', ' öğrenmeye hoşgeldiniz: ATATÜRK,CUMHURİYET VE TÜRK DİLİ

19 Ekim 2007 Cuma

ATATÜRK,CUMHURİYET VE TÜRK DİLİ

Atatürk, Cumhuriyet ve Türk Dili
DİL DEVRİMİ (Ulusallaşmanın Önemli Bir Aşaması)

Atatürk bizi, milliyetimize ve Türk ulusal bilincine sahip kılarken bir taraftan da "Türk Ulusal Dili" üzerinde çalışıyor ve dil devrimini gerçekleştiriyordu. Osmanlı devrinde cahil ile okumuş; devlet adamı ile halk, birbirleriyle konuşup anlaşma olanağını hemen hemen yitirmişlerdi. Arabî ve Farisî deyimler arasında Türkçe, neredeyse silinip gidiyordu. Bütün bu karmaşıklığa son veren Atatürk olmuştur.

Dil devrimi, gerçekte milliyetçilik devriminin bir bakıma tamamlayıcısı olmuştur. Yeni harflerin kabulünden sonra ilk 10 yıl içinde dilimizdeki "özleşme" "arındırma" ve "gelişme" hızlanmıştır. Zira yeni yazı bizi Arapça ve Farsça sözlerden uzaklaştırıp, Türkçe konuşup yazmaya zorlamıştır.

Bilindiği gibi her ulusun bir dili vardır ve bu dilin de bir fonetiği, yani gırtlaktan çıkan ses yapısı mevcuttur. Konuşulan dil; o dile uygun bir fonetikle yazılamadığı takdirde o dil, dil olmaktan çıkar. Nitekim Türkçe'de gırtlaktan çıkan sesli ve sessiz harfler bellidir. Eski yazı dediğimiz Arap Alfabesi ise Türk insanının gırtlağından çıkan ses yapısına kesinlikle uymamaktadır.

Bu açıklamadan da kolayca anlaşıldığı gibi Arap Alfabesindeki harflerle Türkçe bir sözü yazmak dilcilik tekniği bakımından mümkün değildir. Bu böyle olduğu gibi, İngiliz, Fransız ya da Rus alfabesindeki harflerle Türkçe’nin veya bir başka dilin yazılması da mümkün değildir.Yukarı

Bu durumu herkesten önce gören Atatürk, Türk dilinin yazılışına uygun olan sesli ve sessiz harfleri bilimsel metodla bir araya getirerek konuşma fonetiğimize uygun bir yazı (alfabe) fonetiğini de bize kazandırmış oldu. Böylece, dilimiz bacımsızlığa erişmiş; Arapça, Farsça kelimeler kendiliğinden ayıklanmaya başlanmıştır.

Dil devriminin içinde yalnızca harf sorununun çözümlenmesi ile yetinilmemiş, aynı zamanda terminoloji dediğimiz, bilim adamları tarafından konulmuş, insanlığın müşterek malı olan uygarlığın her bir uzmanlık ve bu uzmanlıkların belli bölümlerinin anlatımında kullanılan sözcükler ve deyimlerde de devrim yapılmıştır.

Örneğin; diplomatların, tabiplerin, teknisyenlerin, kimyacıların, matematikçilerin uzmanlık dallan ile ilgili ayrı ayrı terminolojileri vardır. Türkçe karşılıkları bulunamayan bu gibi deyimlerin, uluslararasında kullanılanları kabul edilmiştir.

Cumhuriyete kadar, Arap kültürü etkisiyle, Arap dili ve grameri ile türetilmiş uzmanlık terminolojileri (ıstılâhları)'nı kullanıyorduk. Büyük Atatürk, batılılaşma yolunda, batı terminolojilerini millileştirmeyi de dikkate alarak dilimize kazandırmış, böylece batı bilimine kolaylıkla ayak uydurmak ve batı uygarlığına yetişmek için, ulusumuza büyük bir atılım hızı kazandırmıştır.Yukarı

Terminoloji devrimi, dil devrimimizin bir bölümünü teşkil eder. Terminoloji denilen o uzmanlık deyimlerini bilenler, yabancı dille de konuştuklarında kendi meslektaşlarıyla kolayca anlaşırlar. Başka dillerle yazılmış mesleki eserleri kalayca anlarlar. Uluslararası terminolojilerin kullanılması ulusal dilimize zarar vermez. Ancak, bu konuda ölçülü davranmak da şarttır. Kendi dilimizde karşılığı bulunan ve kullanılan bir deyim varken, uluslararası bir terminolojidir diye gereksiz yere dilimize yabancı kelimeleri doldurmaktan da sakınmalıdır.

Bu arada şunu da belirtmeliyim ki, Ruslar, kendi "kril" alfabelerini bütün azınlıklarına özellikle Türk asıllı olan uyruklarına zorla kabul ettirerek tam bir asimilasyon (benzeşme) politikasını bu yoldan uygulamışlardır. Rus harfleri ile Türkçe bir kelimeyi tam aksanı (söylenişi ile yazmaya, konuşmaya olanak yoktur. Ruslar bu yolla orta Asya Türk dillerini bozmuşlardır. Çin alfabesi ile Türk kelimesini yazmak nasıl mümkün değilse, bir İngiliz ya da Alman fonetiği ve alfabesi ile Türkçe'yi ifade etmek de mümkün değildir.

Dil devrimi harf devrimi ile bir arada görülmeli ve biri, diğerinin tamamlayıcısı olduğu bilinmelidir. Ulusal dil bu şekilde yaratılır. Atatürk'ün, bu devrimi ile ne kadar büyük bir iş yapmış olduğunu giderek daha iyi anlayabiliyoruz.

Kaynak: Em. Tümgeneral, Olcayto, Turhan; Dinimiz ve Emrediyor, Atatürk Ne Yaptı? "Devrimimiz İlkelerimiz", sf: 110-111, 8. Baskı, Ajans- Türk, Ankara, 1998 . Türkçe Bilinci Diye Buna Derler Türkçe’mizin bugünkü çaresizliğine bakıp da hâline üzülmeyenimiz olduğunu sanmıyorum. Bu acıklı tablo onun acziyetinden değil, bizim ona karşı umursamaz tutumumuzdan kaynaklanmaktadır.

Bazılarının dediğinin aksine bu dilde her türlü ilim yapılabilir, yeter ki dilin ihtişamında eğitim sistemi, ona uygun bir ekonomi ve onu geliştirecek çağdaş bir teknolojiye sahip olabilelim. Ama hepsinden de önemlisi bizatihi bu dili sahiplenelim, onu koruma konusunda resmi kurumlarımız kadar kendimizi de sorumlu hissedelim.

Atalarımızın dil konusunda bizim kadar vurdumduymaz davranmadıkları gerçektir. Osmanlı Devletinin belli bir dil politikası olduğunu, padişahların zaman zaman bu hususta fermanlar yayınlamalarından ve gayrimüslim reaya topluluklarının kendi dillerini muhafaza etme serbestlikleri yanında resmî işlerinde ve Türk unsurlarla bir aradayken Türkçe konuşmalarının sağlanması için tedbir almalarından öğreniyoruz. Bu konuda bilhassa ilmiye sınıfının, yani bilginlerin ve eğitimli insanların şimdikinin aksine önemli gayretler sarf ettikleri de bilinmektedir.

Osmanlılar, Batılı milletlerce konuşulan dillerin tamamına birden "lisân–ı kefere (gayrimüslim lisanı)" demişlerdir. Bu tanımlamanın mefhûm–ı muhâlifinden, atalarımızın Türkçe’ye de lisan–ı İslâm gözüyle baktıkları anlaşılmaktadır. Nitekim fıkıh bilginlerinin aşağıdaki türden fetvalar vermeleri de bunu gösterir (fetvalar Fetâvâ–yı Abdürrahim Efendide kayıtlıdır (1):

Soru: Müslüman bir kişi, hiçbir mecburiyeti yokken yabancı dili ile konuşursa ne lazım gelir?

Cevap: Şiddetli azarlama! (2)

Abdurrahim Efendinin fetvasından anlaşılan o ki, Osmanlı ülkesinde Müslüman olan her insan, Müslümanların ortak dili olan Türkçe’yi konuşacaktır. Bunun tersinden okunuşu da, gayrimüslimlerin kendi aralarında ayrı bir dili konuşabilecekleridir.

Osmanlı Devletinde ihtida eden veya değişik sebeplerle öyle görünen toplulukların bazıları dil konusunda çok inatçı davranır ve Türkçe konuşmamakta direnirlermiş. Hatta zaman zaman bu inadı yeni kuşaklarına Türkçe öğretmemeye kadar götürenler de çıkmıştır. Aşağıdaki fetva, Girit veya diğer adalar gibi Rumca konuşulan yerlerle ilgili olsa gerektir.

Soru: Bir kasabanın müftüsü makamındaki kişiyle meclisinde bulunan Müslümanlar, hiçbir zorunluluk yokken yabancı bir dil ile konuşsalar, müftü ile diğerlerine kanunen ne lazım gelir?

Cevap: Şiddetli azarlamaya çarptırılıp yaptıklarından kesinlikle engellenirler. (3)

Bu fetvada ilginç olan taraf, müftünün de kefere lisanı konuşmakta ısrarcı olmasıdır ki bu da Osmanlı içindeki gayrimüslim unsurların ve dönmeliğin nerelere vardığını gösterir. Müftü ki güya dini koruyacak adamdır, aşağıdaki fetvaya bakılırsa onu kanun adamının korumasına havale edecek kadar yozlaştırmıştır.

Soru: Bu sırada o kasabanın kanunî yetkilisi olan zat, müftü ve yanındaki Müslümanlara, "Mecbur olmadığınız halde neden kafir diliyle konuşuyorsunuz, bu yaptığınız yanlış değil mi?" dese ve onlar da "Bu bizim atalarımızın dilidir, bize helaldir." deseler, müftü ve yanındakilere kanunen ne gerekir?

Cevap: Şiddetli azarlama, tevbe ettirme ve dillerini temizletme gerekir. (4)

Fetvanın sonundaki "dillerini temizleme (taşîr–i lisân)" ifadesi dikkatinizi çekti mi bilmiyorum! Taşîr–i lisân, "Mecbur kalmadıkça Türk dilinden başka bir yabancı dil ile konuşup devlet dilini kirletmeyeceğine dair mahkeme huzurunda yemin etmek"tir.

Yabancı dille eğitimin anaokullarına kadar yaygınlaştığı ülkemizde kimlerin azarlanması gerektiğini, şimdi varın siz düşünün.

Bu yazıyı okuyanlar, sakın ola ki yabancı dile düşman olduğumu sanmasınlar, bilakis bütün öğrencilerime ve bütün gençlere bir yabancı dili öğrenmeleri gerektiğini sıkı sıkıya tenbihleyen biriyim. Ben, öğrenmek ile konuşmak, bilmek ile benimsemek arasındaki farka dikkatinizi çekmek istedim o kadar.

1- İstanbul, 1243 (1827–1828), c.1, s 116

2- Mesele –Zeyd-i müslim, min gayr-i zaruretin kefere lisanı üzere tekellüm eylese Zeyde ne lazım olur? el-Cevap: –Tazîr

3- Mesele: –Bir kasabının müftüsü olan Zeyd, meclisinde olan müslimin ile bilâ zarûretin kefere lisanı üzere tekellüm eder olsalar, Zeyde ve ol kimesnelere şeran ne lazım olur?

el-Cevab: –Tazîr ile zecr ve men olunurl..r

4- "Mesele: –Sûret-i mezbûrede ol kasabanın hâkimi olan Bekr, Zeyde ve ol kimesnelere bilâ zarûretin kefere lisanı üzere niçün tekellüm edersüz, hatadır, dedikte; Zeyd ve ol kimesneler, ecdadımızın lisanıdır, bize helaldir deseler, Zeyde ve ol kimesnelere şeran ne lazım olur?

el-cevab: –Tazîr, istiğfar ile taşîr-i lisân. .tr/2001/06/19/yazarlar/IskenderPALA.htm

http://www.zaman.com
Atatürk, Cumhuriyet ve Türk Dili
ATATÜRK ve DİL EĞİTİMİ

EDEBİYAT ÖĞRETİMİ

Edebiyat nedir? Edebiyatın gayesi ne olmalıdır?

"Atatürk'ün bir akşam toplantısında söz, edebiyat üzerine açılmıştı (1937), konuşma şu sorularla başladı.

"Edebiyat nedir? Osmanlı devrinde ve bugüne kadar Cumhuriyet rejiminde edebiyat medlulünden ne anlaşılıyor? Mekteplerde edebiyat nasıl okutuluyor? Cumhuriyet çocuklarına edebiyat ne yolda, hangi gaye ile tedris olunmalıdır?"

Hazır bulunanlardan biri, bugünkü edebiyat tedris sistemine karşıydı. Bugünün programını edebiyattan beklenen hizmete uygun bulmuyordu; ona göre bugünkü edebiyat tedrisatı, fikre ve ruha hitab etmeyen bir şekilde yapılmaktadır; halbuki edebiyatın rolü bu değildir; onun daha geniş ve şamil bir hizmet sahası vardır.

Atatürk, bunun üzerine o arkadaşına, edebiyatın nasıl okutulması ve ne suretle programlaştırılmasının muvafık olacağını sordu. Bu arkadaşının cevabı, kara tahta üstüne, şu suretle tesbit edilmiştir;

1. Ona, tahlil ve terkip kabiliyeti vermek;
2. Ona, dünyayı ve insanlığı anlatmak;
3. Onu, bir üslûba malik kılmak;
4. Onu, başlı başına ve yardımsız çalışabilir hale koymak;
5. Onu, bütün bu vasıf ve kıymetleriyle, mensup olduğu sosyeteyi yükseltebilecek surette yetiştirmek.

Bütün bu mesaide, hususi ve umumi, tarih ve bu tarihten en ileri gitmişlerin,yani devletçilikte, askerlikte, bütün ilim ve fen teknik branşlarında, ekonominin bütün sahalarında tetkik ve imtisale en çok şayan eserleri ve müessirleri tanıtmak tedris sisteminin temel taşları olmalıdır. Bundan sonra Atatürk, edebiyatla alâka ve iştigâlini bildiği, diğer bir arkadaşına şu soruyu sordu:

"- Osmanlı devrinde ve Cumhuriyet rejimine kadar olan zamanlarda, edebiyattan ne anlaşılırdı? O devrin mekteplerinde edebiyat nasıl okutulurdu? Nihayet bugün, edebiyat tedrisatı ne suretle yapılmaktadır?"

Atatürk'ün bu sorusuna cevap veren arkadaş, tedris hayatından çekileli çok seneler olduğu ve bugünkü edebiyat tedris programlarını bilmediği için, şimdiki tedris sistemine dair bir şey söyleyemeyeceğini, Osmanlı devrinde Tanzimat’tan evvel ve onu müteakip zamanların, edebiyat telâkkileri ve tedrisleri hakkındaki malûmatını ve edebiyatın lâfız ve mâna sanatlarından bahseden bir ilim olarak okutturula geldiğini ve herhalde kara tahtaya yazılan gayelere göre bir edebiyat dersi okumadığını bildirdi.

Bunun üzerine, Atatürk, şunları dikte ettirdi:

"- Osmanlı devrinde ve bugüne kadar geçen Cumhuriyet çağında ve bundan evvelki Türk kültürel çağlarında ve hatta bütün kültürlü medeni cemiyetlerde edebiyat denildiği zaman şu anlaşılır:
Söz ve mânayı, yani insan dimağında yer eden, her türlü bilgileri ve insan karakterinin en büyük duygularını, bunları dinleyenleri veya okuyanları, çok alâkalı kılacak surette söylemek ve yazmak sanatı. Bunun içindir ki, edebiyat, ister nesir halinde olsun, ister nazım şeklinde olsun, tıpkı resim gibi, heykeltıraşlık gibi, bilhassa musiki gibi, güzel sanatlardan sayılagelmektedir.

Beşeriyette en müspet ilim ve en ince teknik esaslarına dayanan, hayatla ve kanla karşılaşmak kendileri için mukadder olan askerlik gibi yüksek bir idealist meslek dahi, kendini içinde bulunduğu içtimai heyete anlatabilmek ve bu büyük insanlık ve kahramanlık yolculuğunu hazırlayabilmek için, uyandırıcı, hedeflendirici, yürütücü ve nihayet fedakâr ve kahraman yapıcı, vasıtayı edebiyatta bulur.

Bu itibarla, edebiyatın her insan cemiyeti ve bu cemiyetin hal ve istikbâlini koruyan ve koruyacak olan, her teşekkül için, en esaslı terbiye vasıtalarından biri olduğu, kolaylıkla anlaşılır.

Bunun içindir ki, Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı (Milli Eğitim Bakanlığı isin o zaman kullanılan ad), edebiyat tedrisinde şu noktalara, bilhassa ehemmiyet ve kıymet vermelidir:

a) Türk çocuğunun kafasını, fıtrî yaratılışındaki dikkat ve itinaya göre tekevvün ettirmek. Bu, Cumhuriyetin sıhhî düzeni ile alakadar olan Vekalete de teveccüh eden bir vazifedir.

b) Güzel muhafaza edilen, Türk kafa ve zekalarını açmak, yaymak, genişletmek. Bu, bilhassa Kültür Bakanlığı'nın vazifesidir. Bununla birlikte olarak, müstait Türk çocuk kafalarına müspet ilim ve maddi teknik mefhumlarını, yalnız nazari olarak değil, aynı zamanda pratik vasıtalar ile de yerleştirmek.

c) Bir taraftan da, Türk kafalarındaki kabiliyetleri, Türk karakter(ler)indeki sağlamlıkları, Türk duygularındaki yükseklik ve genişlikleri, kendilerini hiç zorlamadan, natürel bir tarzda ve olduğu gibi ifadeye onları alıştırmak.

Bunlar yapılınca, netice şu olacaktır: Türk çocuğu konuşurken, onun beyan ve anlayış tarzı, Türk çocuğu yazarken, onun ifade üslûbu, kendisini dinleyenleri, onun yürüdüğü yola götürebilecek bu kabiliyeti sayesinde, Türk çocuğu kendisini dinleyen veya yazısını okuyanları, peşine takarak yüksek Türk ülküsüne iletebilecek, ulaştırabilecektir.

Bu edebiyat telâkkisi, böyle bir edebiyat tedrisi sayesindedir ki, edebiyat medlûlünden anlaşılan gayeye varmak mümkün olabilir."
(Ankara: 1937)

(Afetinan : Atatürk Hakkında Hatıra ve Belgeler, 1959, s.171-273)

copyright © İMECE.ORG, 1997 - 2002

Nedir Serbest Köşe?

Serbest Köşe yaşama dair, hayata dair bir paylaşım alanı. Amacımız insanların keyif alarak okuyabilecekleri bir kültür sitesi, düşünüş sitesi oluşturmak. Bu amaçla biraraya geldik. Hepsi birbirinden değerli yazar arkadaşlarımla bu amaç için çabalıyoruz. Umarım amacımızı gerçekleştirebiliyoruzdur, en azından bu yolda ilerleyebiliyoruzdur.

Hepimiz az çok bir iki kelime karalamışızdır sağa sola. Düşündük taşındık bu karalanmış şeyleri
neden bir sitede toplamayalım dedik ve bu siteyi açtık. Gördük ki bayağı çok karalayan varmış. Zamanla da artacağından eminiz.

Serbest Köşe sakinleri...

Eğer Serbest Köşe'ye destek vermek isterseniz aşağıdaki bannerlardan birisini kullanabilirsiniz.

'Serbest

0 yorum: