TÜRKİYE’NİN BATILILAŞMASI
TÜRKİYE’DE BATILILAŞMA
1923 – 1945 (Tek Parti)
Türkiye’de batılılaşma konusuna baktığımızda, bu olgunun geçmişini Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine kadar götürmekteyiz. Öyle ki III. Selim ve II. Mahmut dönemlerinde değişim rüzgarları esen dönemler dinamizmin en açık göstergeleri olmuştur. Yaşanan bu değişimler Cumhuriyetin kurulmasında büyük öneme sahip olmuşlardır; Fakat üzerinde önemle durulması gereken nokta Osmanlı Devletinin son dönemlerinde yapılan yenileşme hareketlerinin tamamen ıslahat niteliği taşımasına karşın, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda görülen yeniliklerin tam anlamıyla devrimleri teşkil etmesidir! III. Selim, II. Mahmut Tanzimat ve Islahat Fermanları ve sonrasındaki Meşrutiyet hareketlerinin bir uzantısı görünümünde olan Tek Parti dönemi reformist özelliklere sahipti.
Cumhuriyet dönemi batılılaşma çabaları, emperyalizme karşı yapılan İstiklal Savaşı’nın hemen sonrasında başlamıştır. Burada ne tuhaftır ki emperyalist ülkelere verilen savaşın bitişinin adında bu ülkelerden aktırılanlar sosyal bünyeye adeta uydurulması gaye edinilmiştir. Batı klerikalizminin yaşatılmasının hedeflendiğinin en açık göstergeleridir.
Tek parti döneminin belirleyici özelliği olana tepeden inmeci yeni radikal anlayışları zamanla Kemalist zümre ile halkın arasında kopuklukların yaşanmasına neden olmuştur. Oluşagelen koklukların altında yatan temel neden hiç şüphesiz geleneksel değerlere bağlı bir toplumun tamamiyle farlı bir toplumun hayat tarzını benimsemesi arasındaki çelişik durumdan kaynaklanıyor olmasındandır. Bu dönem özellikle Avrupalı aydınları tarafından demokrasiden ziyade totoliter xxxxxx olarak adlandırılmaktadır.
Batılılaşma ile modernleşme kavramlarının önemine değinmeden batılılaşma olgusunu ele alamayız. Bu bakımdan günümüzde bile sık sık karıştırılan bu iki kavram asıl olarak birbirlerine ne zıt ne de birbirleriyle eş anlamlı kavramladır. Bu iki kavram birbirini tamamlayan kavramlardır. Modernleşme, bilim ve teknolojideki gelişmeleri ifade ederken, batılılaşma daha çok modernleşmenin beraberinde
Getirdiği daha çok sosyo – kültürel anlamdaki değişmeleri içermektedir. Öz benliğini korumuş olan bir millet ancak batılılaşmanın yaratacağı olumsuz hallerden uzaklaşabilmektedir. Aksi halde kültür yozlaşmasından uzaklaşamayarak, toplumda çatlaklıkların oluşmasına meydan verecektir.
Tek parti esas olarak yaptığı devrimlere TOPYEKÜN KALKINMA’YI gerçekleştirmek için yoğun şekilde hızlı bir şekilde uğraşı vermiştir. Yeni kurulan bir devlette çağdaşlaşmayı ana koşul olarak kabul edilmiştir. Tek elden yapılan devrimler, Batılı gibi olmanın yanında milli bütünlük ve milli kimlik esaslarının da benimsenmesini gerekli görmekteydi. Topyekün kalkınma hedeflenerek sınıfsız bir toplum yapısı modeli düşünülmüştür.
Topyekün kalkınmadan anlaşılmak istenen, eğitimden, hukuka, ekonomiye, sosyal, siyasal, kültürel alanlara kadar yayılması idi. Köklü değişimler, eski devletin izlerini silmeyi, tam anlamıyla yepyeni bir çağdaş bir Türk yaratma girişimiydi hiç şüphesiz!
Değişim konusunu tekrar ele alacak olduğumuzda;
Bir toplum çağdaşlaşması ya da gelişme açık olması; ancak o toplumun ekonomisi ile eğitimiyle, sosyal yaşantısıyla ve her şeyden önemlisi bireylerin üreticilikleriyle gerçekleşir. Bu ise toplumsal değişim kavramının tam manasıyla idrak edilmesiyle mümkün olur.
“Toplumsal Değişim” kavramı bireyde; bireyin beyninde oluşuyor, sonra tüm topluma yayılıyor... iyi yönde düşünce içerirse o toplumun adeta müreffen uygar bir toplum olmuyor... insan insanla çatışmıyor. Üreten, seven, şefkatli, dürüst, onurlu ve namuslu bireyler oluşuyor. Şayet toplumsal değişim kavram doğru anlamdan gelişim göstermiyorsa toplumun mutsuz ve umutsuz bireyleri kitleler halinde çok geçmeden kendini gösteriyor.
Toplumsal değişim kavramının doğuşu genel olarak düşünürsek; toplumsal yapı içinde rol oynayan her bireyin “aktör” toplumsal sistem ise bu bireylerin aktörlerin birbirleriyle etkileşmeden ortaya çıkar. Bu değişimi irdelerken salt tarihsel süreçler olarak saptama yapmamak gerekir. “Ailenin örgütlenişindeki, hayat kazanma yollarındaki, dinsel davranışlarındaki, insanlar tarafından benimsenen değerlerdeki ve kullanılan teknolojilerdeki tüm değişmeler toplumsal değişim kavramını oluşturmaktadır.
Türkiye’de başlayan batılılaşma hareketlerinin, topluma getirdiği maddi ve manevi dayatmalar, pek çok boyutuyla birlikte; toplumsal değişme sürecini hızlandırmıştır. Bu sürecin, devlet bürokrasisinde olduğu kadar, toplumun pek çok katmanında da yansımaları olmuştur. Sonuçları ise; yeni toplumsal yaşantının oluşmasında rol oynamıştır. Kentlerdeki güncel yaşayış elemanlarından, köylerdeki değişim elemanlarına kadar, pek çok maddi ve manevi kültür değişmelerini görmek mümkündür. Bütün bu değişmelerin, kimi değiştirmesine karşın yine de bir dikey hareketlilik olarak gerçekleştiği görülebilir. Nitekim, Sarakin’in Batı toplumlarında Sanayi Devriminin bu yana görülen dikey hareketliliğini olumlu bir gelişme olarak gören yorumu hatırlandığında, benzer yorumu Türkiye’nin değinilen dönemdeki toplumsal değişimine uyarlamak mümkündür. Toplumsal değişmenin kültür boyutunda, özellikle maddi kültür değişmelerinde yoğun bir hareketlilik söz konusu olmuştur. Toplum olarak içinde yaşanılan doğal çevrede, insan gruplarıyla bütünleşen alet – edevat kadar, kişilerin davranış kalıplarında ve giyim kuşamlarında da değişmeler söz konusu olabilmiştir.
Toplumsal değişme hemen hemen her toplumda var olan sosyolojik bir kavramdır. Bu değişme ile Türkiye’de son yüzyılda hızlı bir şekilde sürmüş, ülke ile kabuk değiştirerek, yepyeni bir devlet ve toplum felsefesi ortaya koyabilmiş, kültürel devrim gerçekleşmiş, yeni ideolojik kalıplar edinebilmiştir.
Kemalizm, pozitivist, milliyetçi ve anti – emperyalist niteliklerinin yanı sıra “çok partili demokrasi”ye inanıyor. Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak bir “tek parti” yönetimine gidilmişse, toplum düzenini değiştirmek için gerekli görülmüştür de ondan bu. Yoksa asıl amaç, çağdaş uygarlık düzenine varmak, Batı’ya karşın Batı gibi daha ve Batı’nın en büyük özelliği olan “çok partili demokrasi”ye geçmek. Nitekim Atatürk daha yaşarken, iki kez denemesi de yapılmış bu geçişin 1925’te “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” 1930’da da “Serbest Fırka” kurulmuş. Ne var ki, her ikisi de başarısızlıkla sonuçlanan denemeler bunlar.
Atatürk İhtilali (Bağımsız Savaşı ve Devrimleri) emperyalizme karşı yapılmıştı. İlginç olan nokta, Atatürk’ün “emperyalizme” karşı savaşırken, araç olarak onun kendi silahını seçmiş olmasıydı. Batı’da endüstrileşme sonrası ortaya çıkan türde bir toplumun yaratılması, bir “ulus – devlet”in kurulması, O’nun Batı “emperyalizmine” karşı bulduğu savunmaydı. Bu yüzden bütün devrimler, olanaklı olan hızla endüstrileşme sonrası Batı türü bir toplumsal yapı oluşturmaya yönelmişti. Halkçılık, devletçilik, laiklik ve ötekiler, hep Batı ülkelerinin toplumsal ve ekonomik niteliklerine ulaşmak için kullanılan kestirme yolları simgeliyordu.
Gerek “aydınlanma devrimini” gerekse “sanayi devrimini” yaşamamış, bu aşamalardan geçmemiş bir toplumda, bu aşamaların sonunda ortaya çıkan ürünü, yani “endüstrileşmiş bir ulus – devleti” yaratmaya çalışan Atatürk, bu kısa yolların başarılı olduğu oranda, Türkiye’nin çağdaş dünyayı yakalamasını sağlamış olacaktı.
Yeni Türk Cumhuriyetinin kurulmasıyla birlikte özellikle “demokrasi sorunu” bakımından Tek Parti Dönemi büyük önem arz etmektedir.
İlk olarak tek parti dönemini “vesayet rejimi”, dönemin Cumhuriyet Halk Partisini “vesayet partisi” ve dönemin ideolojisi olan Kemalizm’i “vesayet ideolojisi” olarak nitelemek söz konusudur. Vesayet kavramı, burada, rejimin, partinin ve ideolojinin sürekli ve kalıcı bir otoriterlik peşinde olmayıp, aksine, toplumu, modernleşme kuramında anlaşıldığı türden (Batı tipi) demokrasiye hazırlamayı amaçladıkları fikrini içirmektedir.
Cumhuriyet Türkiyesi’nde nihai bir demokratikleşmeyi kolaylaştırıcı öğeler de şöyle sıralanmaktadır:
1.
- Rejim, tek partili olsa da sınırlı bir çoğulculuğa sahiptir. Bir parlamentonun varlığını sürdürmesi rejimin hukuksal temelini belirleyen 1924 Anayasası’nda muhalefetin örgütlenmesine (Cumhuriyet Halk Partisi’nden başka siyasal partilerin kurulmasına) yönelik bir yasaklamanın olmayışı, özellikle parti kongrelerinde ülke sorunlarının görece özgür bir tartışma içinde ele alınabilmiş oluşu bu sınırlı çoğulculuğun göstergeleridir.
- Cumhuriyet Halk Partisi, hep bir kadro partisi niteliğinde kalmıştır. Türk devriminin bir “tepeden devrim” olduğu görüşü doğrultusunda, cumhuriyet halk Partisi’nin hiçbir zaman “köylü kitlesi”ni siyasal bir mobilizasyon için kullanmadığını da (kullanmak istemediğine) ve bu anlamda modernleştirici seçkinlerin partisi olarak kaldığına dikkati çeken Özbudun, cumhuriyet halk Partisi’nin bu açıdan bir “dışlayıcı tek parti” olarak görülebileceği fikrini eleştirmektedir. “Dışlayıcı tek parti”nin daha çok etnik veya dinsel temelli bir kutuplaşmanın geçerli olduğu toplumlarda kalıcı olabileceğini; buna karşılık Türkiye örneğinde bölünmenin-modernleşmenin ilerlemesiyle ve modern değerlerin nüfusun daha büyük bir bölümü tarafından beninsenmesiyle ortadan kalkabilecek olan modernleştiriciler ile gelenekçiler arasında olduğunu ve süreç içinde ortadan kalkabilecek bu tür bir bölünmenin sürekli bir dışlayıcılığı meşrulaştıramayacağını belirtmektedir.
- İdeoloji düzeyinde, Cumhuriyet Halk Partisi’nin ve tüm tek parti döneminin egemen düşünce tarzı olarak Kemalizm de, bir tek parti rejimini meşrulaştıracak herhangi bir öğenin bulunmadığı belirtilmektedir. Kemalizm, Türk toplumunda hedeflediği toplumsal, ekonomik ve kültürel dönüşümleri gerçekleştirdiğinde, artık bir tek parti rejimini meşrulaştırabilecek özelliklerini de yitirmiştir.
2. Tek parti döneminin “vesayetçi” niteliği, Türkiye Cumhuriyeti’nde demokrasinin kurulmasını kolaylaştırıcı özellikler açısından değerlendirilirken, bazı araştırmacılar da genel olarak Osmanlı-Türk toplumunun geleneksel bir takım özelliklerinin Türkiye’de demokrasinin kurulması açısından engelleyici faktörleri meydana getirdiklerini vurgulamaktadırlar. Daha çok kültür düzeyinde ortaya konulan bu engelleyici faktörleri, şöylece sıralamak mümkündür:
- Kültürde “büyük” ve “küçük” gelenek evriminden hareket eden Şerif Mardin, Osmanlı’daki küçük geleneği oluşturan “Devlet İslamı”nda ve küçük geleneği oluşturan “Halk İslamı”nda demokratik bir kültürün öğelerinin bulunmadığını belirtmektedir.
- Türk toplumundaki geleneksel örgütlenmenin mahiyeti, insanlar arasındaki ilişkilerin karşılıklı anlaşma yoluyla kurulduğu, “rıza” (concensus) öğesine dayalı bir örgütlenme değildir. ayrıca, toplumda “merkez” ile “çevre” arasında bir kopukluk, “merkez”in (devlet) “çevre” halk) üzerinde mutlak egemenliği ve denetimi söz konusudur. Geleneksel örgütlenmesinin niteliği böyle olan bir toplumda demokrasinin asli öğelerinden sayılan “concensus”un bir diğer deyişle bir “toplumsal sözleşme” düşüncesinin temellenmesi hemen hemen olanaksızdır. Ayrıca Batı demokrasisinin gelişimi açısından önemli bir yeri bulunan devlete (merkeze) karşı halktan (çevreden) gelen başkaldırı ve muhalefet hareketlerinin sistemleşmiş ve kurumsallaşmış bir “muhalefet geleneği”ni yaratmış olmasına karşılık; özünde otoriteye boyun eğmeyi vurgulayan Sünni İslami geleneğinin egemen olduğu Osmanlı-Türk toplumunda böyle bir şey gerçekleşmemiştir.
- Yenileşme hareketlerinin öncü gücü olan “bürokratik” intelligentsia modern bir toplum kurma hedefini süreç içinde benimsemiş olsa bile, hem içinden çıktığı bu kültürel özellikleri tümüyle silkip arkalamış hem de demokrasiye izin verici öğelerden yoksun bir kültürü radikal bir biçimde değiştirmeyi hedeflemesi nedeniyle, devletle halk arasındaki ilişkileri sağlayacak ara yapıların bulunmadığı bir toplumsal örgütlenmeyi hemen hemen aynen koruyarak “modernleştirici” düşüncelerini pratiğe aktarmışlardır.
- Kültür düzeyinde yapılan bu çözümlemelerin yanında, Batı demokrasisinin tarihsel gelişimi içinde, bu demokrasinin kuruluşunda baş rolü oynayan bir toplumsal güç olarak “burjuvazi”nin Batı’da devletin dışında gelişmiş olması, buna karşılık Türkiye’de is edevlet eliyle geliştirilmesi de, Türkiye’de demokrasinin kurulup yerleşmesi açısından olumsuz bir etken olarak kabul edilmektedir. “Burjuva siyaseti” veya “batı demokrasisi” Türk toplumunda burjuvazinin devlet eliyle geliştirilmiş olması, dolayısıyla devletten bağımsız bir nitelik kazanamayışı ve bunun yanında, gelişen burjuvazinin devlet aygırını elinde tutan büroksasi tarafından iktidarın dışında bırakılmış olması (yani, burjuva siyaseti karşısında bürokrasinin belirli bir “direnç” oluşturması) Türkiye’de demokrasinin toplumsal yapı bazında ortaya çıkan bir değer olumsuz yönünü meydana getirmektedir.
Modernleştirmeci Türkler modernleşmeyi Batılılaşmayla, Avrupa uygarlığında bir yer edinmekle özdeşleştirmişlerdi. Modernlik onların kavrayışında bütünsel bir projeydi; Avrupa’yı modern kılan kültürel boyutların tümünü kucaklayıp içselleştiren bir proje. Onlar sadece akılcılığı, bürokratikleşmeyi ve örgütsel etkinliği artırmakla yetinmeyip, bildiği bireyin özerkliğini ve kadın-erkek eşitliğini sağlamak için bir toplumsal dönüşüme de ihtiyaç duyuyorlardı. Bu proje yerel kültüre ancak folklor çerçevesinde sığabilecek kadar bir yer tanıyor, modernlik kavramının saflığının “İslami” yada “Türk” gibi niteleyici sıfatla bozulmasını kabul etmiyordu.
“Modern” kökünden türetilmiş bütün sözcükler içinde Türkiye’nin deneyimine en uygun düşeni, “modernleştirmek” tir. Fiilin ardındaki özne modernleştirici elit, bu elitin hedefi ise kendi modernlik anlayışına uygun kurum, inanç ve davranışları seçilmiş nesneye, yani Türkiye halkına kabul ettirmekti.
Tepeden inmeci modernleştirme ile kendi kendini oluşturan toplumsal bir süreç halindeki modernleşme arasındaki en önemli ayrım, modernleştiricilerin devlet gücünü ellerinde tutmaları ve kendi çıkarlarına göre davranmalarıdır. Bu nedenle Batılılaşmayı savunanlar bile modernliğin bütün boyutlarına bağlı olmayabilirler. “Tepeden inmeci modernleştirme” formülündeki başlıca sorun da modernliğin tam açılımıyla modernleştirmecilerin gerçekleşmesini istedikleri sınırlanmış biçimi arasındaki bu olası çatışmadır. Modernliğin bölünmez bir proje olduğu ve modernleştiricilerin bu projeyi yapay olarak güdüleştirmelerinin genellikle bunalıma yol açtığı kabul edilir.
Türkiye’de devlet geleneğinin tarihsel oluşumu, modernleştiricilerin modernliğin kapsamını sınırlandırmaya çalışırken yaptıkları seçimleri belirlemiş, böylelikle ilan ettikleri Batılılaşma hedeflerine zarar vermiştir.
Sonuç olarak tek parti dönemindeki Batılılaşma hareketlerinin radikal yöntemlerle gerçekleşmiş olduğunu ve yapılan değişimlerin reformist bir karaktere büründüğünü söyleyebilmekteyiz. Topyekün kalkınmayı şu şekilde ele alabilmekteyiz.
Eğitim
- Latin alfabesinin kabulü.
- Zorunlu beş yıllık eğitim.
- Karma eğitim.
- Türk Dil-Tarih Kurumu’nun açılması.
- Tevhid-i Tedrisat Kanunu.
- Okuma-yazma oranını arttırmak için seferberliğe gidilmesi.
- Köy Enstitüleri’nin kurulması (Köy Enstitüleri DP zamanında komünist hareketi temsil ettiği görüşünün savunulduğu gerekçesiyle kapatılmıştır).
Cumhuriyetin ilk yıllarında okuma-yazma oranını arttırmak, eğitimde birlik ve eğitimin her alanında eşitlik sağlamak, kitle eğitim düzeyini yükseltmek, laik ve demokratik anlayış odağında Latin harfleri ile eğitime başlamak şeklinde özetlenen eğitimin öncelikleri, sistemin ana omurgasını oluşturmuştur. Aynı dönemde ulus-devlet felsefesinin temelini pekiştirmek üzere eğitim kurumlarında milli bir tabana oturan tarih, dil ve Türk kültürü alanlarında yeni açılımlara yönelinmiş, ezik bir millet duygusunun yerine, geleceğe güvenle bakan bir nesil yetiştirilmesi öngörülmüştür. Atatürk’ün ölümünden sonra ise O’nun inkılap ve ilkeleri ile Atatürk milliyetçiliğine bağlı nesillerin yetiştirilmesi hususunda gayret sarfedilmiştir. Daha sonraki yıllarda toplumun eğitim düzeyini artırma yolunda önemli adımlar atılmıştır.
EKONOMİ
- İzmir İktisat Kongresi – 1923
- Sanayi Teşvik kanunu – 1927
- Osmanlı Devleti’nden Kalan Borçların Ödenmesi (129 milyon dış borcun ilk taksiti olan 15 milyonun ödenmesi. Bütçe 24 milyon iken oldukça yüksek bir borç ödemesi yapılmıştır.
- Aşar Vergisi’nin kaldırılması.
Tek Parti Döneminde;
- Milli burjuva yaratılması amaçlanmışsa da yeterli sermayenin olmayışından dolayı zorunlu olarak devlet destekli karma ekonomiye geçilmiştir. Yine bütün dünyayı etkisi alan 1929 dünya Ekonomik Buhranı’nının patlak vermesiyle de yeni yeni kıpırdanmaya başlayan bir devletin ekonomisinin gelişmesinin önünde engel teşkil etmiştir. Liberal politikaların yerine devletçilik uygulanmıştır. Bu uygulama 1945 Çok Partili Döneme geçişe kadar sürmüştür.
- Türkiye İŞ Bankası’nın kurulması – 1924.
- Menkul Kıymetler ve Kambiyo Borsalar Kanunu – Haziran 1930.
- Merkez Bankası Kanunu – Haziran 1930.
- Türk Parasının Değerini Koruma Hakkında Kanun – Şubat 1930.
- 1705 Sayılı Kanun – Haziran 1930 (Dış satımı denetlemek amacıyla).
- 1873 Sayılı Kanun – Temmuz 1931 (Kota sistemi getirilmesi amacıyla).
- Sanayi Kongresi - 1930.
- Trakya’da Şeker Fabrikası (ilk olarak) açıldı – 1925.
- Birinci ve İkinci Sanayi Planları.
Hukuk
- Mecelle yerine Medeni Kanun’un benimsenmesi.
- Kadın – erkek eşitliğinin kabulü.
- Mirasta kadının erkekle denk pay alması.
- Kadına seçme ve seçilme hakkının tanınması.
Sosyal – Kültürel
- Şapka Devrimi (Fesin yerine modern şapkaların giyilmesi zorunluluğunun getirilmesi).
- Kılık – Kıyafet Değişimi (Şalvar, çarşaf, peçenin yerine çağdaş Batılı tarzda kıyafetlerin giyinilmesi.
- Edebiyat, sanat, felsefeye ağırlık verilmesi.
- Aydın, sanatçı ve bilim adamlarına önem verilmesi.
Siyasi
- Rejimin değişmesi.
- Demokratik, laik, sosyal, hukuk devletinin kabul edilmesi.
- Parlamenter meclisin benimsenmesi.
- Halifeliğin kaldırılması.
- Kuvvetler Birliği ilkesinin kabulü.
(Bu ilke demokrasiye aykırıdır. Yasama, yürütme ve yargı birimlerinin birbirlerinden ayrılması gerekmektedir).
- Çok parti Deneme Çabaları (Bu kadar sonuçsuz kalmıştır. Demokrasiye tam anlamıyla geçiş ancak DP’nin iktidara gelmesiyle başlayan 1945 dönemi ve sonrasında görülecektir.
CHD, Batı’nın “Pozitivist – rasyonalizm”ini koymak anlamına geliyordu. Liberal parlamenter sistemin, ilk kez tarih sahnesine çıkmış olduğu ülkelerde bile korperatist ilkelerle reddedilmesiyle başlandığı bir dönemde, Türk aydınları için Batı siyasal düşüncesini artık liberal parlamentarizm değil solidarizm (dayanışmacılık) ve örnekleri teker teker ortaya çıkmaya başlayan ve 1930’larda prestijlerinin doruğunda bulunan “şeflik” sistemleri temsil ediyordu.
Tek Parti dönemindeki Batılılaşma hareketleri Avrupalıların aksine tepeden inmeci bir zihniyetle oluşmuştur. Avrupa’da halktan gelen değişimler beraberinde dinamizmi getirmiştir. Oysa ülkemizde değişimler Kemalist zümre tarafından uygulanılması zorunlu olan kurallar neticesinde halka benimsetilmek amacıyla konulmuştur. Bu yüzden daime CHP ile halk arasında soğukluklar, kopukluklar yaşanmıştır. Halk 1945 dönemine kadar bu psikoloji içerisinde bulunmuştur. 1945 ve sonrasında başa gelen DP popülist politikaları sonucunda halkın sempatisini kazanmıştır.
KAYNAKLAR
- Karaduman Hakan, G.S.F. Sahne Sanatları Bölümü, Dramatik Yazarlık Dalı, Toplumsal Resim Kavramı ve Mehmet Baydur’un Oyunlarında Yansıması, Lisans Tezi, Isparta 2002.
- Kongar Emre, Toplumsal Değişme Kuramı ve Türkiye Gerçeği, remzi Kitapevi, İstanbul 1995, s. 315.
- Tanilli Server, Uygarlık Tarihi, 9. Baskı, Çağdaş Yayınları, Mayıs 1996, s. 898.
- Kongar Emre, 21. Yüzyılda Türkiye, 31. Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul 2002, s. 123.
- Köker Levent, Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi, 1. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul 1990, s. 10, 11, 12.
- Keyder Çağlar, Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu, 2. Baskı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1999, s. 30, 31.
- Ayhan Ahmet, Dünden Bugüne Türkiye’de Bilim, Teknoloji ve Geleceğin Teknolojileri, Kültür Koleji Yayınları, İstanbul 2002, s. 59.
- Ünal, Oğuz, Türkiye’de Demokrasinin Doğuşu, Tek Parti Yönetiminden Çok Partili Rejime Geçiş Süreci, 1. Baskı, Milliyet Yayınları, Kasım 1994, s. 196.
0 yorum:
Yorum Gönder