', ' öğrenmeye hoşgeldiniz: TÜRK DİLİ TARİHİNE GİRİŞ-ORTA TÜRKÇE DEVRİ-ORTA-ASYA TÜRKLÜĞÜ VE KÜLTÜRÜ

18 Ekim 2007 Perşembe

TÜRK DİLİ TARİHİNE GİRİŞ-ORTA TÜRKÇE DEVRİ-ORTA-ASYA TÜRKLÜĞÜ VE KÜLTÜRÜ

ORTA TÜRKÇE DEVRİ

ORTA-ASYA TÜRKLÜĞÜ VE KÜLTÜRÜ

840 yılında Kırgızların hücumu ile yıkılan Uygur Hanlığı’ndan göç eden Uygurların önemli bir kolu ana yurtlarından göç ederek Başbalık, Turfan, Bargöl, Hami havzasına yerleşmişlerdir. Dolayısıyla terk ettikleri coğrafyanın kültürü de başka Türk boylarına bırakılmıştı. Buna karşılık, Uygurlar yerleştikleri yeni yerlerde-ki halkın kültürüne nüfus etmiş, kendi medeniyet ve dillerini onlara aşılamışlardır. Aynı yüzyıllarda Karluklarla herhangi bir akrabalıkları olup olmadığı tam olarak tespit edilemeyen Karahanlı’lar da Kaşgar’la Çu ırmağı üzerindeki Karabalgasun’u işgal etmişlerdi. Ancak Türkler bu tarihlerden ta Karahanlı Devletinin kuruluşuna kadar bir devlet kuramamışlar ve dağınık bir halde yaşamışlardır. 10. yüzyılın başlarına doğru Karahanlı Devleti’nin kurulması üzerine, dağınık halde yaşayan diğer Türk boyları devlet çatısı altına alınmış ve bu devlet Satık Buğra Han’ın İslamiyet’i resmi devlet dini olarak kabul etmesiyle de birlikte ilk Türk İslâm devleti olma özelliğini kazanmıştır. Karahanlı adı ilk kez V.V. Grigorev (1816-?) tarafından kullanılmış ve bu ad ilim dünyasına mezkur devletin adı olarak geçmiş ve yerleşmiştir.

Orta-Asya tarihçiliğine göre Karahanlı Devleti Soğd dünyası için bir medeniyet prototipi sayılabilecek olan bir yerde yani Yedi-Su eyaletinde kurulmuştur. Ancak A. Caferoğlu bu görüşe katılmayarak bu yerlerin zaten göçebe Türklüğün merkezi olduğunu söylemektedir. Türk yerleşmesi sadece bu alanla sınırlı olmayıp bu alanın dışında geniş bir coğrafyayla daha 10. yüzyılda Maveraünnehir’in Şaş, Fergana eyaletleri ile Zerefşan’a yayılmıştır.

Türklerin esas yerleştiği yer ise 10. yüzyılda Yedi-Su eyaletidir. Burada büyük bir yerleşik kültür inşa etmiş olan Soğd’lardan istifade eden Türkler onlardan şehir hayatını ve tarımı öğrenmişlerdir. Bu kültür etkileşimi ihmal edilemeyecek bir seviyedeydi, özellikle şehir hayatı Türklerin en fazla nasiplendiği şeydi. Ancak bu etkileşim tek taraflı olmamış Türkler de kültürleri ve dilleri ile Soğdları etkilemiştir. Hatta büyük Türk göçleri ile nüfusları Türklere oranla iyice azalan Soğdlar bir süre sonra Türk medeniyeti içerisinde eriyerek Türkleşmişlerdir. Böylelikle Karahanlı Devleti Maveraünnehir sahasına kaplayan geniş bir bölgeye yayılmış oldu.

Küçük Uygur Hanlığı’nın varisi olan Karahanlılar, Seyhun ve Ceyhun ırmakları arasındaki yüksek kültür edinmiş olan sahayı hakimiyetlerini aldıktan sonra 10. yüzyılda da İslâmiyet’i kabul ederek İslâm kültürü ve medeniyetinden de fazlasıyla yararlanmışlardır. Bu yüzden Karahanlı devleti bu devir Orta-Asya Türklüğünün en yüksek ve kültürlü devleti seviyesine yükselmiştir. Göçebe bir medeniyeti yerleşik halkların kültürleri ile kaynaştırarak büyük bir medeniyet kuran Karahanlı devleti, yeni kurduğu millî devlet dili ve geleneğini bütün direnmesine rağmen doğudaki Uygur medeniyeti ile batıdaki Türk-İran medeniyetinden uzak tutamadı. Kaynaşan ve kalıplaşan bu ortaklaşa medeniyet Balasagun, Kaşgar ve Karahanlı devleti sınırları içerisinde kendisini sanat, edebiyat ve mimaride göstermeye başladı. Karma medeniyetin etkisi altında kalan sahanın ve yeni teşekkül etmeye başlayan yazı dili ve edebî Türk dili başlangıçta hafifçe yabancı dil tesirine uğramıştır. Zamanla bekâretini koruyamayarak oldukça ağır basan yabancı diller baskısına uğramıştır. Bu baskı, Karahanlı devleti içerisinde kalıntısı bulunan İran dili ve edebiyatından gelmiştir. Bu edebiyat, aynı zamanda veya dolayısıyla, hem Karluk-Uygur Türkçesinin, yani Doğu Türkçesinin ve daha sonraları Harezm’de tutunan Oğuz-Kıpçak Türkçesinin kuruluşunda da etkili olmuştur. Bu yüzden her iki edebiyatın yapısında Arap ve Fars dillerinin morfolojik, lûgat, kaide ve servetine rastlanmaktadır.

Aynı yüzyılın sonlarına doğru Türk kölemenlerinden Mahmut Gaznevî (962-1183) tarafından kurulan bir diğer Türk devleti de Gazneliler devletidir. Horasan ve Gazne gibi devrin önemli siyasi merkezlerinde kurulan Gazneliler devletinin hükümdar ailesi tamamen Türktür. Gazne şehrini babasından tevarüs ettikten sonra devletin sınırlarını Hint denizinden sabık Hilâfetin batı sınırına kadar genişleten Gazneli Mahmut büyük bir devlete sahip olmanın yanında büyük bir servete de sahipti. Gazneli Mahmut, kültürü az olmasına rağmen saray etrafında eski Sâmâniler tarzında bir saray hayatı kurmuş ve devrin alimlerini etrafında toplamasını bilmiştir. Yeni vücuda getirdiği kültür hayatının kurucuları arasında Dâmgânî, Ferrûhî, Tuslu Asâdî, Utbî, Firdevsî ve saire bulunmaktaydı. Özellikle Firdevsî’nin Şehnâme’sini bu zamanda yazmış olması dikkat çekicidir.

Gazne devleti dışında Horasan, Kirman, Şam, Anadolu sahasında 11. yüzyılda, 12. yüzyıl başlarında ise Irak sahasında Selçuklular devleti kurulmuştur.

TÜRKLERİN İLK İSLAM DAİRESİNE GİRİŞLERİ

Edinilen bilgilerin gerçekliği tam olarak kanıtlanmamış olsa da ilk Türk Arap karşılaşması 642 yılında son İran hükümdarı Üçüncü Yezdicerd’in Toharistan’daki yenilgisi neticesinde olmuştur. Halife Osman zamanında Horasan’nın Arapların eline geçmesiyle, Araplar Orta-Asya içlerine kadar yayılmışlardır. Türklerin sert mukavemetine rağmen bu iki kavim arasında elli yıla yakın süren savaşlar araların zaferi ile sonuçlanmış ve Orta-Asya’nın büyük bir kısmı Emevi devleti’nin sınırları içerisine katışlmıştır. Fethedilen yani topraklardaki yerli halk İslam dini ve medeniyeti halkasına alınmış ve böylece Türkler arasında İslamiyet hızla yayılmaya başlamıştır.

İslamiyeti kabul eden ilk kuşak sadece şeklen müslümandı, dinin gereklerini yerine getirme noktasında gevşeklerdi. Ancak ikinci kuşak bu yeni dine samimiyetle bağlanmış ve sahip çıkmıştır.

ARAP-TÜRK YAKINLAŞMASI

Emeviler zamanından itibaren başlayan Arap Türk yakınlaşması bilhassa Abbasiler zamanında gelişme gücünü bulmuştur. Yabancı unsurların yardımı ile iktidarı ele geçiren Abbasiler, iktidarlarını Arap ordusu ile korumak ve güçlendirmek yerine, Türk ordusundan istifade etmeyi tercih etmişlerdir. Bu yüzden halifenin ordusu seçme bir orduydu ve bu ordu Türklerden oluşmaktaydı. Bağdat ve semerkant gibi şehir merkezlerinde bu ordu için büyük kışlalar yapıldı ı ve askerlere bolca maaş verildi. Böylelikle iktidardaki Abbasi soyu meşruiyetini Türk ordusundan alır bir hale geldi. Türk ordusu ile güçlenen Abbasiler, orduyu kendilerine bağlamak için komutanlara yüksek mevkiler verdiler. Bazen de evlilik yoluyla bu bağ kurulmak istendi. Mesala halife Mutasım iktidarını güçlendirmek ve akrabalık yoluyla Türk ordusunun desteğini almak için bir Türk kadını ile evlendi.

Türklerin iktidardaki bu gücü, iktidarın zayıfladığı anda iktidarı ele geçirmek ve devlet kurmak amacı ile hareket edecekti. Nitekim Abbasi devletinin zayıflamaya başlamasıyla Türkler iktidardaki güçlerini harekete geçirdiler ve kısa bir sürede devleti ele geçirdiler. Böylelikle Arap dünyasında hanedanın Türk tebaanın ise Arap devletler ortaya çıkmaya başladı.

KAŞGARLI MAHMUT

Kaşgarlı Mahmut hakkında divanında rastladığımız kayıt dışında bir belgeye ya da kayda sahip değiliz. Müellifin asıl adı ile eseri hakkında ilk malumata keşfüz-zunun’da rastlamaktayız. Buradaki kayda bakılırsa, müellifin asıl adı Mahmut bin Hüseyin bin muhammeddir. Kaşgarlı Mahmut yüksek bir Türk ailesinin çocuğudur. İyi bir eğitim almıştır.

Abbasi halifesi muktedi Billaha 1077 yılında ithaf ettiği Dîvânü Lugât'it Türk akıcı bir üslupla kaleme alınmış bir eserdir. Eser ali emiri tarafından tesadüfen ele geçirilmiştir. Kilisli Rıfat tarafından neşredilmiş. Türkçeye çevirisi birkaç kez denendi ise de en verimli çeviri besim atalayın çevirisi olmuştur.

Dîvânü Lugât'it Türk Araplara Türkçe öğretmek amacı ile yazılmış bir eserdir. Ancak o zamanki canlı Türk şivelerini yansıtması, kelimeleri örneklendirirken halk edebiyatı ürünlerinden istifade etmesi Dîvânü Lugât'it Türk eşsiz bir hazine haline getirmektedir. Eserde toplanan kelimeler, Arap sistemi üzerine, ünsüzlerin sayısı nispetinde vezin kalıplarına ayrılmış ve muhtelif bahislere bölünmüştür. Konuya göre, Türk şivelerinin fonetik ve morfolojisine de, serpinti halinde temas edilmiştir. Kelimelerin zaptında tamamiyle Arap transkripsiyonuna riayet edilmiştir.

Kelimeleri izah eden örnekler , genellikle Türk atasözlerinden ve halk edebiyatı parçalarından alınmıştır. Kaşgarlı divanında , yalnız Türk halklarının sözlüğünü toplamakla yetinmemiş, ayrıca Türk kültür hayatının örfe inanışa, kütle coğrafyasına ve toponomastikasına dayanan bilgileri de bir araya getirmeye çalşışmıştır. Dolaştığı Türk halklarının toponimik, etnonimik ve antroponomik durum ve telakkilerini belirtmek sureti ile çağının Türk toponomastik yapısını da meydana koymuştur.

Dîvânü Lugât'it Türk’de yer alan harita ilk Türk dünyası haritasıdır. Bu haritanın merkezi Türk topluluklarının merkezi sayılan balasağun’dur. Haritada Türklerin dışında onlarla ilişkileri olan çeşitli milletler de gösterilimiştir. Harita sadece Türkleri ve onlarla ilişkide bulunan diğer milletleri gösterdiği için Orta-Asya sahasından başka sahalar gösterilmemiştir. Haritanın Türk haritası olması kuvvetle muhtemeldir. Haritanın merkezini balasağun şehri olması, Türklere ait boy, şehir, dere ve denizlerin itina ile gösterilmesi bu haritanın bir türkün elinden çıktığının ispatıdır.

Haritada gösterilen Türk boylarına gelince, Kaşgarlıya göre Türk boyları başlıca yirmi esas kökten türemiş ve her boy birkaç uyruğa ayrılmıştır. Kâşgarlı Mahmud Türklerin 20 boy olduğunu yazar ve onları batıdan doğuya doğru şöyle sıralar: 1. Beçenek, 2. Kıfçak, 3. Oğuz, 4. Yemek, 5. Başgırt, 6. Basmıl, 7. Kay, 8. Yabaku, 9.Tatar, 10. Kırkız, 11. Çigil, 12. Tohsı, 13. Yağma, 14. Uğrak, 15. Çaruk, 16. Çomul, 17. Uygur, 18. Tangut, 19. Hıtay. Listedeki Hıtay'ı Kâşgarlı'nın ifadesiyle "Çin ülkesi" olarak ayırmak gerekir. Bu sıralamadan az sonra Kâşgarlı Beçeneklerle Kıfçaklar arasına Suvarlarla Bulgarları yerleştirir. Kâşgarlı'nın iki dilli oldukları için dillerini bozuk saydığı Soğdak, Kençek, Argu ve Tangutlardan Arguları da Türk boyları arasında saymalıyız. Demek ki 11. yüzyılda Balkanlardaki Bizans sınırından Çin ve Moğalistan içlerine kadar Türkçe konuşuluyordu.

KAŞGARLIYA GÖRE Türk ŞİVELERİNİN FONETİK VE MORFOLOJİK YAPISI

Kaşgarlı Mahmut Türk ulusunun boylarını birer birer tasrih ettikten sonra, ayrıca, 11 asır Türk şivelerin arasındaki münasebetleri de tayine çalışmıştır. Ona göre 11. asır Türk şivelerinin genel yapısı şöyle bir tasnife tutulmuştur.

1. en açık ve en doğru Türk şivesi, ancak bir dil bilip İranlılarla karışmayan ve yabancı ülkelerle temasta bulunmayan kimselerin şivesidir. İki dil bilenler ve şehirlilerle düşüp kalkanların şivesi bozuktur.

2. cabarka ahalisinin dili, oturdukları sahanın çok uzak olmasından dolayı malum değildir.

3. çin ve maçin halkının müstakil dilleri vardır. ayrıca buraların şehir ahalisi türkçeye vakıftır. Bunlar mektupları Türk harfleri ile yazarlar.

4. yecuc ve mecuc ülkesinin dilleri meçhuldur.

5. tübüt ve hotanlıların kendilerine mahsus dilleri ve yazıları vardır.

6. Uygurların şivesi öztürkçe olmakla beraber ayrıca kendi aralarında konuştukları özel bir ağızları vardır.

7. göçebe çumulların kendilerine mahsus anlaşılmaz bir dili vardır.

8. Kırgız

9. oğuz, tuhsı, yağma, çiğil, ığrak ve çamuk boylarının, öztürkçe olmak üzere, yalnız bir şiveleri vardır.

10. rum diyarına yakın olan peçeneklere kadar, Bulgar ve suvar boylarının şivesi türkçedir.

11. 11. yüzyıl balasağun ağalısi hem Türkçe hem de soğdça konuşmuştur.

12. arğu şehirlerindeki halkın şivesi bir dereceye kadar yumuşaktır.

13. kaşgar’ın kencekçe konuşan bazı mahalleri olmuştur. Fakat bizzat şehrin içindeki ahali hakaniye şivesini kullanmıştır.

Kaşgarlı devrinin türkçesini şöyle katagorize eder:

1. Türk şivelerinin en kolayı oğuzların şiveleridir.

2. em doğru şive tuhsılarla yağmalarındır.

3. Uygurların ülkesine varıncaya kadar “lla” ertiş, itil, yamar ırmakları boyunda oturan Türklerin şivesi doğu türkçesidir.

4. Türk şivelerinin en zarifi ve en açığı hakaniye türkçesidir.

Dîvânü Lugât'it Türk’e göre Türk şivelerin ayrılıkları

1. hakaniye Türkçesi karşılığı olarak oğuz ve Kıpçak boyları “y” ile başlayan isim ve fiillerdeki bu sesi “elife” tahvil ederler, yani düşürürler.

2. aynı “y-, -y” sesi kıpçakcada c olur.

3. arğular kelime ortasında veya sonundaki “y-, -y” sesini “n”ye çevirirler.

4. oğuz, Kıpçak ve suvar boyları kelime başındaki m sesini b’ye çevirirler.

5. oğuzlar ve onlara yakın olan Türk boyları “t” sesini kelime başında ve sonunda d olarak telafuz ederler.

6. aksine olarak “-d-” sesi oğuzlarda “-t-” olmuştur.

7. f ile b arası üç noktalı “w” oğuzlarda ve onlara yakın olanlarda “v” olmuştur.

8. fdd

9. hotanlılarla kencekliler kelime başındaki elifi “h”ye tebdil ederler.

10. zaman ve mekan adlarının sonundaki “-ġ” oğuz şivesinde “elif”le karşılanır. Aynı zamanda oğuz ve Kıpçak şivelerinde, gerek isim ve gerek fiillerde işin devam ettiğine dair bir delil bulunduğu takdirde kelime ortasındaki “-ġ”lar düşer.

11. Çin’e varıncaya kadar Uygur, arğu, çiğil, tuhsı, yağma gibi Türk boylarında geçmiş zaman eki –dı,-di olduğu halde, suvar ve kıfçaklarda –duk, -dük olmuştur.

HAKANİYE TÜRKÇESİ

Hakaniye Türkçesi tabirinin mucidi kaşgarlı mahmuttur. Kaşgarlı Mahmut, bu ifade ile daha çok çağının en zarif ve en ince Türkçesine işaret etmek istemiştir. Çağdaşı olan Yusuf has hacib de kutadgu bilig’i “han tilince” yazdığını söyleyerek bir nevi kaşgarlının tanımını desteklemiştir. Kısca bu şiveyi izah etmek lazım gelirse, onu doğrudan doğruya, Karahanlılar devrinin resmi devlet ve yazı dili olarak kabuşl etmek gerekir. Coğrafi yayılış bakımından ise, bu Türkçe, Kaşgar ve Balasagun şehirleri ile, bunların çevresinde yani, Karahanlılar devletinin hakimiyeti altındaki sahanın “edebî Türkçesi” olmuştur.

OĞUZ TÜRKÇESİ

11. yüzyılda kaşgarlının hakaniye türkçesinden sonra oğuz türkçesini ikinci bir şive olarak gösterir. Kaşgarlı bu iki şive arasındaki farklılıkları net bir biçimde ortaya koyabilmek için, oğuz türkçesine karşılık hakaniye Türkçesi ile birlikte de Türk dili tabirini kullanımıştır. Dîvânü Lugât'it Türk’ün birçok yerinde bir kelime izah edilirken, “Türkler böyle derken oğuzlar ise şöyle der” diyerek bu farklılığı ortaya koymuştur.

Kaşgarlıya göre oğuz Türkçesi zmresine sahip olanlar: “Kıpçak”, “yemek”, “peçenek”, ve “Bulgar” şiveleridir. Oğuzlar Farslılarla çok karıştıklarından Türkçe kelimeleri unutup Farsça kelimeler kullanmaya başlamışlardır. Kaşgarlı’ya göre , oğuzlar diğer Türk boylarından ziyada daha fazla İran medeniyetinin esiri altında kalmışlardır.

MÜŞTEREK ORTA Asya TÜRKÇESİ

YAPISI VE ÜRÜNLERİ

11.yüzyılda Türk dünyasının geniş bir coğrafi sahaya yayılmasına rağmen, Türkler içerisinde kendini hissettirecek derecede müşterek bir yazı dili olmuş ve bu dille bir edebiyat meydana getirilmiştir. Bundan dolayı küçük asyayı vatan kabul eden oğuz Türkleri için de “müşterek Orta-Asya Türkçesi” tabirini kullanabiliriz.

KUTADGU BİLİG

Karahanlılar döneminde balasagun’da yaşadı. İyi bir eğitim gördü. Arapça ve Farsça öğrendi. Elli yaşını geçince kaşgara geldi. Kutadgu bilig’i 1070 yılında kaşgarda tamamlayarak, Karahanlı hükümdarı tabgaç buğra hana( hasan bin Süleyman) sundu. Şairin gücünü değerlendiren hükümdar yusuf’a has hacip ünvanını verdi. Yusuf has hacip, ortaasyada iç çatışmaların arttığı yıllarda ahlak kurallarının yeniden düzenlenmesine ihtiyaç duyarak, geçmiş dönemdeki “ideal” toplumun ortaya konması yoluyla, kendi dönemini eleştirdiği eserinde Türkçe yazmaya özen göstermiştir.

Eserin konusu: kutadgu bilig, mesnevi biçiminde hakaniye Türkçesi ile yazılmış olup 6645 beyittir. Önce Uygur harfleri ile yazılmıştır. Kutlu olma bilgisi ya da saadet veren bilgi anlamına gelir. İnsana her iki dünyada mutluluğa erişmesi için izlemesi gereken yolu göstermek amacı ile kaleme alınmıştır. Yazar, eserinde ideal bri insanın ve devletin nasıl olması gerektiğini, yöneten ve yönetilenlerin görevlerini ayrıntıları ile işler; dinden felsefeye, görgü kurallarından spor ve edebiyata pek çok konuyu ele alır. Yalnız bir ahlak kitabıdeğil, ansiklobedik nitelik taşıyan geniş kapsamlı bir düşünce eseri olan kutadgu bilig, dört kavramı temsil eden dört şahsın karşılıklı konuşmaları üzerine kurulmuştur. Hükümdar kün togdı “adalet”, vezir ay tuldı “baht”, vezirin oğlu ögdilmiş “akıl”, vezirin kardeşi odgurmuş “akıbet” kavramlarını temsil etmektedir. Eserin viyana, Fergana ve kahire nüshası olmak üzere 3 nüshası vardır.

MÜŞTEREK ORTA-ASYA TÜRKÇESİ’NİN KAŞGAR ŞİVESİNDE YAZILMIŞ ESERLERİ

Kutadgu biligle başlayan “müşterek Orta-Asya Türkçesi” türlü kültür merkezleri ile Türk boylarının etnik ve diğer birçok özellikleri tesiri ile bazı devreler geçirmek zorunda kalmıştır.

  1. Karahanlılar devrinden itibaren Kaşgar şivesinde inkişaf eden Türkçe ki buna hem hakaniye hem de doğu Türkçesi adı verilmektedir. Merkezini Kaşgar oluşturmaktadır.
  2. batı türkistanın Seyhun ırmağı aşağı mecrası ile harezmin muhtelif merkezlerinde inkişaf eden harezm(altınordu) türkçesidir.
  3. türkistanın muhtelif merkezlerinde inkişaf eden Orta-Asya türkçesinin en parlak devrini teşkil eden Çağatay Türkçesi.

Atabetü’l hakayık

Yaşamı hakkında kaynaklarda kesinbir bilgi yoktur; sadece ali şir nevai’nin Nesaimü’l-mahabbe adlı eserinde daha çok destansı bazı bilgiler verilmektedir. Türkistanda taşkentin güneyindeki yüknek’te doğdu. Babasının adından dolayı edib ahmed bin mahmud yükneki adıyla da anılır. Doğuştan kördür.

Atabetü’l hakayık(gerçeklerin eşiği) edib ahmed’inhakaniye Türkçesi ile yazdığı atabetü’l hakayık’ın yazılış tarıhi bilinmemekle birlikte kutadgu biligden elli sene sonra yazıldığı sanılmaktadır. Karahanlılardan Muhammed sad sipehsalar beye sunulan atabeül hakayık, dini, ahlaki, didaktik bir eserdir. Kutadgu biligdeki Türkçe yazma kaygusu bu eserde yoktur. Edib Ahmet hiç gereği yokken bir çok yabancı kelimeyi eserinde kullanmıştır. Arap ve Uygur harfleri ile yazılı altı nüshası vardır.

Ahmet yesevi ve hikmetleri

Ahmet yesevinin hayatı hakkında elimizde kesin bilgiler yoktur. Yaşamı üzerine bilinenler menakıpnamelere dayanır. Yeseviyye tarikatının kurucusudur. Tarikat Türk törelerine uygun olduğu için kısa sürede yayılıp genişledi. Özellikle sirderya ve Taşkent yöresindeki bozkırda yaşayan göçebe Türkler arasında İslam inancının yerleşmesinde büyük rol oynadı ve yesevilik göçebe Türkler arasında eski Türk gelenek ve törelerini içeren bir öğreti olarak yerleşti. Hakaniye Türkçesi ile yazan Ahmet yesevinin manzumelerinde, öğretisini yaymak amacının ağır bastığı görülür. Yalın Türkçe ile yazılmış dörtlüklerden oluşan “divan-ı hikmet” tasavvufi şiirlerden oluşan bir eserdir.

Divan-ı hikmet: Hakaniye Türkçesi ile yazan Ahmet yesevinin manzumelerinde, öğretisini yaymak amacının ağır bastığı görülür. Yalın Türkçe ve hece vezni ile yazılmış dörtlüklerden oluşan “divan-ı hikmet” tasavvufi şiirlerden oluşan bir eserdir. Divan-ı hikmetin bilinen nüshaları, tahmini olarak 16. ve 17. yüzyıldan eski değildir. Bu yüzden eserin yazıldığı dilden uzaklaşılmış ve eser, çoğaltıldığı dilin özelliklerini alarak değişime uğramıştır. Divan-ı hikmet nüshalarının, içerik bakımından olduğukadar dil bakımından da farklılıklar göstermesi, bunların farklı kişiler tarafından meydana getirildiğini göstermektedir.

Kısasü'l-Enbiya: kutadgubilige şivece en yakın eserlerden biri de rabguzinin Kısasü'l-Enbiya’sıdır. 14. yüzyıl garbî Türkistan mahsullerinden olup, müşterek Orta-Asya türkçesine bağlı Kaşgar şivesinin en önemli örneklerindendir. Yazar rıbat oğuzi kasabasında dünyaya gelmiş ve bunun kadisi olduğundan rabguzi lakabını almıştır.asıl adı burhanü’d-din oğlu masurü’d-din’dir. Yazarın iafdesine bakılırsa rabguzi lakabını arayanların kendisini kolayca bulması için almıştır. Kısasü'l-Enbiya 1310’da bitmiştir. Dini mahiyette olduğundan sade bir Türkçe ile yazılmıştır. Eser nesir halinde olup,birçok şiir parçasını da ihtiva etmektedir.

MÜŞTEREK ORTA ASYA TÜRKÇESİNİN BATI TÜRKİSTAN ŞİVELERİ

HAREZM TÜRKÇESİ

Orta-Asya sahasında Türklerin büyük büyük bir nüfus kazanmasıyla birlikte yeni ülkeler fethetmeleri buraların da hızlı bir şekilde Türkleşmesini sağladı. Harezm, bu Türkleşme işleminin olgunlaşmasını geçirmiş, Orta-Asya merkezlerinin en önemlilerinden biri olmuştur.islamiyetin ilk çağlarında konuşulan dil, İran dilinin bir şivesi olmuş ve diğer İran kavimleri tarafından anlaşılmamasına rağmen 11 yüzyıla kadar bu saha ahalisinin hakim bir anlaşma vasıtası olmuştur. Bozkırların Türkleşmesi sonucunda aynı işleme tabi olan harezm üzerinde de, tedrici bir surette, Türk dilinin etkisi hissedilmeye başlanmıştır. Salında bir İran dilinin bir şivesi sayılan harezm Türkçesi kelimeleri içinde, halis iran kelimeleri olarak sayılanların bir çoğu, aslında Türkçe oldukları halde Farsça sayılmıştır. Bu kelimelerin bugün Türkçe oldukları anlaşılmıştır. Bu kelimelere bakarak harezm sahasının türkçenin hakimiyetine girişini 11. yüzyıldan daha öncelere götürebiliriz; ancak bugün kabul edilen görüş, Türk dilinin harezm sahasındaki hakiki inkişafının 11. yüzyılda başladığıdır. Aynı yüzyıldan itibaren burası Türklerin yoğun olarak yerleştikleribir saha haline gelmiş ve bu sahada büyük şehirler kurulmaya başlamıştır. Bu Türkleşmeyle birlikte Türk dili ve edebiyatı daha sağlam bir yön alarak müşterek Orta-Asya türkçesinbin harezm şivesini doğurmuştur

Harezm şivesi ile yazılan eserler

  1. nehcü’l-feradis
  2. muinü’l-mürid
  3. muhabbet name
  4. mukaddimetül edeb

nehcü’l-feradis: Nehcü'l-Feradis, dil açısından oldukça önemliolmasına rağmen edebi bakımdan zayıf bir eserdir. Harezm şivesine göre harekelenmiştir; ancak kelime serveti bakımından sadece harezm türkçesine ait olmayıp birkaç şive karması ürünüdür. Şimdiye kadar Nehcü'l-Feradis’in birkaç nüshası elimize geçmiştir. Bunların üçü kazandadır. Oldukça iyi korunmuş olan bir nüsha yatla şark müzesinde diğer bir nüsha ise İstanbul süleymaniye kütüphanesindedir.

Muinü’l-mürid: altun-orda’nın harezm sahasında yazılan ve yerli şive özellikleri gösteren eserlerden biri de Muinü'l-Mürid’dir. Bu eser aslında Kaşgar şivesince yazılmış, ancak tıpkı Nehcü'l-Feradis’te olduğu gibi harezm türkçesiyle harekelenmiştir. İçeriği dini şiir parçalarından ibarettir. Türk topluluklarında uzun zaman okunmuş ve çok sevilmiş bir eserdir.

Muhabbetname: harezm şivesi ile yazılmış bir diğer önemli eser de horezmî’nin muhabbetnamesidir. Sahasının edebi dili ile yazılmasına rağmen kıpçakçaya yakınlık göstermektedir. Harezm şivesi ile yazılan diğer eserlere oranla üzerinde Kaşgar şivesinin etkisi çok azdır. 1352 tarihinde yazılmıştır. Muhabbetnamenin bilinen dört nüshası vardır. bunlardan biri Uygur harfleri ile diğer üçü ise Arap harfleri ile yazılmıştır.

Mukadiimetüledep: Türk idaresine geçtikten sonra, tarihi medeniyetini ve tarihi önemini muhafaza eden harezm, Türk, Arap, fars moğol vesaire gibi edebi dillerin doğuşunda da büyük rol oynamıştır. Devrin en ileri gelen ve edebiyatı yan yana kullanılan bu dilleri önemlerine göre, kendi bünyesinde toplayan il eser, Zemahşeri’nin Mukaddimetüledeb’idir. Türk diline ait içerisine aldığı ve işlediği malzeme itibariyle bu eser, Kaşgarlı mahmutun divanılugatitürk’ünden sonra türkçemizin tarihi gelişimini göstermesi bakımından büyük bir yer işgal etmektedir. Başlangıçta eser, sırf Arap dilin muhtelif kavimlere tanıtmak amacı ile yazılmış olduğundan, mukaddimesinde türkçeye dair hiçbir bilgi mevcut olmamıştır.

Eser Türk, Moğol ve Farslarla meskun sahalarda oldukça büyük bir ilgiye mahzar olmuş ve bu dillere çevrilmiştir.

0 yorum: