', ' öğrenmeye hoşgeldiniz: 10/15/07

15 Ekim 2007 Pazartesi

YUNAN MİTOLOJİSİ

YUNAN MITOLOJISI

MITOLOJI NEDIR?

Sözcük anlamı "efsane bilimi"dir. Yani ilkel insanların ve insan üstü varlıkların başından geçen masalsı olayların incelenip anlatılmasıdır. Eski çağlarda yaşamış olan insanların doğa olaylarına, sosyal ilişkilerine, dini inanışlarına bakış açılarının yorumlanmasıdır.

Her ulusun, her ülkenin tarihi; çeşitli efsaneleri, destanları, kahramanlık öykülerini, inanç sistemini, tanrılarını, insanlarını, masallarını, söylencelerini barındırır ama mitoloji dendiğinde bu sözcüğe yabancı olmayanlara ilk çağrışım yapan Yunan mitolojisidir. Bunun sebebi, anlatılarının çok kapsamlı, çeşitli ve dini inançlarıyla birebir paralel olması, ayrıca Yunan sanatçılarının ve düşünürlerinin hemen hep mitlerden yola çıkıp, bunlara daha da derinlik kazandırarak gelişimlerine katkıda bulunmuş olmalarıdır.

TANRILAR VE TANRICALAR

Aphrodite

Aphrodite, askin, cinsel isteklerin ve güzelligin tanriçasidir. Dogal yeteneklerinin yaninda, herkesin kendini arzulamasini saglayan büyülü bir kusagi vardir. Dogumu hakkinda iki söylenti vardir. Ilki onun Zeus ve Dione'un kizi oldugunu anlatir. Ikincisi, Cronos hadim edildiginde denize atilmis olan organindan damlayan kanlardan dogdugunu ve kocaman bir midye içinde Kibris'ta karaya çiktigindan bahseder. Hephaestus'un karisidir. Agaci mersin, hayvanlari güvercin, kugu ve serçedir.

Apollo

Apollo, Zeus ve Leto'nun oglu, Artemis'in ikiz kardesidir. Altin bir lir çalar; müzigin tanrisidir. Gümüs bir yayi en uzaga o atabilir; oklarin tanrisidir. Tibbi insanlara o ögretmistir; iyilestirici tanridir. Asla yalan söylemez; isigin ve gerçegin tanrisidir. Apollo her sabah, 4 atli arabasini gökyüzünü basindan sonuna dolasir ve günes dogar. Delphi'de bir nasihatçi olrak taninir. Yunanistanin dört bir yanindan insanlar ondan nasihat almak için Delphi'ye gelirler.
Kutsal agaci defne, hayvanlari yunus ve kargadir.

Ares

Ares, Zeus ve Hera'nin ogludur. Ne annesi ne de babasi tarafindan pek sevildigi söylenemez. Savas tanrisidir. Öldürücü ve kana susamis bir tanridir ama bir yandan da korkagin tekidir. Aphrodite'le yatakta yakalaninca, kocasi Hephaestus tarafindan herkesin içinde alay konusu edilmistir. Akbaba ve köpek kutsal hayvanlaridir.

Artemis

Artemis, Zeus ve Leto'nun kizi, Apollo'nun ikiz kardesidir. Vahsi hayvanlarin ve avin taniçasidir. Gençlerin koruyucusudur. Apollo gibi o da gümüs oklarla atis yapar. Erdemin, namusun simgesidir. Çocukarin dogumlarini yönetir (dogumunda Leto'ya hiç aci çektirmemistir.) Kutsal agaci servidir. Özellikle geyik olmak üzere tüm hayvanlar ona kutsaldir.

Athena

Athena Zeus'un en sevgili kizidir. Athena (Minerva) was the daughter of Zeus. Yetiskin, zirhli ve silahli bir sekilde, babasinin kafasindan firlayarak dogmustur. Savasta acimasiz ve cesurdur ancak sadece sehri düsmanlardan korumak için savasmir. Sehrin, el sanatlarinin, tarimin ve zekanin tanriçasidir. Yulari icat ettip, insanlarin ati evcillestirmesini saglamistir. Trompet, flüt, çömlek, tirmik, saban, gemi ve savasta kullanilan at arabasi onun icatlarindandir. Bilgelik, akil ve saflik tanriçasidir. Zeus'un en sevdigi çocugu oldugu için, simsekleri dahil, babasinin tüm silahlarini kullanmaya izni vardir. Kutsal sehri Atena, agaci zeytin ve hayvani baykustur.

Hades

Hades de Zeus'un kardesidir. Ölülere hükmeden yeralti tanrisidir. Kullarinin sayisini artirmak için delice ugrasan, açgözlü bir tanridir.
Erynyes'ler onun degerli misafirleridir. Onu ziyarete gelenlerin yeralti dünyasini terketmeleri konusunda da oldukça isteksizdir.
Ayni zamanda, yerden çikan degerli metaller onu bolluk çokluk ve servet tanrisi yapmistir. Onu görünmez yapan bir migferi vardir. Yeralti dünyasindan pek ayrilmazdi. Acimasiz ve hatta korkunçtu ama sözünden dönmezdi ve kaprisli bir tanri degildi; bilmem bu son iki özellik onu pek affedilir kilar mi :) Zorla kaçirdigi Persephone ile evlidir. Ölümün tanrisidir, ama Ölüm de baslibasina bir tanridir: Thatanos.

Hephaestus

Hephaestus, Zeus ve Hera'nin ogludur. Fiziksel olarak son derece çirkin ve topal olan tek tanridir. Atesin ve demirin tanrisidir. Tüm tanrilarin zirhlarini ve silahlarini o yapar. Demir islemek için bir volkani kullanir. Kibar ve baristan hoslanan bir tanridir. Aphrodite ile evlidir.

Hera

Hera, Zeus'un kizkardesidir. Sonradan karisi da olmustur. Oceanus ve Tethys adli Titanlar tarafindan büyütülmüstür. Evliligin koruyucusudur ve evli kadinlara özel bir ilgi gösterir. Biçok mitolojik anlati, Hera'nin Zeus'un kendisine sadakatsizligine karsi aldigi öçlerden, kiskançligindan bahseder. Kutsal hayvanlari inek ve tavuskusudur. Argos, en sevdigi sehirdir.

Hermes

Hermes, Zeus ve Maia'nin ogludur. Zeus'un habercisidir. Tanrilarin en hizlisidir. Kanatli sandaletleri ve sapkasi vardir; bir de büyülü degnek tasir. Hirsizlarin ve ticaretin tanrisidir. Yeralti dünyasina ölülerio götürür. Liri, kavali, notalari, astronomiyi, ölçü birimlerini ve sporu icat etmistir.

Hestia

Hestia, Zeus'un kizkardesidir. Bakire bir tanriçadir. Evlerin düzeninden sorumlu olan tanriçadir. Yeni bir çocuk dogdugunda aileye kabul edilmeden önce onu kutsayandir. Her sehrin Hestia'ya kutsanmis herkese açik bir yer vardir. Burda devamli ates yakilir ve asla söndürülmez.

Poseidon

Poseidon, Zeus'un kardesidir. Denizler tanrisidir. (Neptune) was the brother of Zeus. Ona tapinan deniz yaratiklari arasinda itibari büyüktür. Titan Oceanus'un büyük torunlarindan Amphitrite, ile evlidir. Silahi dünyayi sallayabilen ve herseyi paramparça edebilen üç disli bir çataldir. Zeus'tan sonra diger tanrilar arasinda en güçlü olandir. Okyanus'un derinliklerinde, mercanlar ve deniz çiçekleriyle süslenmis, fosforlu kizil bir isikla aydinlanan, altindan muhtesem bir sarayi vardir. Yunuslarin, deniz atlarinin ve diger deniz canlilarinin çektigi iki tekerli arabasiyla ilerler.

Zeus

Babasi Cronos'un hükümdarligini yikip yerine geçip tüm tanrilarin üstün yöneticisi olan Zeus, göklerin ve yagmurun tanrisi; bulutlari da o biraraya getirirdi. Onu kizdiranlara firlattigi simsekler silahiydi. Hera'ya evliydi ama çapkinliklari ve güzel kadinlara zaafiyla ünlüdür. Bir kartal, keyfinin kayhasi olarak hizmetindeydi. Getir-götür isleri ve sakiligini Ganymede yapardi. Ganymede o kadar güzel bir çocuktu ki, Zeus onu Ida dagindan kaçirip Olympos'a getirerek ölümsüz yapmisti. Zeus ayrica, yeminlerini bozanlarin ve yalan söyleyenlerin cezalandiricisidir. Agaci mese, akil hocasi mese agaçlarinin vatani olan Dodona'dir.

DESTANLAR VE SOYLENTILER

DUNYANIN OLUSUMU

Hesiod der ki, "Gaia'dan gökyüzü yükseldi" , yani Uranos... Gökyüzü, yani Uranos; topragin, yani Gaia'nin hem oglu hem esi oldu.O zamanlarda, gökyüzü ve yeryüzü birbirine o kadar yakindi ki, birbirlerine öyle büyük bir askla sarilmislardi ki, aralarindaki sinir ayirt edilemezdi. Bereketli, yesil Gaia, Uranos'un yagmurlariyla islaninca, Eros ortaya çikti; yaratici askin ruhu... Eros, bir varliktan çok, Gaia'nin ruhu olarak tanimlanir; yeryüzü ve gökyüzünü birlikte kilan bir güç. Gaia ve Uranos'un kucaklasmasiyla ilk varliklar olusmaya basladi. Gaia, Uranos'un kollari arasinda mutlulukla kipirdandiginda, narin, yesil, yumusak tepeler olustu, ve Gaia bu tepelerden Titanlari dogurdu; düsünme yetenegine sahip ilk varliklari. Titanlardan sonra, Gaia yüz kollu, dev canavarlar dogurdu. Babalari Uranos onlardan görür görmez nefret etti, igrendi ve topragin içine geri itti. Gaia aciyla kivraniyordu, bu kivranmalardan yeryüzündeki büyük taslik daglar olustu. Ancak Uranos Gaia'ya eziyet etmekten vazgeçmiyordu.

Gaia, aci içinde ilk çocuklari olan Titanlar'a seslendi. Babalari ve yari kardesleri olan Uranos'a karsi kendisiyle birlik olmalarini istedi. Ancak Titanlarin hemen hepsi Uranos'tan ölesiye korkuyorlardi, yardim çagrisina karsilik vermediler Gaia'nin. Ancak içlerinden biri, Cronus annesine yardim edecegini belirtti. Titanlarin en cesuru olan Cronus, annesine yardim edip babasini saf disi biraktiklarinda evrenin idaresinin kendisine geçecegini sezinliyor olmaliydi. Bunun üzerine Gaia, Cronus'un pençeye benzeyen güçlü elleri için demiri yaratti. Yerden biten bu demiri çakiltasiyla biledi, bir orak haline getirdi ve Cronus'a verdi. "Bununla babani hadim edeceksin!" dedi. Cronus oragi aldi, ve gece oldugunda uykuya çekilen babasinin üzerine atildi ve onu hadim etti. Böylece gökyüzü sonsuza dek yeryüzünden ayrilmis oldu, artik dünyaya hükmedecek hükümdarlarin, topraga ayak basmalari gerekecekti, gökyüzünden yeryüzüne hükmetmek olanaksizlasmisti.

Babasinin erkeklik organini kesen Cronus, ardina bile bakmadan ordan uzaklasti. Kesilmis erkeklik organindan topraga damlayan kanlardan yeni varliklar dogdu.

Ilkin, Intikam Tanriçalari Erinysler... Bu tanriçalar birçok söylende yer almis olan korkunç yaratiklardir. "Suçlulari kovalayip duran bir nevi mitolojik polistirler" diye anlatir onlari bir yazar. Niçin Intikam Tanriçalari olduklarina gelince.. Erkeklik organi kesilmis olan Uranos, korkunç bir aci duymustu, duydugu ilk aciydi bu, korkunç bir çiglik atti. Uranos' un intikam arzusuyla dolu bu çigligindan ve havada uçmakta olan kesik organdan damlayan ilk kan damlalarindan Intikam Tanriçalari dogdu...

Ardindan, Uranos'un kesilmis erkeklik organindan damlayan ikinci kan damlalarindan Gigantlar dogdular. Yeryüzü görünümündeki Gaia, gökyüzü görünümündeki Uranos, fiziksel özellikleri pek bilinmeyen ancak insan görünümünde olduklarini düsündügümüz Titanlar ve yüz kollu devlerden sonra; Gigantlarin dis görünüsleri pek garipti. Insanlara benzer bir yapilari vardi ancak vücutlarinin alt kisminda yilan biçimli bir kuyruk bulunuyordu. Iki ayaklari üzerinde duruyorlar ancak sürüngen özellikleri de gösteriyorlardi..

Organ uçtu, uçtu, sonunda suya düstü... Üzerinde bulunan spermler tuzlu deniz suyu ile birlesti ve bir köpük olusturdu. Bu köpük Kibris kiyilarinda karaya vurdu ve içinden güzeller güzelli Ask Tanriçasi Aphrodite çikti. Aphrodite gögün kizidir ve ilk tanriçalardan biridir. Roman mitinde kendisine Venüs ismi verilmistir, sabah ve aksam yildizi olarak görünmüstür. (Hemen bir uyari... Roman mitindeki karakterlerin hemen hepsi Grek mitinden alinmis, isimleri degistirilerek anlatilmistir...)

Uranos hadim edilip kesik organindan Erinysler, Gigantlar ve Aphrodite dogduktan sonra, Cronus tahta geçmis oldu.

Ancak Cronus'un babasindan daha da zalim bir tanri olacagini kimse bilemezdi.. Yüz kollu dev kardeslerini kurtaracagi yerde, ona umut baglamis olan zavalliciklari daha da gerinlere, Tartaros'a itti. Tartaros, Yeralti Dünyasi'nin en derin, en korkunç, en karanlik yeridir ve Homeros tarafindan "Tartaros'un yeralti dünyasina olan uzakligi, dünyanin gökyüzüne uzakligi kadardir." diye tanimlanir. Oraya düsmek, bir varligin basina gelebilecek en kötü seydir.

Cronus, kendisine ayak bagi olacaklarini düsündügü kardeslerini Tartaros'a hapsettikten sonra keyfine bakti ve kardesi Rhea'yi kendisine es olarak aldi. Fakat hayal kirikligina ugramis olan Gaia, Cronus'un ihanetine bir kehanetle yanit verdi, ve Cronus'un keyfini kaçirdi... "Babana yaptiklarinin aynisini günün birinde çocuklarindan biri de sana yapacak."

Rhea, Cronus'a bir sürü çocuk dogurdu... Böylece eski Yunan Tanriçalari ve Tanrilari birer birer ortaya çiktilar...

Cronus, annesinin kehanetinden korkuyor, Rhea dogurdukça çocuklari yutuyordu. Rhea bu durumdan elbette hosnut degildi ancak, günün birinde dogacak çocugunu sever de kiyamaz yutamaz umuduyla dogurmaya devam ediyordu. Ancak Cronus akillanacaga benzemiyordu. Oysa Rhea'nin sabri tükenmisti, yine hamileydi ve bu sefer dogacak çocugunu Cronus'un midesine göndermeye hiç niyeti yoktu!

Annesi Gaia'dan akil aldi, ve onun ögüdüne uyarak çocugunu daglik bir yere gidip dogurdu ve oglunu keçi sütü ile besledi. Sonra da onu ne idügü belirsiz Kuretler'e verdi. Kuretler o daglik bölgede yasayan küçük tanriciklardi, ama neden tanriydilar, ne gibi tanrisal özelliklere sahiptiler bilinmemektedir. Ben onlari tanridan çok, Doga'nin Ruhu olarak düsünüyorum. Rhea, oglunu iste bu Kuret'lere emanet etti. Kuret'ler eger Cronus oralara yaklasacak olursa korkunç sesler çikarip bebegin sesini duymamasini saglayacaklarina söz verdiler.

Sonra Rhea, yerden bir kaya parçasi aldi, onu battaniyelere sardi sarmaladi ve yutmasi için Cronus'a sundu. Cronus'un gözü öylesine dönmüstü ki, battaniyeyle beraber yuttu kayayi, ohh bundan da kurtulduk diye düsündü, Rhea'nin bir sonraki dogumuna kadar rahatladi... Ancak Rhea bir daha dogurmadi, en azindan böyle bir kayda rastlamiyoruz.

Aradan yillar geçti, Zeus büyüdü, genç ve kuvvetli bir tanri oldu. (Yaaa, evet. Iste Kuret'lere emanet edilen sansli bebek, daha sonra Tanrilarin Tanrisi olacak Yüce Zeus idi...

Günün birinde Metis'e, Akilli ve Bilge Peri'ye rastladi. Zeus hemen ona asik oldu Metis'e hayatini anlatti. Babasinin çilginliklarindan, yeraltina hapsedilmis kardeslerinden bahsetti. Metis ögrendikleri karsisinda kayitsiz kalamadi ve Zeus'a yardim etmeye karar verdi. Hemen büyülü bir iksir hazirladi, ve babasina içirmesini tembihleyerek bunu Zeus'a verdi.

Zeus, babasinin sarayina saki olarak bir sekilde kendisini kabul ettirdi ve sarabina büyülü iksiri karistirip içirmeyi basardi. Iksir hemen etkisini gösterdi, Cronus birer birer yuttugu çocuklarini kusmaya basladi. (Mantiksal degerleri unutunuz, onlar nasilsa, babalarinin karnindan ölmemis, hatta büyümüs, gelismis bir sekilde çiktilar. Ölmemis olmalari çok dogal aslinda, çünkü onlar tanri ve tanriçalardir.

Çocuklari, Cronus'un midesinden çiktiktan sonra babalarinin karsisina dikildiler: Ilerde Olympos'ta bir nevi ev kadini olan Ocak ve Ev Düzeni Tanriçasi Hestia, kolunda bir demet basak ile tasvir edilen Bereket Tanriçasi Demeter, evliligin koruyucusu Hera sonradan Yeralti Dünyasi'nin tanrisi olan Hades ve sonradan Denizler Tanrisi olan Poseidon...

Hepsi de Zeus'un önderliginde babalarina karsi birlestiler ve siddetli bir savas basladi. Zeus, Tartaros'tan yüz kollulari çikardi. Onlar da kendilerini esaretten kurtaran Zeus'a minnettarliklarini bildirmek için onun yaninda savastilar. Hatta Zeus'a simsekli silahlar armagan ettiler. Böylece savas Zeus ve kardeslerinin üstünlügü ile sona erdi.

Bu savasin 10 yil kadar sürdügü söylenir. Niçin bu kadar uzun sürmüstür belli degil. Oldukça saçma oysa.. Bildigimiz savaslara
benzemez bu. Kimse kimseyi öldürüp yaralayamaz, zaten ölümsüzlerdir çünkü. Sanirim amaç salt iktidar ve koltuk kavgasi oldugundan, bunca süre Zeus, Cronus'u artik iktidari kendisine teslim etmesi için ikna etmeye çalismistir. 10 yil sonra da Cronus yorgun düsmüs olmali ki, Zeus ile anlasmaya razi olmus, iktidari devredip Mutlular Adasi'na, kader ve kismete yön vermek üzere atanmistir. Böyle zalim birine nasil böyle bir görev verilir o da garip, ama Zeus onu ancak bu yolla kandirabilmis olmali...

Cronus altedilince, Zeus önderliginde yepyeni bir düzen kurulmustur. Zaten Zeus'un önderligi herkes tarafindan kabul edildigi için, bu pek de zor olmasa gerek. Zeus, kendisini "Gökyüzünün ve Yeryüzü'nün Tanrisi" , Poseidon'u "Denizler ve Irmaklarin Tanrisi", Hades'i "Yeralti Dünyasi'nin Tanrisi" ilan edip, zirvesi devamli bulutlarla kapli olan Olympos Dagi'na yerlesti.

Ah, bu arada unutmadan: Zeus kendisine karsi gelen Titanlari Tartaros'a kapatarak cezalandirdi. Ancak birer Titan olduklari halde kendisine baskaldirmayan Prometheus ve Epimetheus kardesleri "Insanin Yaratilisi"nda görevlendirdi. Savasta diger Titanlarin basinda bulunan Atlas ise en büyük cezayi, yerküreyi omuzlarinda tasima cezasini aldi...

INSANIN YARATILISI

Hesiodos'un Soylar Efsanesi:

Bu efsane insanin tam olarak nasil yaratildigini açiklamaz. Sadece yaratilmis oldugunu varsayar ve sonrasini anlatir bize. Der ki Hesiodos:

Chronus'un egemenligi sirasinda, ölümsüz tanrilar ilk insan soyunu yaratmislar. Buna "Altin Soy" deniyor. Bereketli topraklarinda tanrilar gibi yasarmis ilk insan soyu, Mutluluk içinde yasar, mutluluk içinde ölür, sonra topragi ve insanlari koruyan birer minik cine dönüsürlermis.

Sonra "Gümüs Soy"u yaratmis tanrilar. Gümüs Soy, Altin Soy kadar zeki degilmis. Aptalliklariyla baslarini derde sokar, tanrilara saygisiz davranirlarmis. Zeus bunu saygisizlik olarak nitelendirmis ve onlari yeralti cinlerine dönüstürüp topragin altina gömmüs.

"Tunç Soy" yaratilmis ardindan. Oysa yeni gelen bu soy, çok daha betermis öncekinden. Birbirlerine saldirmaktan, savasmaktan, öldürmekten baska yaptiklari yokmus. Zeus'un devreye girmesine gerek kalmamis bu sefer, onlar kendi kendilerini yok etmisler ve Hades'in karanlik yeralti dünyasina göçmüsler.

"Demir Soy" en son gelmis ve hala sürmekte olan soydur. Yine bu efsanede denir ki, bir altinci soy daha gelecek. Saygisiz, sevgisiz, yokedici bir toplum olacak ve hak kavrami ortadan kalkacak, güçlüler kazanacak, güçsüzler ölüme mahkum olacak.

Ovidius'un Metaporphoses adli yapitindaki anlatisi:

Bu hikayenin bir giris kismi var, oradan baslayalim...

Asklariyla Olympos çevresinde oldukça ünlü olan Zeus, kiz kardesi Demeter'e kaptirmis gönlünü, onunla beraber olmus ve güzeller güzeli Kore dogmus.(Kore, daha sonra Yeralti Tanriçasi oldugunda ismi Persephone olacak...Bu da baska bir hikaye :)) Kore, güzelliginin yani sira son derece alimli, kibar, zeki ve güleryüzlü bir kizmis. Iflah olmaz çapkin Zeus, tutup kendi kizina asik olmus bu güzelligi gördügünde. Akli fikri Kore ile beraber olabilmekteymis. Bir gün onu yalniz basina ormanda otururken gördügünde, firsat bu firsat demis, bir yilana dönüsmüs ve onunla beraber olmus. Kore, Zagreus'a hamile kalmis. O siralar Zeus'un gözdesi, en sevdigi Kore oldugu için, oglu Zagreus'un da ayri bir önemi varmis Zeus için. Onu deliler gibi seviyor, koruyor, kolluyormus.

Ancak Zeus'un onu sevdiginden çok nefret ediyormus kiskanç Hera Zagreus'tan... Hera'nin hismindan korkan Zeus, bir magaraya saklamis oglunu. Zamaninda kendisini büyütmüs olan Kuretlere emanet etmis onu. Hera veya onun saldigi adamlari yaklasacak olursa, korkunç sesler çikarip onlari korkutmalarini ve ayni zamanda bebek sesini bastirmalarini iyice tembihlemis. Ancak Hera'nin öfkesi öyle büyükmüs ki, Zagreus'u bulamayinca Titanlari çagirmis kendisine yardima. Titanlar bebegi bulmuslar Kuretlerin sakladigi magarada. Ancak bebek Zagreus korkmus dev Titanlardan ve magaranin daracik dibine saklanmis. Titanlar bir ayna getirmeyi akil etmisler magaranin girisine. Zagreus kendi aksini görünce aynada, meraka kapilip disari çikmis. Iste o anda üzerine atilmislar bebecigin Titanlar ve onu paramparça edip etlerini yemisler. geriye sadece kemikleri kalmis.

Bunu duyan Zeus öfkesinden deliye dönmüs ve simseklerini göndermis Titanlarin üzerine. Oracikta küle dönüsmüs Titanlar ve Zagreus'un kemikleri... Zaman geçmis, yagmurlar yagmis. Yagmur sulari çamura dönüstürmüs Zagreus ve Titanlarin küllerini.

Prometheus gelmis sonra. ( Kendisi bir Titan oldugu halde, Zeus'a karsi savasmayi kabul etmedikleri için kardesi Epimetheus ile Prometheus, Tartaros'a gönderilmemis, Zeus tarafindan insanin yaratilisinda görevlendirilmislerdir.)

Prometheus, sekil vermis bu çamura. Insan bedenini yaratmis. O sirada oradan geçmekte olan tanriça Athena, Prometheus'un eserine hayran kalmis ve çamura hayat üflemis. Iste ilk insan böyle yaratilmis. Zagreus'un safligi, temizligi, iyiligi ve güzelligi ile Titanlarin kötülügü ve çirkinliginin bir karisimi.

Insanlar gelismeye baslamislar. Zeus karismis orda hemen isin içine. Demis ki, biz tanrilara tapinmayi ögrensin insanoglu. "Bana, kurban ettiginiz her hayvanin bir parçasini vereceksiniz. Hangi parça olduguna ben karar verecegim. Haydi kurban edin bana surda duran koyunu" diye buyurmus.

Prometheus insanlara yardimci olmus hemen. Ölümsüz bir tanrinin, insanoglunun yiyecegine kendisini ortak kosuyor olmasina öfkelenmis ve bir oyun oynamis Zeus'a. Kurban etinin en güzel parçalarini iskembenin içine doldurmus. En kötü kisimlarla kemiklerin üstünü bir güzel örtmüs yaglarla. Insanlar demisler ki , "Buyur seç bakalim, hangi parçalari sana verelim kurban ettigimiz hayvanlardan, ulu Zeus?" Zeus söyle bir bakmis, "O igrenç iskembeyi ben ne yapayim, su yaglarla kapli semiz etleri seçiyorum" demis. Ancak bir bakmis ki yaglarin altinda kemik dolu. Çok öfkelenmis Zeus. kendisini aldatmis olan insanlara ve Prometheus'a çok içerlemis. Bir tanri olaran oyuna getirilmeyi hazmedemiyormus ama, karari kesin olmak zorundaymis tanrinin; hayir bunu begenmedim digerini alacagim diyemezmis.

Tanrilarin tanrisi, üçkagida gelmis olmayi yedirememis kendisine, ve onlara ceza olsun diye ellerinden atesi geri almis. Prometheus yine yetismis imdadina insanlarin. Gitmis tanrisal atesten bir parça çalmis, onlara vermis.

Iste böylesine insan dostudur, mitolojinin ilk asisi olan Prometheus. Hep insanlar için çalismis, savasmistir. Tanrilari hep son derece sikici ve adaletsiz bulmustur.

Zeus, Prometheus'u cezalandirmaya karar vermis. Hephaistos'a onu Kafkas Daglarina zincirlemesini emretmis. Cezasi çok agirmis: kollari iki yana açilmis sekilde zincire vurulan Prometheus'un karacigerini gündüz boyunca bir kartal didikleyerek yiyor, sonra cigeri gece boyunca yeniden büyüyormus. Büyük acilar çeken Prometheus bu cezaya sonsuza dek çarptirilmis, zira kendisi ölümsüzdür.

Sonunda Prometheus yeniden özgürlügüne kavusmus. Ama nasil, iste bu kesin olarak bilinmiyor. Bazi kaynaklara göre, Hercules kurtarmis onu. Bazilari ise, Zeus'un onu affettigini söyler. Çünkü, Zeus yine gönlünü yeni bir aska, Su Perisi Thetis'e kaptirdiginda, Prometheus bunu görüp, "Thetis'in doguracagi çocuk babasindan çok daha kuvvetli ve iktidar sahibi olacak, sakin onla beraber olma" demis (Hatirlatma: Prometheus=Önceden gören... Sanirim bir nevi kahinlik de sayiliyor bu... ) ve Zeus onun zincirlerini çözmüs.

Ardindan insanlar arasindaki yasamina devam eden Prometheus, Zeus'un hala kendisine bir kötülük yapabilecegini biliyormus.

Bu yüzden kardesi Epimetheus'u uyarmis: "Sakin tanrilardan hediye kabul etme !" Ancak günün birinde Epimetheus, bir tanri hediyesini kabul edivermis! Güzeller güzeli Pandora imis bu hediye. Ilk disi insan, ilk ölümlü kadin... Epimetheus görür görmez asik olmus Pandora'ya ve onu geri yollayamamis.

Pandora yaninda bir kutu getirmis. Prometheus demis ki kardesine, "Beni dinlemedin, hediyeyi kabul ettin, ama bari su kutuyu sakin açma! Basimiza bir bela gelecek" Fakat merakina yenilen Epimetheus, yine kardesinin ögüdüne kulak vermemis. Kutuyu açar açmaz, bütün dertler, kötülükler, üzüntüler, sikintilar saçilmis etrafa. Prometheus hemen atlamis kutunun üstüne, kapagini kapativermis.Böylece tek birsey kalmis kutuda: Umut.

Umut, o anda Prometheus'un yönetimine girmis. Onu çok iyi korumus Prometheus ve asla gerekenden fazlasini vermemis kimseye; ve kardesinin hatalarinin sonucu, yaratmis oldugu insanoglunu asirlar boyunca korumak, kollamak zorunda kalmis....

ODYSEIA DESTANI

Odysseia'nin 24 bölümden olusan bu koskoca destanin kisa bir özetini yapmak istersek:

Truva savasindan sonra yurduna dönmek için çabalayip duran Odysseus'un basindan geçenler ve onun eve dönüsü sirasinda, yurdu Ithakea'da yasananlarin anlatimi diyebiliriz.

Bence Odysseia hakkinda vurgulanmasi gereken en önemli sey, bir destandan çok; kurgusu ve anlatim tarziyla, bir romana hatta bir filme benzemesi. Homeros, Odysseia'da Ilyada'nin aksine, bir olayi degil, bir insani anlatir. Tekrarlardan kaçinan, yer yer geri dönüsler içeren akici bir anlatimi ve modern bir kurgusu vardir.

Destan 24 bölümde anlatilmis ancak 5 ana destan parçasindan olusuyor:

1. Telemakhia (Bölüm 1-4) : Odysseus'un oglu Telemakhos'un destanidir. Truva savasi biteli neredeyse 10 yil olmus ama sevgili babasi hala yurduna geri dönmemistir. Bu sirada onun öldügüne dair söylentiler artinca, Ithaca'nin varlikli erkekleri, annesi Penelopeia'ya talip olup, hepsi birden Odysseus'un sarayina yerlesmislerdir. Bunlarin isi gücü yiyip içip, eglenceler düzenleyip Odysseus'un mallarini tüketmektir. Bu sirada Penelopeia'nin bir karar vermesini, içlerinden birini seçmesini beklerler. Ancak o, kocasini beklemeye kararlidir. Bu durumdan son derece rahatsiz olan Telemakhos, tanriça Athena'ya inanir, Odysseus'un öldügüne dair süphelerini bir kenara atar ve babasindan haber alabilmek için Truva'dan dönmüs olan diger liderlere onu sormak üzere yollara düser.

2. Kalypso'nun adasi (Bölüm 5): Tanriça Athena, Olympos'lu tanrilari bir araya toplar ve 7 yildir Kalypso'nun adasinda tutuklu olan Odysseus'un yurduna dönmesine izin vermeleri için onlari ikna eder. Oysa Su Perisi Kalypso Odusseus'u gerçekten sevmektedir ve kendisiyle kalmasi kosuluyla ona ölümsüzlügü teklif eder. Ancak yirmi yildir görmedigi güzel karisi Penelopeia'yi unutamayan Odysseus bu teklifi reddeder. Yurda dönmesi için izin çikinca, kendisine bir sal yapar ve denize açilir. Uzun süren firtinalarin ardindan Phaiaklarin ülkesinde karaya vurur.

3. Phaiaklarin ülkesi (Bölüm 6-9) : Phaiak kralinin kizi Nausikaa, Odysseus'u sahilde bulur, ona giysiler verir ve evine davet eder. Odysseus'u iyi karsilayan Phaiaklar ona yurduna dönmesi için yardim edeceklerini söylerler.

4. Odysseus'un maceralari (Bölüm 9-12) : Bu bölüm destanin merkezidir. Phaiak'larin kendi serefine düzenledikleri eglencede, bir ozan Truva savasini anlatan sarkilar söylemektedir. Bunu duyunca gözleri dolan Odysseus, ona "Neden agliyorsun?" diye sorduklarinda, "O hikayede bahsi geçen benim" diye cevap verir ve Truva'dan 12 gemisiyle ayrilisini ve üç yil boyunca denizlerde çesitli tehlikeler atlatip bütün gemileri ve yoldaslarini kaybedip, Kalypso'nun adasina varisini anlatir. Ardindan Phaiaklar onu bir gemiyle Ithaca'ya gönderirler.

5. Ithaca (Bölüm 13-24) : Odysseus bir dilenci kiliginda domuz çobani Eumaios'un yanina siginir. Orada yolculuktan dönen oglu Telemakhos ile bulusur. Ikisi birden taliplerle savasip onlari öldürürler. Destan, Odysseus ve Penelopeia'nin yirmi yillik ayriliktan sonra kavusmalariyla sona erer.

Simdi bu kahramandan biraz daha ayrintili bahsedelim isterseniz..
Baba Learthes ( ki Odysseus'a sik sik "Learthesoglu" diye de seslenilmektedir.) ve ana Antikleia'nin ogullari olan Odysseus, kuzeybati Yunanistan civarlarindaki Ithaca adasinda dogmustur. Bir rivayete göre, anne Antikleia, Learthes ile evlenmeden bir gün önce Sispyhos ile beraber olmustur ve Odysseus, Learthes'in degil Sispyhos'un ogludur; üstün zekasi da ondan gelmektedir.

Odysseus'un gençligine dair anlatilan iki sey vardir: Achilleus gibi hekim Kheiron'un yaninda geçirdigi süre ve dedesi Autolykos'u ziyareti sirasinda katildigi bir yaban domuzu avinda bacagindan yaralanmasi. ( Bu yara izi sayesinde Truva savasindan yillar sonra yurduna döndügünde, onu büyüten dadisi Eurykleia onu taniyacaktir.. )

Bir süre sonra baba Learthes, oglunu tahta geçirmistir ancak bu konuda pek fazla bilgiye sahip degiliz. Ancak Odysseus'un kendine nasil es seçtigi birçok kaynakta oldukça ayrintili bir sekilde anlatilmaktadir. Ilerde Truva savasina sebep olacak bu hikayeden ben de kisaca bahsetmek istiyorum. Aslinda daha detayli bahsetmek de istiyorum ama Ilyada basligi altinda :-) Her neyse.. Su perisi Thetis ve Peleus'un dügünlerine davet edilmeyen Nifak Tanriçasi Eris, Athena, Aphrodite ve Hera'nin ayaklari dibine bir altin elma yuvarlayip ortadan kayboldu...Elmanin üzerinde "En güzele..." yaziyordu. Zeus bu üç tanriçadan en güzel olani seçmesi için Truvali çoban Paris'i görevlendirdi. Paris ona zeka ve savasma yetisi teklif eden Athena ile güç ve kudret teklif eden Hera'yi eledi, kendisine dünyanin en güzel kadinini teklif eden Aphrodite'i seçti. Aphrodite ona dünyanin en güzel kadini Helena'yi kaçirmasi için yardim etti, ve Helena'nin kaçirilisi Truva savasini baslatti. Bu arada Helena'ya talip olan birçok kisi arasinda Odysseus da vardi. Aslinda Odysseus Helena'dan çok teyzesinin kizi Penelopeia ile ilgileniyordu. Bakti ki isler kizisiyor, Penelopeia ile evlenmesine izin verilmesi karsiliginda, diger taliplerin Helena'nin babasinin seçtigi kisiye karsi ayaklanmamalarini saglamayi önerdi. Bu öneri kabul edildi, Odysseus Penelopeia'yi, Agamemnon da kardesi Menelaos'a götürmek için Helena'yi aldi. Ancak tam bu sirada Paris geip Helena'yi kaçirdi! Iste o anda kiyamet koptu ve Truva savasi basladi. Helena'yi geri almak için Truva'ya gönderilecek askeri birlikler toplanirken, Odysseus'u da almaya geldiler. Oysa Odysseus savasa gitmek istemiyordu; yeni evliydi ve oglu yeni dogmustu. Bu yüzden kendisini almak için geldiklerinde deli taklidi yapti. Sahilde bir öküz bagladigi sabani sürüyor, kumlara tuz ekiyordu. Ancak kendisini sinamak için sabanin önüne oglu Telemakhos'u koydular ve dogal olarak Odysseus yönünü degistirdiginde, zekasinin yerli yerinde oldugu ortaya çikti. Tarihin bilinen ilk asker kaçagi böylece kendini ele vermis oldu.

MITILOJIK KARAKTERLER

Argus

Herseyi görendir. Bir sürü gözü olan bir adam. Önceleri sadece 4 gözü oldugunu söylerler. Sonra 100 tane olmus. Argus hakkinda anlatilan pek çok hikaye vardir. Bi sürü macera geçmistir basindan. Arcadia'yi kirip geçiren bir bogayi nasil hakladigi, bir sigiri öldüren satyr'in hakkindan gelisi, Apis'in öcünü alip Echidna'yi öldürmesi meshurdur. Argus, Io'yu Hera'dan korurken Hermes tarafindan öldürülmüstür.

Chimaera

Ona Typhoeus ve Echidna hayat vermistir. Vücudunun ön tarafi aslan, orta kismi keçi ve bir yilan kuyrugundan olusmustur. Agzindan alev üfler. Lycia'yi sigirlari öldürdügü için acimasizca katletmistir. Bellerophon tarafindan öldülene dek, hayatini orayi burayi atese vererek geçirmistir.

Cycloplar

Cycloplar, kafalarinin ortasinda tek gözleri olan devasa yaratiklardir. Üç tanesi gökgürültüsü, simsek ve yildirimi simgeler (Brontes, Steropes ve Arges). Gaea ve Uranus'un çocuklaridir. Tarihin ilk demircileri onlardir. Cronus tahta geçtiginde Cycloplari Tartarus'a hapsetmisti. Zeus onlari kurtardi ve onlar da Zeus tarafinda Titanlara karsi savastilar. Zeus'a simsek ve yildirim olan silahlarini verdiler. Sonra da hayatlarini Zeus'un demircileri olarak Olypmos daginda geçirdiler. Aplollo, oglu Asclepius'u öldüren Zeus'tan öç almak için onlari öldürdü.

Echidna

Yari nympha, yari benekli yilan olan disi bir canavardir. Ancak ordan geçenleri parçalayip yemek için disari çiktigi bir magarada yasar. Bu yaratigin bir yasi yoktur ama ölümsüz de degildir. Bir gün uyurken Argus tarafindan öldürülmüstür. Typhoeus ile zaman zaman çiftleserek sekilsiz yaratiklar dogurmustur.

Hecatoncheires

Hecatoncheires "yüz elli" anlamina gelir. Bunlar elli kafalari, yüz elleri olan kocaman yaratiklardir. Üç tanesi (Briareus [veya Aegeon], Cottus ve Gyges [veya Gyes] pek meshurdur. Gaea ve Uranus'un çocuklaridirlar. Uranus ile karsilikli düsmanliklari sonucu, babalari onlari Gaea'nun rahmine geri yollamis ve hapsetmistir. Onlar Gaea ile isbirligi yapmislar ve Cronus ile annelerine Uranus'u öldürmesine yardim etmislerdir. Ancak tahta geçen Cronus, onlari Tartaros'a hapsedince, Zeus'la ortak olup babalarini tahtindan indirebilmek için Titanlara karsi savasinda Zeus'a yardim etmislerdir. Büyük kayalari bir seferde yüzer tane firlatarak bu savasta oldukça iyi is çikarmislar ve sonra Zeus'un özel korumalari olarak hizmetine girmislerdir.

Giantlar

Giantlar, Uranus'un hadim edilince akan kanindan dogmuslardir. Zeus ve Olympia lilara karsi ayaklanacak kadar güçlenmislerdir. Tanrilar Giantlari altedebilmek için bir insanin yardimina gereksindiklerinde, Hercules 0nlara yardim etmis, Tartaros'a hapsedilmelerini saglamistir.

Python

Python canavar bir yilandir. Hatta ona ejderha bile diyebiliriz :) Apollo, Dephi'de nasihat vermek için yerlesmeden önce onu öldürmüstür. Bu hareketi, Olympia tanrilarinin daha önceki tanrilara karsi zaferi oalrak simgelenmektedir. Python ölümsüz oldugundan, Apollo bu cinayete karsilik bir kefaet ödemek zorunda kalmis ve onuruna Pythian oyununu icat etmistir.

Gorgonlar & Medusa

Gorgonlar, saçlari yilan olan disi canavarlardir. Yüzleri o kadar çirkindir ki, onlari gören erkekler tasa döner. Üçü de farkli köklerden gelir. Stheno ve Euryale, Phorcys ve Ceto'nun ölümsüz çocuklariyken, Medusa'nin olayi farklidir.

Medusa hayata çok güzel bir kiz olarak basladiginda, Athena onu çok kiskanmisti. Poseidon'un Medusa'nin güzelliginden basi öylesine dönmüstü ki, ona Athena'nin tapinaklarindan birinde sahip oldu. Bu Athena için son derece asagilayici bir davranisti, o da Medusa'yi bir Gorgon yaparak cezalandirdi. Bir insan olarak dogdugu için ölümlüydü. Bu cezayla yetinmeyen Athena, daha sonra, Perseus'a onu yakalayip öldürmesi için yardim etti. Perseus Medusa'nin basini kestiginde, Poseidon'dan olan çocuklari Pegasus ve Chrysaor disari firladi. Kan damlalari Libya çöllerinde birer yilana dönüstüler. Daha sonralari bu yilanlardan biri Mopsus'u öldürmüstür. Perseus Medusa'nin kestigikafasini alip gittikten sonra, Athena olay yerine geldi,Medusa'dan geriye ne kaldi iyi bir inceledi. Derisini yüzüp Aegis'in markasi yapti. Iki damla kanini da Kral Erichthonius'a biri hastaliklara deva, digeri öldürücü bir zehir olarak hediye etti.

Nymphalar

Nymphlar da hadim edilen Uranus'un kanindan dogmuslardir.

Typeous

Typheous, agzindan alev saçan, yüz kafali bir canavardir. Hiç uyumaz, birkaç kafasi uyurken digerlerinin gözleri hep açiktir. Gaea onu, Olypmos'lulara yenilmek üzere olan çocukçlari Titanlari korumasi için dogurmustur. Hatta Typheous neredeyse bunu basarmak üzereydi. Zeus'u kaçirmis, tek tek tüm sinirlerini ayirmisti ki Hermes onu kurtardi. Sonra Zeus yildirim silahlariyla onu öldürdü. Ejderha, Sicilya'da Etna daginin altinda gömülmüstür.

Cerberus

Cerberus, Typhoeus ve Echidna'nin çocuklarindan biridir. Üç kafali, yilan kuyrugu olan bir köpektir. Yeralti dünyasinin kapi bekçisidir. Ölülerin girmesine izin verir ve asla disari çikmalarina göz yummaz. Kapidan geçebilen birkaç kisiden biri olan Orpheus, karisi Eurydike'i ölümden kurtarmak için, onu sarkilarindan biriyle uyutmus ve içeri girmeyi basarmistir. Hercules'in son isi de, Cerberus'u yeralti dünyasindan kaptigi gibi Kral Eurystheus'a sergilemektir.

Sirenler]

Siren kardesler, denizcilere tuzak kurup onlari öldürmeleriyle ünlüdür. Karsi koyulmaz sarkilarini dinleyip büyülenerek adalarina dogru gelmeye çalisan denizcilerin, azgin dalgalara ve keskin kayaliklara çarptiklarinda gemileri parçalanir. Sirenlerden tek kurtulanlar Jason, Argo ve Odysseus'tur.

Pegasus

Pegasus, kanatli br at ve çok iyi bir uçucudur. Medusa ve Poseidon'un çarpik iliskisinde döllenmis, Medusa'nin kafasi kesildiginde dogmustur. Bellerophon tarafindan evcillestirilmis, Chimera'yi vahsice öldürmesi sirasinda ona hizmet etmistir. Bellerophon onu Olympos dagina dogru uçururken, Zeus tarafindan düsürüldü ama Pegasus Olympos dagina kadar uçabildi ve bundan böyle hayatini Zeus'un silahlarini tasiyarak geçirdi.

Chrysaor

Chrysaor da Medusa ve Poseidon'un çarpik iliskisinden dogmus ve Medusa'nin kafasi kesildiginde disari firlamistir. Cesur ve yigit bir savasçi olmasindan baska hakkinda pek fazla bilgi yoktur. Ismi, Altin Kiliç anlamina gelir. Geryon'un babasidir. His name meant Golden Sword. He fathered Geryon. Görüntüsü pek bilinmemektedir.

YUNAN MİTOLOJİSİ - TANRILAR

* Zeus : Tanrıların kralı,en güçlüsü. Kronosoğlu. Özellikle ışık, aydınlık, gök, yıldırım tanrısı

* Hera : Tanrıçaların en büyüğü, inek gözlü tanrıça, Zeusun kardeşi, karısı

* Hephaistos : Ateş Tanrısı, Zeus ve Hera'nın oğlu, topaldır. Maden Sanayini Tanrısı, silah yapar

* Hermes : Zeus ve Maianın oğlu Ticaret Tanrısı, Zeus'un haberlerini iletir

* Apollon : Zeus ile Leton'un oğlu Tanrıça Artemisin kardeşi Kehanetin, müziğin Tanrısı Okları çok iyi kullanan savaşçı bir tanrı Ayrıca hekim, güneş tanrısıdır

* Athena : Zeusla Metis'in kızı Savaş Tanrıçası Gök gözlü tanrıça

* Ares : Savaş Tanrısı Zeus ve Hera'nın oğlu

* Artemis : Apollo'nun ikiz kardeşi Leto ve Zeus'un çocuğu Ay Tanrıçası ayrıca avcı bir tanrıça

* Aphrodite : Güzellik, aşk tanrıçası Zeus Ouronos kızı

* Poseidon : Denize hükmeden tanrı Zeus'un kardeşi

* Thetis : Deniz Tanrıçası Akhilleus'un annesi

* Leto : Artemisle Apollon'un annesi

* Hades : Ölülerin Tanrısı Zeus'un kardeşi

* Agamemnon : Mikem Kralı. Yunan kuvvetlerinin komutanı

* Akhilleus : Mirmidonların önderi, en büyük Yunan savaşcısı. Peleus'la Thetisin oğlu

* Khryses : Apollon Tapınağının rahibi

* Khryseis : Khryses'in kızı. Agamemnon'un esiri

* Nestor : Pilos kralı. Bilge Yunan önderi

* Briseis : Akhilleus'un onur ödülü

* Menelaos : Agamemnon'un kardeşi. Sparta kralı

* Kalkhas : Başkahin

* Hektor : Troya kuvvetlerinin komutanı. En büyük Troya savaşçısı

* Odysseus : İthaka kralı. Strateji ustası

* Priamos : Troya kralı

Yunan tanrıları

YUNAN TANRILARI



ZEUS: Kronos ve Rhea’nın en küçük çocuklarıdır. Kehanete göre ‘Ne zaman Kronos oğluna; bir gün yerime geçeceksin derse, Zeus annesinin arkasına saklanırmış.’Fakat Zeus her ne kadar saklansa da bir gün tamamen büyüyerek tüm yetkinin onun olacağını ve buna mecbur olduğunu bilir. Zeus’la beraber toplam altı kardeşmişler. Titan Kronos üç çocuğunu bilinmedik bir nedenden dolayı yutar. Bu olay üzerine Zeus Kronos’a başkaldırır.Titan Kronos ona karşı gelenleri yer altı düyası(ölüler diyarı)’na Tartarus’un yanına sürmüş..Zeus ve iki kardeşi düşünüp dünya da her biri tanrı olmaya karar verirler.Zeus gökyüzünü seçer.Ve tüm insanlardan ve diğer tanrılardan yüce olduğunu gösterir.
Zeus her zaman hava tanrılığını dikkate alırdı.Ve şimşek,gök gürültüsü,yağmur, yıldırım ve fırtınaya inanır ve bunları doğal bir güzellik,bir sembol olarak görürdü. Halkı da bu doğal güzellikleri görür Zeus’a şükredip ona inanırlar.Sonra Zeus yasa, adalet ve kanun birleşmesiyle tamamen bir yargıç yerine gelmiştir.O,biçim ve değişiklik yapabilirdi; nesneleri değiştirebilir veya canlı nesnelerin biçimini değiştirebildi.Özel yetenekleriyle herkese kendini inandırabilir ve kandırabilirdi.Buna karşın karısını,kardeşini ve diğer tanrıçaları kandırarak ölümlü bir hale getirmiştir.Zeus kardeşi Hera ile evlenmiştir. Yunan Mitolojisindeki birçok çocuk gözle görülür bir farkla seçkin bir hale gelmişlerdir.Zeus’un bir çok büyük görkemli heykelleri Olimpus dağına dikilmiştir.Bunlar yunanlar tarafından dünyanın yedi harikasından biri sayılmaktadır.

HADES: Zeus’un kardeşi,Hades yer altı dünyasını seçip yönetir.Bu olay Kronos’un Hades ve kardeşlerini yer altı dünyasına Tartarus’un yanına sürmesiyle başlar.Persephone ile beraber yönetirler.Kaçırılan herkes yer altı dünyasına getirilir.Birini saklamak veya serbest bırakmak isterse özel yeteneği olan görünmezliğini kullanır.Hades’in kuralı ‘ölenler ve kabüllenenler gökyüzüne gider ve yaşamını orda devam ettirir.’dir.Hades yer altı dünyasındaki ölüleri dünyaya geri getirirmiş.Bu olayın başlangıçı okçu Odysseus’u öldükten sonra tekrar bir fani olarak dünyaya getirmesiyle başlar.Burdan da Hades’in ölüleri yaşama geri döndüren bir tanrı olduğunu anlıyoruz.Hades en zengin tanrıdır, dünyadaki tüm minaraller kaynaklar ona aittir.

POSEIDON: Kronos’un üçüncü erkek oğludur.Hades ve Zeus’un kardeşidir.Poseidon ise Su tanrısıdır. Poseidon’nun atları dünyada olan herhangi bir depremi öceden bilme gibi bir yeteneğe sahiptir. Poseidon’nun en önemli sembolleri elinden hiç bırakmadığı üçdişli zıpkını ile yunuslardır.Denizciler seyahat sırasında Poseidon’nun estirdiği rüzgara güvenip yola çıkarlar.Poseidon gücü ile erkeklere özgü bir çok özelliği kadınlarada uygulamıştır.Bu sayede erkeklerde doğurma yeteneği kazanmışlardır.Athen şehrinin hükümdarı olmak için Poseidon ve Zeus’un kızı Athena meşhur bir mücadeleye girmişlerdir.Acropolis şehrinde Poseidon mızrağını nereye vurursa orası ilkbahar yaşarmış.O bir çok yunana Truva savaşında yardım etmiştir.Cyclop adı verilen tek gözlü savaşçılar Poseidon tarafından kutsanmıştır ve kimse onlara herhangi bir zarar veremez.





DIGER YUNAN TANRILARI


ATHENA: Akıl, beceri ve adalet tanrıçasıdır.(Zeus’un kızı)



APOLLON: Kehanet ve aydınlık tanrısı.



HEPHAESTUS: Ateş ve volkan tanrısı.



ARTEMIS: Av ve çocuk koruyucusu tanrıçası.



HERA: Evlilik ve doğum tanrıçası,Olimpus kraliçesi(Zeus’un kardeşi ve karısı)




APHRODITE: Aşk ve güzellik tanrıçası.



HERMES: Duyuru ve haber anrısı.



DIONYSUS: Bereket ve tarım tanrısı.



ARES: Savaş tanrısı.



SEYHMUS EREN AYDIN

YUNAN VE EGE UYGARLIĞI

YUNAN VE EGE UYGARLIĞI

Günümüzde Avrupa kültürünün temelini oluşturdu kabul edilen büyük ve özgün ilk çağ uygarlığı. Başlangıçları Neolitik çağa dayanırsa da asıl tarihi Ege’de tunç uygarlıklarının çözüldüğü yerde İÖ 1200 den başlatılır. Yörede İÖ 3000-1000 arasında doğup gelişen bu tunç çağı uygarlıkları genellikle Ege uygarlıkları olarak bilinir. İÖ 9.yüzyılda özgün çizgileri beliren eski yunan uygarlığı İÖ 5. yüzyılın son yarısında klasik görünümüyle doruğa ulaşmış, Büyük İskender’in fetihleri sonucu ön Asya Ön Asya kültürleriyle iç içe geçerek İÖ 3-1 yüzyıllarda Helenistik Dönemi yatmıştır.

Yunan uygarlığının klasik dönemi (İÖ 480-323) Doğuda yükselen Pers İmparatorluğunun İonya’daki ayaklanmayı bastırarak bu bölgenin Arkaik Dönemdeki kültürel üstünlüğünü sürdüre bilme olanağının yok etmesiyle başlar. Pers saldırılarına (İÖ 490 ve İÖ 480-479) karşı siyasal rakibi sparta’yla ittifaka giren Atina uzun savaş dönemlerinin yol açtığı yıkıma karşı klasik Yunan uygarlığına önderlik etmiştir. Pers savaşları sırasında kurduğu Delos birliği de zamanla bir Atina imparatorluğuna dönüşmüştür. Peloponnesos Savaşlarının sonucunda (İÖ 404) Sparta’nın Atina’yı ele geçirmesinden Makedonyalı Büyük İskender’in büyük bir imparatorluk kurmasına değin ise Yunan dünyası, tarihinin en bölünmüş dönemini yaşamıştır. Yunan uygarlığının klasik dönemi İskender’in ölümüyle (İÖ 323) başlayan Helenistik dönemle sona erer.

Büyük İskender’in kurduğu krallık onun ölümünden sonra komutanları arasında paylaşıldı. Bu komutanlar büyük krallıklar kurdular, böylece, Yunanlıların doğunun sonsuz kaynaklarını sömürdükleri Hellen dünyası ortaya çıktı. Yananlıların dilleri, tanrıları ve kültürleriyle , bir dereceye kadar bazen de tamamen Hellenleştirdikleri yabancı ülkelerde siteler kurup yerleştirdiler. MÖ 3. yy. daha sonra çeşitli değişikliklere uğrayacak, parçalanacak, siyasal ve ekonomik açıdan güçsüz düşecek bu dünyanın doruk noktası olmuştur. Kralların hegemonya uğuruna giriştikleri sonu gelmez savaşların yanı sıra, vergi ve haraçların ölçüsüzce artması karşısında yerli halkların ayaklanması, bu dünyanın parçalanıp güçsüz düşmesine neden olmuştur. Sonuç olarak Hellen egemenliği tüm dünyayı elinde tutamazdı; doğudan parthlar, batıdan ise roma ve lejyonlar geldi. Yaklaşık 200 yıl süren çarpışmalar yunan krallıklarının siyasal güçlerini yok etti. Son olarak, Mısır’da Augustus tarafından fethedilen Logos kralığıda düşünce, Yunan dünyasının mirasını, kendisi de Hellenleşmiş olan Roma üstlendi ve Parthlara karşı Büyük İskender’in Eserini savundu.

YUNUS EMRE

Yunus Emre

(1241?-1321?) Hayatı hakkında kesin bilgimiz yoktur. Son araştırmalara göre 1240/41 ile 1320/21 yılları arasında yaşadığı kabul edilmektedir. Şiirlerinden ve hayatı hakkında yazılıp anlatılagelen menkıbelere göre; iyi bir eğitim görmüştür. Taptuk Emre'nin dergâhına kapılanmış, orada tasavvuf terbiyesinden geçmiştir. Halkı irşad etmek amacıyla diyar diyar dolaştı. Şiirleriyle irşad görevini sürdürdü. Mevlânâ ile görüştü. Yıllar süren gurbet hayatından sonra doğduğu köye, Eskişehir'in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy'e döndü. Orada vefat etti. Sonradan burada kendisi için bir anıt mezar yapıldı. Anadolu'nun birçok yerinde kabri ya da makamı olduğu rivayetleri vardır. Yunus, Türk edebiyatının en büyük şairlerinden biridir. Kendisinden sonra gelen pek çok şairi etkilemiştir. Kullandığı Türkçe, işlediği temalar, şiirindeki sadelik ve yalınlık, onun ne denli büyük bir şair olduğunu ispat etmeye yeter. Bazı şiirlerinde aruzu da deneyen Yunus, asıl şiir kabiliyetini heceyle yazdığı ilahî, nefes ve semaî türü şiirlerinde ortaya koymuştur. Şiirleri bir çok araştırmacı tarafından derlenip toplanmış ve yayınlanmıştır. Dîvân'ının karşılaştırmalı metni Dr. Mustafa Tatçı tarafından basılmıştır.

GEL GÖR BENİ AŞK NEYLEDİ

Gönlüm düştü bir sevdaya gel gör beni aşk neyledi
Başımı verdim kavgaya gel gör beni aşk neyledi

Ben yürürüm yana yana aşk boyadı beni kana
Ne âkilem ne divâne gel gör beni aşk neyledi

Ben yürürüm ilden ile dost sorarım dilden dile
Gurbette hâlim kim bile gel gör beni aşk neyledi

Benzim sarı gözlerim yaş bağrım pâre yüreğim baş
Hâlim bilen dertli kardaş gel gör beni aşk neyledi

Gurbet ilinde yürürüm dostu düşümde görürüm
Uyanıp Mecnûn olurum gel gör beni aşk neyledi

Gâh tozarım yerler gibi gâh eserim yeller gibi
Gâh çağlarım seller gibi gel gör beni aşk neyledi

Akar sulayın çağlarım dertli ciğerim dağlarım
Şeyhim anuban ağlarım gel gör beni aşk neyledi

Ya elim al kaldır beni ya vaslına erdir beni
Çok ağlattın güldür beni gel gör beni aşk neyledi

Ben Yûnus-ı bî-çâreyim başdan ayağa yareyim
Dost ilinde avareyim gel gör beni aşk neyledi

YUNUS EMRE VE GERÇEK HAYATI

YUNUS EMRE VE GERÇEK HAYATI

1.YUNUS EMRE’NİN YAŞADIĞI DEVİRDE ORTA ASYA VE ANADOLUDAKİ GENEL DURUM:

Anadolu Selçuklu devletinin zamanla zayıflaması, özellikle Kösedağ savaşında Moğollar’ a yenilmesi Anadolu’daki Moğol felaketinin başlangıcı olmuştur. 1260 yılından sonra zayıflayan otorite kuramayan Anadolu Selçuklu Devleti’nin yerine Moğol egemenliği hüküm sürmeye başlamış, ancak Moğollar da her tarafta askeri üstünlük sağlayamamış, gönderilen Moğol güçleri merkezlerini tanımayarak isyan etmiş ve bağımsızlıklarını ilan etme gibi girişimlerde bulunmuşlardır. Bunun nedeni olarak o devir her iki yerde; gerek Anadolu gerekse Orta Asya’da karışıklar ve belirsizlikler hakim durumdaydı. Çünkü Yunus Emre’nin yaşadığı zaman olan (12.asrın sonları ve 13 asrın başları) Anadolu’da; Selçukluların dağılması ve beyliklerin otaya çıkmasıyla ortada tam bir kargaşalık vardı. Kısmen Anadolu’ya Moğollar hakimdi. Bu durum Karamanoğulları’ nın bağımsızlık ilan etmesine sebep olmuştur. Ve Karamanoğulları Beyliği 1256 yılında bir Kolonizatör Türkmen dervişi olan Nure Sofi’ nin oğlu olan Kerimüddin KARAMAN önderliğinde kurulmuştur. Diğer taraftan Orta Asya’da da yine Moğollar her tarafı yıkıp döküyorlardı. Özellikle bu devirlerde Anadolu’da bir iç isyanın çıkmamasında ve Moğolların onca istilalarına ve baskınlarına rağmen ayakta durmalarında başta Yunus Emre olmak üzere Anadolu’da bulunan birçok Türk dervişinin Alp-Erenlerinin ve Türkiye mutasavvıfların tesiri büyüktür. Bu bakımdan tekke ve dergahta bulunan dervişler ve onların erlerine büyük görevler düşüyordu. Çünkü Anadolu'da devlet otoritesi iyice zayıflamış ve Moğollar gibi dış güçlere karşı her zaman hazırlıklı ve moralli olmak gerekiyordu. Bunu da Yunus Emre gibi dervişler ve Erenler sağlıyordu. Orta Asya’da durum bundan farklı değildi. Hoca Ahmet Yesevi bir taraftan Orta Asya’ da durumu düzeltmeye çalışırken diğer taraftan yetiştirdiği yüzlerce Türkiye Mutasavvıflarını Anadolu'ya gönderiyor ve Anadolu'nun Müslümanlaşmasını sağlıyordu. 12. asırda başlayan bu İslamlaştırma hareketi gerek Selçuklu gerekse Osmanlı devletinin Anadolu’da yerleşmesi bakımından büyük kolaylık sağlamış bir çok yöre kılıçsız ve kalkansız birden İslam’ı kabul etmişlerdir. Bu konuda en büyük görevi tartışılmaz bir şekilde bir çok ilim adamımızın da belirttiği gibi kolonizatör Türkiye dervişleri üstlenmişlerdir. Anadolu’nun Müslümanlaşmasında daha Türkler Malazgirt savaşından önce Anadolu’ya ayak basmamışken ve Anadolu bir Rum diyarı iken Orta Asya’da bulunan Hoca Ahmet Yesevinin telkinleriyle burulara gelen ve burada aileleriyle yerleşen geldikleri yöreleri Müslümanlaştıran Alp-Erenler yani Türk dervişleridir.

2. YUNUS EMRE’NİN HAYATI VE YAŞADIĞI YER :

Anadolu Moğol istilasıyla ezilmiş, çökmüş bir vücut halinde idi. Kılıçla kargının son şakırtılarının şimşeklendiği bedbaht bir iklimde kuvvet son sözünün söylemiş gibi görünüyordu. Böyle bir beldede bir güneşin doğması bekleniyordu. Bu beldenin üç asırlık gerçek sahipleri bekleniyordu. Ve beklene gün gelmiş, Yeşildere vadisinin kenarında bulunan Aşıklar Öreni’nde yepyeni bir ses yepyeni bir soluk dünya’ya teşrif etmek üzere idi. Hoca Ahmet Yesevi’nin irşatları ve Anadolu'ya Alp erenler göndermesi ve buranın Müslümanlaştırılması faaliyetlerinin bir sonucu olarak Horasan’dan buraya göç eden Türkemen Dervişi olan İsmail Hacı’ya Allah bir torun daha nasip ediyordu. Yıl: H:638/M:1240. Ve nefesiyle, sözüyle tüm çağları aşacak olan bir çocuk dünyaya geliyordu. Bu ıssız vadide. Bu çocuk farklı mı idi ne? Anadolu’nun üstünü kaplayan o kapkaranlık bulutlar birden dağılmış ortaya yepyeni pırıl pırıl, berrak berrak bir gökyüzü çıkıvermişti.

“Ben yürürem yane yane. Aşk boyadı beni kane

Ne akılem ne divane, gel gör beni aşk neyledi.”

diyordu bu çocuk. “sevelim sevilelim bu dünyaya kalmaz” diyordu... Önemli olan sevmektir diyordu. Bu çocuk. Adını da yıllardır bir balığın karnında kalan ve sonra ortaya peygamber olarak çıkan Yunus Peygamber’den alıyordu. Adı Yunus idi. Yunus Emre... soyadı ise Sevgi, Dostluk ve Gönül idi..

Yunus Emre’nin dedesi İsmail Hacı Horasan’dan Anadolu’ya göç etmiş ve Karaman oğullarından halen Karaman’a 29 km. uzaklıkta bulunan eski yerde geniş bir arazi satın aldığını Başbakanlık arşivlerindeki Yavuz Sultan Selim İl yazıcı defterinden öğreniyoruz. Bulunan belgedeki isimler az değişikle halen günümüzde kullanmaktadır. Karaman oğulları beyliğini seçmelerinde onlarla olan akrabalık bağlarının bulunmasından kaynaklanmaktadır. İsmail Hacı topluluğu Horasan’dan gelip Larende’ nin 29 km doğusunda, şu anda Yeşildere Kasabası sınırları içerisinde bulunan vadiye yerleştikten sonra burada bir zaviye kurdu. (1) Yunus Emre İsmail Hacının torunudur ve Karaman’da H:638/M:1240 yılında dünyaya gelmiştir. Doğum ve vefat tarihlerin tam olarak bilinmemekle birlikte bu tarihler tahmini olarak yazdığı kitap olan Risüaletünnushıyye’ den çıkarılmaktadır (2) Buradan şu sonuç ortaya çıkıyor. Yunus Emre’nin dedeleri bu bölgeye göç etmişler ve bu bölgede sürekli kalmak için geniş arazi satın almışlardır. Bu kadar geniş arazileri olan bir zatın Hacı Bektaşi kapısına gidip buğday istemesi biraz düşündürücüdür. Ki daha sonraları Yunus Emre bizzat kendisinin Karamanoğlu Mehmet Bey’den eski adı Yerce olan bir köyden arazi satın almıştır. Bu aldıkları arazilerde zaviyeler kurmuş olan Yunus Emre aynı zamanda buradan elde ettiği gelirlerle her gün yüzlerce muhtaca yardım etmiştir. Daha sonraları gerek kendi köyü olan Karye-i Yunus Emre’de gerekse Karaman’da kiriş haneleri ve vakıflar zaviyeler kurmaya devam etmiştir. Bu arada ortaya atılan ve kaynağı sadece birtakım menkıbelere dayanan ve ilmi hiçbir belgeye dayanmayan bir iddia vardı ki o da Yunus Emre’nin Hacı Bektaşi-ı Veliye buğday istemesi için gitmiş olma iddiasıdır. Bu iddia tamamen bin hurafedir ve asırlardır Anadolu’da yaygın olan efsanevari söylentilerden başkası değildir. Çünkü bu iddianın asılsız olduğunu tarih otoritelerinin hepsi kabul ediyor. Kaldı ki Yunus Emre zaten dönümlerce araziye sahip olan bir vadide yerleşmiş ve yanında işçileri ve dervişleri olan varlıklı bir şeyhtir. Yunus Emre Bektaşi değildir, şiirlerinde Bektaşilik ve Hacı Bektaşi-i Veliden de bahsetmemiştir. Demek oluyor ki her ne kadar Yunus Emre çeşitli İslam diyarlarını gezmiş ise bile bu onun oralarda bulunduğu veya mezarını oralarda olduğunun bir delili olamaz. Zaten Anadolu’da onlarca şeyhlik veya müridlik yapan Yunus Emre veya Yunus adında zatlar vardır. Şu anda tarihçilerin kesin gözüyle baktığı iki yer vardı. Bunlardan bincisi Eskişehir’de bulunan Sarıköy'de ki mezar diğeri ise Karaman’da bulunan Yunus Emre camisinin yanında buluna türbedir. Karaman’daki mezara türbe diyorum, çünkü diğer mezarın değil Yunus Emre büyük zatlarla hiç alakası yoktur. Cumhuriyetten sonra Sarıköy’de bir mezar açılmış ve içinden bir sürü cesetler çıkmış ve içlerinden en büyük kafa tasını alarak bu Yunus Emre’nindir denilerek onun için bir abide yaptırılmıştır. Bunun hiç ilmi dayanağı yoktur. Elde bulunan belgeler ise Yunus Emir Bey’ine ve Emrullah Yunus Sami tekkesine ait belgelerdir (3) Bu arada Konya Valiliğinden Yunus Emre’nin Karaman’da olduğuna dair pek çok rapor gelmesine rağmen bu durum kamuoyundan gizlenmiştir. Bütün bu olanlardan sonra anlaşılıyor ki YUNUS EMRE KARAMAN’LIDIR VE MEZARI KARAMAN’DA BULUNMAKTADIR. Zira Osmanlı devleti zamanında bile Yunus Emre’nin mezarının Karaman’da olduğuna dair belgeler ve deliller mevcut ve o zamanlar aksini söyleyen bir kimse yoktu. Çünkü herkes Yunus Emre’nin Karaman’da olduğunu biliyordu. Bu yüzdendir ki Osmanlı Devleti kayıtları Yunus Emre’nin hep Karaman’da olduğunu tasdik ederler. Sözde Sarıköy’de ki Yunus Emre mezarlığı sonradan yapılmış ve içine görgü şahitlerinin bile inanmadığı birtakım hileler karıştırılmıştır. Yunus Emre‘nine mezarı diye açılan mezarda bir sürü cesetleri görenler orada tutulan tutanağı bile imzalamamışlardır. Bu birtakım kimselerin sırf Yunus Emre’yi Eskişehirli yapmak istemelerinden kaynaklanmaktadır. Şurası da bir gerçek ki Sarıköy’deki yatan zatın ismi bile Yunus Emre değildir. Yunus Emir Beydir. Öte taraftan yine tarih araştırmacıları Yunus Emre’nin tahsilini Konya’da yaptığını ve kendisinden 35-40 yaş büyük olan Mevlana’dan ders aldığını belirtiyorlar. Bu durum ister istemez Yunus Emre’nin Karaman’da bulunduğunu kuvvetlendiriyor. Zaten Yunus Emre bu durumu şiirlerinde: “Mevlana hüdavendigar bize nazar kılalı, anın görklü nazarı gönlümüz aynasıdır....Mevlana meclisinde saz ile işret oldu, Arif maniye daldı, çok biledir ferişteh” diye belirtir. Ama bir kere Hacı Bektaşi Veliden bahsetmez. Osmanlı Devletinin aşağı yukarı her tarafını gezen ünlü Türk Seyyahı Evliya Çelebi 1648 yılında Karaman’a gelmiş camileri ve türbeleri gezmiştir.İşte Evliya Çelebi burada Yunus Emre’den de bahsetmiş ve şöyle demiştir:”Kirişçi Baba Camiinde, Yunus Emre hazretlerinin mezarı bulunmaktadır. vs.

Bu arada diğer bir belge var ki hayli ilgi çekicidir. Halen Başbakanlık arşivi 18304 numarada kayıtlı bulunan bu belge; özetle Yunus Emre’nin türbesinin aydınlatılması için ödenek ayrılması hakkında 1235 tarihinde yazılmıştır. Nihayetinde biz tarihçi olmadığımız için sonuç olarak derlediğimiz ve kaynağını da gösterebileceğimiz bilgileri aşağıda sunuyoruz:

a) Yunus Emre’nin ataları Horasan’dan gelmişler ve başlarında dedesi İsmail Hacı vardır.

b) Yunus Emre’nin Karamanlı olduğunu gösteren belgelerin hemen hepsi resmi ve sağlam belgelerdir. Bu belgeler Osmanlı Devleti zamanında sıkı bir şekilde korunmuş ve mühür ile mühürlenmiştir.

c) Yunus Emre’nin Karamanlı olduğuna dair ilk bilgiler diğerlerinin aksine Osmanlı Devleti belgelerinden gelmektedir. Ama Yunus Emre’nin başka yerlerde bulunduğuna dair hiçbir resmi ve sağlam kaynak yoktur. Bilakis Yunus Emre’nin Karamanlı olduğuna dair sağlam kaynaklar halen mevcuttur. Ve bizzat kendi ismi geçmektedir. Osmanlı Devletinde Yunus Emre’nin mezarını yeri olarak hep Karaman gösterilmiş ve bu türbenin giderleri için ödenek bile sağlanmıştır.

d) Başta Mevlana olmak üzere Yunus Emre ile defalarca görüşmüşler ve onun bir Türk olduğunu ona Türkmen Kocası demişler ve Karamanoğulları sarayında sözü geçen bir zattır.

e) Yunus Emre çevredeki bütün Türkmenlerin özellikle de Şehzadelerin de şeyhidir.

f) Aynı zamanda varlıklı bir şeyh olan Yunus Emre vakıflar ve zaviyeler kurarak bölgenin sosyal yönden kalkınmasın sağlamış ve diğer kolonizatör Türk dervişleri gibi Moğolların saldırıları karşısında milleti örgütlemişler ve onlara manevi destek olarak morallerini yüksek tutmuşlardır.

g) Belgelerde geçen yer ve köy isimleri halen mevcuttur. Ve hepsi Karaman’ın birer köyü veya kasabasıdır.

h) Bütün bunlardan tek bir sonuç çıkıyor: YUNUS EMRE KARAMAN’LIDIR VE MEZARI KARAMAN’DA BULUNMAKTADIR..

YUNUS EMRE’NİN YAŞADIĞI DEVİRDE ORTA ASYA VE ANADOLUDAKİ GENEL DURUM

1.YUNUS EMRE’NİN YAŞADIĞI DEVİRDE

ORTA ASYA VE ANADOLUDAKİ GENEL DURUM

Anadolu Selçuklu devletinin zamanla zayıflaması, özellikle Kösedağ savaşında Moğollar’a yenilmesi Anadolu’daki Moğol felaketinin başlangıcı olmuştur. 1260 yılından sonra zayıflayan otorite kuramayan Anadolu Selçuklu Devleti’nin yerine Moğol egemenliği hüküm sürmeye başlamış, ancak Moğollar da her tarafta askeri üstünlük sağlayamamış, gönderilen Moğol güçleri merkezlerini tanımayarak isyan etmiş ve bağımsızlıklarını ilan etme gibi girişimlerde bulunmuşlardır. Bunun nedeni olarak o devir her iki yerde; gerek Anadolu gerekse Orta Asya’da karışıklar ve belirsizlikler hakim durumdaydı. Çünkü Yunus Emre’nin yaşadığı zaman olan (12.asrın sonları ve 13 asrın başları) Anadolu’da; Selçukluların dağılması ve beyliklerin otaya çıkmasıyla ortada tam bir kargaşalık vardı. Kısmen Anadolu’ya Moğollar hakimdi. Bu durum Karamanoğulları’nın bağımsızlık ilan etmesine sebep olmuştur. Ve Karamanoğulları Beyliği 1256 yılında bir Kolonizatör Türkmen dervişi olan Nure Sofi’nin oğlu olan Kerimüddin KARAMAN önderliğinde kurulmuştur. Diğer taraftan Orta Asya’da da yine Moğollar her tarafı yıkıp döküyorlardı. Özellikle bu devirlerde Anadolu’da bir iç isyanın çıkmamasında ve Moğolların onca istilalarına ve baskınlarına rağmen ayakta durmalarında başta Yunus Emre olmak üzere Anadolu’da bulunan birçok Türk dervişinin Alp-Erenlerinin ve Türkiye mutasavvıfların tesiri büyüktür. Bu bakımdan tekke ve dergahta bulunan dervişler ve onların erlerine büyük görevler düşüyordu. Çünkü Anadolu'da devlet otoritesi iyice zayıflamış ve Moğollar gibi dış güçlere karşı her zaman hazırlıklı ve moralli olmak gerekiyordu. Bunu da Yunus Emre gibi dervişler ve Erenler sağlıyordu. Orta Asya’da durum bundan farklı değildi. Hoca Ahmet Yesevi bir taraftan Orta Asyada durumu düzeltmeye çalışırken diğer taraftan yetiştirdiği yüzlerce Türkiye Mutasavvıflarını Anadolu'ya gönderiyor ve Anadolu'nun Müslümanlaşmasını sağlıyordu. 12. asırda başlayan bu İslamlaştırma hareketi gerek Selçuklu gerekse Osmanlı devletinin Anadolu’da yerleşmesi bakımından büyük kolaylık sağlamış bir çok yöre kılıçsız ve kalkansız birden İslam’ı kabul etmişlerdir. Bu konuda en büyük görevi tartışılmaz bir şekilde bir çok ilim adamımızın da belirttiği gibi kolonizatör Türkiye dervişleri üstlenmişlerdir. Anadolu’nun Müslümanlaşmasında daha Türkler Malazgirt savaşından önce Anadolu’ya ayak basmamışken ve Anadolu bir Rum diyarı iken Orta Asya’da bulunan Hoca Ahmet Yesevinin telkinleriyle burulara gelen ve burada aileleriyle yerleşen geldikleri yöreleri Müslümanlaştıran Alp-Erenler yani Türk dervişleridir.

2. YUNUS EMRE’NİN HAYATI VE YAŞADIĞI YER

Anadolu Moğol istilasıyla ezilmiş, çökmüş bir vücut halinde idi. Kılıçla kargının son şakırtılarının şimşeklendiği bedbaht bir iklimde kuvvet son sözünün söylemiş gibi görünüyordu. Böyle bir beldede bir güneşin doğması bekleniyordu. Bu beldenin üç asırlık gerçek sahipleri bekleniyordu. Ve beklene gün gelmiş, Yeşildere vadisinin kenarında bulunan Aşıklar Öreni’nde yepyeni bir ses yepyeni bir soluk dünya’ya teşrif etmek üzere idi. Hoca Ahmet Yesevi’nin irşatları ve Anadolu'ya Alp erenler göndermesi ve buranın Müslümanlaştırılması faaliyetlerinin bir sonucu olarak Horasan’dan buraya göç eden Türkemen Dervişi olan İsmail Hacı’ya Allah bir torun daha nasip ediyordu. Yıl: H:638/M:1240. Ve nefesiyle, sözüyle tüm çağları aşacak olan bir çocuk dünyaya geliyordu. Bu ıssız vadide. Bu çocuk farklı mı idi ne? Anadolu’nun üstünü kaplayan o kapkaranlık bulutlar birden dağılmış ortaya yepyeni pırıl pırıl, berrak berrak bir gökyüzü çıkıvermişti.

“Ben yürürem yane yane. Aşk boyadı beni kane

Ne akılem ne divane, gel gör beni aşk neyledi.”

diyordu bu çocuk. “sevelim sevilelim bu dünyaya kalmaz” diyordu... Önemli olan sevmektir diyordu. Bu çocuk. Adını da yıllardır bir balığın karnında kalan ve sonra ortaya peygamber olarak çıkan Yunus Peygamber’den alıyordu. Adı Yunus idi. Yunus Emre... soyadı ise Sevgi, Dostluk ve Gönül idi..

Yunus Emre’nin dedesi İsmail Hacı Horasan’dan Anadolu’ya göç etmiş ve Karaman oğullarından halen Karaman’a 29 km. uzaklıkta bulunan eski yerde geniş bir arazi satın aldığını Başbakanlık arşivlerindeki Yavuz Sultan Selim İl yazıcı defterinden öğreniyoruz. Bulunan belgedeki isimler az değişikle halen günümüzde kullanmaktadır. Karaman oğulları beyliğini seçmelerinde onlarla olan akrabalık bağlarının bulunmasından kaynaklanmaktadır. İsmail Hacı topluluğu Horasan’dan gelip Larende’nin 29 km doğusunda, şu anda Yeşildere Kasabası sınırları içerisinde bulunan vadiye yerleştikten sonra burada bir zaviye kurdu. (1) Yunus Emre İsmail Hacının torunudur ve Karaman’da H:638/M:1240 yılında dünyaya gelmiştir. Doğum ve vefat tarihlerin tam olarak bilinmemekle birlikte bu tarihler tahmini olarak yazdığı kitap olan Risüaletünnushıyye’den çıkarılmaktadır (2) Buradan şu sonuç ortaya çıkıyor. Yunus Emre’nin dedeleri bu bölgeye göç etmişler ve bu bölgede sürekli kalmak için geniş arazi satın almışlardır. Bu kadar geniş arazileri olan bir zatın Hacı Bektaşi kapısına gidip buğday istemesi biraz düşündürücüdür. Ki daha sonraları Yunus Emre bizzat kendisinin Karamanoğlu Mehmet Bey’den eski adı Yerce olan bir köyden arazi satın almıştır. Bu aldıkları arazilerde zaviyeler kurmuş olan Yunus Emre aynı zamanda buradan elde ettiği gelirlerle her gün yüzlerce muhtaca yardım etmiştir. Daha sonraları gerek kendi köyü olan Karye-i Yunus Emre’de gerekse Karaman’da kiriş haneleri ve vakıflar zaviyeler kurmaya devam etmiştir. Bu arada ortaya atılan ve kaynağı sadece birtakım menkıbelere dayanan ve ilmi hiçbir belgeye dayanmayan bir iddia vardı ki o da Yunus Emre’nin Hacı Bektaşi-ı Veliye buğday istemesi için gitmiş olma iddiasıdır. Bu iddia tamamen bin hurafedir ve asırlardır Anadolu’da yaygın olan efsanevari söylentilerden başkası değildir. Çünkü bu iddianın asılsız olduğunu tarih otoritelerinin hepsi kabul ediyor. Kaldı ki Yunus Emre zaten dönümlerce araziye sahip olan bir vadide yerleşmiş ve yanında işçileri ve dervişleri olan varlıklı bir şeyhtir. Yunus Emre Bektaşi değildir, şiirlerinde Bektaşilik ve Hacı Bektaşi-i Veliden de bahsetmemiştir. Demek oluyor ki her ne kadar Yunus Emre çeşitli İslam diyarlarını gezmiş ise bile bu onun oralarda bulunduğu veya mezarını oralarda olduğunun bir delili olamaz. Zaten Anadolu’da onlarca şeyhlik veya müridlik yapan Yunus Emre veya Yunus adında zatlar vardır. Şu anda tarihçilerin kesin gözüyle baktığı iki yer vardı. Bunlardan bincisi Eskişehir’de bulunan Sarıköy'de ki mezar diğeri ise Karaman’da bulunan Yunus Emre camisinin yanında buluna türbedir. Karaman’daki mezara türbe diyorum, çünkü diğer mezarın değil Yunus Emre büyük zatlarla hiç alakası yoktur. Cumhuriyetten sonra Sarıköy’de bir mezar açılmış ve içinden bir sürü cesetler çıkmış ve içlerinden en büyük kafa tasını alarak bu Yunus Emre’nindir denilerek onun için bir abide yaptırılmıştır. Bunun hiç ilmi dayanağı yoktur. Elde bulunan belgeler ise Yunus Emir Bey’ine ve Emrullah Yunus Sami tekkesine ait belgelerdir (3) Bu arada Konya Valiliğinden Yunus Emre’nin Karaman’da olduğuna dair pek çok rapor gelmesine rağmen bu durum kamuoyundan gizlenmiştir. Bütün bu olanlardan sonra anlaşılıyor ki Yunus Emre Karaman’lıdır ve mezarı Karaman’da bulunmaktadır. Zira Osmanlı devleti zamanında bile Yunus Emre’nin mezarının Karaman’da olduğuna dair belgeler ve deliller mevcut ve o zamanlar aksini söyleyen bir kimse yoktu. Çünkü herkes Yunus Emre’nin Karaman’da olduğunu biliyordu. Bu yüzdendir ki Osmanlı Devleti kayıtları Yunus Emre’nin hep Karaman’da olduğunu tasdik ederler. Sözde Sarıköy’de ki Yunus Emre mezarlığı sonradan yapılmış ve içine görgü şahitlerinin bile inanmadığı birtakım hileler karıştırılmıştır. Yunus Emre‘nine mezarı diye açılan mezarda bir sürü cesetleri görenler orada tutulan tutanağı bile imzalamamışlardır. Bu birtakım kimselerin sırf Yunus Emre’yi Eskişehirli yapmak istemelerinden kaynaklanmaktadır. Şurası da bir gerçek ki Sarıköy’deki yatan zatın ismi bile Yunus Emre değildir. Yunus Emir Beydir. Öte taraftan yine tarih araştırmacıları Yunus Emre’nin tahsilini Konya’da yaptığını ve kendisinden 35-40 yaş büyük olan Mevlana’dan ders aldığını belirtiyorlar. Bu durum ister istemez Yunus Emre’nin Karaman’da bulunduğunu kuvvetlendiriyor. Zaten Yunus Emre bu durumu şiirlerinde: “Mevlana hüdavendigar bize nazar kılalı, anın görklü nazarı gönlümüz aynasıdır....Mevlana meclisinde saz ile işret oldu, Arif maniye daldı, çok biledir ferişteh” diye belirtir. Ama bir kere Hacı Bektaşi Veliden bahsetmez. Osmanlı Devletinin aşağı yukarı her tarafını gezen ünlü Türk Seyyahı Evliya Çelebi 1648 yılında Karaman’a gelmiş camileri ve türbeleri gezmiştir.İşte Evliya Çelebi burada Yunus Emre’den de bahsetmiş ve şöyle demiştir:”Kirişçi Baba Camiinde, Yunus Emre hazretlerinin mezarı bulunmaktadır. vs.

Bu arada diğer bir belge var ki halen Başbakanlık arşivi 18304 numarada kayıtlı bulunan bu belge; özetle Yunus Emre’nin türbesinin aydınlatılması için ödenek ayrılması hakkında 1235 tarihinde yazılmıştır. Bunlar:

a) Yunus Emre’nin ataları Horasan’dan gelmişler ve başlarında dedesi İsmail Hacı vardır.

b) Yunus Emre’nin Karamanlı olduğunu gösteren belgelerin hemen hepsi resmi ve sağlam belgelerdir. Bu belgeler Osmanlı Devleti zamanında sıkı bir şekilde korunmuş ve mühür ile mühürlenmiştir.

c) Yunus Emre’nin Karamanlı olduğuna dair ilk bilgiler diğerlerinin aksine Osmanlı Devleti belgelerinden gelmektedir. Ama Yunus Emre’nin başka yerlerde bulunduğuna dair hiçbir resmi ve sağlam kaynak yoktur. Bilakis Yunus Emre’nin Karamanlı olduğuna dair sağlam kaynaklar halen mevcuttur. Ve bizzat kendi ismi geçmektedir. Osmanlı Devletinde Yunus Emre’nin mezarını yeri olarak hep Karaman gösterilmiş ve bu türbenin giderleri için ödenek bile sağlanmıştır.

d) Başta Mevlana olmak üzere Yunus Emre ile defalarca görüşmüşler ve onun bir Türk olduğunu ona Türkmen Kocası demişler ve Karamanoğulları sarayında sözü geçen bir zattır.

e) Yunus Emre çevredeki bütün Türkmenlerin özellikle de Şehzadelerin de şeyhidir.

f) Aynı zamanda varlıklı bir şeyh olan Yunus Emre vakıflar ve zaviyeler kurarak bölgenin sosyal yönden kalkınmasın sağlamış ve diğer kolonizatör Türk dervişleri gibi Moğolların saldırıları karşısında milleti örgütlemişler ve onlara manevi destek olarak morallerini yüksek tutmuşlardır.

g) Belgelerde geçen yer ve köy isimleri halen mevcuttur. Ve hepsi Karaman’ın birer köyü veya kasabasıdır.

h) Bütün bunlardan tek bir sonuç çıkıyor: YUNUS EMRE KARAMAN’LIDIR VE MEZARI KARAMAN’DA BULUNMAKTADIR..

olarak restore edilmiştir.

ŞİİRLERİ

BANA SENİ GEREK SENİ.

Aşkın aldı benden beni bana seni gerek seni

Ben yanarım dünü günü bana seni gerek seni

Ne varlığa sevinirim en yokluğa yerinirim

Aşkın ile avunurum bana seni gerek seni

Aşkın aşıklar öldürür aşk denizine daldırır

Tecelliyle doldurur bana seni gerek seni

Sofilere sohbet gerek ahilere ahret gerek

Mecnunlara Leyli gerek bana seni gerek seni

Yunus’durur benim adım gün geçtikçe artar odum

İki cihanda maksudum bana seni gerek seni

GEL GÖR BENİ AŞK NEYLEDİ

Gönlüm düştü bu sevdaya gel gör beni aşk neyledi

Başımı verdim bu kavgaya gel gör beni aşk neyledi

Ben yürürem yane yane, aşk boyadı beni kane

Ne akılem ne divane gel gör beni aşk neyledi

Kah eserim yeller gibi kah tozarım yollar gibi

Kah akarım seller gibi gel gör beni aşk neyledi

Akar sulayın çağlaram dertli ciğerim dağlaram

Şeyhüm anuban ağlaram gel gör beni aşk neyledi

Ya elim al kaldır beni ya vaslına erdir beni

Çok ağladım güldür beni gel gör beni aşk neyledi

Miskin Yunus biçareyim bastan aşağı yareyim

Dost ilinden avareyim gel gör beni aşk neyledi

ALLAH DEYU DEYU

Şol cennetin ırmakları akar Allah deyu deyu

Çıkmış islam bülbülleri öter Allah deyu deyu

Salınır tuba dalları Kuran okur hem dilleri

Cennet bağının gülleri kokar Allah deyu deyu

Kimi yeyip kimi içer hep melekler rahmet saçar

İdris nebi hulle biçer biçer Allah deyu deyu

Aydan aydındır yüzleri miskü anberdir sözleri

Cennette huri kızları gezer Allah deyu deyu

Hakka aşık olan kişi akar gözlerinin yaşı

Pür nur olur içi dişi söyler Allah deyu deyu

Ne dilesen haktan dile kılavuz ol gir doğru yola

Bülbül aşık olmuş güle öter Allah deyu deyu

Miskin Yunus var yarına koma bugünü yarına

Yarın hakkın divanına varam Allah deyu deyu

AŞKSIZ OLMAYAYIM

İlahi bir aşk ver bana kandalığım bilmeyeyim

Yavu kılayım ben beni isteyüben bulmayayım

Söyle hayran eyle beni bilmeyiym dünlü günü

Daim isteyeyim seni, ayruk nakşa kalmayayım

Senin kokun duydu canım, terkini urdu cihanın

Hergiz belirmez mekanın seni kanda isteyeyim

Aşkın bir od urdu cana, uş yürürem yan yana

Ciğerim gark oldu kana, nice zari kılmayayım.

Ko ben yaanyım tüteyim, bülbül olayım öteyim.

Dost bahçesinde biteyim, açıluben solmayayım

Aşktır bu derdin dermanı, aşk yolunda verem canı

Yunus Emre eydür bunu bir dem aşksız olmayayım.

G E L D İ M

Benim bunda kararım yok ben bundan gitmeği gelidm

Bazirganım metaım çok alana satmağa geldim

Ben gelmedim davi için beni işim sevi için

Dostun evi gönüldendir gönüller yapmağa geldim

Dost esriği delilim aşıklar bilir neliğim

Denşiriben ikiliğim birliğe yetmeye geldim

Ol hocamdır ben kuluyum dost bahçesinin bülbülüyüm

Ol hocamın bahçesine şad olup ötmeye geldim

Bunda biliş olan canlar orada bilişşler imiş

Bilişiben dost-ila halim arzetmeğe geldim

Yunus eydür aşık oldum maşuka derdinden oldum

Gerek erün kapısında ömrüm harc etmeğe geldim...

İMAM VE CEMAAT

Aşk imamdır bize gönül cemaat dost yüzü kıbledir daimdür salat

Dost yüzün göricek yağmalandı onun için kapıda kaldı salat

Can secdeye vardı dost mihrabında yüz yere uruban eder münacaat

Derildi beşimiz bir vakte geldi beş bölük oluban kim kıla taat

Münacaat gibi vakt olmaz arada ne güzindür bize dost ile halvet

Kimse dinine biz hilaf demezüz din tamam olıcak doğar muhabbet

Yunus öyle esirdir ol kapıda diler ki olmaya ebedi azat.

AŞK P A Z A R I

Aşk pazardır bu canlar satılır satarım canımı hiç kimse almaz

Aşık bir kişidir bu dünya malın ahiret korkusun bir çöpe saymaz

Bu dünya ol ahiretten içeri aşıkın yeri var kimesne bilmez

Aşık öldü diye sala verirler ölen hayvan imiş aşıklar ölmez

Beyim arif ise var sen yoluna bunda başlar yiter kanlar sorulmaz

Erenler meydanı Arş’ta uludur sıdkıla gelenler mahrum günelmez

Yunus bu tevhide gark oldu gitti geri gelmekliğe aklı gerilmez..

O L S U N

Canlar canın buldum bu canım yağma olsun

Assı ziyandan geçtim dükkanım yağma olsun

Ben benliğimden geçtim gözüm hicabın açtım

Dost vaslına eriştim gümanım yağma olsun

Benden benliğim gitti hep mülkümü dost tuttu

La-mekana kavm oldum mekanım yağma olsun

Taalluktan üzüştüm ol dosttan yan uçtum

Aşk divanına düştüm divanım yağma olsun

İkilikten usandım aşk donuyla donandım

Derdin hanına kandım dermanım yağma olsun

Varlık için sefer kıldı dost ondan bize geldi

Viran gönül nur oldu cihanım yağma olsun

Geçtim bitmez sağınçdan usandım yaz ve kıştan

Bostanlar başını buldum bostanım yağma olsun

Yunus ne hoş demişsin bal ve şeker yemişsin

Ballar balını buldum kovanım yağma olsun..

G Ö N Ü L

Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil

Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil

Kanı erenler geldi geçti bunlar kaldı göçtü

Pervaz vurup Hakk’a uçtu hüma kuşudur kaz değil

Yol odur ku doğru vara göz odur ki Hakk’ı göre

Er odur ki alçakta dura yüceden bakan göz değil.

YUNUS EMRE CAMİİ ve TÜRBESİ

Caminin bulunduğu mahallenin adı Kirişçi Mahallesi, burada bulunan zaviyenin adı da Kirişçi Baba zaviyesi olarak geçer. Burası eskiden türbe, cami, zaviye ve mezarlıktan oluşan bir manzume idi. Esasen bugünkü cami zaviyenin mescididir.

Cami ve türbenin dışındaki yapılar zamanla yok olmuşlardı. Karamanoğulları Beyliği devrine ait olar cami, tamamen kesme taştan, merkezi kubbeli bir yapıdır. Son cemaat yerini 4 yığma sütun üzerinde, ortada oval, yanlarda yuvarlak 5 küçük kubbe örter.

Güney duvarında giriş kapısının sağıda stelaklitli birer küçük mihrap bulunmaktadır. Taş kaplama, yuvarlak, kasnaksız, merkezi kubbeye, içten dört köşede yarımşar kubbe ile geçilir. Stelaklitli alçı mihrabı geometrik süs, kıvrık dal motifi ve nesih yazı ile dekore edilmiştir.

Merkezi kubbenin batısından iki kemer aralıklı, dikdörtgen plandaki zikir yerine buradan da Yunus Emre’ye ait türbeye ve minareye geçilir. Batıya açılan kapının üzerini küçük bir kubbe örter. 57 taş basamaklı tuğla minare sonradan yapılmıştır.

Türbe; caminin batı tarafında zikir yerinin bitişiğindedir. Tamamen kesme taşla yapılmıştır. Üzeri beşik tonoz örtülüdür. Zikir yerine iki batıya bir pencere açılmaktadır. Kemeri tek taştan yapılmış olan kapısı basıktır. Türbenin içi zikir yerinden ve caminin zemininden yüksektir. Altında cenazelik katı yoktur. İçeride tahtadan işlemesiz olarak yapılmış 4 sanduka bulunmaktadır.

Kuzeyde olan sanduka Yunus Emre’ye aittir. 2. sanduka Tapduk Emre’ye, 3. sanduka Yunus Emre’nin oğlu İsmail Emre’ye 4. sandukanın da kızına aittir. Türbenin, zikir yerinin ve caminin hiçbir yerinde yapıldığı tarihi ve yaptıranı gösteren kitabe gösteren kitabe yoktur.

Cami ve türbe 1993-1994 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından aslına uygun olarak restore edilmiştir.