Dünya 21. yüzyıla girerken insanlık nüfusunun altıda birini meydana getiren bir devletin bütün beşerin nefretine yol açacak siyaseti terk etmesi şarttır. Doğu Türkistan, 1949’dan bu tarafa 428 kere hak aramıştır. Şimdi 429. kere ayakta.Çin’in menfaati icabı ekonomide serbestliğe giderken siyasette katı komünizmden şaşmaması bir çelişki ve tarihi hatadır.Bu şartlarda 429 kere “bana hürriyetimi ver!” diye haykıran bir şerefli milletin bağımsızlığına hiçbir kuvvet engel olamaz. Haklı ve tabiî bir istiklal hareketinin önünde durmak Çin’e pahalıya mal olacaktır. Bu sebeple komünizmi kendiliğinden terk etmesi akıl icabıdır. Bu çağ dışı rejim nasıl olsa yıkılacak. Hürriyet ve istiklalleri tanınmadığı takdirde onu yıkanın müslüman Uygur milleti olacağından da kimsenin şüphesi olmasın.Türkiye’ye düşense hadiseye sahip çıkmaktır. Türkiye’nin Doğu Türkistan’a sahip çıkması yeniden dünya devleti fikrine sahip çıkması demektir.En küçük millet toplulukları bile devlet olurken; devletler, İmparatorluklar kurmuş Doğu Türkistan, niçin esir kalsın?Doğu Türkistan, yirmibirinci yüzyıla hür bir devlet olarak girecektir. Vakt erişmiştir.Ancak hak verilmez alınır.Şehidler, hürriyeti müjdeliyorlar.Şehidler, hür Doğu Türkistan’ı müjdeliyorlar.

Rahîm Er,
18 Şubat 1997, Türkiye

DOĞU TÜRKİSTAN, ÇİN'İN İÇ İŞİ DEĞİLDİR

Asya’nın bir ucunda 30 milyon insan, hürriyet mücadelesi veriyor. Bu insanlar, Müslüman ve Türk. Asya’nın diğer ucunda 65 milyon insan, yaşıyor. Bu insanlar da Müslüman ve Türk.

...ama 65 milyon, 30 milyonun çığlıklarını işitmiyor. 65 milyon, kendi dininden, kendi soyundan olan Doğu Türkistanlı’nın devletini kurtarma, istiklaline kavuşma uğruna verdiği yüzlerce şehidden, işkencelere maruz kalan binlerce mücahidden haberdar değil. Anaların kadir gecesinde Kur’an okurken alınıp götürüldüğünü bilmiyor. Bir milletin en sinsi planlarla yok edilmek istendiğini de.

Hatta dedelerinin oralardan geldiğini unutmuş. Halbuki dedelerimiz, hicret ederken şimdiki coğrafyamıza Türkistan olarak geldiler...yani bütün isimleri ve töresi ile Türkistan’ı Anadolu, ön Avrupa ve Ortadoğuya taşıdılar. Bu sebeple Çin’in kültür devrimine ve bizdeki batılılaşma hareketlerine rağmen bugün dahi bir çok yer adları müşterek...bir çok şey de müşterek.

Sahte gündemler, bozuk fikirler, ve yanlış yönelişlerle biz sadece bölgeye, soydaşlarımıza, dindaşlarımıza değil kendimize de yabancılaşıyoruz. Öndeki saman alevleri, asıl görünmesi gerekeni perdeliyor. Bazıları, hep bu yanıltıcı manzarayı hazırlamakla memur. Vietnam’a şiirler, tiyatrolar yazan; göz yaşları akıtan, sokaklarda yürüyen aydınlar için Doğu Türkistan ne kadar uzak. Hele Mao sevdalıları...onlara göre kızıl yıldızlı Çin bayrağı, ay yıldızlı gök bayraktan daha değerli.

Hiçbir ortak yanımız olmayan kimseler, dünyanın her hangi bir köşesinde haksızlığa uğradığında insan hakları adına yazıp çizenler Doğu Türkistan’ı hatırlamak bile istemiyorlar. Nitekim onlar, içlerinde yaşayan İsa Yusuf Alptekini değil Nelson Mandelayı sevdiler.

Unutulmamışdır; Sovyetler Birliği, yıkılırken bizim yaşlı politikacılarımız, “ya kızıl Ordu?” diye endişeleniyor ve doğmakta olan yeni siyâsî oluşuma inanamıyorlardı. Aşırı ihtiyat, çok kere tedbir hudutlarını aşıp çekingenliğe kalb olduğu için komünizmin kuzeyimizde çöküşüne hazırlıksız yakalandık.

Bugün bir takım petrol boru hatlarını topraklarımızdan geçirtemiyor veya bu uğurda alnımızın derisi çatlıyorsa sebep o günler ve öncesindeki gafletimizdir.

Eski Sovyet peyki olan Türk cumhuriyetleri Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan’ın bağımsızlıklarını elde etmelerinde herhangi bir dahlimiz olmadı. Fakat bu ülkelere ilk hürriyet günlerinde ağabeylik yapmaya kalkıştık...tabiî tavır, nâhoş karşılandı. Bunun üzerine gerçekleri olduğu gibi kabul etmek zorunda kaldık. Biz, onlar için her hangi bir mesai sarfetmemiştik. Bugün Doğu Türkistan’a aldırışsız olduğumuz gibi dün de Batı Türkistan’a bigâneydik.Öyleyse Türkiye’ye kim, niçin minnet duysundu? Geçmiş hadiseler, yakın ve uzağı ile ders almak maksadı ile öğrenilir. Tarih, bir yönü ile de tekerrüre karşı bir tedbirdir.

Buna rağmen Doğu Türkistan mes’elesinde tarihin en kötü tarafları ile tekerrür edeceğinden endişeliyiz.Şu veya bu düşünce yahut kaygı ile Doğu Türkistan’ı Çin’in bir iç işi olarak göremeyiz. Doğu Türkistan mücahidi, biz destek olsak da olmasak da istiklaline kavuşacaktır. Onlar bize değil, Allah’a güvenerek ortaya çıktılar.

Rahim Er
Türkiye, 20 Şubat 1997


BATI TRAKYALI'DAKİ YÜKSEK MİLLÎ ŞUUR

Batı Trakya veya buradaki söylenişi ile Garbî Trakya, üç şehir ve onlara bağlı kasaba ve köylerden meydana geliyor. Bu şehirler, Dedeağaç, Gümülcine ve İskeçe.

En uzağının Edirne’ye mesafesi üç saat. Dedeağaç, 35 bin nüfusa sahip. Bunun dört bini Türk. Gümilcine 40 bin nüfuslu. Gümilcine’nin 22 bini Türk. İskeçe 35 bin. Bunun da 10 bini Türk. Türkçe konuşan ve kendini Türk sayanlara "Türk" diyoruz. Yönetim, seçim zamanları dışında Türk değil; "Müslüman Yunanlı" demeyi seviyormuş.

Gümülcine, Batı Trakya yahut Osmanlıdaki adı ile Paşaeli ve mahalli söylenişi ile Garbi Trakya’nın merkezi. Yunanistan’da valiler de seçimle geldiği için Gümülcine’de Türkler kendi aralarından bir vali çıkartacak çoğunluğa sahipken merkezi hükümet, uzak-yakın Yunan köylerini Gümülcine’ye bağlayarak nüfusu 60 bin yaptığı için Türkler, ekseriyeti kaybederek bu imkândan mahrum kalmışlar. Keşke böyle yapmasalardı. Çünkü azınlıkları hoş tutmak devletlerin başını ağrıtmaz. Mesela yeni idarenin eskiye nazaran bazı hürriyetler vermesi buradaki Müslüman Türk varlığı tahminlerin fevkinde memnun etmiş. Aynı şekilde Atina, Ulah azınlıkla iyi geçindiği için Türkler gibi onlarla da bir problem yaşamazken Hırıstiyan oldukları halde Makedonlar ve Arnavutlarla az veya çok ihtilafı var.

Yunan hükümetlerinin Batı Trakyalıya artık potansiyel suçlu gibi bakma alışkanlığını çoktan terk etmesi lazım. Aksine Yunan vatandaşı olan bu Türkler, Türkiye ile dostluk köprüleri kurmak için bulunmaz bir imkân. Hal böyle iken Türk gazetelerinin bu bölgeye hâlâ sokulmaması insana hayret veriyor. Gerçi bazı İstanbul gazetelerinin bu tertemiz insanlara ulaşmaması daha hayırlı olur ama o başka bir dert...

Batı Trakyalı Türkler, ziraat ve bilhassa tütüncülükle uğraşıyorlar. İktisadi durumları iyi. Batı Trakya, bütün Yunanistan’ın en güzel ve en verimli bölgesi. Mensuplarının hayat şartlarının yüksekliği de buradan geliyor.

Eyüpsultan’ı görmek gibi, Bursa’yı, Amasya’yı, Harput’u, Doğubeyazıt’ı, Diyarbakır’ı görmek gibi Dedeağaç, Gümilcine ve İskeçe’yi de görmek lazım. Gümilcine ve elbette İskeçe bizim eskimez medeniyetimizin köşe taşlarından. Buralara arabayla hafta sonlarında bile gelip derin derin tarih ve tabiat solumak mümkün. Bursa’nın İstanbul’un çınarları ile aşina olup da Gümilcine ve İskeçe’nin anlatılmaz güzellikteki kardeş çınarları ile selamlaşmamak olmaz.. Keza Sultanahmet Camii’nden, Sara Hatun Camii’nden; İshakpaşa Sarayı’ndan haberdar olup da Gümilcine’de Defterdar Ahmedpaşa ve İskeçe’de Çınar Camii’ni tanımamak haksızlık olur. Bu vatan toprağında dün yarına daha bir diri akıyor. Yunan hükümetinin uzunca bir zaman Türklere evlerini tamir izni vermemesi başta Gümilcine’nin Mesdanlı, Kır mahalleleri olmak üzere tarih dokusunun olduğu gibi kalmasına vesile olmuş.

BatTrakyalı, güleryüzlü, misafirperver, ı mbu insanlarla kendini bir ân için ütevekkil, azimli ve milli şuuru anlatılmaz derecede yüksek kimseler. İnsan, bu mekân ve İkinci Murad devrinde sanıyor.

Üç çeşit yazı kullanıyorlar. Osmanlıca, latin ve grek harfleri.

İsmine color="#800000">İsmine e’ye yabancılık Türkiye Türkü’nün en baş kusuru. Harf değişikliğini batı ile entegrasyon için yapmışız ama Yunanlı kendi yazısından zerre kadar taviz vermemiş. Yunanistan kendi yazı ve dilini İngilizceye karşı korumak konusunda bizlerden fersah fersah ileride.

Batı Trakyalı, gıpta edilecek yüksek milli şuuruna rağmen haliyle kendini azınlık olarak görüyor. Ne var ki ezanın minarelerden günde beş vakit okunduğu; ecdadın da dönümlerce uzayan kabristanlarda vatanı beklediği bir yeri dar’ül İslam saymamak bize ağır geliyor. Bu sebeple garbi Trakyalı azınlık değil.

Yunan hükümeti, batı Trakya Türkü’ne aile hukukuna müteallik mevzularda hukuki özerklik tanımış. Evlenme, nafaka, boşanma... gibi bahisler müftülüklere bağlı ve işinin ehli olan memurlar tarafından yürütülüyor.

Türkler arasında İslam hukuku cari olduğu için birden fazla evlilik imkân olarak mevcut. Ancak; Osmanlı zamanında olduğu gibi izin, belli şartlara bağlanmış. Birden fazla evli soydaşımız da çok az. Bununla beraber bu hak, bölgede nüfus avantajına kavuşmak için ciddi bir fırsat.

Türklerin en çok şikâyetçi oldukları, Rusya ve Romanya’dan gelen “kadın”lar. Bu zavallılar Türkiye’den sonra buraya da musallat olmuşlar. 25 km2 içinde beş tane batakhane varmış. Bu sebeple son zamanlarda daha boşanmalar artmış. Bir diğer şikâyetleri de izin verilen kumarhaneler.

Gümilcine ve İskeçe’de çok sayıda ve çok bakımlı camiler var. Sadece Gümilcine’deki Kur’an kursu sayısı 17. İskeçe ve köylerde de kurslar mevcut. Yunan hükümeti Kur’an-ı kerim kurslarına ilişmiyor. Zaten Yunanistan, protestan bir devlet. Papazlar kilisede evlenmemiş birinin ölümünde defin işine bile karışmıyorlarmış. Yunanistan’da kilise birinci kuvvet.

Osmanlı’dan intikal eden mülklerle birlikte kilise ülkenin yüzde kırk arazisinin sahibi olmuş. Fener Patrikhanesi, Osmanlı İmparatorluğundan kalan yerlerin kendisine ait olduğunu iddia ediyormuş. Bu sebeple Yunan kilisesi ile büyük bir ihtilafları varmış.

Yani Osmanlı’nın mirası için Fener Rum Patrikhanesi varis olduğunu iddia ediyormuş. Halbuki biz, Kavala’da tam aksini yapmışız...

Rahim Er
Türkiye, 03 Eylül 1997

0 yorum: