', ' öğrenmeye hoşgeldiniz: 11/20/07

20 Kasım 2007 Salı

ENÜREZİS NOKTURNA

ENÜREZİS NOKTURNA

Gece altını ıslatma tıbbi adıyla Enürezis Nokturna tedavi edilebilir bir hastalıktır. Çocuklarda sık görülür. 5 yaşından sonra ayda bir-iki kez gece alt ıslatması olan çocuklarda bu hastalığın varlığından söz edilebilir. Hastalığın uyku derinliği ve mesane kapasitesi ile ilgili olduğu görüşü hakimdir. Ayrıca psikolojik etmenler de hastalığın oluşmasında rol oynamaktadır. Erkek çocuklarda kız çocuklara oranla daha sık görülür.

Her sabah yatağından ıslak olarak kalkan bir çocuğun duyduğu sıkıntıyı anlamak çok zor değildir. Bu durum aileler tarafından hastalık olarak kabul edilmediği için çocuk devamlı suçlanmakta ve zaman zaman cezaya çarptırılmaktadır. Oysa bu durumdan en fazla çocuk rahatsızdır ve kurtulmak istemektedir. Özellikle yabancı bir evde yatması gerektiği ya da kamp, tatil gibi nedenlerle evden uzak kaldığı durumlarda çocuk çok yoğun utanma duygusu yaşar. Bu nedenle bir çok faaliyete katılmak istemeyebilir.

Toplumumuzda gece altını ıslatmanın zamanla geçen normal bir durum olduğuna dair yanlış bir kanaat vardır. Hatta sünnet olunca, ergenlikte ya da askere gidince geçeceğine inanılır. Yaş ilerledikce bazı vakalarda kendiliğinden düzelmeler görülebilir. Ancak ne zaman olacağını kimsenin bilmediği bu düzelmeyi beklemek çocuğun ruhsal yapısında derin yaralar bırakacağından hatalı bir tutum olur. Gece altını ıslatan çocuğu olan aileler eğer çocukları 5 yaşından büyük ise tedavi yollarını aramalıdırlar. Bu hastalığın tedavisinde oldukça yüz güldürücü sonuçlar alınmaktadır. Tedavide kademeli olarak bazı programlar uygulanmakta ve ilaçlardan da yararlanılmaktadır.

Halk arasında tedavide kullanılan bazı ilaçların kısırlığa neden olabileceği gibi yanlış bir kanaat vardır. Gece alt ıslatma sorunu olan çocuklarda kullanılan ilaçların kısırlık yapması söz konusu değildir. Bu uydurma ve bilimsel dayanağı olmayan bir söylentiden ibarettir.

ERGENİN AİLE İÇİ İLİŞKİ VE SORUNLARI

ERGENİN AİLE İÇİ İLİŞKİ VE SORUNLARI


Ergenin davranışlarına rehberlik edecek değerleri kazanması ve sosyal yönden sorumluluklarını öğrenmesi konusunda yardıma gereksinimi vardır. Bu gereksinimi karşılayan ve ergenin yaşamında etkili olan toplumsal kurum, ailedir.

Ergen yaşadığı toplumda, kendi görev ve statüsü hakkında açık seçik bir fikre sahip değildir. Kendisine yetişkin görev ve sorumlulukların verilmemesi ergeni mutsuz kılar.
Aile yuvasında gördüklerinin olgunlaşmakta olan ergenin kişilik yapısında biçimlendirmede çok büyük, çok derin etkisi vardır.Aile yuvasının havası ve ortamı, aile bireyleri arasındaki ilişkiden doğar. Ama baba ile çocuk arasındaki belli başlı ilişkiler, güçlünün tutumuyla gücün yani otoritelerin türünü ve bunların ergen üzerindeki etkisi ile gencin bunu algılayışını belirler.


Ergenlik döneminde anne baba kontrolüne karşı gelişe tepkiye koşut olarak otorite desteğine olan gereksinim, duygusal gerginliğe neden olur .
Ergene karşı yetişkinin baskı ve yasaklara dayanan disiplin anlayışı,olumlu ve yapıcı olması gereken bu evreyi çatışmalarla dolu olumsuz bir döneme dönüştürebilir.


İkna ederek denetlemeyi
seçen ana -babanın çocuğu, onların duygu, düşünce, değer ve beklentileri hakkında sebepleri ve sonuçları ile birlikte bilgi sahibidir. Anlaşılır ve tutarlı tepkilerin birikimi, hangi davranışın sonuçlarının ne olacağını belirlemiştir.

Dolayısıyla genç, hem davranış seçimlerinde kendini özgün görebilir, hem de seçimleri hakkında kısıtlanacağından çekinmeden ana-babasına danışabilecek bir durumdadır.
Zor yoluyla veya sevgi esirgeyerek denetlemek, gençleri ana-babaların isteklerine uygun davranışlara yöneltmek için kısa vadede geçerli gibi görünebilir. Anne ve babanın ergene güven vermesi ve aralarındaki diyalogu en iyi biçimde sürdürmesi gerekir.

YANLIŞ ANLAMA ANNE
Amacım seni üzmek değildir
Beni sakın yanlış anlama.
Pişman olmanı isteyemem senden
Ya da ağlamanı
Sadece dinlemeni istedim
Birazcık kabullenmen fikirlerini
Ya da ne bileyim
Kendi doğrularını değil de
Biraz da benimkileri düşünmeni istedim anne.
Sevmeni istedim benim sevdiklerimi
Ama senin gibi değil benim sevdiğim gibi
Senin doğrularını inkar ettim anne ,
Karşı çıktım sana
Ve sen tüm kızgınlığınla
Kötü kötü suratıma bakıp kızdın .
Oysa biliyor muydun
Aynı zamanda sen de benim doğrularımı
İnkar ettin anne!
Sen kendi fikirlerinle
Bense kendi doğrularımla.
SENİ SEVİYORUM ANNE!


ERGENLİĞİN TEMEL ÖZELLİKLERİ

ERGENLİĞİN TEMEL ÖZELLİKLERİ

Gelişim psikolojisinde; ergenlik çağı için kesin bir yaş dilimi verilmemekle beraber, kızlar için 13-18, erkekler için 12-21 yaş sınırını içine almaktadır. Ancak son zamanlarda gelişim psikologları ergenlik çağının 25 yaşına kadar devam edebileceğini belirtmektedirler.

Ergenlik çağı; çocukluktan yetişkinliğe geçiş hazırlıklarını içine alan bir gelişme dönemidir. Ergenlik öncesi dönem, ani bir boy artması özelliklerinin belirmesiyle başlar. Ayrıca zihinsel ve toplumsal değişme ve olgunlaşma dönemidir. Bu yaşlarda çocuk yetişkin beğenisinden çok, yaşıtlarının beğenisini kazanma yolundadır. Erkek çocuklar daha çok dışarıya bağımlı, kızlar olgun evcil bir görünüme bürünmüştür. Her iki cinste kendi cinsel kimliğinin niteliklerini kazanma yolundadır.

Ergenlik çağında kişinin yetişkin olma yolunda kimlik kazanması beklenir ki; bu ergeni zaman zaman bir kimlik karmaşasına sürükler. Ergenliğin başlangıcında görülen cinsel uyanış ve kişide gittikçe artan bir bağımsızlık gereksinimi toplumun engellemesiyle bir çeşit bunalıma sebep olur. Toplumun bireyden beklentileri de ayrı bir kaygı kaynağıdır.

Ergenlik çağında başarılması beklenen gelişim görevleri şöyle sıralanabilir;

1-Çocuk büyüme sırasında uygun bir bağımlılık-bağımsızlık tarzı geliştirmek zorundadır. Hem ailesine ve otoriteye itaat ederken hem de büyümüş bir kimse olarak hareket etmesini öğrenecektir.

2-Sevmesini, sevilmesini ve sevilen kişinin başkaları ile paylaşılmasını öğrenecektir.

3-Çeşitli sosyal gruplara dahil olmasını, bu ayrı gruplardaki farklı rolleri ve kendi rolünü öğrenecektir.

4-Başkalarına ve topluma karşı olan ödevlerini kavrayacak şekilde bir vicdan ve ahlak anlayışı, değerler sistemi geliştirecektir.

5-Kendi cinsinin psiko-sosyal ve fizyolojik özelliklerini ve rolünü öğrenerek bu role göre davranışlar geliştirecektir.

6-Bedenindeki değişiklikleri bilmesi, bu değişikliklere uyum sağlamaya yarayacak özellikleri öğrenmesini sağlayacaktır.

Ergenliğin İlk Yıllarında Kişiliğin Gelişimi ve Ruh Sağlığı:

Ergenliğin ilk yıllarında birey ne çocuktur ne de gençtir. Bu nedenle ona “Yeniyetme” ya da “Delikanlı” denilmektedir. Kişi bu dönemde çelişkili ve tutarsız davranışlarda bulunurken, ergenliğin son dönenlerinde tutarlı ve belirgin davranışlar geliştirirler.

Cinsel kimliği tam olarak benimseyememiştir. İlk çocukluk çağından başlayarak kendi cinselliği ile ilgili özdeşimi kendi ana-baba modellerine ve onlarla olan ilişkilerine göre biçimlendirmiştir.

Çocuğun sıcak ve tutarlı ilişki kurabilen bir ebeveynle özdeşim kurması kolay olmaktadır. Evde küçümsenen, iyi muamele görmeyen bir çocukta özdeşim kusurlu olur. Kadın ve erkek rollerinin kesin sınırları belli olan ailelerde, kişinin kendi cinsiyeti ile ilgili davranışlar geliştirmesi daha sağlıklı olmaktadır.

Evde kendi cinsinden bir büyük kardeşin olması, ailenin karşı cinsten bir evlat sahibi olmaya duyduğu özlemi sözlerinde ve çocuğun dış görünüşünde yansıtması cinsel kimliğin gelişimini etkiler.

Ergenlik yıllarında güven ve güvensizlik duygularının dengeli olması, daha önceki yıllardan getirdiği kişilik yapısını etkiler. Bebeklik çağından başlayarak ergenlik yıllarına kadar getirdiği kişilik yapısında temel güven duygusu yerine, temel güvensizlik, başarısızlık, suçluluk, başarı yerine yetersizlik duygularıyla yoğrulmuş bir benlik geliştirildiyse ergenlik döneminin bunalımları ile daha çok sorun yaratacaktır.

Suç işleme, intihar olayları ve ruh hastalıklarının ilk nöbetlerinin görülmesi; güvensiz ve sağlıksız bir kişilik yapısının iç ve dış kaynaklı zorlamalarının karşısında sağlıksız çözüm yollarıdır.

Erinlik döneminde çocukluktan getirdiği alışkanlıkları terketmesi yakınları için bir yakınma konusu olmaktadır. Asi, hırçın, karamsar, ders çalışmayan, süse düşkün, yalan söylüyor gibi yakınmalardan başka, tırnak yeme, ukalalık, oburluk, dikkatsizlik yetişkinleri kaygılandırıcı davranışlardır.

Ergenliğin ilk yıllarında; çocukluktan getirilen bu alışkanlıklar onun ihtiyacına cevap vermediği için, eski görünümünü kaybedip gevşer. Sonunda eski alışkanlıklarını yani yetişkinlerin beğendiği toplumsal kurallara uygun davranışları terkederler. Yeni gereksinimlere doyum getiren ve toplumsal kurallarla çelişmeyen davranışlar kazanmaya kadar pek çok yenilgiye düşerler. İçe dönmesi ve çevresine yabancılaşması bu dönemde görülür. İlk yıllarda görülen bu kararsızlık ve tutarsızlıklar normal ve ağırlıklı bir kişilik gereksiniminin geçici görüntüsüdür.

Ergenlikte Orta Yıllar:

Erkeklerde 15-16-17, kızlarda 14-15-16 yaşlarını kapsar ve büyümeye ilişkin fizjolojik değişmeler devam eder.

Kimlik Gelişimi:

Çevreyle olan ilişkilerinin arttığı ve toplum tarafından konulan kuralların anlaşılmaya çalışıldığı dönemdir. Bu dönemdeki aşırı ruhi huzursuzluklar sağlam bir kimlik duygusunun gelişimine sebep olur. Kendi kimliklerinden emin olduklarında ana-babaya çocukça bağlılıktan kendilerini kurtarırlar.

Orta ergenlikte erkek çocuklar yetişkin bir erkeğe gereksinim duyarken, kızlar anneleri ile daha doğrudan özdeşleşirler. Özdeşleşme bilinçli ya da bilinçsiz bir süre devam etmektedir. Model olarak anne-babaya benzer kişileri seçmektedirler.

Ergenliğin Son Yıllarında Kişiliğin Gelişimi ve Ruh Sağlığı:

Ergenliğin ilk yıllarında yetişkin otoritesine başkaldırma şeklindeki bağımsızlık ihtiyacı ile cinsel kimliğin kabulüne ilişkin ihtiyaçlar tam çözüme ulaşamamaktadır. Fakat kişi kendini arkadaş dünyasının içinde bulur. Böylece dikkatini kendi üzerinden bir ölçüde uzaklaştırır. Yavaş yavaş cinsel isteklerini kendi denetimi altında tutmaya ve cinsel kimliğini özümlemeye başlar.

Ergenlik öncesinde karşı cinsi reddetme ve ergenlik yıllarında bu ilgiyi gizleme yerine karşı cinsin beğenisine ihtiyaç duymaktadır.

Ayrıca ekonomik bağımsızlığı için meslek seçimi üzerinde ciddi bir şekilde düşünür. Dış çevreden baskılar arttığında da yeteneklerini gözden geçirmeye çalışır.

Yetişkin olma yolunda kendisi için kimlik geliştirme çabaları yetişkinlerden çok arkadaşlarına göre yönetilir. Bu ait olduğu arkadaş çevresine tam bir uyum ise sınırlı bir benlik tasarımının gelişimine neden olur.

Ergenliğin sonuna doğru kişi ben merkezliden çok problem merkezli hale gelmiştir. Toplumsal değerlere ve toplumsal olaylara karşı ilgisi artmıştır.

Ergenin yetişkin otorite ile çelişkiler içinde bulunduğu bu dönemde yetişkinlerin onu kabul etmesi, saygı ve anlayış göstermesi gerekir.

Yetişkin dünyası ve yakınları ergene bağımsız davranma fırsatı vererek, onun kendi kendine karar verme, kendisine dayanma ve güvenmesini sağlayacak yaşantılar geçirmesine özen göstermelidir.

ERGENLİK ÇAĞI

ERGENLİK ÇAĞI
Ergenlik çağı fert için, gerçekten önemli bir devredir. Bu devre çocuğun heyecanları bakımından önemli değişiklikler göze çarpmaktadır. Bu çağın belirtileri başlar başlamaz, çocuklara (gençlere ) intibak sağlamaları için geniş ölçüde yardım edilmelidir. Şimdi çocukta iki varlık ( benlik ) yaşamaktadır. Bu iki benlikten her biri daha üstün olmak için adeta birbiriyle mücadele ederler. Biri, çocukluk çağının haklarını muhafaza etmek ister . Öteki benlik ise yetişkin insan imtiyazlarını, yaşlı başlı insan sorumluluğu ve anlayışından uzak olduğu halde onu elde etmek ister. Önceleri yola gelen, uysal ve itaatli olan çocuk, şimdi küstah, gösterişi seven bir delikanlı olmuştur.
Çocukta ( gençte ) ergenlik çağı değişikliklerini göz önüne alırsak ona karşı davranışımız ban başka olur. Gene önceleri tapınırcasına sevdiği ana,babalarını şimdi küçük görmekte, onların ara sıra budala, serseri insanlar olduğunu düşünmektedir. Hatta bazen onlara karşı nefret bile duyar. Her şeyi kendisinin iyi bildiğini iddia eder. Davranışlarda tutarlıklık diye bir şey yoktur. Hatta tehlikeleri bile umursamaz olur. Genç şimdi realiteden sanki uzaklarda kalmıştır. Kendisinin yıldızlar arasında taşları ve tozları altından yapılmış bir yolda ilerliyor sanır.
Ergenlik, hızlı büyüme ve gelişmenin olduğu, kız erkek cinsel özelliklerin belirdiği 2-5 yıllık gençlik dönemini kapsar. Büyüme özellikle 11-16 yaşlarda hızlanır. Daha sonra yavaşlayarak 18-20 yaşlarına dek sürere.
İLK GENÇLİK ÇAĞININ DUYGUSAL ÖZELLİKLERİ:
1- Dengeli ve uyumlu ilkokul çocuğu gider yerine oldukça tedirgin, kuruntulu, güç beğenen, çabuk tepki gösteren bir ergen gelir.
2- Çabuk sevinir, çabuk üzülür. Birden sinirlenir. Olur olmaz şeyleri problem yapar.
3- Tepkileri önceden kestirilemez olur.
4- Derslere ilgisi azalır, çalışma düzeni bozulur.
5- Bencilleşir, istekleri artar, konan yasakları saçma, kendisine tanınan hakları yetersiz bulur.
6- Anne ve babanın uyarılarına birden tepki gösterir, ters cevap verir.
7- Dağınık ve savruk olur. İlgileri artmış gelgeç hevesleri çoğalmıştır.
8- Gürültülü müziğe bayılır. Süse ve giyime düşkündür.
9- Kız bir sivilceyle gün boyu uğraşır. Erkek saçını günün modasına göre kestirir.
10- Zayıflık, şişmanlık, uzun boylu, kısa boylu, yüz çizgilerinin düzgün olup olmayışı problem olmaya başlar.
11- Odalarında yalnız kalmak ister. Duvarlara günün yıldızlarının resimlerini asar. Uzun uzun düşler kurar ve günlük tutmaya başlar. Yazdıklarının okunmasına büyük tepki gösterir.
Gençlik çağı, kendini, öz kimliği arayış çağıdır. Genç kendini sürekli yeni bir örnek
seçer. Kişilik geliştirirken yoluna çıkan örnek insanlarda kendi benliğine bir şeyler katar. Sevilen bir öndere bağlılıkla otoritenin bir çeşidine baş kaldırma arsında gider gelir. Başkalarına kaba ve düşüncesiz davranırlar. Ama kendileri çok duyarlı ve alıngandırlar. Kısacası ilk gençlik çağı oldukça fırtınalı dönemdir. Ancak kimi gençte bu dönem gürültülü geçer, kimisi de daha az çalkantı ile atlatılır.
ERGENLİKTE ARKADAŞLIK VE CİNSEL GELİŞİM:
Arkadaşlık ilişkileri toplumsal ilişkiler öncülük öder. Ergen artık aynı sınıfta, okulda ve mahallede olmanın arkadaş olmak için yeter bir neden olmadığını öğrenmeye başlamıştır. Kendine arkadaş seçerken veya başkalarına arkadaş olurken daha başka nedenleri olması gerektiğini anlamaktadır.
Ergenler de arkadaşlık kurma iki yönlü bir yol izler. Bir yandan ergen kendisine arkadaş olarak seçeceği kimseleri beğenmek, kendisi ile onun aynı şeylerden hoşlanmasını, kendinin yeteneklerine ve sosyal statüsüne uymasını, onun kendisine sağdık olmasını ister. Diğer yandan ise kendisinin arkadaşı tarafından beğenilmesi ; onun hoşlanacağı şeylerden hoşlanması; ona vefalı olması, onun için bir çok fedakarlıklara katlanması, onun bazı kusurlarını kabul etmesi gerektiğini anlamaya başlar.
Ergen kendi arkadaşlarının seçiminde büyüklerinin karışmasını istemez. Dolayısıyla kendi seçtiği arkadaşlarını kötü olduğu hakkında ki büyüklerinin kanılarına veya sözlerine de şiddetle karşı çıkarlar. Ancak ergenin bir süre arkadaşı ile devam eden etkileşimi, onun bu kanısını değiştirebilir. Bu yüzden ergenliğin başlangıç yıllarında genç sık sık arkadaş değiştirirken son yıllarına doğru seçtiği arkadaşları ile daha uzun süre arkadaşlık ettiği görülür.
Ergenlikteki bedensel gelişmeler ergen tarafından kolay kabul edilmez. Gençler hızlı bedensel gelişmelerine karşı değişik tepki gösterirler. Kimisi toplu oluşuna kimisi de sıskalığına üzülür. Sivilceler de her iki cins tarafından büyük problem edilir.
Ergenlikteki bu yeni ve yoğun duygular ergeni allak bullak eder.
Gençler cinsel bilgilerinin çoğunu yaşıtlarından alırlar. Evlerinde ise genellikle bilgi yerine öğüt alırlar. Genç ile anne-baba arasındaki bütür konuşmalar genellikle sıkıntılı bir hava içinde geçer. Günümüz gençleri aslında bu konuda bir takım şeyler bilir. Fakat edindiği bilgiler arasında kopukluklar, çelişkiler ve yanlış bilgiler mevcuttur. Genç her şeyi bildiğini sanır, fakat kaygıları, cevabını bulamadığı sorular vardır. Bu konularda bilgi edinmek için güvenilir kaynaklara baş vurması gerekmektedir.
ANA-BABA VE GENÇLER:
Ergenlik çağındaki çocukların velileri de bir bocalama geçirirler. En ılımlı uyarılara sert karşılıklar veren, sevecen ve yumuşak bir yaklaşımı bile geri çeviren, üstüne varınca öfkeden deliye dönen genç karşısında ne yapacaklarını bilemezler. Çocuklarının kendilerinden uzaklaştığını görünce telaşa ve üzüntüye kapılırlar.
Genç kendisi eleştirilmeye gelmezken, yerli yersiz ana-babasını eleştirmeye başlar. Hatta başkalarının ana-babasını örnek göstererek ana-baba’sını üzer ve iletişimi daha da güç hale getirirler. Anne- Baba’sırıı şaşırtacak sözleri seçmede ustalaşmışlardır. Sanki, ana-babadan öğrenecek bir şeyler kalmamıştır. Benimseseler bile onların görüşünün tam tersini savunurlar. Gencin amacı onlardan ayrı düşünceleri olabileceğini kanıtlamaktır. Ana- babayı daha da şaşırtan gencin evde huysuz, sinirli ve tedirgin, dışarda sıkılgan oluşudur. Genç dost yanında saygılı uslu davranırken evde aksine, ters ve değişkendir.
Eğer genç bu fırtınalı dönemde biraz çaba gösterip anne ve babasıyla iletişimi koparmaz, samimi davranır ve kırıcı olmazsa ergenliği atlattığı zaman ilişkileri sağlıklı olarak devam edecektir...
y.e.d.r.

ERGENLİK DÖNEMİ VE ÖZELLİKLERİ

ERGENLİK DÖNEMİ VE ÖZELLİKLERİ
İnsan yaşamı boyunca sürekli bir gelişim ve değişim içindedir. Gençlik (Ergenlik) dönemi, belki de bu gelişim sürecinin en önemli evresini oluşturur. Çocukluktan erişkinliğe geçiş olan ergenlik dönemi, bireyde gözlenebilen sürekli bir süratli gelişimini kapsamaktadır.
“Fırtınalı ve gerginlik” dönemi olarak da açıklanabilen ergenlik, hangi toplumda olursa olsun, her bireyin yaşadığı bir evrendir.
Ergenlik evresi içindeki dönemlere bakıldığında, uzmanların büyük çoğunluğu, 12-15 yaş dolaylarını olumsuz bir dönem olarak nitelendirmektedirler. Karşıtlık, dengesizlik olgularıyla nitelendirilen bu dönemden sonra gelen 16-21 yaşları arasındaki dönem ise, olumluluk dönemi olarak kabul edilmektedir.
Ergenlik döneminde otoriteye karşı olma, söz dinlememe, eleştirme, hata bulma gencin tutumlarındandır. Gelişme döneminde anne-baba tarafından bazen çocuk, bazen yetişkin gibi algılanan çocuk, ne zaman ne şekilde davranacağını bilemez. Gelişmekte olan bedenine, cinsel ve duygusal gelişimlerine ayak uyduramaz, “kimlik karmaşası”na düşebilir. Yetişkin baskılı ve disiplinli davranmaktan çok, gence karşı sevgi gösteren, güven veren, önemseyen ve değer veren bir tutum içine girmesi onun kimlik geliştirmesini kolaylaştıracaktır. Ergen, birinin karşıtı ikizli duygular dile getirebilir. Yetişkinin uzaktan denetimine ihtiyaç duyar. Aynı zamanda anne-babanın en yetişkinin güvenini kazanmaya, kendine güvenilen bir insan olmaya ihtiyaç duyar. Kendisine güven duyulmaması onda kaygı yaratır.
Ergenlik döneminin temel özelliklerinden biri olan güvensizlik, ergenin atılgan, gösterişçi ya da çekingen bir birey olmasına sebep olabilir. Bu evrede ergen, başkalarının kendisi hakkında verecekleri hükümler konusunda aşırı derecede duyarlıdır.
Ergen bu dönemde kişilik arayışları içindedir, arkadaş gurupları değişebilir.
Ergen kendisi ile çok ilgilidir. Ayna karşısında dakikalarca vakit harcayabilirler. Kararsızdırlar, elbise seçimine ve giyimine önem verirler. Kendilerinin özgür bırakılmalarını isterler. Ebeveyne isyankar tutum içine girebilirler.
Bu dönemde okul başarılarında düşme olabilir.
Ergene karşı yetişkinin baskı ve yasaklara dayanan disiplin anlayışı, olumlu ve yapıcı olması gereken bu evreyi, çatışmalarla dolu, olumsuz bir döneme dönüştürebilir.
Genç, ana-babasına güven duyduğu ölçüde, sorunlarına onları da ortak eder ve böylelikle çözümü kolaylaştırmış olur. Diyalogun çocukluk yıllarından bu yana kopuk olması, gençlik döneminde gencin ana-babasıyla zıtlaşmasına, kutuplaşmasına sebep olabilir. Zaman içinde genç gibi, ana – babası da, birbirlerinin varlıklarından rahatsız olmaya başlarlar.
Kuşaklar arası çatışmaya sebep olan diğer etkenlerin başında, büyümeyle yeni olanaklar edinen ergenin kendini yetişkin olarak kabul ettirme çabası gelir. Ergen bu yolla kişiliğini kabul ettirmeye çalışır. Davranışlarından dolayı kendisine çocuk muamelesi yapılan genç, sık sık isyan eder.
Aile için de ergene yöneltilen farklı tutumlar, ergenin dengesizlik ve kararsızlığını artırırlar. Örneğin, bir gün: “Sen daha çocuksun, bunu bilmezsin!” diyen bir yetişkinin, bir başka gün: “Kocaman bir adam oldun, hala bilemiyorsun!” şeklindeki suçlaması, ergeni dengesizliğe iten bir sebeptir.
Ergenin görüş ve düşüncelerini hiçbir zaman bir tebessüm, ya da alaylı bir gülüşme ile karşılanmamalı, ya da kendisine “Bu konular hakkında sen ne bilirsin ki?”, “Onları düşünebilmek için daha çok küçüksün!” gibi sözler söylenmemelidir.
Eğer ergen, evde kendi gücünü kanıtlayacak bir girişimde bulummuşsa, bu faaliyetini sürdürebilmesi için kendisine cesaret verilmelidir. Ergenin ilk girişimleri uygunsuz ve başarısız bile olsa, tavır değişmemelidir. Bu işlemde ana-babanın sabrı gerekebilir.
Anne-babalar, öncelikle bu evrenin, gelişim gereği, geçici bir bunalım dönemi olduğunun bilincinde olmalıdırlar.
Bunun yanında; anne-babalar objektif, dengeli, sabırlı ve kuvvetli olmaya özen göstermelidirler.
Ergeni başkalarının önünde eleştirmemeye, davranışlarını başkalarıyla kıyaslamamaya özellikle dikkat etmelidirler.
Ergenin artık bir çocuk olmadığının, sözle ve davranışla hatırlatarak, onun için gerekli olan destek ve güveni sağlamalıdırlar.
Kısaca, kuşaklar arası çatışmaları ortadan kaldırmak için, yetişkinlerle ergenler arasında dengeli ve düzenli bir iletişim kurarak diyalogu gerçekleştirmek ve ortak değerler oluşturmak, en akıllı çözüm yolu olmaktadır.

EŞİNİZLE ARANIZ NASIL?

EŞİNİZLE ARANIZ NASIL?

Eşiniz; hayat arkadaşınız, dert ortağınız, kimi zaman kederiyle, kimi zaman sevinçleriyle hayatınızı paylaştığınız kaderdaşınız. Hayat paylaşmak demektir; Evlilikte bu paylaşmanın en yoğun yaşandığı alan... Peki her şeyinizi paylaştığınız bu kişiyi ne kadar tanıyorsunuz? Genel olarak nelerden hoşlandığını, nelerden hoşlanmadığını biliyorsunuz elbet; ama sizin bilmediğiniz özellikleri yok mu? Testimizi cevaplayın; hem eşinizi hem kendinizi daha iyi tanıyın, hem de eşinizle ne kadar uyum içinde olduğunuzu bir kez daha gözden geçirin.

1-Eşiniz sürekli işinin zorluğundan ve yorucu olduğundan bahsediyor...
a) Ben de ona işimin zorluğundan bahsederim.
b) İşiyle ilgili sorular sorar, zor olan yönlerini öğrenmeye çalışırım.
c) Ona işinin o kadar da zor olmadığını, aksine kolay olduğunu söylerim.
d) İşi hakkında zaten bilgim var, takıldığı noktalarda yardımcı olmaya çalışırım.

2-Eşiniz beğenmediğiniz bir giysiyi size almış...
a) Teşekkür eder, sırf gönlü olsun diye giyerim.
b) Böyle bir şeyi asla giymeyeceğimi söylerim.
c) Beğenmediğimi söyler ve ona kızarım.
d) Beğenmediğimi pek belli etmez ve mümkünse aldığı yerden değiştiririm.

3-Eşiniz tatil gününü evde dinlenerek geçirmek istediğini söyledi...
a) Madem dinlenmek istiyor ben de arkadaşlarımla buluşurum.
b) Öğle vaktine kadar dinlenmesini daha sonra bir yerlere gitmeyi öneririm.
c) O dinlenirken bende sevdiği şeyleri hazırlarım.
d) Tatil gününü boşa geçirmek istemediğimi ve muhakkak bir yerlere gitmek istediğimi söylerim.

4-Eşinizin televizyonda sürekli seyrettiği hiç kaçırmadığı bir program var...
a) Program hakkında bilgi edinir kendi işimi yapmaya devam ederim.
b) Bu tür programların hiç de hoş olmadığını, vakit kaybı olduğunu söylerim.
c) Programdan hoşlanmasam bile birlikte seyrederim.
d) Başka kanalda sevdiğim bir program olduğunu söyler o kanalı açmasını söylerim.

5-Ne zamandır gitmek istediğiniz arkadaşınızla sözleştiniz; ama aynı gün için eşiniz de aile dostlarınızı eve davet etmiş...
a) Bana sormadan nasıl davet edersin diye kızar ve başka bir yere söz verdiğimi söylerim.
b) Ben de arkadaşımı o gün için eve çağırırım.
c) Kızdığımı belli etmez bunun acısını daha sonra çıkarırım.
d) Arkadaşımla randevumu iptal eder başka bir gün için randevulaşırım.

6-Zil çaldı,kapıyı açtınız,evde olması gereken saatten geç bir saatte gelen eşiniz duruyor...
a) Umursamaz bir tavır takınır ve neden geç geldiğini anlatıncaya kadar beklerim.
b) Neden bu kadar geç geldin diye çıkışırım.
c) Yumuşak bir tavırla halini hatırını sorar uygun zamanını kollayıp geç gelmesinin nedenini sorarım.
d) Merak ettiğimi, bir daha geç kalacak olursa haber vermesini rica ederim.

7-Eşiniz hiç beklemediğiniz bir anda beklemediğiniz bir tavır sergiledi...
a) Bu farklılığın nedenini sorar ve çok şaşırdığımı belli ederim.
b) Senden hiç böyle bir tavır beklemezdim diye ona çıkışırım.
c) Hiçbir değişiklik yokmuş gibi hareket etmeye devam ederim.
d) Bir problemi olup olmadığını ve nasıl yardımcı olabileceğimi sorarım.

8-Eşiniz düşündüğünüz bir şeye katılmadığını söyledi...
a) Katılmak zorunda olmadığını söylerim.
b) Neden katılmadığını sorarım.
c) Düşüncelerime değer vermediğini düşünürüm.
d) Zaten katılıp katılmaması o kadar da önemli değil.

9-Alışveriş için bir mağazaya girdiniz...
a) Bütün alışverişlerde benim beğenmem önemlidir.
b) Eşimin beğenmediği bir şeyi asla almam.
c) Beraber alışverişe çıkmayız çünkü hep farklı şeyleri beğeniriz.
d) O da ben de birbirimize danışmadan bir eşya almaktan çekiniriz.

10-Evlilik yıldönümünüz geldi...
a) Hediye almasını ümit ederim.
b) İlla bir hediye alması gerekmez, hatırlaması bile güzeldir.
c) Muhakkak bir hazırlık yapmıştır.
d) Hele bir unutsun ben ona sorarım.

PUAN TABLOSU


SORULAR A B C D

1- 2 8 5 11
2- 11 5 2 8
3- 2 8 11 5
4- 8 5 11 2
5- 2 5 8 11
6- 5 2 11 8
7- 2 8 5 11
8- 5 11 2 8
9- 2 5 8 11
10- 5 11 8 2

DEĞERLENDİRME

20-25 puan arası:Daha paylaşmacı ve anlayışlı olun.

Hayat, müşterek yaşanılan zemindir. Aile bu zeminde bir bütün olarak yer alır. Ailenin idaresi ancak anlayış,destek ve teşvikle mümkündür. Kadının erkeği,erkeğin de kadını tamamlayan bir parça olduğunu unutmayın. Bu alanda daha anlayışlı olmakla hiçbir şey kaybetmiş olmayız. Tam tersine fedakarlık ve anlayış fazilettir.
Hayatın her anını planlayarak hareket etmeyin. Elbette ki planlı olmak güzeldir; ama hayat sürprizlerle doludur bu nedenle kimi zaman kendimizi hayatın akışına bırakmak en doğrusu olacaktır.Her şey sizin istediğiniz gibi olmayabilir. Böyle durumlarda şartları zorlamak daha çok üzülmenize neden olacaktır. Kendinizi boş yere sıkmayın rahat, biraz olun.

56-58 puan arası: Sorumluluğunuzun bilincindesiniz.

Aile içerisinde görevleri benimsediğiniz her halinizden belli. Bu, siz ve ailenizin huzuru açısından çok önemli. Tavırlarınız kısa zamanda eşinizin de dikkatini çekecektir.
Saadetinizi artırıcı hareketlerinizi biraz daha geliştirirseniz daha huzurlu bir hayat geçirebilirsiniz. Kendi işlerinizi yapmanızın dışında eşinizin işleriyle de ilgilenmelisiniz;
Ama bunu üstün körü, laf olsun diye yapmayın. Bu olumsuz netice verir. İlginizde de sevginizde de samimi olun ve eşinizin işleriyle ilgili olayları irdeleyin. Bu şekilde daha sağlam bir birlikteliğin temelini atmış olacaksınız.

57-110 puan arası: Ayrıntılara biraz daha dikkat!

İdealist bir yapınız var. Hedefleriniz net. Bu hedeflere giderken çıkan pürüzler sizi etkilemiyor. Ne istediğinizi biliyorsunuz. İyi niyetlisiniz; ama bu her zaman iyi sonuç alacağınızı göstermez. Olumsuz tepkiler almadığınız sürece iyi niyetliliğinizi devam ettirmenizde fayda var. Fakat unutmayın ki bu iyi niyetliliğiniz sömürülmek istenebilir,böyle durumlarda sakın yılmayın;çünkü sahip olduğunuz kişilik bunların üstesinden gelebilecek düzeyde. Olaylara yüzeysel yaklaşmanız her zaman iyi sonuç getirmeyebilir ayrıntılara biraz daha dikkat etmelisiniz.

ETKİLİ AİLE İLETİŞİMİ

ETKİLİ AİLE İLETİŞİMİ
Sevgili anne babalar ;
Herkesin bildiği bir söz vardır: “Eğitim ailede başlar” Her aile başarılı çocuklar yetiştirmek ister. Bunu gerçekleştirmek için çocuğuna her türlü imkanı hazırlar. Ancak unutulmaması gereken bir konu daha vardır ki, o da çocuğun kimlik gelişimidir. Çocuğun içinde bulunduğu dönemi nasıl atlattığı çocuğun hayatta kazanacağı başarıları kadar önemlidir.
“Dünyadaki aynalar gümüşlenmiş cam parçaları değil çocuklarımızdır. Çünkü onlar sizi yansıtır. ” Çocuk gerçekten de aileyi yansıtır. Ailedeki bireylerin kişilik yapısı çocuğun kişilik yapısını şekillendirir.
Ailenin çocuğa verdiği eğitimle çocuğun kişilik yapısı şekillenecekse aile çocuğa nasıl bir eğitim vermeli? Öncelikle her aile çocuklarını ayrı bir birey olarak görüp kişiliklerine , bağımsızlıklarına saygı duymalıdır. Bunu yapmak için iletişim çok önemlidir.
Her şeyden önce etkin dinlemenin bilinmesi gerekmektedir. Batılı psikolog Publilus Syrus;”Çocuğuna servet bırakmak isteyen anne- baba, ona iyi dinlemeyi öğretmelidir"diyor. Etkin dinleme için kişinin söylediklerinin gerçek anlamlarının kavranması gerekir. Duyulduğunu ve anlaşıldığını bilmek çok güzel bir duygudur.
Çocuklar sevgiye tepki verirler.
Çocuğunuzun söylediklerini duymak istemelisiniz.
Çocuğunuzun duyguları sizinkinden ne kadar farklı olursa olsun onun duygularını kabul etmelisiniz.
Duyguların sürekli değil, geçici olduğuna inanmalısınız.
Çocuğunuzun ayrı ve farklı bir birey olduğunu kabul etmelisiniz.
Çocuğunuzun sorunları olduğunda yanında olmalı fakat sorunlarını kendisi çözmesi için onu yanlızca cesaretlendirmelisiniz.
Çocuğunuzla İletişiminize Engeller Nelerdir?
Acaba hangimizin gören bir bakışa, duyan bir kulağa gereksinimi yok? Dr. Pire’ nin “İnsanların çoğu duvar, çok azı da aralarında köprü kurarlar” sözü günümüzün yoğun temposuna kendini kaptıran insanların (yani bizlerin) arka plana ittiği çok önemli bir gereksinimi vurguluyor. Özellikle çocuklarımızla olması gereken yakınlaşma ve iletişim gereksinimi.
Evet , çocuklarımızla iletişimimize engel olan, konuşmalarımızı yüzeysel kılan ve gerçek dinlemeyi engelleyen tavırlara bir göz atalım:
Emir Vermek, Yönlendirmek
Uyarmak, Gözdağı Vermek
Ahlak Dersi Vermek
Öğüt Vermek ve Çözüm Önerileri Getirmek,
Öğretme, Nutuk Çekme
UNUTMAYALIM!
Olumlu ilgi , çocuğunuzu mutlu eder, kendine olan güvenini artırır. Övme, teşekkür, iftihar ve hayranlık gibi olumlu ilgi gösterme şekilleri kişinin moraline gerçek bir katkıda bulunur.
Olumsuz ilgi ise üzer ve yenik düşürür. Eleştiri ve gülünç bulma, hayal kırıklığı ve güvensizlik kişiyi üzer ve yıpratır.
İster olumlu ister olumsuz tüm etkiler ya fiziksel ya da psikolojiktir.
Etkiler: Fiziksel, Psikolojik
Olumlu: Öpme, kucaklama, okşama, sırtını sıvazlama, övme, teşekkür, göz kırpma, takdir eden bir bakış
Olumsuz: Dayak, eleştiri, küçümseme, tepeden bakma
ÇOCUKLARIMIZLA ARAMIZA DUVARLAR ÖRMEYELİM, KÖPRÜLER KURALIM.
ÇOCUĞUMUZUN ÖZGÜVENİNİ ARTIRMAK İÇİN NELER YAPABİLİRİZ?
ONA SIK SIK SÖZ HAKKI VERİN.
KENDİNİ VE DUYGULARINI NE “NE DÜŞÜNÜYORSUN, NASIL HİSSEDİYORSUN” GİBİ SÖZLERLE ANLAMAYA ÇALIŞIN.
ONUN FİKİRLERİNE DEĞER VERDİĞİNİZİ HİSSETTİRİN.
ONUN OLUMLU DAVRANIŞLARINI KESİNLİKLE TAKDİR EDİN.
O KONUŞURKEN ONUN YÜZÜNE BAKIN VE CİDDİYE ALINDIĞINI HİSSETTİRİN.
ONUN İÇİN ZAMAN AYİRİN.
YAŞINA UYGUN GÖREVLER VERİN VE DAHA SONRA BAŞARISINI TAKDİR EDİN.
ONUN ILE DEĞİŞİK KONULARDA SOHBET ETME ORTAMI OLUŞTURUN.
ONUN KORKU VE ENDIŞELERİNE SAYGI DUYUN.
AŞIRI ELEŞTİRİCİ OLMAKTAN VE YARGILAYICI OLMAKTAN ÇEKİNİN.
HATALI DAVRANIŞLARINI KONUŞARAK UYARIN VE ONA DOGRU OLANI ANLATIN.
 BAŞKALARININ YANINDA ONU KÜÇÜK DÜŞÜRMEYİN.
ONUN BAŞARISIZLIKLARINI BÜYÜTMEYİN.
 BAŞKALARI İLE KIYASLAMAYIN.
 KABİLİYETLERİNİ FARKEDİN VE TEŞVİK EDİN.
TOPLULUK İÇERİSİNDE SÖZ ALMASINI TEŞVİK EDİN.
ONU SIK SIK SEVDİĞİNİZİ SÖYLEYİN.
ONUN İÇİN ÖNEMLİ OLAN ŞEYLERE SİZ DE ÖNEM VERİN.
ONUN ÖNEMLİ GÜNLERİNİ UNUTMAYIN
SADECE ONUN İÇİN AYIRDIĞINIZ ZAMANLAR OLSUN.
YANLIŞ VE UYGUNSUZ CEZALANDIRMADAN KAÇININ.
ONDAN BEKLENTİLERİNİZ ÇOK AŞIRI OLMASIN.
ONA YAŞINDAN VE OLDUĞUNDAN KÜÇÜKMÜŞ GİBİ DAVRANMAYIN
 ONUNLA BİRLİKTE SOSYAL AKTİVİTELERDE BULUNUN.

Ercan NAR

GECE İŞEMELERİ

GECE İŞEMELERİ
(ENURESİS NOKTURNA)
Gece altını ıslatma tıbbi adıyla Enürezis Nokturna tedavi edilebilir bir hastalıktır. Çocuklarda sık görülür. 5 yaşından sonra ayda bir-iki kez gece alt ıslatması olan çocuklarda bu hastalığın varlığından söz edilebilir. Hastalığın uyku derinliği vemesane kapasitesi ile ilgili olduğu görüşü hakimdir. Ayrıca psikolojik etmenler de hastalığın oluşmasında rol oynamaktadır. Erkek çocuklarda kız çocuklara oranla daha sık görülür.
Her sabah yatağından ıslak olarak kalkan bir çocuğun duyduğu sıkıntıyı anlamak çok zor değildir. Bu durum aileler tarafından hastalık olarak kabul edilmediği için çocuk devamlı suçlanmakta ve zaman zaman cezaya çarptrılmaktadır. oysa bu durumdan en fazla çocuk rahatsızdır ve kurtulmak istemektedir. Özellikle yabancı bir evde yatması gerektiği ya da kamp, tatil gibi nedenlerle evden uzak kaldığı durumlarda çocuk çok yoğun utanma duygusu yaşar. Bu nedenle bir çok faaliyete katılmak istemeyebilir.
Toplumumuzda gece altını ıslatmanın zamanla geçen normal bir durum olduğuna dair yanlış bir kanaat vardır. Hatta sünnet olunca, ergenlikte ya da askere gidince geçeceğine inanılır. Oysa yaş ilerledikce bazı vakalarda kendiliğinden düzelmeler görülebilir. Ancak ne zaman olacağını kimsenin bilmediği bu düzelmeyi beklemek çocuğun ruhsal yapısında derin yaralar bırakacağından hatalı bir tutum olur. Gece altını ıslatan çocuğu olan aileler eğer çocukları 5 yaşından büyük ise tedavi yollarını aramalıdırlar. Bu hastalığın tedavisinde oldukça yüz güldürücü sonuçlar alınmaktadır. Tedavide kademeli olarak bazı programlar uygulanmakta ve ilaçlardan da yararlanılmaktadır.
Halk arasında tedavide kullanılan bazı ilaçların kısırlığa neden olabileceği gibi yanlış bir kanaat vardır. Gece alt ıslatma sorunu olan çocuklarda kullanılan ilaçların kısırlık yapması söz konusu değildir. Bu uydurma ve bilimsel dayanağı olmayan bir söylentiden ibarettir.

GELİŞEN ÇOCUĞUN NİTELİKLERİ

GELİŞEN ÇOCUĞUN NİTELİKLERİ


1. VE 2. SINIFLARDAKİ ÇOCUKLAR

 Doğal olarak hareketlidir,kolaylıkla coşar
 Elleriyle çalışmayı sever
 Öğrenmeyi sever
 Her an ön planda olmak ister
 İlgi yönü sınırlıdır,çok çabuk yorulur ,bıkar
 Yaptığı işten gurur duyar
 Kolaylıkla gururu zedelenir
 Her an beraber çalışmaları sevebilir veya nefret edebilir
 İmgeleme bağlı oyun ve öyküleri çok sever
 Öğretmen ve arkadaşlarının alışkanlıklarına özellikle önem verir
 Hala gizemli öz dünyasında yaşamaktadır
 Tutup,tadacağı yeni şeylerle ilgilenir
 Mekanik ve hareket yetenekleri olan şeylere ilgi duyar
 Her tür oyunu ,televizyonu ,bilgisayarı ,ailece gezmeleri ve resimli kitapları sever
 Aldatmaca oyunlarından zevk alır
 Tüm çabalarına kişiliğini katar

3. VE 4. SINIFLARDAKİ ÇOCUKLAR

 Göz –el ilişkisi gelişmiştir
 İnsanların değişik türde olduğunu sezer
 Kendine toplumda bir yer vermektedir
 Sorumluluklar almayı,düzenli olmayı ve yeni ilişkiler kurmayı öğrenmektedir
 Ayrı cinstekiler,ayrı topluluklar kurmaktadır
 Bu gruplaşmalar bazen başkaldırmalarla belirir
 Resimli dergi ve gezi öykülerinden zevk duyar
 Kendi ve yakındakilerinin evrimi ile büyümektedir
 İşi üzerinde dana fazla durabilmektedir
 Çoğu kez çevresinin gülünç yönlerini görmeye başlar
 Doğadaki bitki hayvan ve başka varlıklarıyla ilgilenir
 Spor ve çeşitli konulara karşı büyük bir eğilim belirir

5. VE 6. SINIFLARDAKİ ÇOCUKLAR

 Doğru ve yanlış kavramları üzerinde kesin bir anlayışı vardır
 Özel ilgiler üzerinde durur
 Kendi cinsine bağlı değişik çalışmalara girer
 İşlerini güzel ve tam yapmak ister;dolayısıyla ona yol gösterecek birinin yardımı gereklidir
 Okul dışı çevrede ilgilendiği şeylerle uğraşır
 Sık sık büyükleri eleştirir
 İlgi kaynağı ve çalışma yönünü daha güçleştirmektedir
 Kendine örnek aldığı bir kahraman hayranlığı içindedir
 Kendi kendini tanır ve eleştirir
 Toplu halde çalışmayı sever

Gelişen çocuğun devir şeması

1. Öz anlatımın ilk belirtileri:
KARALAMA DÖNEMİ : ( 2-4 yaş arası)

2. İlk benzetme çabaları:
ŞEMATİK ÖNCESİ DÖNEM : (4-7 yaş arası)

3. Belirli bir biçimin geliştirilmesi:
ŞEMATİK DÖNEM : ( 7-9 yaş arası)

4. Gerçeğe özenti :
BAŞKALDIRMA DÖNEMİ : ( 9-11 yaş arası)

5. Gerçeği taklit :
MANTIK DÖNEMİ : ( 11-13 yaş arası)

6. Karar dönemi :
YARATICI EYLEMDE GENÇLİĞİN BUNALIMI

OKUL ÇAĞI ÇOCUĞUNUN PSİKO-SOSYAL-BEDENSEL GELİŞİM ÖZELLİKLERİ VE

OKUL ÇAĞI ÇOCUĞUNUN PSİKO-SOSYAL-BEDENSEL GELİŞİM ÖZELLİKLERİ VE
ÖĞRETMENLİK SANATI

Cumhuriyet Türkiye’sinin eğitim alanında 77 yıl içinde bütün atılımlar yapmış ve çok uzun bir yol almış olduğunu görmekteyiz. 1920’lerde ülkemizde okur-yazarlık oranı %10’un altında iken bu oran günümüzde çok değişmiştir.

Öğretmenlik mesleğini öteki mesleklerden ayıran özellik,özveri gerektirmesi ve yaptıklarının,yararlarının parayla ölçülmemesidir. Bu bakımdan öğretmenlik mesleği hemen her çağda kutsal meslek olarak tanımlanmıştır. Ama şurası bir gerçektir ki öğretmenlik mesleğinin kutsal oluşu,öğretmenlerimizin kusursuz olamayacağı anlamına gelmez. Meslek kutsaldır ama insanın beşeri olduğunu düşünürsek,hatasız olmamasını düşünmek,düşülebilecek en büyük hatadır. Bu hataya düşmemek için dönem dönem kendimize ayna tutmanın faydalı olduğunu düşünerek böyle bir araştırma yapma ihtiyacı duyduk.

Eğitim,yaşama anlam kazandıran en soylu etkinliktir. Eğitim denilince,ilk akla gelen meslek ise,öğretmenliktir. Öğretmenlik bilgiyi sevgiyle yoğuran ve yaşamı güzelleştiren mesleğin adıdır. Genelden özele inecek olursak eğitimin yapıldığı yer okul,iletişimin yoğun olarak yaşandığı yer sınıftır.

Ortalama 180 gün olan yıllık öğrenim süresinin önemli bir bölümü sınıfta geçer. Bu süre içinde öğretmen ve öğrenciler belli bir amaç ve program çerçevesinde sınıftaki yaşama katılırlar. Ancak sınıf içindeki yaşamı,önceden belirlenmiş amaçlara uygun bir biçimde gerçekleştirmesinden,öncelikle öğretmen sorumludur. Bu sorumluluğu en iyi şekilde yerine getirilmesi için;öğretmenin insan ilişkileri alanında duyarlı ve bilgili olması gerekir. Bu anlamda bir öğretmenin yapması gereken ilk şey,sınıfta eğitimin gerektirdiği fiziksel ve psikolojik ortamı sağlamaktır ki düşüncemize göre fiziki koşullar ne kadar iyi olursa olsun psikolojik ortam sağlanmadığında hiçbir etkisi yoktur. Psikolojik ortamı sağlamak için öğrencileri sevmek gereklidir,fakat yeterli değildir. Sorun,insan ilişkileri örüntüsünü karmaşık ve çok boyutlu niteliğinden kaynaklanmaktadır. İnsanın davranışlarına onun beklenti ve gereksinimleri yön verir.

Öğrenmeye elverişli sınıf ortamı için sınıfın duygusal havasının ve insan ilişkilerinin öğrencilere güven sağlayıcı olması gerekir. Duyguların önemsenmediği ve olumsuz duyguların yer aldığı bir sınıf topluluğu her zaman ruh sağlığını bozucudur. Geleneksel okullarda öğretmenin tüm dikkati öğrettiği konu,kullandığı yöntem ve sağlayacağı sınıf disiplini üzerinde yoğunlaşmış,öğrencinin kendisi ve yaşadığı duygular öğretmenin dikkat merkezinin dışına çıkmıştır. Geleneksel disiplin anlayışına göre sınıf içinde,görünürde bir sessizlik ve itaat vardır. Bu görüntü içinde öğrencinin öğretmene bağımlı bir biçimde kendi girişim gücünü ve yaratıcılığını kullanması güçleşmiş bulunmaktadır. Üstelik bu sessizlik ve bağımlılık altında,öğrenci kendi iç dünyasında yalnızdır ve başarısız olma ya da yanlış yapma korkusu içinde yaşamaktadır. Öğrencinin yaşadığı duygular,onun içinde bulunduğu sınıf ortamını,olduğundan çok daha fazla tehdit edici hale getirmektedir. Eğer bir öğretmen fazla otoriterse bu duyguların yoğunluğu daha çok artmaktadır. O zaman öğrenciler sınıfta çok daha fazla kaygı ve güvensizliğin etkisi altında kalarak kimi bağımlılığını arttırarak sinmekte,kimi de saldırganlığını arttırarak öğretmene ters düşmektedir. Pek çok öğrenci de öğretmenin sınıftaki varlığından bilinçli veya bilinçsiz bir tedirginlik duymaktadır. O nedenle geleneksel disiplin anlayışına yeni bir alternatif bulmak ve bu alternatifle öğretmeni öğrenmeyi kolaylaştırıcı bir konum içinde tutma zorunluluğu vardır. Disiplin olmadan öğrenme gerçekleşmediğine göre sınıfta öğretmenden kaynaklanan bir disiplin yerine öğrenciden kaynaklanan bir disiplinle hem öğrencilerin ruh sağlığını koruma hem de öğrenmeyi gerçekleştirme mümkündür.

Öğretmen-öğrenci ilişkileri Sokrat’tan günümüze kadar ,eğitim tarihinin gündeminde yer almıştır. İnsan davranışlarını hedefler doğrultusunda değiştirmede,günümüzde öğretmen davranışının çok daha önemli kabul edildiği bilinmektedir.

Öğretmenin öğrencisinin ilgilerini,ihtiyaçlarını,amaçlarını,değerlerini onun öznel gerçeğine uygun bir biçimde algılayabilmesi ve bu algılayışta öğrenciyi değerlendirme yerine onu anlamayı ve bu anlayış içinde ona yardımcı olmayı amaçlaması öğrenciyi öğretmene yaklaştırmaktadır. Öğretmenin bütün bu etkileşim içinde öğrencisini açık ve dürüst davranması sonucunda öğrencisinin öznel gerçeği dış dünyanın gerekleri ve nesnel boyutları doğrultusunda bir değişim içine girebilmektedir. Öğretmen-öğrenci ilişkilerinde öğrenci merkezli eğitimin temel ilkeleri öğrenciye koşulsuz saygı ve empatik anlayış gösterme yanında eğitimde toplam kalite yönetimimin uygulanması ve öğretmenin öğrencisini etkin bir şekilde dinlemesinin ilişkiyi olumlu yönde etkileyeceği düşünülmektedir.
Eğitim alanında yapılan araştırmalar,baskın ve otoriter tavırlarla eğitim başarısı arasında olumsuz bir ilişkinin bulunduğunu ortaya koymuştur. Baskıcı tavırlar öğrencinin zihinsel ve duygusal enerjisini esas amaç olan eğitimden saptırmakta ve öğrencinin ya boyun eğmesine veya tepkici tavır geliştirmesine yol açmaktadır.(Baltaş,1999)

Bu sebeple eğitimin amaçlarına ulaşması açısından derste öğretilenlerden daha çok kurulacak olan ilişki biçimi önem kazanmaktadır. İyi bir öğretmen,öğretmenliğin sadece öğretmek olmadığının farkındadır ve öğrencileriyle kurduğu ilişki biçiminin sadece eğitim başarısını yükseltmekte kalmayıp,aynı zamanda onu hayatta başarısı olan “güvenli bir tavır”geliştirmesine imkan vereceğini bilir. (Baltaş,1999)

Sınıf içi çalışmada olduğu kadar,öğrencinin grup içinde kendini gerçekleştirmesinde de öğretmen rehberdir. Öğretmen sınıfta adaletiyle olduğu kadar sıradışılığı ile de dikkati çeken bir modeldir. O,çocuğun kişiliğinin oluşumunu ve gelişimini biçimlendiren insandır. Çocuk,anne-baba modeli yerine öğretmeni koyar ve onunla kendini özdeş tutmaya başlar. İşte çocuğun yaşamını doğrudan etkileyen bir birey olması nedeniyle,öğretmenin kişiliği ve özellikleri önemlidir. (Yavuzer,1994)

Öğretmenin kişilik özellikleri öğrencileri ele alış biçimine yansır. Kullandığı disiplin yöntemlerinde,ödüllendirdiği ve cezalandırdığı davranışlarda öğretmenin özelliklerini görmek mümkündür.

Yapılan bir çalışmada sert,otoriter ve dogmatik öğretmenlerin sınıflarında öğrencilerin derse olan ilgilerinin çok az olduğu görülmüştür. Öte yandan anlayışlı,açık fikirli,ahlaki,inançlarında ve düşüncelerinde gerçekçi olarak nitelendirilebilen ikinci grup öğretmenlerin yaratıcılık çabaları konusunda destekledikleri sorumluluk duygularını geliştirmeye çalıştıkları ve derse ilgilerini arttırdıkları saptanmıştır.

Bu iki tip öğretmene karşı öğrencilerin tepkileri de farklı olmaktadır. İkinci tip demokrat öğretmenlerin öğrencilerinin değerlerine kıyasla sınıf içi faaliyetlerde daha ilgili ve bunlara daha gönüllü,daha özgür davranan ve daha kendine güvenen çocuklar oldukları görülmüştür. Bu öğrencilerin okul başarıları daha yüksek,yaratıcılıkları daha ileri düzeyde oluşmuştur. Otoriter öğretmenlerin öğrencilerinin ise,işbirliğine ve yardıma daha az yaşanan ve daha saldırgan davranışlı oldukları ortaya çıkmıştır (Yavuzer,1994). Bu açıdan bakıldığında öğretmenin öğrencileri ile kurdukları ilişkileri iki gruba ayırabiliriz. Birincisi,dostluk ilişkilerini içerir;ikincisi ise resmi ilişkileri içerir.

Dostça davranan öğretmen,öğrencileri ile olumlu bir duygusal ilişki kurar;öğrencilerine duygularını serbestçe söyler,öğrencilerin kendisine söyledikleri duygularını da samimi olarak kabul eder,onlara büyük ilgi gösterir. (Kavrakoğlu,1992)

Öğrencilerin duygularını anlatmalarına elverişli bir ortam hazırlar;kendi meslek coşkusunu göstererek ve öğrencilerini severek sınıfta renkli insanlık ilişkileri yaratır. Yeri geldikçe,öğrencilerinin toplumsal etkinliklerini destekler,değerli bululduğu etkinlikler için onları beğenir,onaylar ve över.
Öğrencilerine incelikle davranır ve onlara önem verir,öğrencilerin yaptıklarını eleştirirken ya da red ederken onlarda kınama ve aşağı görülme duygusu yaratmayacak biçimde davranır.

Öğrencilerin duygularını anlamaya çalışır,ilgi,korku,endişe,kaygı gibi duygu ve coşkularını anlatmaları için onları cesaretlendirir ve bunların üzerinde önemle durur.

Öğrencilerine dost gibi davranan öğretmen,onlarla “senli-benli” ve onlara kendini beğendirme telaşı içinde değildir. Çok konuşmak zorunluluğu duymadan öğrencilerle içten bağ kurar,onlarla gösterişe kapılmadan,yeri geldikçe yeter derecede ilgilenir;öğrencilerini fazla ilgi ,şefkat ve üzerine titreme gösterisi ile sıkıntı altına sokmaz. (Selçuk,1991)

Resmi davranan öğretmen ise öğrencilerinden çok uzak durur ve onlara karşı ilgisiz kalır.(Özgüven,1994)

Öğrencilerine karşı resmi davranan öğretmenlerin bazıları öğretmenlerini severler. Fakat öğrencilerine dostça davranmanın tehlikeli ve onlardan uzak durmanın gerekli olduğuna inanırlar. Bazıları ise öğrenciye yakın olmaktan korktukları için onlardan uzak dururlar. Her iki durumda da öğrencilerine karşı resmi davranan öğretmenler yalnızca derslerini okutmakla görevli olduklarına inanırlar,başka bir deyişle kendilerini “derslerinin öğretmeni” olduğu kanısındadırlar.

Bu tür davranan öğretmene göre,öğretmenin görevi,bütün öğrencilerini dersinde belli bir düzeye ulaştırmaktır. Öğretmen dersi anlatır,ödev verir,sınav yapar kendi ölçülerine göre öğrenciye not verir. Dersle ve anlatılan konularla ilgili çalışmalar dışında öğrencilerle öğretmenin ilgilenmesi gereksizdir,öğretmenle öğrencilerin dünyası ayrı ayrıdır. Sınıfta resmi bir hava yaratmanın öğretmen için en yararlı yönü,belki öğretmenin dersi dışında öğrencilerin sorunları ile uğraşmaktan kurtulmasıdır (Başaran,1994)
BÜYÜME VE GELİŞME
“Büyüme" yapısal bir artışı dile getirir. Bedende gerçekleşen sayısal değişiklikleri içerir kilo, boy artışı gibi). Çocuk, sadece fiziksel olarak büyümekle kalmaz, aynı zamanda beyniyle, iç organlarının yapı ve büyüklüklerinde de değişmeler olur. Beynin gelişimi sonucu, çocukta giderek artan bir öğrenme, anımsama ve yargılama yeteneği oluşur. Böylece fiziksel büyümeye koşut olarak, çocuk zihinsel olarak da gelişir.
Buna karşılık, "Gelişme" değişikliklerin niceliği yanında niteliğini de içermektedir. Gelişme kavramı, düzenli, uyumlu ve sürekli bir ilerlemeyi dile getirmektedir.
Gelişimin beş temel özelliği vardır:
Gelişim; 1. Dinamik bir olgudur.
2. Genetik bireyselliğin bir sonucudur.
3. Giderek artan bir bireyselleşme sürecidir.
4. Ardarda giden, düzenli ve dengeli bir süreçtir.
Yapılan gözlem ve çalışmalar, belli gelişim dönemlerinde çocuklarda ortak olan eğilim ve davranış kalıplarının bulunduğunu ortaya koymaktadır. Gelişim süreci;
* Motor Gelişim,
* Bilişsel (Zihinsel) Gelişim,
* Dil Gelişimi,
* Duygusal ve Sosyal Gelişim alanlarında , gelişim hızları yaşa bağlı olarak değişir.
Gelişim çok yönlü ve karmaşık bir süreçtir. Biyolojik özellikler,kalıtım,içinde bulunulan çevre,beslenme vb. birçok durum gelişim üzerinde etkilidir.
Davranışların temelinde belirli biyolojik aşamalar etkilidir. Çocuk belirli aylarda yürür,diş çıkarır, ilk kelimesini söyler. Bu davranışların gerçekleşebilmesi, çocuğun o davranışı yerine getirebilecek düzeyde olgunlaşmasına bağlıdır ve davranışlar bu olgunlaşmaya bağlı olarak belirli bir sıra izler. Örneğin; çocuğun yürümeden koşması, kelimeleri söylemeden şarkı söylemesi mümkün değildir. Buradan hareketle; çocuktan bekleyeceğimiz davranışların tümünün onun olgunlaşma düzeyine bağlı olduğunu söyleyebiliriz, çocuk bir davranışı yerine getiremiyorsa ve gelişiminde herhangi bir aksaklık yoksa (kalça çıkığı, düztabanlık, dilin normalden büyük olması... türünde normaldışı fiziksel özellikler) çocuğun o davranışı yeri- ne getirebilmesi için daha fazla zamana ihtiyacı vardır, başka bir deyişle o davranış için henüz yeterince olgunlaşmamıştır.
Doğumdan itibaren çevre bireyi öğrenme yoluyla etkiler. Henüz küçücük bir Bebekken çocuk kendini rahatsız hissettiğinde, acıktığında, altı kirlendiğinde ağlar. Anababa bebeğin altını temizler, karnını doyurur ve onun kendini rahat hissetmesini sağlar. Çocuk bu rahatlık duygusuyla anababanın varlığını özdeşleştirir ve zamanla sadece anababanın varlığı bile çocuğun kendini rahat hissetmesini sağlar.
Bireyin küçüklüğünde geçirdiği hoş olan ve olmayan deneyimler onun gelecekteki yaşamında etkili olur. Ortamda sürekli bağıran birinin varlığı çocukta korku tepkisi doğurur ve ileride o ortamda bağırılmasa da bu tepki yerleşir. Buna benzer olarak, çocukken köpek tarafından ısırılan çocuk, köpek korkusunu yetişkin bir birey olduğunda da taşıyabilir. Tüm bunların yanında çocuğun kendi davranışları karşısında çevreden, anababadan, bakıcısından ve öğretmeninden aldığı tepkiler de onun gelecekteki davranış biçimi üzerinde etkili olur . Örneğin; çocuk annesine sarıldığında annesi de ona sarılıp öpüyorsa çocuğun annesine yaklaşma davranışı daha sıklaşır. Aynı şekilde çocuk ağladığında ebeveyni isteklerini hemen yerine getiriyorsa ağlama davranışında artma olur.
Çocuk, tüm gelişme süreci boyunca hep çevreyi gözler, çevresinde gördüklerini anlamaya ve uygulamaya çalışır. Bu anlamda; çevresindeki insanlar (anababa, öğretmen, akrabalar vb.) çocuk için birer modeldirler. Sürekli kavga eden ve annesine vuran bir babayı gören çocuk, büyük bir olasılıkla ilerde kavgacı ve eşine el kaldıran bir adam olur.
Ailenin çocuk üzerindeki etkisini ve dolayısıyla bunun topluma etkisini manipule etmek ne yazık ki imkansızdır. Milyonlarca aile ve milyonlarca anababa var ve herkes kendi doğruları ile çocuklarını yetiştirmek istiyor; kuşkusuz bu tüm anababaların hakkıdır, ancak bu durumda ortak bir zemine ulaşma görevinin tümü okulların üzerine yıkılıyor. Bir insanın kişi-liğinin 7-8 yaşlarına kadar büyük bir kısmının oluştuğunu ve yerleştiğini düşünürsek, ortak zemine ulaşmada okulların başarısız lığını anlayabiliriz. Nasıl ilkokulu okumadan orta ve liseyi okumak mümkün değilse iyi bir temel eğitim almadan kişiliğin eksiksiz ve sağlıklı oluşabilmesi de mümkün değildir. Dolayısıyla; ortak değer, eğitim ve kültüre sahip olmayan çocukların örgün eğitimden aynı şekilde faydalanması da beklenemez. İlk çocukluk çağı, çocuklar arasındaki farklılıkların en minimum düzeyde olduğu çağdır ve çocuklar arası farkların en kolay kapatılabileceği zamandır. Peki çocuğunuzun diğer çocuklardan farklı olup olmadığını nerden bileceksiniz?
ÇOCUĞUN GELİŞİM DÜZEYİNİ TESPİT ETME
Biz büyükler tepkilerimizin duruma göre normal olup olmadığını anlamak için çok sıklıkla toplumsal karşılaştırmalar yaparız. Herkes bizim yaptığımızı mı yapıyor, bizim gibi mi giyiniyor, konuşuyor vb.? Ama bizler karşılaştırma yaparken yine de bağımsızız, "herkes öyle davranabilir, ama ben böyle davranmak istiyorum" der ve zaman zaman toplumdan farklı davranırız. Çocuklar bizim gibi toplumun beklentileri konusunda bilgili değillerdir, çünkü yeni yeni toplumsallaşmaya başlamışlardır. Kendileriyle başkaları arasındaki farkları ayrımsarlar ama ortadan kaldırmak için ne yapacaklarını bilmezler. Hangi farklar ortadan kalkmalı, hangileri çocuk için zararlı, hangileri yararlı bunları bilmek ve ayırt etmek görevi ilk olarak anababanındır. Farkları ortadan kaldırmak adına çocuğun yetenekleri köreltilmemeli veya ileri düzeydeki davranışı geriletilmemelidir. Bu çocuğun gelişiminin her alanı için geçerlidir.
Anababaların, öğretmenlerin, bakıcıların kısacası insan olan herkesin bir başka insanı eğitirken, yetiştirirken hata yapmamasını beklemek büyük bir insafsızlık ve gerçekdışı idealizm olur. Ancak çocukla ilgilenen herkesin özellikle de anababanın hem çocuk gelişimi konusunda bilgili olması hem de çocuğunu çok iyi tanıması gereklidir. Anababa kendisine gereken bilgiyi birçok yoldan temin edebilir: Yaşamın ilk iki yılında; çocuğun huyunu anlama, çocuğu tanıma konusunda anababaya yardımcı olacak tek kaynak çocuğun kendisidir. Ebeveyn çocuğuyla sevgiye ve güvene dayalı iletişim kurmalı, oyunlar oynamalı ve çocuğun günlük genel düzenini belirlemelidir.
Çocuğun fiziksel özellikleri, sağlığı, metabolizmasının çalışma düzeni ile ilgili en detaylı bilgiyi çocuğunuzu devamlı götürdüğünüz doktordan alabilirsiniz. Özellikle belirtmek isti-yorum; çocuğunuzun her zaman gitmese bile belirli bir doktoru olmalıdır, çünkü zamanla bu doktor çocuğunuzun bünyesini tanıyacak, gereken önlemler veya sorunun nedeni, tedavisi konusunda çok daha faydalı olacaktır. Burada anlatmak istediğim, çocuk büyüyene kadar bir tek doktora gitmelidir, düşüncesi değil. Mutlaka çeşitli doktorların görüşünü almak çok faydalıdır, ancak genel düzende çocuğu tanıyan bir doktor bulunması son derece yararlıdır.
Çocuğun psikososyal yönden gelişimi hakkındaki en sağlıklı bilgiyi gözlemleriniz yoluyla elde edebilirsiniz, ancak vardığınız sonuçların objektif yani tarafsız olması bu noktada önem kazanır. Çocuğunuzu olduğu gibi kabul etmeli, çocuğa aslında onda olmayan yetenek veya özellikleri atfetmemelisiniz; aynı şekilde çocuğun başarı, yetenek ve özelliklerini gözden kaçırmamalı ve küçümsememelisiniz. Çocuğunuzun psiko sosyal gelişimini takip etmenin bir diğer yolu da; genel standartlara bakmaktır. Çeşitli kitaplar vb. çocuklarla ilgili yayınlarda çocuğun gelişim dönemlerine ilişkin bilgi verilir, bu bilgiler çok kesin olmamakla birlikte yaş grubuna göre çocuğun yapabileceği veya yapması gereken davranışları belirtir. Çocuğunuz bir davranışı belirtilen zamandan daha önce veya daha sonra yapabilir, önemli olan aradaki süre farkının çok olmaması (örneğin; bir yıl) ve yapılan davranışın niteliğidir. Çocuğunuzun psikososyal gelişimi hakkında; çevredeki diğer çocuklarla karşılaştırmalar yaparak da az çok takip edebilirsiniz, yalnız seçtiğiniz çocukların aile düzeni, kültür yapısı, cinsiyet vb. özellikler bakımından benzer olmasına dikkat ediniz.
1.,2.,3. SINIF ÖĞRENCİLERİNİN ÖZELLİKLERİ
Etkinlikler:
a. Bu dönemde, çocuk çok etkin ve hareketlidir. Her an bir şey yapmak ister; sakin ve sessiz durmaktan hoşlanmaz. Herhangi bir iş görürken bütün bedenini birden hareket ettirmek eğilimindedir. Davranışlarını kontrol altına almada güçlük çeker.
b. El işlerinde henüz beceriksiz ise de bir gün kâğıt kesmekten ve yapıştırmaktan, resim yapmaktan, makas, çekiç, testere gibi aletleri kullanmaktan hoşlanır. Erkek çocuk daha çok marangozluktan, birbirlerine eklenip çözülebilen maden ve tahtadan yapılmış yapıcılık oyun malzemesinden zevk alır. Henüz küçük kaslar ve el becerileri yeterli derecede gelişmemiş olduğu için bu çağda yapılan işler kaba saba olur. Çocukta ince ve düzgün iş beklenmemelidir.
c. Bu dönemde ev dışı oyunlarının büyük bir önemi vardır. Çocuk, özellikle, hareket ve etkinliği gerektiren oyun ve eğlencelerden hoşlanır. Yeni beden becerileri kazanmaya çalışır. Ağaca tırmanmaktan, ip atlamaktan; top, seksek ve bilye oynamaktan; kar ve buz üzerinde kaymaktan zevk alır. Çeşitli alanlarda arkadaşları ile yarışır. Koşmak, atlamak ve zıplamak, oyun zamanının büyük bir kısmını alır.
d. Çocuklar ritmik oyunlardan, ayaklarını müziğe uydurup dans etmekten, şarkı ve müzikli oyunlardan hoşlanırlar. Bu etkinlikler kız çocuklarını daha çok ilgilendirir.
e. Yeni tecrübelere girişmekten, hareket ve etkinlikte bulunmaktan çok hoşlanan bu çocukların fazla atılgan davranmaları ve başlarından büyük işlere girişmeleri mümkündür.

Sağlık Durumu:
f. Başlangıçta uyku ihtiyacı ortalama 11 saat iken, bu dönemin sonuna doğru 10 saate düşer. Gün ortasındaki uykudan artık vazgeçilirse de çocuğun bir dinlenme zamanına ihtiyacı vardır.
g. Özellikle boyu hızla uzayan çocuklarda bu çağda kambur durma eğilimi belirir. Beden çarpıklıklarını önleme bakımından, okulda öğrencileri sağlıklı oturma ve çalıştırma tedbirleri alınmalıdır.
h. Çocuklar, genel olarak, bedence kuvvetli ve sağlıklıdırlar. Gerçi kızamık, suçiçeği, kabakulak gibi bir takım bulaşıcı çocuk hastalıklarına tutulursa da, iyi bakılacak olurlarsa, bunlar önemli bir arıza bırakmadan geçer. Öksürük, bronşit gibi solunum hastalıkları, özellikle 6 yaşındaki çocuklarda daha çok görülür.
i. Çocuk, kendi sağlığını koruma işinde bir takım sorumlulukları üzerine alabilir. Kendi havlusunu ve bardağını kullanmayı, dışarı çıkarken havaya göre giyinmeyi, kalem veya parmağını ağzına sokmamayı, öksürüp aksırırken mendille ağzını kapamayı, bulaşıcı hastalıklara karşı korunmayı ve bu hastalıkların yayılmasını önlemek hususunda kendine düşeni yapmayı öğrenebilecek durumdadır.
j. Bu çağda beden sağlığı ile düşünme gücü arasında sıkı bir ilişki vardır. Çocuğun okuldaki başarısı geniş ölçüde sağlık durumuna ve beden enerjisine bağlıdır. Bunun için sağlığına ve iyi beslenmesine dikkat edilmelidir.



ZİHİN GELİŞİMİ

1. Yetenekler:
a. Bu çağda, çocuğu zihin gücü ve belleği bir hayli gelişir. O, dikkatini daha uzun süre aynı konu üzerinde tutabilir.
b. Çocukta henüz somut düşünme tarzı hâkimdir. Çocuk, duyuları ile düşünür; ancak gözlemler ve deneyler sonunda birtakım hükümlere varır. Bundan ötürü ilk dönemde sınıf çalışmaları, çocuğun duyularını harekete geçirmeli, okulda yaparak ve yaşayarak öğrenme ilkesine yer verilmelidir. Bununla beraber bu çağın sonuna doğru çocuk dinleyerek ve okuyarak da bir şeyler öğrenebilecek duruma girer.
c. Bu çağda çocuk çevresini toptan algılar. Gördüğü şeyleri çözümleyemez. Onda henüz mantıklı ve soyut düşünme yeteneği gelişmemiştir. Bunun için o, bilimsel mantığa göre sınıflandırılmış konuları kavrayamaz. Özellikle bu dönemde doğru öğretim, en uygun bir öğretim sistemidir.
d. Yedi yaşındaki çocuk, oyun çağına göre daha gerçekçidir. Temsili etkinlikten, hayali oyunlardan zevk almaya devam ederse de, artık yavaş yavaş hayal ve gerçeği birbirinden ayırmaya başlar ve gerçeği öğrenmek ister. Bununla beraber henüz duyguları düşüncesine hakimdir. His ve heyecanlarının etkisinde kalarak yargılara varır. Olayları objektif olarak eleştirme gücünü kazanmamıştır. Sık sık kendini över. Ancak, bu çağı sonunda yavaş yavaş kendi kusurlarını görmeye ve kendini objektif olarak değerlendirme gücünü kazanmaya başlar. Zeki bir çocuk, daha erken kendi kendisini eleştirme yeteneğini kazanır.
e. Bu çağın başlangıcında zaman kavramı çok sınırlıdır. Çocuklar, ilerisi için plan yapamaz, zamanlarını ayarlayamazlar. İkinci sınıfta zaman kavramı gelişmeye başlar. Dönemin sonuna doğru da yemek zamanını, ders yılının başını ve sonunu, haftanın günlerini kavrar duruma girerler. Tarihi fikri gelişir. Öğrenciler çok eski çağlardaki insanların yaşayış tarzlarını merak etmeye başlarlar.
f. Çocuklar, ikinci ve üçüncü sınıfta mizahtan anlamaya başlarlar. Birbirlerine bilmeceler söylemekten, şaka yapmaktan hoşlanırlar. Bununla beraber, kendilerine yapılan şakalara tahammülleri azdır.
g. Bu dönemin başında çocuğun yaptığı resimler varlıkların kendilerine benzemeye başlar. Artık çocukların, neyin resmini yaptıkları anlaşılır. Ancak, bu dönemde çocuk resimlerinin önemli bir niteliği, bunların görüldüğü gibi değil, bilindiği gibi çizilmesidir. Mesela, bir kumbara içindeki paralar resimde görünür. Yapılan resimlerin oranları gerçeğe uymaz, çizilen adam resmi evden daha büyük olabilir. Bu dönemin sonuna doğru resimlerde daha çok ayrıntılara yer verilebilir ve bunlar gerçeği daha iyi yansıtır.
h. Bu çağda, çocuk para ile ilgilenmeye başlar. Ona paranın değeri, ne işe yaradığı ve nasıl sayılacağı öğretilmelidir. Bunun için haftalık harçlık vermeye başlamak iyi bir tedbir olur. Böylece, çocuk alışveriş etmeyi de öğrenebilir. Ufak tefek iş görüp para kazanmak imkanını elde edebilirse, bundan hoşlanır. Bu, ayrıca, çocuk için paranın değerini anlama bakımından anlamlı ve yararlı bir tecrübe olur.
i. Çocuk,bu çağın başında, sayıları kavramaya başlar, yüze kadar sayabilir. İkişer ikişer, beşer beşer, onar onar da saymayı öğrenebilir. Daha sonra basit toplama ve çıkarma hesapları yapabileceği gibi, yarım, üçte bir, dörtte bir kavramları ile de bazı basit işlemleri yapabilir duruma gelir.
j. Ancak, hesap öğretiminde işlemlere geçmeden önce, çocukların temel sayı kavramlarını geliştirmelerine, bunu için gerekli alıştırmaları yapmalarına önem verilmelidir. Bu yapılmadıkça, sayı kavramları ve işlemler, anlaşılmadan ezberlenen sözlü beceriler olarak kalır.

2. Dil Gelişimi:
a. Bu dönemde, dil çok zenginleşir. Çocuk şaşılacak derecede çok kelime öğrenir.
b. Ortalama olarak 6 ve 7 yaşındaki çocuk okuma ve yazma öğrenmeye hazır duruma girer. Bunu için, hemen bütün dünya ülkelerinde bu yaşlar okumaya başlama çağı olarak kabul edilmiştir. Bu yaştaki çocukların çoğunda, okuma ve yazmaya karşı ilgi uyandığı gibi, bu işleri kavrayabilecek düşünme ve görme güçleri gelişmiştir. Birinci sınıfta okuma ve yazmayı öğrenmeyen çocukların büyük bir kısmı, ikinci sınıfta bunu başarabilirler.
c. Çocukta toptan görüş hakimdir. Bunun için, okuma ve yazma öğreniminde harflerden başlamak yerine çocuk için anlam taşıyan küçük cümle ve kelimelerden başlamak daha uygun olur. Başlangıçta çocuk için cümle içindeki sözcükleri ayırmak, özellikle bir kelimedeki harfleri soyutlamak çok güç gelir. Harfler yerine anlamlı kısa cümle veya sözleri okuyup yazmak daha ilgi çekici olduğu gibi bu metot çocuklara yazılı sembollerin bir anlama bağlı olduğu fikrini daha iyi kavratır. Böylece, onların ileride daha hızlı ve anlamlı okuma alışkanlıklarını kazanmalarına iyi bir zemin hazırlamış olur.
d. Çocukların, okuma ve yazmayı kolaylıkla öğrenebilmeleri için kendilerine söylenen sözleri sadece işitip anlamalı yetmez. Sözcüklerin fonetik yapısını kavramaları, bunu meydana getiren sesleri çözümleyebilmeleri de gerekir. Harf seslerini soyutlamak güç bir iştir. Böyle bir çözümleme, yazılı kelimenin hece ve harfleri çözümlenmesinden daha zordur. Çocuğun okuma mekanizmasını kavrayabilmesi için, kelimelerin bütünü içinde hece ve harf seslerini ayırt edebilmesi ve sonra da harf seslerini yazılı harf şekline bağlayabilmesi gerekir. Bu bakımdan okuma ve yazma öğreniminde çözümleme safhasına geçerken telâfuz alıştırmalarına da zaman zaman yer verilmelidir.
e. Bu dönemin sonunda, çocuk yalnız başına okuma alışkanlığını alabilir. Onun sessiz okuması, sesli okumasına nazaran, daha süratlenir. Genel olarak kızlar okumada, erkekler ise hesapta daha önde giderler.
f. Yapılan araştırmalar, bu çağı sonuna doğru çocukların bir yabancı dili öğrenmeye hazır olduklarını göstermektedir.
3. İlgiler:
a. Bu çağda temsil oyunlarına ilgi devam eder. Çocukların bu oyunlarda günlük tecrübelerinin, okudukları veya dinledikleri masal ve hikayelerin etkisi görülür.
b. Çocuklarda, bir çocuk temsilini veya filmini başından sonuna kadar seyredebilecek kadar sürekli dikkat yetisi gelişmiştir. Onların, hayvanlarla ilgili şarkılı ve sözlü temsil ve filmlerden hoşlandıkları görülür.
c. Bu çağın sonuna doğru kız ve erkek çocukların oyunları ve ilgileri başlar. Kızlar, büyükler gibi giyinip evcilik, okulculuk gibi oyunlardan hoşlanırlar. Erkek çocuklar ise arabacılık, şoförlük, pilotluk, askerlik ve hırsız polis oyunlarını tercih ederler.
d. Bu çağda, böcek ve hayvanlara karşı büyük bir ilgi görülür. Çocuklar hayvanat bahçesi ziyaret etmekten hoşlanırlar. Evde hayvan beslemek isterler, ama henüz bunlara bakmanın bütün sorumluluğunu yüklenemezler.
4. Moral Gelişimi:
a. Çocukta, iyilik ve kötülük kavramları önce ana babanın beğendiği ve beğenmediği davranışları ile ilgili olarak gelişir. Bu davranış, ana- babanın beğenip beğenmemesine göre iyi veya fena sayılır. Ancak bu çağda iyilik ve kötülük kavramları daha genişler ve genelleşir. Çocuk, “Söz dinlemek ve yardım etmek iyidir”, “Başkalarına zarar vermek fenadır” gibi bir takım değer yargılarına varabilir. Bu dönemde, hangi davranışların doğru, hangilerinin yanlış olabileceğini çocuklarla tartışmak yararlı olur.
b. Çocuklar, davranışlarını büyükler tarafından beğenilmesine önem verirler, bunların daima doğru ve iyi olarak değerlendirilmesini isterler. Yanılmak, kusurlu görülmek onları çok endişelendirir.
c. Çocuklarda, bu mektubu postalamak, çarşıda alışveriş yapmak gibi işleri başarabilecek kadar sorumluluk duygusu gelişmiştir.
d. Her zaman tam güvenilmemekle beraber, çocuklar, evde sofra kurmak, bulaşık yıkamak ve kurulamak, yatakları yapmak, odalarını toplu tutmak gibi alışkanlıkları kazanabilirler.

C. DUYGUSAL ve SOSYAL GELİŞİM:
1. Duygusal Durum:
a. Çocukların en önemli duygusal ihtiyaçları sevilmek, beğenilmek, benimsenmek ve değer verilmektir. Anneleri, öğretmenleri ve başka yetişkinler tarafından ne kadar ilgi ve şefkatle muamele görürlerse, ruh sağlıkları o kadar yerinde olur.
b. Evde olsun, okulda olsun, çocukta ilgi merkezi olmak istediği kuvvetlidir. Evde, ana babanın, okulda öğretmenin sevgisini paylaşmak ona zor gelir.
c. Evde veya okul hayatındaki baskılar ve gerginlikler sonucu olarak, çocukta yalan söyleme, kopya etme, başkalarına ait eşyayı alma olaylarına rastlanır. Aynı sebeplerle çocukta parmak emme, tırnak yeme, yüzde tikler gibi haller de meydana gelebilir.
d. Başarılı olmak ihtiyacı kuvvetlidir. Bu yaştaki çocukların, gerçek başarılar elde edemedikleri zaman, hayali başarılarla övündükleri görülebilir.
e. Bu dönemde çocuklar çeşitli duyguların etkisi altındadır. Korku, öfke, kıskançlık, neşe, sevgi gibi birçok duygular birbiri ardına çocuğun günlük hayatını doldurur; duygusal halleri çabuk değişir.

Korkuların konusu çok kere cin, cadı, hortlak, şeytan gibi hayal mahsulü şeylerdir. Çocuklar bunların karanlık yerlerde, kapalı odalarda bulunduklarına inandıklarından, karanlıktan, bodrumdan, tavan arasından ürkerler. Ana babaları veya arkadaşları tarafından sevilmemekten, annelerini kaybetmekten, okula geç kalmaktan veya ödevlerini yetiştirememekten korkarlar. Anlatılan masallar ve hikayeler, okunan kitaplar, görülen film ve temsiller, bu korkuların kaynağı olabilir. Bu dönemin sonuna doğru genel olarak korkular ve endişeler azalır.

2. Arkadaşlarla İlişki:
a. Bu çağda çocuklar grup veya takım halinde oynamak gücünü kazanırlar. İşbirliği isteyen etkinliklere girişir ve 7 – 8 kişilik gruplar içinde uzun süre oynayabilirler, futbol, voleybol gibi oyunlardan hoşlanırlar. Fakat bu oyunları bütün kurallarına uyarak değil, kendilerine mahsus şekilde oynarlar. Pek karmaşık oyun kurallarına henüz uyamazlar.
b. Bu dönemde, arkadaşlıklar kısa sürelidir, yani çabuk değişir, birtakım darılmalar ve barışmalarla devam eder. Bununla beraber, arkadaşlık, hayatlarının önemli bir yanıdır.
c. Çocuk, arkadaşlarıyla, zaman geçtikçe daha iyi geçinme gücü kazanır, daha az kavga eder ve daha az ağlar. Bu haksızlığa uğradığı zaman anneye, öğretmene gitmeyi ve kendi hakkını korumayı öğrenebilir. Onda arkadaşlarını hakkını korumaya doğru da bir duyarlılık gelişir.
d. Bu dönemin başında kız ve erkek çocuklar birbiriyle oynamaya devam ederlerse de genel olarak en yakın arkadaşlarını gene kendi cinslerinden seçerler. Bu çağın sonuna doğru kız ve erkek çocukların ilgileri ve oyun etkinlikleri ayrılmaya başlar. Kızlar ve erkekler ayrı gruplar halinde birbirlerinin karşısına çıkar ve aralarında tartışmalar ve anlaşmazlıklar olabilir.
e. Bu çağda arkadaşlar arasındaki anlaşmazlıklar daha çok sözle giderilmeye çalışılırsa da, bazen çocukların beden güçlerini kullanmaya başvurdukları da olur. Özellikle erkek çocuklar arasında tekme ve yumruk kavgaları görülür.
f. Giyim, konuşma ve zevk bakımından çocuk arkadaşlarını taklit eder. Ama onlarla çeşitli alanlarda rekabete de girişir. Çocukta sosyal yönden prestij kazanmak amacıyla güç gösterilerine, eşyaları veya aileleriyle övünme hallerine rastlanır. Erkek çocuk, genellikle, kuvvetli ve iri olmakla övünür.
g. Bu çağdaki çocuklar, arkadaşları arasında fakir – zengin ayrılığı, sosyal durum farkı gözetmezler. Fakat bu çağın sonunda aralarında öyle bir grup duygusu gelişebilir ki , onların başka sınıf, başka okul veya başka mahalle çocuklarına karşı cephe aldıkları görülebilir.
h. Çocuklar yaşıtlarının duygu ve düşüncelerinin farkında olmaya ve bunlara önem vermeye başlarlar. Bazen arkadaşları tarafından sevilmeme endişesine düşebilirler. Bu dönemde, onlar büyüklerinin mihver olduğu bir alemden, yaşıtların mihver olduğu bir aleme geçişi başarmak zorunda, büyüklere iyi görünmek yanında arkadaşlarına da kendilerini beğendirmek ihtiyacındadırlar.
3. Aile İlişkileri:
a. Bu çağdaki çocuk, ana ve babasına karşı birbirine zıt toplumsal tepkiler gösterir. Bazen aile büyüklerine karşı isyancı bir tavır takınır, yaramazlık, haşarılık eder, bazen de çok saygılı ve duygulu olabilir.
b. Çocuk, çoğu zaman, kişiliğini gösterme, bağımsız olabilme çabasıyla inatçılık, itaatsizlik ve dik başlılık eder. Büyüklerinin kendisine haksızlık ettiklerinden, çok sert olduklarından yakınır.
c. Bununla beraber, o hâlâ büyüklerinin her şeyi daha iyi bildikleri ve yaptıkları kanısındadır. Çok kere ana babasını kendisine örnek kişi olarak seçer, onların davranışlarını taklit eder ve düşüncelerini benimser.
d. Günün önemli bir kısmını okulda geçirmesine rağmen, çocukta, ana baba sevgisi ve ilgisine olan ihtiyaç hemen hemen okul öncesi çağındaki kadar kuvvetlidir. Ana ve babası tarafından başarısına ilgi gösterilen çocuğun, arkadaşlarına göre daha iyi geliştiği görülür.
4. Öğretmen ve Başka Büyüklerle İlişkiler:
a. Bu dönemin başında, çocuk öğretmenine büyük bir hayranlık duyar ve kendini beğendirmek için elinden geleni yapar. Çocukların hemen hepsi, güler yüzlü, kendilerini koruyan öğretmen tipini tercih ederler. Onlar için öğretmen, okulda ana babanın yerini tutan kişidir.
b. Bu yaştaki çocuklar arasında sık görülen “müzevirlik” ve arkadaşlarını şikayet etme halleri, çok kere öğretmenin ve yetişkinlerin ilgisini çekmek veya onların değerler sistemini benimsediklerini ispatlamak gayreti ile yapılır.
c. Yetişkinlerin tenkitleri çocuklara çok dokunur. Alay ve aşırı şakalara alındıkları görülür.
d. Genel olarak, çocuklar yetişkinlerin davranış standartlarını benimsemiş durumdadırlar. Onlara göre neyin doğru, neyin yanlış olduğu konularında büyükler en üstün otorite sayılır. Çocuklar arasında bir değerler sisteminin gelişmesi belirtilerine ancak bu dönemin sonunda rastlanır.

D. EĞİTİMDE GÖZETİLMESİ GEREKEN NOKTALAR

1. Okula yeni adımını atan çocuk, ev ve aile hayatından farlı yeni bir çevreye uyma sorunu ile karşılaşır. Çocuk, yaşıtlarından meydana gelmiş bir grup içine katılmak, bu değişik ortamda öğretmen ve arkadaşlarına kendisini beğendirmek zorundadır. Bu geçiş, bazı çocuklar için kolay, bazıları için ise çok zor olabilir. Bazı çocuklar, önce ev hayatında hiç karşılaşmadıkları, fakat okul hayatında çok önem verilen yazılı semboller karşısında şaşırırlar. Bu geçiş, bazı çocuklar için kolay, bazıları için ise çok zor olabilir. Bazı çocuklar, önce ev hayatında hiç karşılaşmadıkları, fakat okul hayatında çok önem verilen yazılı semboller karşısında şaşırırlar. Bazı çocuklar, belki ilk defa kendi palto ve atkılarını giymek gibi sorumluluklarla karşılaşırlar. Birçokları yoruldukları zaman başkalarını sıraya koyup uymayacaklarını, her an sınıfta olup bitenlere dikkatle dinlemek zorunda olduklarını ilk defa öğrenmektedirler. Öğretmenlerin anlayışlı ve sabırlı olmaları, bu bakımlardan onlara yardımcı olabilmek için, aileleri ile ,işbirliği yapmaları gerekir.
2. Bu dönemin başında, büyük ve küçük kasları hala gelişmekte olan çocuğun hareket ve etkinliğe ihtiyacı vardır. Özellikle göz ve el arasındaki işbirliği henüz gelişme halindedir. El hareketleri, çocuğun konuşması kadar düşünme güçlerini de geliştirir. Öğretimde el işlerine ve beden etkinliğine yer verilmesi; sınıf çalışmalarında oyun ve iş ahenkli bir şekilde birbirini kovalamalıdır.
3. İlkokulun birinci döneminde beden sağlığı ile okul başarısı arasında sıkı bir ilişki vardır. Onun için: 1) Öğrencilerin sağlık muayenelerinden geçirilmesi ve sağlık durumlarının yakından izlenmesine, 2) Okul hastalıklarına karşı lüzumlu tedbirlerin alınmasına, 3) Öğrencilere sağlık bilgi ve alışkanlıklarının kazandırılmasına, 4) Öğrencilerin göz ve kulaklarının muayeneden geçirilerek iyi görmeyen ve işitmeyenlere mümkün olan yardımların sağlanmasına önem verilmelidir.
4. Zihin güçleri çevreden gelen uyarıcılarla beslenir. Zihni gelişimde tecrübe, kavram ve söz birbirini izleyen üç merhaledir. Birtakım tecrübe ve davranışlar kavramlara yol açar. Kavramlar da sözlere bağlanacak olursa, çocuk, tecrübelerden çeşitli şekillerde yararlanmak, bunları başkalarına iletmek ve başkalarının tecrübelerinden yararlanmak imkanlarını elde eder. Onun için;
a) Çocuklara çeşitli deneyler yaptırmalı, tecrübeler sağlamalıdır.
b) Başlarından geçenleri arkadaşlarına anlatma, tecrübelerini söz ve yazı ile ifade etme fırsatları verilmelidir.
c) Bu günkü tecrübelerini eskilerine bağlatma, hayalini işletme, ileriyi tahmin etme alıştırmaları yaptırılmalıdır.
5. Dil, okul hayatında gittikçe güçlenen bir rol oynar. Tecrübenin sembollük şekle çevrilmesi (söz ve yazıyla anlatımı) türlü yeni birleşimlere (sentezlere) yol açar, uzak ihtimallerle ,ilişki kurmayı sağlar.
6. Başarı ile ruh sağlığı arasında sıkı bir ilişki vardır. Bunun için, çocuğun okulda başarı zevkini tatmasına büyük bir önem verilmelidir. Oyun çağında güven duygusunun genel olarak ana baba sevgisinden bulan çocuk, okul çağında bunu, çeşitli alanlarda başarılı olmakla geliştirir. Bunun için, ilkokulun birinci döneminde şu noktalara dikkat edilmelidir:
a) Sınıftaki bütün çocukların aynı derecede başarı göstermeleri, onlardan aynı standartlara uymaları beklenmemelidir. Her öğrenci aynı başarı seviyesine ulaşamaz, eşit miktar ve kalitede işi göremez. Zira çocukların yetenekleri, ilgileri ve ihtiyaçları birbirlerinden çok ayrıdır.
b) Çocuklara verilecek ödevler, onların çalışma güçlerine, ilgi ve ihtiyaçlarına uygun olmalıdır. Öyle ki, yavaş öğrenen çocuklar da kendilerine uygun işlerde çalışıp bir şeyler becererek başarı kıvancını duysunlar ve zevkle çalışma alışkanlığını alsınlar.
c)

GELİŞİM PSİKOLOJİSİ

GELİŞİM PSİKOLOJİSİ

Gelişim psikolojisi, biyolojik, psikolojik ve davranışsal yeteneklerin basitten karmaşık sistemlere doğru değişiminin incelenmesi olarak tanımlanır. Bir çoklarına göre gelişim psikolojisi organizmanın belli bir yaş sırası içinde geçirdiği dönem yada evrelerin tanımlanıp incelenmesi ile ilgilidir. Gelişim Psikolojisinin temel ilgi alanı; zamanla ileri doğru hareket organizmanın geçirdiği değişimlerin incelenmesidir. (Ergenlik Psikolojisi, Derleyen: Bekir ONUR, Ank. 1987).

BİLİŞSEL GELİŞİM - ZİHİNSEL GELİŞİM

BİLİŞSEL GELİŞİM

İki Yılda Görülen Bilişsel Gelişim : Bebek doğumunun ilk gününden itibaren çevresini keşfetme çabasınıa başlar. Keşif çabasında kullandığı temel araçlar doğuştan getirdiği duyusal ve hareketsel yeteneklerdir. Bilişsel gelişimin aşamalarından birini çocuk nesnelerin değişmezliğini keşfederek başarır. Önceleri bebek için nesne ancak kendi görsel alanı içindeyken vardır. Nesne ortadan kaldırılınca nesnenin yok olduğunu artık var olmadığını düşünür. Bir yaşına doğru çocuk nesnenin değişmezliği kavramını anlamaya başlar ve göz önünden kaldırılan bir nesneyi etrafına veya masanın altına bakarak arar.Değişikliklerin olabilmesi için çocuğun çevreyle etkileşim içinde olması gerekir. Olgunlaşma çocuğun sinir sistemini geliştirerek onun daha karmaşık algılamalar yapabilecek düzeye gelmesini sağlarken, çocuğun çevresiyle duyusal ve hareketsel etkileşim yapması bilişsel gelişimin temelinde yatan öğrenme deneyimlerini oluşturur.
İki Beş Yaş Arasında Bilişsel Gelişim : Bu devrede daha önce kazanılan iç temsil süreçleri daha karmaşık ve çok yönlü olmaya başlar. Çocuk bu devrede kelime kullanmaya ve ilkel bir düzeyde ilk olarak bir sembol ile bu sembolün temsil ettiği nesne arasındaki ilişkiyi anlamaya başlar. Çocuk iç temsilden başka bir deyişle kelime, kavram ve sembollerin verdiği zenginlikten faydalanarak oyun yaşamına yeni zenginlikler getirir. Örneğin; bir ağaç dalını at gibi kullanmaya, ana-baba rollerine girerek arkadaşlarıyla yetişkin ilişkilerini taklit oyunları oynamaya başlar. Bu sembolik, hayali ve oyunsal maceralar sayesinde çocuk yavaş yavaş gerçek yaşama hazırlanır. Çocuğun bu yaşta becerdiği önemli adımlardan biri nesneleri kategorilere ayırmayı öğrenmesidir. Nesnelerin büyüklük, renk, biçim gibi belirli duyusal özelliklere göre sınıflandırması, nesnenin değişmezliği aşamasından sonra kendini gösterir.Beş yaşına ulaştığında çocuk, bir nesneyi ayrı, bağımsız bir nesne olarak değil, o nesnenin ifade ettiği sınıfın bir temsilcisi olarak görebilir. Piaget’e göre dil gelişimi, çocuğun bilişsel gelişiminin belirli bir aşamaya ulaşmasının doğal sonucudur.Bilişsel gelişimin temelinde dil gelişimi değil, aksine dil gelişiminin temelinde bilişsel geliim yatar.
Beş Oniki Yaş Arası Bilişsel Gelişim : Doğumdan 2-3 ay sonra nesnelerin yok olduğunu düşünen çocuk, 12 ay civarında nesnelerin değişmez olduğu aşamasına ulaşır. Beş yaşına doğru çocuk nesneleri zihinsel olarak temsil eder ancak bu kavramlar ve semboller üzerinde zihinsel işlemler yapamaz. Çocuk yedi yaşına doğru yaklaştıkça toplama, çıkarma gibi bilişsel işlemleri yapmaya başlar. Bu dönemde çocuk olayları başkalarının gözünden görmeye başlar. Bu yaş evresinde çocuk iki önemli beceriyi geliştirir. Becerilerinden biri sınıf içerme becerisidir, başka bir deyişle bir sınıfa ait olan nesnelerin, başka bir sınıfın alt dizisi olabileceğini çocuk anlar. Örneğin köpekler hayvanlar sınıfının bir alt dizisini oluşturabilir. Çocuğun kazandığı ikinci önemli beceri daha önceki evrede ancak nesnelere dokunarak gerçekleştirebildiği sınıflama sürecini sembolik olarak yapabilmesidir. Bu evrede çocuğun bilişsel alanda başardığı değişiklikler 3 temel grupta toplanabilir :
1. Çocuk nesnelerin ve olayların renk, biçim, yükseklik gibi dış duyusal özelliklerinin baskısından kurtulup, onların kitle, hacim, sayı gibi iç özelliklerini kavrayabilecek hale gelir. Bu değişiklikler çocuğun cinsiyet anlayışında, sayı kavramının gelişmesinde, mekan ilişkilerini kavramasında kendini gösterir.
2. Okul çağındaki bir çocuk bir olayı diğer insanın gözüyle görebilmeyi zamanla daha iyi becermeye başlar. Bu dönemde çocuğun düşünce tarzı Piaget’e göre ego merkezli (egocentric) düşünce tarzıdır. Ego merkezli olmaktan kurtulup, diğer kişinin gözüyle dünyayı görebilmek çocuğun sosyal ilşkilerinde yeni bir aşamaya yol açar.
3. Çocuk dış dünyadaki nesnelerin yerine kafasında geliştirdiği semboller ve zihinsel operasyonlar aracılığı ile işlemler yapmaya başlar. Gördüğü nesneleri sınıflar, aralarındaki ilişkileri gözler ve dış dünyada bir değişiklik yapmadan kendi zihin dünyasında o yaşa göre oldukça karmaşık zihinsel buluşlara ulaşır.
12 - 18 Yaş Arasında Bilişsel Gelişim : Formel operasyonlar evresine gelen bir birey artık yetişkin dünyasıyla tam bir iletişim içine girmeye hazırdır, çünkü bilişsel gelişimin en son aşamasına gelmiştir. Formel operasyonlar gelişirken bireyin kişilik yapısıda gelişir ve bireyin ahlak anlayışında olduğu kadar kendini algılayışında da temel değişiklikler yer alır. Bu düzeye ulaşan bir çocuk, belirli bir sorunu çözebilmek için değişik hipotezler geliştirir ve her hipotezi birer birer dener. Çocuğun düşüncesine ve sorunlara yaklaşmasına bir düzenlilik, formel yapı, akıl yürütme süreci gelmiştir.
Mantıksal düşüncenin kendini gösterdiği düşünce tarzlarından biri tümdengelimdir. Tümdengelim düşünme tarzında belirli bir genelleme, doğruluğu kabul edilen bir temel düşünce alınır ve bu düşüncenin doğurduğu olasılıklar bulunur. Bilimsel ve teknolojik bilginin her aşamada gerekli olduğu endüstrileşmiş ülkelerde, formel operasyonlara dayalı düşünce biçimi, bireyin eğitimini başarıyla tamamlayıp doktor, mühendis, bilgi işlem uzmanı gibi başarılı bir meslek sahibi olabilmesi için gereklidir.
Kohlberg ahlaksal düşünmenin gelişmesini, Piaget’nin kuramına dayandırmış ve ahlaksal düşüncenin gelişmesini gösteren 7 aşamalı bir tablo oluşturmuştur. Bu tablo:
1. Aşama. Cezave İtaat Yönelimi : Davranış bütünüyle dışarıdan denetlenir. Dışarıdan gelen emirler, cezalar ve ödüllemeler davranışın yönünü belirler. Cezalandırılan davranış kötü, ödüllendirilen davranış iyidir. Gücü elinde tutan otoritenin (yetişkinlerin) her dediği doğrudur.
2. Aşama. Bireysellik, Amaca Yönelik Değiş-Tokuş : Bireyin gereksinmelerini gideren her şey doğrudur. Karşısındaki ile doğru dürüst bir alışveriş ve değiş tokuş kurabilmek bir kimsenin doğru yolda olduğunu gösterir. Bireyler arasındaki anlaşma ve söz vermelere değer verilir.
3. Aşama. İyi Çocuk Yönelimi : Diğerlerini, özellikle kişinin aile üyeleri gibi yakını olan kimseleri memnun etmek için yapılan hareketler doğrudur. Bireyin kendisinden bekleneni yaoması en doğru hareket biçimidir.
4. Aşama. Yasa ve Düzen Yönelimi : Çocuğun algılaması aile içi sorunları aşmış ve tüm toplumu kapsamaya yönelmiştir. Bireyin görevini yapması, yasalara boyun eğmesi, yasayı temsil eden otoriteyi dinlemesi ahlaksal davranış olarak görülür.
5. Aşama. Toplumla Sözleşme Yönelimi : Yasalar önemlidir, ancak bu aşamada yasalar, istendiğinde değiştirilebilen sözleşmeler olarak görülür. Yasaların amacı toplumun büyük kesimine hizmet edebilmel olduğuna göre, sırası geldiğinde bu amacı gerçekleştiren diğer seçeneklerin düşünülmesinde de bir sakınca olmamalıdır. Sözleşme ve anlaşmalar bir kez yapıldıktan sonra her iki tarafıda bağlayıcı bir özellik taşır.
6. Aşama. Evrensel Ahlak İlkeleri : Bu aşamada bireyin düşünüşünü temel ahlak ilkeleri belirler. Ahlak ilkeleri ile yasalar arasında çoğu kez bir çelişki olmadığı için ahlak ilkelerine uyan birey kendiliğinden yasaya uygun davranmış olur. Ne var ki, yasa ve ahlak ilkeleri arasında bir çelişki olduğuda, bireyin ahlak ilkelerine uyması beklenir.
7. Aşama. Kutsallıktan Kaynaklanan Ahlak Anlayışı : Bu aşamada birey kendini, içinde yaşadığı toplumu, insan ırkını aşan evrensel bir düzen kurmaya çabalar ve bu kutsal düzenin bir parçası olarak her şey ile uyum içinde yaşamaya yönelir. Bu tip düşünüşün temelinde Mevlana’nın, yaratıcıya duyulan sınırsız sevgi ve bağlılığın yattığı, “gel ne olursan gel,evimiz gönül evidir, kapısı herkese açıktır” anlayışı yatar.

ZİHİNSEL GELİŞİM

Piaget’e Göre Zihinsel Gelişim Dönemleri :
1. Duyusal Devinim (Motor) Dönemi (0-2 Yaş) : Çocuğa duyular ve duyu organları yolu ile ulaşanlar önemlidir.Çevresindeki nesnelere dokununca etkileşimde bulunur, bu dönemde çocuğun özgür hareketlerine engel olmamak gerekir. Bu dönemde çevresi ile ilişkili olarak bazı kavramlar gelişir.
2. İşlem Öncesi Dönem (2-7 Yaş) : Bu dönemde nesnelerin yerini simge alır. Deneyimlerine göre akıl yürütür. Nesneleri sınıflandırır, oyunlarda simgesel işlem görülür.
3. Somut İşlem Dönemi (7-11 Yaş) : Bu dönemde maddenin korunması, ağırlıkların korunması ilkeleri gerçekleşir. Yani; geniş bir kapta bulunan suyu, uzun bir cam şişeye doldurduğumuzda, miktarının değişmediğini söylemektedir. Daha önceki dönemlerde bunu başaramamaktadır. İlkokul yıllarına rastlayan bu dönemde öğrencinin derslere ilişkin faaliyetlerinin deney, ders levhası, maketler, modellerle gerçekleştirmesi, ağırlık, alan ve hacim ölçülerinin somut olarak sınıfa getirilmesi gerekir.
4. Soyut İşlem Dönemi (11-...) : Bu dönemde çocuk yetişkin gibi soyut düşünebilir. Ergen bu dönemde tümevarım ve tümden gelim yolları ile düşünebilme yeteneğini kazanır. Somut işlem döneminden soyut işlem dönemine geçişin nasıl olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Piaget bunu ergenlik çağının başlarında görülen nörofizyolojik yapı değişikliğine bağlamaktadır. Bunun yanısıra, bireyin içinde yaşadığı toplumun toplumsal ve kültürel yapı ve özelliklerinin de bunda rol oynadığı kabul edilmektedir.


PSİKO - SOSYAL GELİŞİM - PSİKOLOJİK GELİŞİM


Erikson, gelişmeyi insan yaşamının tümünü kapsayan bir süreç olarak görmüş ve ergenlik çağından sonraki dönemlerin de temel özelliklerini, sorun ve bunalımlarını tanımlamıştır. Erikson’un “İnsanın Sekiz Evresi” başlığı ile geliştirdiği dönemler kuramı, normal ve normal olmayan kişilik gelişmesini açıklamaktadır. Erikson bu sekiz evreyi benlik gelişiminin aşamaları olarak tanımlamıştır. Her evrede benlik, belli bir takım gelişmeleri tamamlamakta; sorunları çözmekte ve evreye özgü bir psikososyal bunalımı atlatmaktadır. Evrelerin adı, benliğin o evrede geçirdiği özgül psikososyal bunalıma verilen addır. Erikson, her evrede benliğin karşılaştığı bir olumlu benlik öğesi bir de bunun karşıtını belirtmiştir. Temel güvenin karşıtı temel güvensizliktir.
1. Temel Güven : Bebekte, toplumsal güven duygusunun ilk belirtileri beslenme, uyku, sindirim gibi işlevlerde düzen ve rahatlığın bulunuşudur. Bu dönemde bebek tümden alıcı bir yapıdadır. Bu alıcı yapıya karşı annenin verici oluşu karşılıklı düzen ve denge sağlamaktadır. Annenin vermeye hazır oluşu ve bunu istemesi, onun da bu vericilikten birşeyler aldığını gösterir. Böylece, bebeğin ilk toplumsal başarısı, büyük kaygı ya da öfkeye kapılmadan, annesinin gözünden silinmesine, bir süre uzak kalmasına dayanabilmesidir. Böyle bir başarı, bebeğin benliğinde varlığı kesinlik kazanmış bir annenin olduğunu gösterir. Anne bir süre gözden uzaklaşabilir fakat az sonra gelecektir. Gözden şu anda silinmesi tamamen yok olması değildir. Demek ki düzenli alma-verme ilişkisi bebeğin zihninde annenin sürekliliğini sağlar. Karşılıklı etkileşen bu iki organimanın bütünleşmesindeki temel öğeler süreklilik, tutarlılık ve aynılıktır. Erikson’un görüşünü şöyle özetleyebiliriz : “Çevremdekiler bana bakıyor, veriyor, varlığımı tanıyor. Onların sürekli, tutarlı ve aynı kişiler oluşu güvenilir kesinliktedir. Ben verilmeğe değer, güvenilir bir varlığım.”
Bu dönemin tehlikesi çocuğun yeterli güven duygusu kazanamayışı ve temel güvensizlik çekirdeğinin büyük oluşudur. Böyle bir durumun örneklerini aile içinde büyüme olanağı bulamayan çocuklarda görürüz.Çocuğa çok iyi bakım veren fakat bakıcılarında süreklilik ve aynılık bulunmayan çocuk yuvalarında en önemli sorun, temel güven duygusunun gelişmemesi ya da yıkılmasıdır. Temel güven ve temel güvensizlik arasındaki çatışmanın çözümü için gerekli davranış örüntülerinin geliştirilmesi benliğin ilk görevlerinden biridir. Bu, aynı zamanda anne-babanın da ilk görevidir.Ama şunu açıkça belirtmek gerekir ki, bebeklik çağında elde edilen güven duygusunun niceliği, bebeğe verilen besilerin ya da sevgi gösterilerinin niceliğine değil, daha çok anne-çocul ilişkisinin niteliğine bağlıdır.
2.Özerklik (Autonomy): Birinci yaşın sonunu doğru çocuğun kas ve hareket dizgesi iyice gelişir. Ayağa kalkmak ve yürüyebilmek, çocuğun anne kucağından çevreye doğru uzanması; yatay ve bağımlı var oluştan, dikey ve hareketli, özerk varoluşa geçişin ilk adımlarıdır.Hareket dizgesinin gelişmesi yanısıra, çocukta işeme ve dışkılama işlevlerini gören büzgeç kaslar olgunlaşmaktadır. Büzgeç kasların olgunlaşması, işeme ve dışkılamanın artık isteğe göre yapılabilmesi demektir. Yani çocuk isterse tutabilir, isterse bırakabilir. Böylece birbirlerine karşıt iki istek, iki eğilim ortaya çıkmıştır. Çocuk, birbirine karşıt iki istek arasında seçim yapabilme durumuna girmiştir. Bu durum, insanoğlu için yepyeni bir yetinin gelişmesi demektir; istemek ya da istememek; yapmak ya da yapmamak. İşte, özerklik duygusu birbirine karşıt istek ve eğilimler arasında bir seçim yapabilme gücüdür. İşeme ve dışkılamayı isteyince tutabilme ya da bırakabilme, giderek toplumsal anlam atşıyan bir çok davranış örüntülerine de geçer ve genelleşir. Bu evrede birbirine karşıt eş-anlı iki eğilim arasında bir seçim yapabilme yetisigelişmektedir demiştik. İşte bu evrede, dışarıdan yapılacak denetim ve öğretiler, çocuğun bir seçim yapma yetisini aşrı uçlara götürmeyecek biçimde güven verici olmalıdır. Bu evrede, çocuk birbirine karşıt duygu ve eğilimler üzerinde giderek bir denge kurmayı, seçim yapabilmeyi ve istenç(İrade) yetisini geliştirir. Kendi benliğine saygısını yitirmeksizin kendi kendini denetleyebilme duygusundan iyi niyet ve onur duygusu doğar. Özetle özerklik duygusu, bireyin yalnızca ayrılaşmış bir varlık olduğunun algılanması değildir. Aynı zamanda, karşıt dürtü ve eğilimler arasında bir seçim yapabilmesi; benlik saygısını yitirmeden, utanç ve kuşkuya kapılmadan kendi kendisini denetleyebilmesidir. Erikson, Tanrıya inancın kaynağında temel güven duygusunun bulunduğunu ileri sürmüştür. Toplum içinde “düzen ve yasa” ilkesinde özerklik ve istenç duygusuna bağlanmıştır.
3. Girişim : Çocuk 3-4 yaşlarında beden ve kişilik bakımından hızla büyümektedir. Artık, sanki bir yetişkin gibi daha sevecen ve rahat; düşünmesinde daha parlak; hareketlerinde daha canlı ve etkindir. Bu dönemde çocuğun motor gelişmesi hızla olgunlaşırken, cinsel organlara yönelik ilgileri de artmıştır. Erkek çocuğun davranışlarında fallik-girici özellikler ağırlık kazanır. Kızda ise ele geçirme ya da çekici oluş gibi davranış biçimleri gelişir. Çocuğun motor ve zihinsel güçlerinin artışına bağlı olarak, eylem alanı, istek ve emelleri de genişlemektedir. Bu evre, Oedipus çatışmasının, Elektra kompleksinin, iğdişlik korkusunun (sünnet) ve yasak-sevi duvarının algılandığı, kavranıldığı dönemdir. Bu evrede çocuk cinselliğinin artık yeni bir boyut kazanması, yani eşeysel bir anlam taşıması ile çocuk özel bir bunalım dönemi geçirmektedir. Bu bunalımın üstesinden gelmek için çocukluk cinselliği artık bırakılmalı; yavaş yavaş ana ya da baba olma sürecine girilmelidir. Anne ya da baba ile özdeşim yaparak çocuk benliği gelişir, bir üst-benlik oluşmaya başlar. Çocuk, içinde bulunduğu toplumun rollerine, işlevlerine, kurallarına göre davranmaya; o toplum için geçerli araç-gereci, silahı kullanmaya ve kendisinden küçük çocuklara bakım vermeye yönelir. Çocukta giderek bir törel sorumluluk duygusu gelişir.
İşte çocuğun psiko-sosyal gelişiminin bu ecresinde, cinsel konulara dalması, bitmek bilmez bir öğrenme merakının ortaya çıkması, bir anne, bir baba yerine geçmeye özenmesi ve bu doğrultuda emeller beslemesi, girişim duygusunun öncüleridir. Girişim her eylemin zorunlu bir parçasıdır. Bireyin girişim ve becerme gücü ceza korkusu ve suçluluk duygusuyla kısıtlanır. Bu tür girişim kısıtlanışı ve suçluluk duyguları kişinin edilgin, ürkek ve bağımlı kalmasına yol açar. Özetle çocukluğun 3-6 yaşlarında gelişen olumlu benlik öğesi girişim duygusudur. Girişim duygusu özerk ve özgür düşünmek, geleceğe yönelik emeller beslemek ve eyleme geçmek için rahatlık ve güç sağlar. Bu dönemin tehlikesi aşırı suçluluk duygusunun gelişmesidir.
4. Çalışma ve Yapıcılık (Industry) : 6-7 yaşlarında çocuk, ruhsal dünyası ile, artık gerçek yaşama girmeye hazır gibidir. O toplumda geçerli öğrenme alanını ise, o alanda çalışması ve üretici olabilmesi için gerekli hünerleri kazanmalıdır. Artık kendi ailesinin koruyucu yatağında değil, toplumun sağladığı öğrenme ve çalışma alanında kendini göstermek zorundadır. Okul çocuğunun benlik sınırları içine artık araç gereçler girer. Bu araçları ve gereçleri kullanabilmek için beceriler geliştirir.
Bu dönemde, çocuğun karşılaşabileceği tehlike, yetersizlik ve aşağılık duygusudur. Eğer araç-gereç ve öğrenim dünyasına uyum yapamaz ve umudunu yitirirse onları benimsemeyebilir. Bunun sonucunda aile içi bağımlılığa dönebilir. Bu dönemde bir başka önemli tehlike de çocuğun öğretilenleri olduğu gibi alması; bunların dışına çıkamaması ve sonunda öğrendiği teknolojinin kölesi olmasıdır. Böylece çocuk benliği daralır, özerk ve gelişimci benlik gelişmesi kısıtlanır.
5. Kimlik (Identity) : Toplumun araç-gereç ve beceriler dünyası ile iyi bir ilişkinin kurulması ve ergenlik çağının gelmesi ile çocukluk dönemi sona erer. Gençlik çağı başlar. Ergenlik ve delikanlılık yaşlarında bedenin ve eşeysel organların hızlı bir gelişimi olur. Bu dönemde delikanlı kendine göre ne olduğu ve ne olacağı ile, başkalarına göre kendisinin ne olduğu sorularına yanıt arar.
Bu evrede benlik kimliğinin oluşması, çocukluk çağında yapılmış olan özdeşimlerin toplamından öte bir şeydir. Eski özdeşimler delikanlının yeni değerlerine ve rollerine uygun nitelik kazandırılarak benimsenir. Böylece yenileştirilen özdeşimlerle eski özdeşimler arasında bağlar kurulur. İşte kimlik duygusu benliğin bu bütünleştirme yetisinin artan biçimlerde yaşanması, kişiliğe yerleşmesidir. Kendi bireysel benliğinde yerleşmiş olan süreklilik ve aynılık duygusu toplumsal yöndende kazanılır. Erikson’un kimlik duygusu diye belirlediği duygu, eskiden çekirdek durumda varolan kimlik duygusu ile, bu dönemde gelişen ve topplumsal anlam yüklenen kimlik duygusunun bütünleşmesi ve buna bağlı olan güven duygusudur. Kimlik duygusunun cinsel, toplumsal ve mesleksel ögeleri vardır.
Gencin cinsel yapısı ve yeterliliği konusunda önce bir takım soruları ve kuşkuları olabilir. Kendi cinsel yapısını, yeterlilik ve gücünü, düşüncede ya da eylemde, başkaları ile karşılaştırır. Bu konuda başkalarıncada nasıl göründüğünü merak eder. Kendini sınar, yarışmaya kalkar. Zamanla, sağlıklı gencin bu tür sınamaları, yarışmaları ve kuşkuları yatışır. Kendi cinsel yapısının ve yeterliliğinin gerçekçi kabullenilişi ile cinsel kimlik duygusu olgunlaşır.
Toplumsal yönden kimlik duygusu, delikanlının kendi grubu ve toplumu içinde rollerini, yerini ve değerini tanıması, tanıtmasıdır.Delikanlı kız ve erkekler kendi grupları içinde çok acımasız olabilirler. Kendilerine benzemeyenleri dışarıda tutarlar. Bir yandan arkadaşlarının iiçten bağlılığını, sadakatini denerler, gerçek dostluğu ararlar. Bu evrede görülen aşık olma yalnızca cinsel bir konu değildir. Delikanlı aşkı büyük oranda, gencin kendi benlik imgesini bir başkasına yansıtması; onun tarafından nasıl görüldüğünü, nasıl değerlendirildiğini anlamak ve bu yolla kendi kimliğine tanım bulmak çabasıdır.İşte bunun için delikanlılık aşkında cinsellikten çok konuşma egemendir.
Kimlik duygusunun gelişmesinde mesleksel uğraşıya yönelmek ve bir meslek kazanmak için eğitim ve hazırlıklara girmek büyük önem taşır. Hemen her toplumda kimlikle meslek iç içedir. Bu nedenle, mesleksel kimliğin kazanılabilmesi için sağlanan eğitim ve iş olanakları ile ilgili sorunlar delikanlı bocalamasının en belirgin yanını oluşturur. Rolleri ve meslek uğraşları iyi belirlenmemiş, olanakların kısıtlı olduğu toplumlarda gencin uzun süre bocalaması kaçınılmazdır.
Görülüyor ki kimlik duygusu, bireyin, soyut olarak kendi benliğinin bilinçli ve bilinç dışı kabullenişi olduğu gibi, cinsel, toplumsal ve mesleksel yönlerden somut gelişimlerinininde tamamlanması gerekmektedir.
6. Yakınlaşma (ıntimacy) : Delikanlılık döneminden sonra genç yetişkinlik çağı başlar. Delikanlılık döneminde en önemli sorun kimliğin araştırılması, kimlik duygusunun yerleşmesidir. Bundan sonraki dönemde yani genç yetişkinlik çağında, artık birey kendi kimliğini bir başkasının ya da başkalarının kimliği ile birleştirebilmeye hazırlar. Bu yakın ilişkiler kurma evresidir. Kuşkusuz eski dönemlerde candan dostluklar, yakınlaşmalar olmuştur. Gençlik çağında başlayan yakınlaşmanın ise değişik bir boyutu vardır. Burada yakınlaşma, yakın ilişki kurma derken, bireyin somut birleşmelere, eşleşmelere kendini bırakabilmesi; bu yakın ilişkilerde özveride bulunabilmesi ve ödünler verebilmesi anlaşılmaktadır.
Asıl eşeysel (genital) uyum bu evrede gerçekleşir. Delikanlılık çağındaki cinsel yönelimde çelişik duygular vardır. Psikanaliz kuramı insanlık için iyi cinsel uyumu bir ülkü olarak ortaya atmışsada bunun nasıl bir uyum olduğunu açıkça tanımlamamıştır. Erikson, kalıcı toplumsal anlamı olabilecek eşeysel uyum (genitality) “ütopyasında” şu öğelerin bulunması gerektiğini belirtir :
• Karşı cinsten,
• Sevilen bir eş ile,
• Karşılıklı doruk-doyuma ulaşabilmesi,
• Karşılıklı güven duygusunun paylaşılabilmesi,
• İş, üreme, eğlenme alanlarında birlikte bir düzen kurulabilmesi,
• Yeni yetişecek kuşaklara yeterli gelişme olanaklarının birlikte sağlanabilmesi.


7. Üretkenlik (Generativity) : Olgun insan kendisine gereksinim duyulmasını bekler. Olgun kişininde yetiştirdiği kuşaklardan desteğe, rehberlğe ve bakıma gereksinimi vardır. Üretkenlik deyince yeni bir kuşağı oluşturmak ve ona rehberlik etmek anlaşılmaktadır. Üretkenlik kavramı üretim yapabilme ve yaratıcılık anlamlarınıda içermektedir. Kuşkusuz bir çok kişiler için sanat, bilim alanındaki yapıtlarda üreticiliğin içinde sayılmalıdır. Bu evredeki tehlike kısırlık, verimsizlik, durağanlık ve benliğin yoksullaşmasıdır. Bir bakıma orta yaş çöküntülerinde böyle bir durağanlık ve benliğin yoksullaşması söz konusudur. Bu tür çökkünlüklerde üretilmiş ve yetiştirilmiş olan ürünlerden, çocuklardan beklentilerin gerçekleşmemesi, yetersizlik, yoksullaşma, durmuş olma duygusuna yol açabilir. İşte bu nedenle, bu evrede olumlu yön üretkenlik, olumsuz yönde durağanlık adını almaktadır.
8. Benlik Bütüünlüğü (Ego Integrity) : Yaşlılık dönemini kapsayan bu evrede, daha önceki evrelerde kazanılmış benlik özelliklerinin artık iyice olgunlaşması ve birbirleri ile bütünleştirilmesi benliğin en önemli görevidir. Benlik bütünlüğünün kapsayıcı bir tanımını yapmak güçtür. Bu, benliğin kendi içinde bir düzen ve anlamın bulunmasıdır. Bu, benliğin yalnız kendisini değil, tüm insan benliğini özseverliğin ötesinde bir sevişidir. Benlik bütünlüğü, olumlu olumsuz, acı tatlı yönleriyle bütün bir yaşamın olduğu gibi kabul edilişidir. Bu, birbakıma geçmişteki yaşantıların tümüyle kendisine ait olduğunun kabullenişi; geleceğin korku ve endişeyle karşılanmamasıdır. Yaşanmış olan geçmişin yeni baştan başka türlü yaşanabilmesi için pişmanlıklarla dolu bir özlem yoktur. Geleceğin ne olacağı bellidir ve benlik bütünlüğüne ulaşmış kişi sonucu kesin belli olan gelecekten, yani ölümden ürkmez. Benlik bütünlüğü duygusundan yoksun oluşun belirtisi geçmiş günlerin iyi yaşanmamış olduğu duygusu, yeni baştan yaşama özlemi ve ölüm korkusudur. Ölüm korkusunda, bireyin biricik ve bütün yaşamı oluşunun kabul edilemeyişi vardır. Bu çağın tehlikesi, umut yitimi (despair) ve ölüm korkusudur. Yaşlılık çağındaki “benlik bütünlüğü” duygysu ile bebeklik çağındaki “güven duygusu” hem birbirine çok bağlı, hem de benzemektedir.
“Yaşlılarda ölümden korkmamaya yetecek derecede benlik bütünlüğü olursa, çocuklar da yaşamdan korkmayacaklardır.”
Erikson
GELİŞİMLE İLGİLİ KAVRAMLAR

1.1.BÜYÜME :
Bedenin ya da herhangi bir organın "bir durumdan başka bir duruma geçişinde görülen "değişiklikler dizisi" anlamına gelir (Binbaşıoğlu, 1990, s.28).Örneğin, boyun 50 cm'den 55 cm'ye geçişi bir büyüme belirtisidir. Kalp, ciğer ve diğer iç organların büyümesinde de durum aynıdır. Büyüme, gelişimin her yönüyle ilgilidir.

1.2.OLGUNLAŞMA :
Genetik yapı ve çevre etkileşimi sonucu bireylerde görülen biyolojik değişikliklere olgunlaşma denilir (Selçuk, 1996, s.14).Organizma, fizyolojik olarak bir davranışı, bir iş yapabilecek hale geldiğinde, olgunlaşma gerçekleşmiştir. Olgunlaşma, bir "süre"nin geçmesi sonucunda bireyin ya da bir organın, fiziksel güç ve kuvvet bakımlarından, yaşama uyumda belli bir durumu karşılayabilecek (başarı ile bir uyum yapabilecek) bir "düzey"e erişmesidir (Binbaşıoğlu, 1990, s.29).Olgunlaşma, öğrenme için şarttır. Örneğin, ayak ve bacaklarımız yürüme için yetere derecede "olgunlaşmamış" ise, "yürüme" öğrenilemez.Olgunlaşma, bireyin bir işi yapabilecek düzeye ulaşmasıdır. Canlı varlığın daha çok kalıtımdan getirdikleri ile, zorunlu olarak, çevreden kazandıklarının etkileşimi sonucu ortaya çıkar.

1.3.HAZIRBULUNUŞLUK :
Kişinin olgunlaşma ve öğrenme sonucu belli davranışları yapmaya hazır olmasıdır (Selçuk, 1996, s.14). Örneğin, dört işlemi öğrenecek olan bir çocuğun hem dört işlemi kavrayabilecek bir olgunluğa ulaşması, hem de bunun için gerekli olan sayma, toplama, çıkarma vs ile ilgili bilgi ve becerilere sahip olması gerekir. Hazırbulunuşluk, canlı varlığın herhangi bir şeyi öğrenebilecek duruma gelmesini anlatan bir terimdir (Binbaşıoğlu, 1990, s.30).

1.4.GELİŞİM :
Canlı varlığın bütün yaşamı boyunca geçirdiği ileriye ve geriye yönelik bütün değişiklikleri kapsar (Binbaşıoğlu, 1990, s.28).Gelişim; öğrenme, yaşantı ve olgunlaşma sonucunda bireyde görülen düzenli ve sürekli değişiklikler olarak tanımlanabilir (Selçuk, 1996, s.13).

1.4.1.Fiziksel (Bedensel) Gelişim :
Kişinin döllenmeden ölüme kadar geçirdiği, büyüme, durguluk ve çöküş evrelerindeki bütün değişiklikler demektir (Binbaşıoğlu, 1990, s.28).Bedensel gelişim, bebeklerin doğumdaki büyüklükleri ve doğumdan sonraki büyüme hızları, onların genel gelişimleri hakkında bize bilgi verir (Yavuzer, 1996, s.55).
Fiziksel gelişimi içinde kişinin, boy ve ağırlık, iskelet, kas, sinir, bez (iç salgı beleri), sindirim, kan ve solunum sistemleri incelenir.

1.4.2.Sosyal (Toplumsal) Gelişim:
Kişinin doğumdan yetişkinliğe kadar başka insanlarla olan ilişkilerinin ve onlara karşı geliştirdiği ilgi ve duygularının tümüdür (Binbaşıoğlu, 1990, s.165).Toplumsallaşma, kişinin yetişkin çevresinde geçerli olan "norm" ve değer yargılarına bir "davranış geliştirme" sürecidir. Sosyal gelişme; kişinin sosyal uyarıcıya, özellikle grup yaşamının baskı ve zorunluluklarına karşı duyarlık geliştirmesi, grubunda ya da kültüründe başkalarıyla geçinebilmesi, onlar gibi davranabilmesidir (Yavuzer, 18996, s.49). Sosyalleşme, en başarılı şekliyle insan organizmasının çaresizlik ve tam bir bencillikle nitelenen bebeklik çağından bağımsız bir yaratıcılıkla nitelenen yetişkinlik dönemine geçmesiyle sonuçlanan bir öğrenme ve öğretme işlemidir. Sosyalleşme, kişinin belirli bir toplumun davranış kalıplarının kişiliğe mal ederek o topluma ait bir kişi durumuna gelmesidir (Selçuk, 1996, s.56).

KURAMSAL AÇIKLAMALAR

2.1.Fiziksel (Bedensel) Gelişim :
Kişinin beden gelişimi içerisinde boy ve ağırlık, iskelet, kas, sinir, bez (iç salgı beleri), sindirim, kan ve solunum sistemleri incelenir (Binbaşıoğlu, 1990, s.65). Kişideki beden gelişimi, bütün bu organ ve sistemlerdeki çalışma ve hacim bakımından sürekli bir değişiklik gösterir. Bütün bu değişikliklerin temeli büyümedir. Bir çocuğun boyu, ağırlığı artmazsa, kasları kuvvetlenmezse, beyni olgunlaşmazsa, iç organları gelişmiş bir vücudun ihtiyaçlarını karşılayabilmek için, hacimlerinde ve işleyişlerinde bir artma görülmezse çocuk, hiç bir zaman bir yetişkin olamaz (Cole ve Morgan, 1975, s.1).
Beden gelişimi, kişinin devinimsel, duygusal ve coşkusal yaşamı ile toplumsal ve zihinsel yaşamını farklı şekillerde etkiler. Bütün bunların sonucunda kişide olumlu ya da olumsuz biçimde kişilik gelişimine neden olur. Be yüzde, bedensel gelişimin kişinin yaşamı üzerinde önemli bir etkisi vardır. Beden gelişimi, çocuğun davranışlarını hem doğrudan hem de dolaylı yollardan etkiler. Doğrudan etkiler; çünkü yaşına göre sağlıklı gelişen bir çocuğun oyun ve spor faaliyetlerinde yaşıtlarıyla eşit koşullarda yarışmasını sağlayan en temel faktördür. Çocuk, iyi gelişmemişse, elverişsiz durum nedeniyle yaşıtlarından geri kalır ve gruptan uzaklaştırılır. Dolaylı olarak etkilemesi ise, çocuğun kendine ve diğerlerine karşı tutumu, bedensel gelişimin etkisi altındadır (Yavuzer, 1996, s.36). Çocuk, anne karnından başlayarak, sürekli bir değişim içinde gelişir (Ülfen, Fidan, 1992, s.5). Bireyin kişiliği üzerinde en çok etkisi görülen gelişme, onun beden gelişmesidir. Kişinin beden gelişmesi, bütün bu organlarda (boy ve ağırlık, iskelet, kas, sinir, bez, sindirim, kan ve solunum sistemleri) hacim, oran ve çalışma bakımlarından sürekli bir değişiklik gösterir. Bu değişiklik de, belli bir biçimde oluşur. Bu gelişim kişinin, devimsel, duygusal ve coşkusal yaşamıyla, toplumsal ve zihinsel yaşamını da derece etkiler. Bunun sonunda, bireyin şu ya da bu biçimde bir kişilik geliştirmesine yol açar. Bu bakımdan, bireyin yaşamında beden gelişiminin büyük önemi vardır. Çünkü, çocuk, beden bakımından gelişmezse, yetişkin hale gelemez. Şimdi iskelet ve kaslar, sinir, bezler, sindirim, kan ve solunum gibi vücudun bütün sistemlerini gözden geçirelim.

2.1.1.İSKELETİN VE KASLARIN BÜYÜMESİ

2.1.1.1.Boy ve Ağırlık Gelişmesi :
Gelişim, baştan ayağa doğrudur. Mesela: çocuğun baş büyüklüğü, boy uzunluğunun ¨'si iken (fetüs evresinin başlangıcında), yeni doğduğu zaman, L'ü ve yetişkinlikte de 1/7'si kadardır (Binbaşıoğlu, 1990, s.62).
Kız ve erkek çocuklar, farklı nispetlerde büyürler; Her birinin kendine mahsus bir büyüme ritmi vardır. Bir erkek veya kız çocukla diğer bir erkek veya kız çocuk arasındaki fark, iki cins arasındaki farkın ortalamasından bir çok kere daha fazladır (Cole-Morgan, 1975, s.38).
Hem kız, hem de erkek çocuklarda boy büyümesi ve ağırlık artması, doğumu izleyen bir kaç yıl içinde ve erinlik öncesinde fazla, ilk çocukluk ile erinlik öncesine yakın yıllarda oldukça azdır. Ağırlık artması en çok 0-3 yaşlık artması en çok 0-3 yaşız, hem de erkek çocuklarda boy büyümesi ve ağırlık artması, doğumu izleyen bir kaç yıl içinde ve erinlik öncesinde fazla, ilk çocukluk ile erinlik öncesine yakın yıllarda oldukça azdır. Ağırlık artması en çok 0-3 yaşlık artması en çok 0-3 yaşartması, erkek çocuklardan daha önce başlamakta ve daha önce bitmektedir. Bedensel olgunlaşma da kızlarda erkeklerden daha erken olmaktadır (Binbaşıoğlu, 1990, s.62).
Kız ve erkek çocuklarda boy, doğumla 6 yaş arasında süratle artar. Ondan sonra, kızlarda 11, erkeklerde 13 yaşına kadar süren bir duraklama devri gelir (Cole-Morgan, 1975, s.4).
Erkek çocuklar, okul öncesi ve ilkokul yıllarında hem boy ve hem de ağırlık bakımından kızlardan biraz üstündür. Erinlik öncesi ve erinlik yıllarında kızlar, hem boy hem de ağırlık bakımından erkeklerden üstündür. Bunun süresi üç yıl kadardır. Çocuklarda bedensel gelişim, "dönemsel" bir süreçtir. Yani, fiziksel gelişmenin düzenli bir hızla değil, belli dönemlerde bazen hızlı, bazen yavaş olmasıdır. Çocuklarda iki yavaş, iki hızlı olmak üzere dört belirgin yürüme dönemi vardır. Doğum öncesi ve doğum sonrasının ilk altı ayı büyüme hızı yükselir. Yaşamın birinci yılının sonunda büyüme yavaşlar ve bunun ergenliğe ya da cinsel olgunluğa kadar süregelen düzenli, fakat yavaş bir gelişim izler (Yavuzer, 1996, s.36).
Bebeklik çağında erkekler, kızlardan daha çok kilo alırlar. Ondan sonra, bu hızın her iki cinste de yavaşladığı ve birleştiği görülür. 10 yaşında kızlar en hızlı büyüme devrelerine girerler, bu devir, 12 yaşına kadar devam eder., bu yaştan sonra hız düşmeye başlar. Erkekler de buna benzer bir hal gösterirler (Cole, Morgan, 1975, s.6). Bebeklikte boy ve kilo süratle artar. Çocuklukta bu hız azaları ve kızlar senede ortalama 2,5cm'den biraz daha az, erkekler ise 2,5cm'den biraz daha fazla bir artış gösterirler. Kızlar, erkek çocuklardan 1-2 yıl önce bedensel olgunlaşma gösterirler. En çok boy büyümesi, ortaokul yıllarına rastlar, bu lisede de sürer. Bununla birlikte lisede daha çok ağırlık artması görülür (Binbaşıoğlu, 1990, s.64)


2.1.1.2.İskeletçe Büyüme:
İskelet gelişmesi; kemiklerin gelişmesi demektir. İskeletin büyümesi, her yönde aynı oranda değildir. Kızlar, iskelet gelişimi bakımından erkeklerden biraz ayrılık gösterirler (Binbaşıoğlu, 1990, s.65).Kızlar, 4 yaşında oldukları zaman iskelet yaşında erkeklerden hemen hemen bir yaş; 8 yaşındayken 1,5 yaş daha önde, ergenlikte ise 2 yaş daha ileridedirler (Cole-Morgan, 1975, s.13).
14 yaşındaki bir kız çocuğunun kemikleri hemen hemen, 17'de tamamen olgunlaşmış durumdadır. Erkeklerin iskeleti ise daha bir süre büyür. Bunun genel olanakta 18-20 yaşlarına kadar, bazı yaşlarda ise 21 yaşına kadar sürdüğünü söyleyebiliriz (Binbaşıoğlu, 1990, s.65).
İskeletin görevi, hareketi dengeli bir hale getirmek ve iç organları korumaktır (Yavuzer, 1996, s.57). Bir bebeğin bilek kemikleri son derecede küçük değil, aynı zamanda son derecede yumuşaktır da. Çocukluk çağında kemiklerin hem boyu, hem yoğunluğu artar. Uzun kemiklerin her biri başlangıçta kıkırdak halindedir. Çocuğun yaşı arttıkça, bu kıkırdaklar kemikleşir (Cole-Morgan, 1975, s.13).
Doğuşunda bebekte 270 adet kemik vardır. Bunar incedir, bükülebilir ve birbirine gevşek bir biçimde bağlıdır. Ergenlikte ise kemiklerin sayısı 350'ye çıkar. Erişkinlikte ise bazı kemikler birleşir ve kemik sayısı 206'ya düşer (Yavuzer, 1996, s.58).

2.1.1.3.Kas Gelişimi
Bebeğin, doğumdaki kas ağırlığının toplam vücut ağırlığına oranı, yetişkinlikteki kas/vücut ağırlığı oranından daha azdır (Senemoğlu, 1997, s.30).Yeni doğan kız olsun, erkek olsun, beden büyüklüğü ile orantılı olarak kas liflerine sahiptir. Baş ve boyuna yakın olan kasların daha aşağıdaki kol ve bacak kaslarına oranla daha önce geliştiği yolunda yaygın bir inanış vardır. Erkek bebeklerin kas doku oranı, kız bebeklerinkinden daha fazladır. Cinsiyet farklılığından kaynaklanan bu üstünlüğü erkekler tüm yaşlarda ellerinde bulundururlar (Yavuzer, 1996, s.58).

2.1.1.4.Diş Gelişimi
Diş gelişimi bakımından da kızlar, erkeklerden bir yıl ileride giderler. Onların dişleri daha erken çıkar ve onun için de dişlerin sayısı her yaşta erkeklerinkinden daha fazladır (Cole-Morgan, 1975, s.20). Dişler, ilk kez 6-7 aylıkken çıkar. 4 yaşına doğru tamamlanır. Bunlara süt dişleri denir. 6 yaşında dişler değişmeye başlar, bu değişme ergenlik yıllarına kadar sürer. Ergenliğin başında da ikinci azı dişler çıkmaya başlar. Süt dişlerinin ilk kez çıkmasında erkekler kızlardan önde giderler, fakat daha sonra kızlar gelişmelerini daha erken tamamlarlar (Binbaşıoğlu, 1990, s.65).

2.1.1.5.Organların Gelişimi
Doğumdan sonra, organların gelişmesi, düzgün bir sıra izlemek yerine, her organ çeşitli zamanlarda ve çeşitli oranlarda büyür ve gelişmenin son evresine de çeşitli zamanlarda ulaşır(Binbaşıoğlu, 1990, s.66). Başın, büyük bir kısmı doğumdan evvel, geri kalanın çoğu, hemen doğumdan sonra büyürken, doğuşta başın uzunluğu, bütün vücudun uzunluğunun ¼'üne eşitken, çocukluk çağında yavaş yavaş büyümekte ve 9-10 yaş arasında büyüme artarak en son hacmini alır (Cole, Morgan, 1975, s.21).
Doğuşta 350 gr olan beyin, yetişkinlikte 1200-1450 gram arasındadır. Beynin ağırlığı ile zeka arasında hiç bir orantı bulunamamıştır (Binbaşıoğlu, 1990, s.66). Kollar ve bacaklardaki bütün kemikler, doğuşta son derece kısa iken, çocukluk çağında da nispeten kısa kalmasına rağmen, tam ergenlikten evvel ve ergenlik esnasında çabucak uzar. Gövde doğuşta nispeten uzun iken, önceleri çabuk, çocukluk çağının geri kalan kısmında ve ergenliğin başlangıcında, az miktarda büyür ve nihayet yetişkinlik yaklaştıkça uzunluğu da artar (Cole-Morgan, 1975, s.21).
Beden gelişimi ile birlikte, bireyin yüzü de değişikliğe uğrar. Bu değişiklik, büyüme süresince genişliğinden çok, uzunlamasına olur (Binbaşıoğlu, 1990, s.67).

2.1.2.Fizyolojik Gelişim
Fizyolojik gelişme, etkisini daha çok kalp, solunum, sindirim, sinir ve bez sistemlerinde kendini gösterir. Bu sistemlerdeki değişmeler, çocuğun davranışlarının şu ya da bu biçimde koşullanmasına yol açar (binbaşıoğlu, 1990, s.67). Çocukta nabız sayısı 100, hatta daha fazla iken bu miktar eok kalp, solunum, sindirim, sinir ve bez sistemlerinde kendini gösterir. Bu sistemlerdeki değişmeler, çocuğun davranışlarının şu ya da bu biçimde koşullanmasına yol açar (binbaşıoğlu, 1990, s.67). Çocukta nabız sayısı 100, hatta daha fazla iken bu miktar eok kalp, solunum, sindirim, sinir ve bez sistemlerinde kendini gösterir. Bu sistemlerdeki değişmeler, çocuğun davranışlarının şu ya da bu biçimde koşullanmasına yol açar (binbaşıoğlu, 1990, s.67). Çocukta nabız sayısı 100, hatta daha farsizdir. Bu da bir olgunlaşma işidir ve zamanla olacaktır. Çocukta ve ergenlik çağında, gelişimi etkileyen en önemli etken, iç salgı bezleridir. Bu bezlerin gelişmesi, doğumdan önce birbirine eşit olduğu halde doğumdan sonra, birbirlerinden çok ayrılık gösterirler. Büyümeyi sağlayan timus bezi, çocukluk yıllarında hız
2.1.2.1.Bebeklik Döneminde (0-2 Yaş) Fiziksel Gelişim
Bebeklerin doğumdaki büyüklükleri ve doğumdan sonraki büyüme hızları, onların genel gelişimleri hakkında bize bilgi verir (Yavuzer, 1996, s.55).
Doğum öncesi gelişimden sonra, bedensel gelişimin en hızlı olduğu dönem, doğumdan sonraki ilk yıldır. Bu yaşın sonunda çocuk, doğum boyunun yaklaşık yarısı kadar uzamış, muhtemelen 75 cm olmuştur. 2 yaşına kadar ise doğuştaki boyunun üçte ikisini kazanır. Görüldüğü gibi, boyca uzama ilk yıldan sonra giderek azalmaktadır (Senemoğlu, 1997, s.29).
Ortalama olarak erkek bebekler, kızlara göre tüm beden oranları bakımından biraz daha büyüktürler. Doğumdan itibaren başın en hızlı gelişen organ olduğu görülür. Örneğin, doğumda başın bedene olan oranı ¼ iken bu oranın erişkinlikte 1/8'e düştüğü görülür.
Doğumdan 1 yaşına kadar gövde en hızlı büyüyen alanı oluştururken, bacaklardaki hızlı büyümenin bir yaşla ergenlik arasında gerçekleştiği görülür. Bedence büyümenin hızı, sosyo-ekonomik koşullara ve beslenmeye büyük ölçüde bağlıdır (Yavuzer, 1996, s.55).
Ağırlıkça artma da doğumdan sonraki ilk yılda çok hızlıdır. Fakat 2 yaşına doğru bu hızda azalma meydana gelir. Bebek, 6 aylıkken doğumdaki kilonun muhtemelen iki katına, bir yaşında üç katına, 2,5 yaşında ise dört katına ulaşır (Başaran, 1994, s.48). Yeni doğmuş bir bebekte kemikler, kıkırdak halindedir. Kıkırdak dokular, zamanla kemikleşmektedir. Kemiklerin olgunlaşması kızlarda daha çabuk olmaktadır. Kemiklerin olgunlaşma derecesi, kemik yaşı olarak tanımlanmaktadır. Kemik olgunlaşması, normal büyüyen bir çocukta kronolojik yaşa eşittir (Ülgen ve Fidan, 1984, s.42).
Diş tabakaları embriyon döneminde oluşmaya başlamaktadır. Genellikle 5 ve 10.aylar arasında alt kesici dişler öncelikle çıkmaktadır. Birinci yaşın sonlarında ön dişler tamamlanır, nadir hallerde alt veya üt kesici dişlerle doğan bebekler olduğu gibi, 15.ay civarında ilk dişini çıkaran bebekler de vardır. Genetik özellikler ve tiroid hormonu diş gelişimini etkileyen etkenlerin başında gelmektedir (Selçuk, 1996, s.27-28).
6 aylığa kadar solunum sistemi, özellikle burun delikleri ve akciğerler güçlenir ve koordineli hale gelir. Salgıları, organizmanın çalışmasında önemli olan bir çok iç salgı bezi aktif hale gelir. Beyin gelişimini sürdürür. Fetüsün beyninin 28-30.haftalarda ya da 7.-8.aylarda çalışmaya başladığı iddia edilmektedir (Senemoğlu, 1997, s.28).
Yeni doğan bir bebeğin, solunum sistemi, yetişkinlerinkinden farklıdır. Bebek, doğduğunda dakikadaki solunum sayısı, 40-60 iken, 12 ayda solunum sayısı 30-35'e düşer. İlk aylardaki hızlı solunuma kaburga kemiklerinin yatay durumda olması neden olmaktadır (Selçuk, 1996, s.29).
Bebeğin sindirim sistemi ise, anne sütünde bulunan besinleri sindirecek özelliktedir ve midenin hacmi doğuşta 30-90cm3 kadar iken, 2 yaşında 500cm3'e ulaşır. Daha sonra, sindirim sistemi diğer yiyecekleri de sindirecek hale gelir (Senemoğlu, 1997, s.30).
Doğuşta beynin ağırlığı, 300-350 gr arasında değişmektedir. Beyni, henüz tam olgunlaşmamıştır (Selçuk, 1996, s.29). Bebeğin, sinir sistemi de gelişim ilkelerine uygun bir şekilde merkezden uçlara, içerden dışa doğru bir gelişim gösterir. Baştaki sinirler, ayaktaki sinirlere göre daha gelişmiştir. Ayrıca, dolaşım sisteminin gelişi incelendiğinde, bebeğin kan basıncı doğuşta çok düşüktür, altıncı haftadan sonra, artmaya başlar. Kalp, vücuda göre daha büyüktür. Kalp atışı, bebeklikte, yetişkinlerin yaklaşık iki kadardır. Bebeğin boşaltım sisteminin özelliklerine gelince böbreklerin vücuttan zararlı maddeleri atacak güçtedir. Ancak, sidik torbasının kontrol altına alınması, 12-30.aylar arasında gerçekleşebilmektedir (Senemoğlu, 12197, s.30).
İlk iki yıl çocuğun fizik ve zihin gelişimlerinin de hızla ilerlediği bu gelişmelerin temellerinin atıldığı yıllardır. Beslenme ve bakımın yeterliliği, duyu programlarının işlerliliği ve uyarıcı niteliği olan bir çevre ile etkinlik içinde bulunma olanaklarının sağlanası, çocuğun fiziksel olduğu kadar zihinsel gelişiminin de besleyicisidir. Çocuğun fiziksel gelişi ile zihinsel gelişimi arasında sıkı bir ilişki vardır. Toplumumuzun özdeyişlerinden olan "sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur" sözünü, araştırma sonuçları doğrulamaktadır. İlk yıl içinde çocuğun zihinsel gelişimi, duyuların gelişip çalışmasıyla sıkı bir ilişki içindedir. Kas hareketleri ve duyu organları arasındaki işbirliğinin artmasıyla çocuğun zihinsel gelişiminin temelleri atılır. Zihinsel gelişimde, "duygusal-devinim" dönemi olarak adlandırılan ilk iki yıl içinde hareket olanaklarının kısıtlanması ve uyarıcı yetersizliği, çocukta ileri yaşlarda öğrenme güçlüklerine neden olabilmektedir (Gitmez, 1977, s.77).
Çocukların, 17 yaşına kadar olan zihinsel gelişiminin !%50'sinin 4 yaşına, %30'unun 4 yaşından 8 yaşına, %20'sinin ise 8 yaşından 17 yaşına kadar oluştuğu, buna mukabil çocukların 18 yaşına kadar gösterdikleri okul başarısının %33'ünün 0-6 yaş arasında almış oldukları eğitime bağlı olduğu görülmüştür (Milli Eğitim Dergisi, 1996, s.10).

2.1.2.2.İlk Çocukluk Döneminde (2-6 Yaş) Fiziksel Gelişim:
2-6 yaş döneminde bedensel gelişim hızı, 0-2 yaşa göre azalmıştır. Ağırlıktaki artış, birici yaşın sonunda, doğumdaki ağırlığın üç katı olmasına rağmen, 6.yaşın sonunda ancak, yedi katı olmuştur (Senemoğlu, 1997, s.33).
Doğuşta ortalama 3,5 kg olan ağırlık ilk yılda ortalama üç katına ulaşır. İkinci yıl, 3-3,5 kg'lık bir artma göstererek çocuğun ağırlığı 12 kg dolaylarına varır. Bu artış oranı, 2 yaşından sonara git gide yavaşlayarak 3 yaşında 2-3 kg; dört beş yaşlarında 1,5-2 kg'dır (Yavuzer, 1996, s.87).
Dört yaşındaki bir çocuğun boy uzunluğu ise, doğumdaki boyunun iki katıdır. İlkokul çağına doğru, boy uzamana hızı daha da azalır. Daha sonra ergenlik çağında yeniden hızlanır (Senemoğlu, 1997, s.33).
Doğumdan sonra, ilk yıllarda bebek, çok hızlı bir büyüme içindedir. 2 yaşından sonra, büyüme hızı yavaşlamaktadır. 1-2 yaş arasında boy uzaması ortalama olarak yılda 12 cm, 2-3 yaş arasında ise 8 cm civarındadır. 3-6 yaş döneminde de yıllık ortalama boy uzaması 6-8 cm arasındadır. 4 yaşına gelen bir çocuk, doğumdaki boyunun yaklaşık iki misline ulaşmıştır. 4 yaşından sonra, boy uzamasında bir yavaşlama görülmektedir (Selçuk, 1996, s.29).
İlk iki yılda hızlı bir artış gösteren boy uzaması, giderek daha yavaş fakat sürekli bir artış gösterir. İlk yılda 20-25 cm olan boy artışı, ikinci ve üçüncü yılda 10 cm; dört ve beşinci yıllarda 5-6 cm'ye düşer; altıncı ve yedinci yıllarda 10 cm'lik bir artışla hızlanmış gibi görünmesine karşın, ergenliğe kadar ani bir artış kaydedilmez (Yavuzer, 1993, s.87).
Kız çocuklar kemik gelişimi bakımından erkek çocuklardan bir yıl ilerdedir. 3-6 yaşlarında kemikler, tam olarak sertleşmemiştir. Bu nedenle, düşmeleri halinde kemiklerde kırılma görülmez. Kemiklerin sertleşmemiş olmasının zararları da vardır; yanlış duruş ve travma durumlarında kemiklerin biçimi kolaylıkla bozulabilmektedir (Selçuk, 1996, s.29).
Bu dönemde sinir sistemi, gelişimini büyük ölçüde tamamlanır. İki yaşındaki çocuğun beyninin ağırlığı, yetişkin beyin ağırlığının %75'i iken; 5 yaşında %90'a ulaşır (Senemoğlu, 1997, s.33).
İlk diş genellikle, çocuk altı ya da 7 aylıkken çıkar ve 12 tane olan süt dişleri, 4 yaşlarına doğru tamamlanır. Normal olarak da altı yaşına doğru dişlerin değişmesi başlar ve ergenliğe kadar dişlerin sayısı oldukça düzenli olarak bir yerden ötekine artar (Yavuzer, 1996, s.87).
Genellikle 3 yaşına kadar bütün süt dişler çıkmıştır. Bu süt dişleri 6 yaşına kadar çocukların besinleri çiğneme ve sindirmelerine yardımcı olmaktadır. Çocuklar, altı yaşına ulaştıkları zaman süt dişleri düşmekte ve yerine kalıcı dişler çıkmakta olup, kalıcı dişler daimi olduğu için, diş sağlığı açısından çok önemlidir (Selçuk, 1996, s.29).
Kalbin büyümesi, altı yaşına kadar çok hızlıdır. Kalp atış hızı da giderek azalır ve ilkokula başlama yaşına doğru yetişkininkine benzer hale gelir. Solunum sisteminin özellikle de ciğerlerin kapasitesinin gelişimi, bu dönemde oldukça yavaştır. Ancak ergenlik döneminde birden hızlanma gözlenir. Sindirim sistemi, tüm yiyecekleri sindirebilir hale gelmiştir (Senemoğlu, 1997, s.33).
Temel işlevleri büyümeyi uyarmak, beden gelişmesini düzenlemek ve metabolizmayı etkilemek olan hormonlardan timus, birinci yıl boyunca ve ağırlığının en yüksek sınırını kazandığı ergenlikten önceki yıllarda hızla büyür. Tiroid ve paratiroid bezleri ve hipofiz daha düzenli bir biçimde büyür (Yavuzer, 1996, s.87).

2.2. Sosyal (Toplumsal) Gelişim
Diğer insanlara intibak etmeyi öğrenmek, insan hayatının en mühim problemlerinden biridir. Bu öğrenmeyi, rasyonel bir nizama doğru yürütebilmek için insanların ne gibi karakteristiklerinin sosyal tepkiler uyandırdığını, çocukların bu uyarıcıların mana ve ehemmiyetini nasıl öğrendiklerini, bu uyarıcılara nasıl karşılıkta bulunduklarını ve onların bu mukabelelerinin bütün sosyal durum üzerine ne g,bi tesirlerinin olduğun bilmek gerekir (Cole-Morgan, 1975, s.143).
İnsanın sağlıklı bir hayat sürdürebilmesi, içinde olduğu sosyal ve fiziksel çevreye uyum sağlamasına bağlıdır. Bu nedenle, sosyal gelişim ve buna bağlı olarak sosyalleşme büyük bir önem taşımaktadır.
Toplumun beklentilerine uygunluk gösteren kazanılmış davranış yeteneği olarak tanımlanabilen sosyal gelişme, geniş anlamıyla bireyin doğumdan itibaren başlayan bir evreyi; dar anlamıyla ise günlük davranış gelişimini kapsar (Yavuzer, 1996, s.49).
Birey, yaşamı boyunca başkalarıyla birlikte bulunmak zorundadır. Bireyin ailede, toplumda, sokakta, işyerinde vb yerlerde başkalarıyla iyi ilişkiler kurmasında, toplumsal kurallara uymasında, kamu görevlerini yapmasında ve haklarını kullanmasında toplumsal gelişimin katkısı vardır (Başaran, 1994, s.129).
Çocukluk yıllarında gerekli olan toplumsal gelişimi sağlayamamış olan kişiler, yaşamlarının ileri ki dönemlerinde topluma karşı bir takım uyumsuzluklar gösterirler ve çevrelerine zarar verirler. Toplumsal gelişim bakımından normal olan bir kişi, her yaşta çevresindeki diğer insanlarla bir sorun yaratmadan yaşamayı bilir. Bu bakımdan, çok gelişmiş olanlarda içinde bulunduğu toplumun önderi düzeyine çıkarlar. Böyle bir kişi, aile ve okul çevresinde toplumsal gelişimin önemi bir kısmını tamamlar. Toplum içine girdikleri zaman da büyük bir inandırma gücü gösterirler. Toplumsal yönden geri ve zayıf olan kimse, topum içinde normal derecedeki insan ilişkilerini bile kuramaz.
Çeşitli ilgi ve tutumlar da kişinin toplumsal gelişiminin bir sonucu olarak oluşur. Karakter ve kişilik özellikleri de bir takım toplumsal şartlanmalarla kazanılır. Bunlar gibi, disiplin olaylarının çoğunun nedeni, toplumsal uyumsuzluktur (Binbaşıoğlu, 1990, s.166).




2.2.1. TOPLUMSAL GELİŞİMİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER

2.2.1.1. Kalıtsal Etkenler
Sosyal gelişimde kalıtsal etkenler, bireyin bedensel yapısını oluşturan kromozomlar üzerindeki genlerdir. Genler, aracılığıyla, kalıtsal olan beden özellikleri geçerken toplumsal gelişimle ilgili olarak da kişinin içe ve dışa dönüklük gibi yaratılış (mizac) hallerinde geçtiğine inanılıyor. Kimi ailelerin genellikle şen ve şakrak, kimi ailelerin de genellikle içine kapalı yaratılışta oluşu, bu görüşü destekler niteliktedir (Binbaşıoğlu, 1990, s.169).
Kişinin devinimsel gelişimi, geniş ölçüde biyolojik yapıya dayanır. Bunun da kalıtsal etkenler belirler. Devinimsel gelişim yönünden ileri olan bir kimse de toplumsal uyumun daha fazla olduğu görülür. Zeka da sosyal gelişimi etkiler. Zeka bakımından üstün olan kişilerin genellikle toplumsal yönden de üstün oldukları kabul edilir (Binbaşıoğlu, 1990, s.169).

2.2.1.2. Çevresel Etkenler:
Çevresel etkenlerin başında aile ve okul gelir. Aile ve okulda bulunan bireyler, çocuk üzerindeki çeşitli etkileriyle "toplumsal gelişimi" ya hızlandırır ya da yavaşlatırlar. Okul ödevlerinden biri de çocuğun ailede kazandığı toplumsal özellikleri daha bilinçli bir biçimde geliştirmektir. Ailenin toplumsal-ekonomik durumu da çocuğun sosyal gelişimini şu ya da bu şekilde etkiler. Yoksul çevrenin çocukları, toplumsal yönden geri kalabilirler. Bunların, toplumsal görgü ve yaşantıları az olabilir (Binbaşıoğlu, 1990, s.170).
Aile ve okul çevresinden sonra, toplum çevresi de çocuğun toplumsal gelişimini etkiler. Radyo ve televizyonda yapılan bir konuşma, görülen bir olay çocuğun toplumsal gelişimini etkileyebilir (Binbaşıoğlu, 1990, s.170).

2.2.2. Okul Öncesi Çocuğunun Yaşlarına Göre Sosyal Gelişimi:
Okul öncesi çocuğunun sosyal gelişimi yaşlarına göre şu şekilde açıklanır. Arnold Gessel'in yaptığı incelemelere göre toplumsallaşmanın ilk 10 ay içindeki gelişimi şöyledir:
Birinci Ayda:
Çocuğun karşısına geçilip el, kol e yüz hareketleri ile konuşulursa, çocuk, konuşanın yüzüne bakar ve hareketlerinde "kısa bir süre için"1 azalma olur.
İkinci Ayda:
Kendisi ile meşgul olanlara gülümser, elleri ve parmakları ile oynar.
Yedinci Ayda:
Çocuk, çevresindeki tanıdıkları, yabancılardan ayrılır. Aynanın önüne oturduğu zaman, hayaline güler; onunla konuşma hareketleri yapar ve elleri ile oynaya vurur.
Onuncu Ayda:
Giydirilirken, kolunu aldırır ve başını uzatır. Aynanın önünde oturtulup eline birşeyler verilirse, onu aynaya doğru uzatır ve aynadaki hayli üzerinde uygulamaya başlar. Bu toplumsal gelişimin temelidir. Sosyal gelişim gerçekte onuncu aydan sonra başlamaktadır (Yavuzer,1996, s.84).

2.2.2.1. ( 0-2) Yaş Çocuğunun Sosyal Gelişimi:
Sosyalleşme, bebeğin 3 ay dolaylarında insanla objeler arasındaki farkı görerek ,değişik tepkiler göstermesiyle başlar. Bebekler üçüncü ayda, insan sesi duyduklarında o yöne çevirirler, gülümsemeye gülümsemeyle yanıt verirler, çevrelerindekilerin varlığından duydukları zevkleri gülümseme, tekmeleme ya da el hareketleriyle belirtirler (Yavuzer, 1996, s.84).
Bebekler, ilk 3 ay içinde çevrelerini gözleriyle, kulaklarıyla ve emzirilirken ağızları aracılığıyla tanırlar (Dodson, 1990, s.45).
Diğer bebekleri fark etme, onlara gülme ve ağladıklarında onlara ilgi gösterme 4-5 aylıkken başlar. Bu aylarda bebekler gülümseme ve azarlamalara değişik tepkiler gösterirler, farklı uyarımları kolayca ayırt edebilirler (Yavuzer, 1996, s.84).
Bakma ve dokunma şeklinde başlayan arkadaşlık ilişkileri, altıncı aydan itibaren, giderek daha saldırgan bir biçim almaya başlar.
9.ve 13. Aylar arasındaki sosyal davranış belirtileri içinde, diğerlerinin ses ve davranışlarını taklit etme ve oyuncaklarla birlikte oynama sayılabilir. Oyuncağın başkası tarafından alınması halinde sinirlenme, kavga ve ağlama gibi davranışlar tipik sosyal tepkiler arasındadır. 8-9 aylık olduğunda çocuk başkalarında gözlediği konuşma seslerini, basit davranışları ve jestleri taklit etmeye çabalar. 10.-12. Aylar arasında, aynadaki kendi görüntüsüyle oynar ve görüntüsünü sanki başka bir insanmış gibi öper. 1 yaşına kadar çocuk diğer insanlara, özelikle annesine bağımlıdır. 1 yaşına geldiğinde, çevresini yalnız başına keşfedebildiği halde, çocuk bu dönemde "güven" temeline dayalı anne desteğine gereksinim duyar.
9-13 aylık çocukların oyuncak konusunda birbirleriyle kavga ettikleri görülmektedir. 14-18 aylık çocuklar ise, birbirleriyle dostça ilişkiler kurabilmekte iken, 1,5-2 yaşındaki çocuklar ise, birbirleriyle görüşebilmek olanakları aramaktadır (Binbaşıoğlu, 1990, s.172).
Bebeğin temel güven duygusu; beslenme ve bakım sürecinde anne ile kurduğu yakın ilişki sonucu oluşur. Bu gelişimi olumlu yönde etkileyen sevgi ve yakın temas ihtiyacının karşılanmasıdır. Bu duygu onun birçok istendik davranışlara yönelmesinde etkili olur. Araştırmalar, bebeklerin de temel güven duygusu geliştirmemiş çocukların ileride ruhsal bozukluklar, aşırı korkular, aşırı kıskançlık, bencillik, sabırsızlık, saldır - ganlık gibi anti-sosyal davranışlar gösterme olasılıklarının fazla olduğunu ortaya koymaktadır (Tan, 1964, s.13).
Temel güven duygusundan yoksun olarak yetişmiş olan çocuklar, ileriki hayatlarında, sosyal ilişki kurmaktan çekinen, kendine güvensiz kişiler olabilirler (Selçuk, 1996, s.48).
Çevresindeki bireylerle giriştiği sosyal etkileşim sonucu, benlik kavramının temelleri atılır. Sosyal çevresi tarafından algılanış biçimi, fiziksel gücünün sınırlamalarının farkına varış, benlik kavramını geliştirir (Geçtan, 1674, s.78).

2.2.2.2. (3 Yaş) Çocuğunun Sosyal Gelişimi:
Bu dönem, sosyal gelişim açısından kritik bir dönmemdir. Çocukta işbirliği anlayışı gelişerek "biz" zamiri kullanılmaya çalışır. Çocuğun dünyasında oyun önemlidir. Oyuncaklarını zihninde sembolleştirip, onlara kızar, bağırır, okşar ve dakikalarca konuşur. Bu yaştaki çocuk, hem yaşıtlarıyla oynamak ister hem de onlarla oyun esnasında problemler yaşar.
Bu yaştaki çocuklar için, kendine güven duygusu ve kendi işini yapmak önem kazanır. 3-6 yaşlarındaki çocuklar, motor becerileri geliştiği için sosyal ilişkilere daha fazla katılırlar (Selçuk, 1996, s.50).
2-3 yaş arası, çocuk açısından zorlu bir dönem niteliğindedir. Çocuk,, dengeli değil, genelde isyankardır. Söz dinlemediği gibi, çevresinden yardım da kabul etmez (Yakut, 1997, s.18).
Bu yaştaki çocukta kelime hazinesi zenginleşir ve bu kelimeleri kullanmaya başlar. Bu yaştaki çocuklarda görülen konuşamamanın temel nedeni duygusal baskıdır. Bu yaştaki çocuklara, konuşmasında ortaya çıkan tekrar ve tereddütlere elden geldiği kadarıyla olumlu yaklaşılmalıdır.
Bu yaştaki önemli olaylardan birisi de, çocukta oluşan merak ve öğrenme dürtüsüdür. Bu dürtü çocuğu ulaşabileceği her şeyi incelemeye yöneltir. Annesine, babasına ve çevresindekilere sürekli olarak, "nedir bu ?" merak giderici sorular sorar. Bu dönemde çocuk, diğerlerin varlığını daha kolayca kabul etmekle beraber onlarla işbirliği yapma konusunda büyük güçlükler içindedir. Çocuk daha önceki dönemde ben merkezci bir anlayış içindeyken bu kez, biz merkezli bir anlayış içindedir (Tuncel, 1977, s.78-80).
4 yaşındaki çocuklar, konuk karışlamayı, az-çok öğrenir. "Hoş geldin" derler, akraba ve komşu çocuklarıyla ahbap olurlar. Bu yaşta çocuklar, oyuncaklarını diğer arkadaşlarıyla paylaşırlar; fakat bu arkadaşlıklar da hep çıkarcılığa dayanır (Binbaşıoğlu, 1990, s.172).
4 yaşındaki çocuk, arkadaşlarıyla pek iyi geçinemezse bile, arkadaşlık etmek onun için en önemli olaylardan biridir. Arkadaşlarıyla geçimsizliğinde, 2,5 yaşındaki tutumunu andıran olaylar görülür. Tıpkı, o dönemdeki duygusal aşırılıklardadır: Bu, bakarsızınız, son derece utangaç, çekingendir, bir an sonra değişir ve kurum satmaya başlar. Çocukların çoğu, bu dönemde de 2,5 yaşlarında olduğu gibi belirli alışkanlıklara saplanırlar. Yemek, giyinmek, uyumak gibi konularda sürekli olarak aynı düzenin kollanmasını isterler. Bu düzen, bozulduğu zaman anlayış gösteremez, tam tersine ağlayarak, bağırarak, sorular sorarak tedirginliklerini ortaya koyarlar (Dodson, 1990, s.120-121).
4 yaşındaki çocuklar, arkadaşlık etmeyi, birlikte oyun oynamayı severler. Ne var ki, bu beraberlik hiç de güllük gülistanlık bir ortamda gelişmez. Bu yaşlardaki çocuklar, sürekli olarak birbirleriyle dalaşır, kavga ederler, dövüşürler, birbirlerine ad takarlar, küfür etmeye başlarlar. Hele, kendi aralarında bir grup kurdular mı, başka çocukları yanlarına yaklaştırmazlar. 4 yaş kabalık ve sakınmasızlık çağıdır. Başkalarının duyguları hiç hesaba katılmaz. Çocuk, istediğini, düşündüğünü yapar ve söyler.




2.2.2.2. ( 4 Yaş) Çocuğunun Sosyal Gelişimi:
4 yaşına gelen çocuk, artık 3 yaşında olduğundan daha sakin, daha uyumlu ve hareketlerini daha kolaylıkla kontrol edebilecek durumdadır. Dört yaş çocuğu sürekli olarak çevresini tanıma çabası içindedir. Be çabasını devamlı olarak sorduğu sorularla açıkça ortaya koyar. Ne, nerede, kim vb sorular sorar. Sorularıyla ilgili olarak kendisine verilen açıklamaları dikkatle izler. Burada yetişkinin vereceği cevapların doğru, onun anlayabileceği açıklıkta olmasının önemi büyüktür. Sorulan sorular, çocuğun ilgilerini, isteğini göstermesi açısından önemlidir. Bu nedenle, "büyünce öğrenirsin" ya da "bana sor, o anlatsın" türünden geçiştirmeler, çocuğun öğrenme isteğini azaltabileceği gibi, onun yetişkine olan güven duygusunu da azaltarak kırıklığa uğramasına neden olabilir.
Toplumsal gelişim yönünden yetişkinleri izleyerek, onların davranışlarını taklit eden, 4 yaş çocuğu, bir yandan yetişkinle olumlu ilişkilerini sürdürürken, diğer yandan kendi yaşıtı olan çocuklarla da daha uzun süre birlikte olmaya başlar. Ancak gruplar henüz çok kolaylıkla dağılabilir niteliktedir. Bu yaş çocuğunda zaman zaman uzmanların paralel oyun adı verdikleri (aynı mekan içinde herkesin kendi oyununu sürdürmesi) oyun türü görülebilir. Oyun sırasında ortaya çıkan çatışmalar, onun için sosyal birer deneyim yerine geçerler. Çocuğun arkadaşlarının isteklerine uymayı öğrenmeye başlaması ve bunun için de kendi isteklerinden fedakarlıkta bulunabilmesi, sosyal gelişim yönünden son derece önemli bir adım olarak nitelenebilir.
2-3 hatta 4 yaşındaki çocuklar, ancak bir kişi ile arkadaşlık kurabilirler. 2-3 yaşındaki çocuklarda "sen, ben" kavramı gelişmiştir. Bu kişinin, kendisini başkalarından iyice ayırdığının bir belirtisidir. Toplumsal gelişim, bundan sonra, hızla artar (Binbaşıoğlu, 1990, s.172).
3 yaşına giren çocuğun, giderek daha olumlu ve dengeli bir birey haline dönüştüğü görülür. Bu evrede rastlanan ani öfke nöbetleri çoğunlukla eşyaya yönelmiştir. Örneğin, yetişkinin "niçin koşuyorsun" sorusuna, çocuk, olayı rasyonalize ederek: "çünkü merdiven koş koş diyor" yanıtını verebilir (Yavuzer, 1996, s.109-110). 1,5-3 yaş çocukları tamamen başkalarına bağımlı olmak istemezler. Teşebbüs ettikleri işleri yaparak, kendilerine olan güvenlerini artırmaya çalışırlar. Yetişkinlerin yaptıkları işe karışmalarını ve müdahale etmelerini istemezler. Eğer, yaptıkları iş, engellenirse, öfkelenip, hırçınlaşırlar. Buna karşılık yetişkinler, çocukları 2 yaşından itibaren toplumun istediği şekilde davranmaya zorlarlar. Çünkü çocuklarının toplum kurallarına uyum sağlayabilen bireyler olarak yetişmelerini ister. Bu kültür aktarımının bir gereğidir. Ancak, ana-babalar, çocuklarına toplumun maddi ve manevi değerlerini sevdirerek ve onların kişiliklerini rencide etmeden aktarmalıdır (Selçuk, 1996, s.49).
Bu yaştaki çocuklarda Piaget'nin de işaret ettiği gibi, toplumsallaşmış dil" çok yavaş oluşan, yavaş yavaş evrimlenen bir olaydır (Tuncel, 1977, s.80).
Çocuk, üç yaşına gelince, oyun arkadaşı aramaya başlar. Annesinden uzaklaşmak, daha bir bağımsız daha bir başına buyruk olmak ister. Bunu sağlamanın en kolay yolu, çocuğu yuvaya yollamaktır (Dodson, 1990, s.130).
2 yaşında başlayan sorgulama ve sorma dönemi, 4 yaşında en üst düzeye çıkar. Bu çağdaki tipik sorunların başında, "ben nereden, nasıl geldim?" sorusu gelir. Çocuğun yaşına uygun olarak kısa, öz ve doğru cevaplar verilmelidir. Bu soruya çocuğun anlayıp, kavrayabileceği bir sadelik ve yalınlıkta karşılık verilmesi en uygun olanıdır. Kesinlikle çocuğu susturmak ve gerçeği yansıtmayan karşılıklar vermek, doğru değildir. Bu konuda anne-babaya önemli görevler düşmektedir (Yakut, 1994, s.18-19).
4 yaş çocuğu son derece açık sözlüdür. Hoşlandığı ve hoşlanmadıklarını rahatlıkla söyleyebilir. 4 yaş çocuğu, somut düşünür. Kelimeleri öğrendiği basit anlamlara göre değerlendirir. Örneğin, "yüzsüz" den,ildiğinde, yüzü olmayan bir insanı anlamaktadır. Bu da yetişkinlerin 4 yaş çocuğu ile konuşmalarında kullandıkları sözcükleri onun anlayabileceği şekilde olmasını ve 4 yaş çocuğunun bulunduğu sırada aralarında yapacakları konuşmalarda dikkatli olmaları gerekli kılmaktadır.
Bu yaştaki çocuk, oyunlarını bir konu çevresinde örmeye başlar. Bebekleriyle, arabalarıyla, trenleriyle, öteki oyuncaklarıyla uzun süreli ve belirli olayların canlandıran oyunlar kurar. Güçlü hareket itisi ve kafasının içindeki belirsizlikler, onu çeşitli yönlere çeker, ne yapmak istediğini, nereye gittiğini kestiremez. Bu tavrı en iyi belirleyecek örnek, kendisine ne resmi yaptığını soran annesine "daha bitirmedim ki, nereden bileyim" diye cevap veren çocuğun yaşadığı olaydır.
2.2.2.4. ( 5 Yaş) Çocuğunun Sosyal Gelişimi:
5 yaş genellikle canlı, neşeli, hareketli bir görünüm içindedir. Konuşmayı, soru sormayı, hareketli oyunlar oynamayı, masal dinlemeyi ve anlatmayı sever. O, artık daha çabuk karar verir. Kas hakimiyeti gelişmiştir. Düzenli cümleler ile insanlarla olan kişisel ve sosyal ilişkileri artmıştır (Yavuzer, 1996, s.111).
Bu yaştaki çocuk artık arkadaşlarıyla oynamaya ve bir grup içinde kendi yerini bulmaya başlar. Grup yaşantıları yoluyla bilgi edinir.
Bu beş yaş çocuğu annesine ve evine bağlı olmasına rağmen ev onun için pek yeterli değildir. Çevresini genişletmek ihtiyacındadır. Kendi başına hareket etmesi artar ve bu anne-baba tarafından engellenirse, aşırı baskılı bir eğitim uygulanırsa, çocuk bağımsız ve dengeli bir kişilik geliştiremez. Bu nedenle çocuğun kendi başına yapabileceği işlerde yardım etmemeli, yapabileceği işlerde büyüklere yardımcı olmasına fırsat verilmelidir.5 yaşındaki kızlar, bebekle oynar, resim yapar ve hatta ip atlayabilirler. Bu yaştaki erkek çocuklar ise, daha çok, trencilik, koşma ve yakalama oyunları gibi oynar oynarlar. Oyunlarda birbirlerini taklit ederler (Binbaşıoğlu, 1990, s.172).
Bu dönemde çocuklar gruplar halinde oyunlara girişirler. Çocuklardan biri doktor olur ve hasta olan kız veya erkek çocuğu muayene eder. Gruptaki çocuklar sırayla hasta ve doktor olurlar. Bu oyuna yol açan temeldeki merak bir kez giderildikten sonra oyun, çekiciliğini kaybeder ve artık oynanmaz olur.
5 yaşına gelen bir çocuğu şahsi ve sosyal ilişkileri artmıştır. Olaylar karşısında soğukkanlıdır. Dikkatli ve kararlı bir tutumu vardır (Yakut, 1997, s.19).5 yaşındaki çocuk, her yönden denge içindedir. Kendi kendine yeterliliği ve çevre ile uyumu vardır. Kendine güvenir, aynı zamanda karşısındakilerle de başkaldırmadan uzlaşabilir. Dikkatli, anlayışlı, sezgi ve algılarında güçlüdür. Nazik, düşünceli, cana yakındır (Dodson, 1990, s.124).
5 yaş çocuğunun belirginleşen kişilik özelliğini de dikkate almak gerekir. İçinde bulunduğu yer ve zamanla sınırlanan dünyası ona yeterlidir. Düş gücünü kullanmaz. Nesneleri kullanılışlık açısından tanımlar: "kuyu, kazmak içindir" "dondurma yemek içindir" kendisi ve çevresiyle çatışma halinde değildir. Resim yapmaya başlamadan önce, kafasına belirgin bir şey vardır. Yaptığı şeyin içeriği mantıklıdır. Kendi kendini kritik eder. "Bir at resmi çizmek istiyorum ama bilmiyorum" diyebilir. İster oyunda olsun, ister kendisine verilen bir ite olsun, 5 yaş çocuğu başladığı işi bitirmeyi sever, gösterişe meraklı değildir. O, artık daha çabuk karar verir. İnsanlarla olan kişisel ve sosyal ilişkileri artmıştır. Bunun yanısıra kendisine ilişkin düşünceleriyle ailesine, okula ve topluma uyumu belirgin bir biçimde artmıştır. Kritik durumlarda soğukkanlı olmayı başarır. Sokakta kaybolmaz, adresini bilir. Çocuk, gelişimin tüm basamaklarını tamamlamış ve hafif eğilimli bir düzlüğe ulaşmıştır.5 yaş çocuğu kendi kendine yeter, sosyaldir, kendinden emindir. Şekilci ve uyumludur. Rahat ve ciddidir, dikkatli ve kararlıdır. Nazik bir dosttur. Üstün bir kişi değilse bile, üstün bir çocuktur. 3 yaşın ilerlemiş bir biçimidir.5 yaşın sonlarına doru, çocuklarda düşünerek hareket etme davranışları görülür. Çocuk, zaman zaman ciddileşir; artık toplum düzeninin ayrımına varmıştır. Bu zamanda çocuk, toplumdan aileye doğru bir kaçış gösterir. Onun için, aile en güvenilir bir yerdir. Bu durum, adeta bir "toplumsal bunalım"dır. Oyun çağında aile bireylerinin çocuğa gösterecekleri ilgi, çocuğun oyuncak durumu, özellikle kendi yaşındakilerle oluşan ilişkileri, çocuğun toplumsal gelişiminin biçimini belirler. Buna çocuğun toplumsal gelişiminin biçimini belirler, çocuğun karıştırdığı resimli kitaplar da yardım eder.

2.2.2.5. 6 Yaş Çocuğunun Sosyal Gelişimi:
Bu yaş çocuğu etkin, atılgan, coşkulu, amaca yönelik davranışlar sergileyen, zaman zaman düşünceli kararsız, bir kişilik yapısına ve bağımsız bir ruh yapısına sahiptir. Hala annesinin ona verebileceği bakım, rahatlık ve güvene büyük ölçüde ihtiyaç duyar. Akıllı bir anne çocuğunun sıkıntılı durumlarında; mutluluğunu paylaşmada; güven vermede; meraklarını gidermede; rehberlikte onun yanında hazır bulunmalıdır. Onun perişan, utangaç ve bozgun olduğu durumlarda çoğu kez yalnız anne ona cesaret vererek ona yardım ederek olaylardan olumsuz bir biçimde etkilenmesini önleyebilir.4-6 yaşlarındaki çocuk, "soru çağı"ndadır. Bu zamanda çocuk, her şeyin "neden" ve "niçin"ini öğrenmek ister. Bu davranış, çocuğun zihin gelişimi kadar toplumsal gelişimini de etkiler. Soru sormanın iki nedeni vardır:
1. Gerçek bir merak ve öğrenme isteği,
2. "Dikkati çekmek" düzenleşimi
Birincisi, "zihin gelişimi"1 ile, ikincisi de "toplumsal gelişim"le ilgilidir. Dikkat çekme isteği, benliğin geliştiğini gösterir (Binbaşıoğlu, 1990, s.173).
3-6 yaşlarındaki çocuklar, motor becerileri geliştiği için sosyal ilişkilere daha fazla katılırlar. Bunun yanısıra araştırma be merak duygularını tatmin etmek için çeşitli faaliyetlerde bulunurlar. Bu faaliyetlerde başarısız olurlarsa suçluluk duygusu geliştirebilirler. Çocuğun yaptığı işlerin yetişkinler tarafından engellenmesi, ana-babanın yanlış eğitim yöntemleri kullanması da suçluluk duygusuna yönelten etkenler arasındadır (Seçuk, 1996, s.50).6 yaşındaki çocuk, kararsız ve tembel bir kişilik sergiler. Bu davranışlar, bir geçiş dönemini oluşturur. Artık, okul çağı başlamıştır. Bu dönemin belirgin özelliği, grup oyunlarıdır. Daha önceleri tek başına sürdürülen oyunlar, grup oyunlarına yerini bırakmıştır (Yakut, 1997, s.19):Somut düşünce biçiminin giderek elde edilmesiyle birlikte dikkat süresi uzayan iyi bir dinleyici olmaya başlar. Çevredeki tehlikelerin daha çok farkında olan bu yaş çocuğu uzun süre evden uzak kalmaya hazırdır. Bu yaşta ilköğretim için gerekli gelişim düzeyine, genellikle ulaşılmış ve ön yaşantılar kazanılmıştır.Çocuğun eğitiminde önemli olan ana-baba ve ona bakan eğitim ile ilgilenen yetişkinlerin onu sevmesi gelişimini rahatça sağlayabilecek şekilde özgürlük ve güven vermesi her türlü yapıcı yardımı sağlaması, anlayış göstermesidir.Bu devrede çocuğun hayal gücü çok gelişmiştir ve ruhsal durum içinde sık sık yalan söyler, haşarı ve yaramaz olur. Ebeveynlerine çok az düşkün olurlar ve daha az bağımlı olurlar. Oyunlarında rekabet havası eser ve diğerlerinden daha üstün olma çabası içindedir. Bu durum bağımsızlık ve kendine güven yönünden önemli bir aşamadır (Öztürk, 1983, s.4-8).4-6 yaş arası çocukların oyunları, 2-3 kişilik küme oyunlarıdır. İlk çocukluk yılarında çocuğun çevresini ana-baba ve eğer varsa, kardeşler oluşturur. İlk sosyalleşme belirtileri aile çevresinde atılırken, ilkokul çağına doğru aileye olan ilgi çevreye kaymaya başlar. Bu dönemdeki çocuğun sosyalleşmesini etkileyen en önemli faktör, çocuğun arkadaş çevresidir. Aile, çocuğu, ilkokul çağına kadar olan dönemde sıkı bir denetim altında tutmuşsa, çocuğun sosyalleşmesi biraz daha zor olur. Çocuklarda sosyalleşmeyi sağlayan en büyük etkenlerden biri de akranlarıyla birlikte oyun oynamasıdır.
SONUÇ
Çocuk yetiştirmek oldukça meşakkatli, ancak bir o kadar da zevkli bir iştir. Çocuk gelişimi, ilk adımla başlayıp, konuşmayı öğrenme ve oyunla dünyayı kavramayı içeren uzun bir süreçtir. Ana-babalara düşen görev, bu sürecin her aşamasında aynı dikkati ve sabrı göstermektir.
Okul öncesi çocuğunun gelişimsel özellikleri evrenseldir. Ancak, çocuk, sadece doğuştan getirdiği yatkınlıklar ve gelişimsel özellikler doğrultusunda, gelişimini sürdürmez. Yaşadığı sosyal ve kültürel çevre, bazen olumlu, bazen de olumsuz yönde onun gelişimini etkiler. Dolayısıyla çocuklar, hemen hemen aynı yaşam diliminde olsalar bile, bireysel farklılıklar ve çevrenin donanımıyla ilişkili olarak farklı gereksinimleri olan çocuklar olabilirler. Bu noktada çocukların yaşamlarını yönlendirmede çok kritik bir dönem olan okul öncesi eğitim kapsamındaki programların önemini göz ardı etmek mümkün değildir Merkezi bir programda çocukların bu gereksinimlerinin ideal öçlüde karşılanması, söz konusu olmayabilir. Çocukların çevreye uyumu, öğrenme ortamına ilgisi ve öğrenme başarısı açısından, kendi gereksinimleriyle uyumlu, bütünleşen bir programdan yararlanmaları önemlidir.
Okul öncesi eğitim aşamasında çocuklara sunulan program, çocuğun gelişimini tüm alanlarıyla destekleyen ve geliştiren hedefleri kapsamak durumundadır.
Çocuklar, değişen ve gelişen toplumun gereksinimleri doğrultusunda, her gün başka bilgi kaynaklarıyla karşılaşmaktadır. Programlar, çocuğa güncel ve entelektüel bilgiye ulaşma şansını vermelidir. Program, çocukların gelişim özelliklerini, ilgi ve gereksinimlerini karşılamayı başarır ise, beklenen ideal hedeflerine ulaşabilir.
Çocukların gelişimlerinde en önemli görev, ebeveynlere düşmektedir. Doğumdan itibaren çocuk, etrafını saran fizik ve sosyal çevreye uyum savaşını verirken, bu çabasında en büyük desteği, anne ve babasından alır. Çocuk, kendin,i ifade etmeyi, kendi kendini yöneten bir birey olabilmeyi ailesinden öğrenir. Özellikle anne- baba, çocuğun kişiliğinin oluşumunda temel rolü olan özdeşim modelleridirler. Çocuk, bu özdeşim modellerini kendilerine örnek alır ve adeta onların yaşam biçimlerini taklit yoluyla öğrenir.
Bu öğrenme süreci içinde onun sevgiye, güvene yani çevresindekilere inanmaya, bağımsızlığa ihtiyacı vardır. Anne ve babaların, çocukların ihtiyaçlarını dikkate alabilmeleri için doğumdan başlayarak onlarla iletişim kurmaları gerekir. Bu iletişim, doğumdan sonraki ilk olan duygusal doyumla kurulur.
Çocuk yetiştirmede ana-babanın eğitim seviyesi de son derece önemlidir. Ebeveynler, bilgisiz yetersiz oldukları ve çocuklarına karşı yanlış tutumlar sergiledikleri sürece çocukların özbakım becerileri gibi en temel becerilerden bile yoksun olabildikleri ve kardeşler arasında çatışmaların yaşandığı görülmektedir. Çocuk yetiştirme konusunda bilgisiz olan anne, yeni doğan bebeğine nasıl müdahale edeceğini, ihtiyaçları konusunda neler yapacağı, yapsa bile yanlış yapacağı ihtimali yüksektir. Bebeğini, sıkı sıkıya kundaklayarak onun bedensel gelişimine zarar verecektir. Kundak, bebeğin yürüme ve oturma gibi hareketlerini geciktiriyor. Kalça çıkığı gibi fiziksel bazı bozukluklara yol açabiliyor. Bebeği kundak yapmak yerine mümkün olduğunca serbest giyindirip, daha fazla hareket etmesinin sağlanması, bebeğin ruhsal sağlığı açısından da önem taşıyor.
Çocuk gelişiminde çocuğu uzaktan belirli bir kontrol yaparak hareketlerinde serbest bırakmak, önemlidir. Aksi halde çocuğun bedensel ve ruhsal yönden baskı hissetmesi, gelişimini olumsuz yönde etkiler.
Çocukların eğitimlerinde bu gelişim özellikleri dikkate alınarak, sevgiye uygun eğitim verilmeye çalışılırsa, daha başarılı olunacaktır. Ayrıca kişilik özelliklerinin5-6 yaş civarında belirlendiği konusunda, psikologlar arasında genel bir kanı vardır. Bu bakımdan, çocuk yuvaları ve anaokulları, çocuk gelişiminin ilk yıllarında iyi bir denetim altında tutulursa yararlıdır. Çocuğun, aile çevresiyle ilgisini kesmemek, bu bakımdan yapılacak işlerin başında gelir.

Not: yukarıdaki bilgilerin oluşturulmasında Ahmet YILDIZ ve Turgay DEĞİRMENCİ’ nin çalışmalarından yararlanılmıştır.


kaynak

Şükrü AKKAYA
Psikolojik Danışman ve Rehberlik Uzmanı