YAHUDİLİĞİN TARİHÇESİ
1.Genel Bilgi
Yahudilik, yaşayan ilahi kaynaklı dinlerden en eskisi, fakat mensubu en az olanıdır. Bugün yeryüzünde 15-20 milyon civarında Yahudi vardır. Bunların 4,5 milyonu İsrail’de, 6 milyonu ise, Yahudi nüfusunun en yoğun olduğu, A.B.D.’de yaşamaktadır.
Yahudiliğin Dinler Tarihi’nde özel bir yeri bulunmakta ve bu din, en eski ilahi kaynaklı din olarak nitelendirilmektedir. Geçmişi birkaç bin yıl geriye giden bu dinin başta olan özelliklerinden biri, İsrail oğulları ile Tanrı arasındaki “ahde” kutsal kitaplarında geniş yer ayrılmasıdır. Dolayısıyla bu din, bir “ahit” dini olarak da bilinmektedir. İsrail oğullarının başına gelen bütün sıkıntıların onların bu ahde uymamalarından , verdikleri sözü yerine getirmemelerinden kaynaklandığı, hem kendi kutsal kitaplarında, hem de Kur’an-ı Kerim’de belirtilmektedir.
Yahudilik, Babil Sürgünü’nden bu yana milli bir din haline getirilmiştir. Ancak bu din, tek Tanrı’ya, vahye dayanan kutsal kitaba ve peygamberlere yer vermesiyle milli dinlerden, millileştirilip bir ırka tahsisi edilmesiyle de ilahi dinlerden farklı bir durum göstermektedir. Aslında bugünkü Yahudiliğin bir din mi, ırk mı, millet mi olduğu pek açık değildir. Tartışmayı bir kenara bırakarak, onun kendine ait özellikleri ve nitelikleri bulunan bir din olduğu, benzerinin bulunmadığı ve bu sebeple de tarifinin güç olduğu söylenebilir. Zira Yahudilikte din ile ırk iç içe girmiş, birini diğerinden ayırmak zorlaşmıştır. Onun en iyi, kutsal kitaplarında yer alan “Balam” hikayesindeki şu cümle tarif etmektedir: “İşte ayrıca oturan bir kavimdir ve milletler arasında sayılmayacaktır.”
Kutsal kitaplarında yer alan ifadelere dayanarak Yahudiler, kendilerini dünya milletleri arasından seçilmiş kavim olarak görürler. Tanrı, Sina’da bu kavmi kendine muhatap kılmış, onlarla ahitleşmiş, onlardan emirleri uyacaklarına dair söz almış ve Hz. Musa’nın (A.S.) şahsında Tevrat’ı onlara göndermiştir. Yahudi dininin odak noktası, Kudüs’teki Ma’bed’dir (İbranice, Bet ha-Mikdas; Arapça, Beytu’l-Makdis). Tahrip edilmeden önce Ma’bed’in bir odasında Ahit Sandığı bulunurdu. Yahudiliğin sembolü, yedi kollu şamdan ve altı köşeli yıldızdır.
Bu kavim, dünya literatüründe Yahudi, İbrani, İsrail oğulları gibi terimlerle adlandırılır.
- Yahudi, İbrani ve İsrail Terimleri
Yahudi: İshak oğlu Yakub’un on iki oğlu vardı; dördüncü oğlunun adı Yuda veya Yahuda idi. Dolayısıyla onun adına izafeten İsrail oğullarına Yahudi denilmiştir. Filistin’in güney bölgesinde kurulan Yuda veya Yahuda Krallığı da ayrıca bu adın kaynağı olarak ileri sürülmektedir. Zira Ürdün’ün batısı, Semariye’nin güneyindeki bölge, Yuda veya Yahuda adına nispet ediliyordu. Esaretten sonra umumi olarak halk İsrailliler olarak adlandırılırken, şahıslar birbirlerine Yahudi diyorlardı. Böylece onların torunları da günümüze kadar bu isimle anıldılar.
Şehristani, Yahudi kelimesinin Arapça “hade” kökünden “dönmek” ve “ tevbe etmek” anlamına geldiğini, bu ismin Yahudilere verilmesinin de Hz. Musa‘nın “Biz sana dönüp yalvardık” sözü sebebiyle olduğunu belirtmektedir.
İbrani: Bu kelime, “İbri” veya “Hibri” kelimelerinden gelir. Bu kelimeler M.Ö. 15.-16. yüzyıllarda Filistin’de görülen göçebe bir kabilenin adıdır; “öte tarafın insanları” anlamında, Fırat ve Ürdün nehirlerinin öbür kıyısından gelmiş olan göçmenleri ifade eder. Yahudilere bu ad, Ken’an ülkesinin yerlileri tarafından verilmiştir. Bu konuda Yahudi kutsal kitabında bilgi verilmektedir.
İsrail: Bu kelime, Tanrıyla ve insanlarla güreşip yenen anlamında Yakub’a Tanrı tarafından verilmiş bir lakaptır. Bu husus, Tevrat’ta yer almaktadır. Evrensel Yahudi Ansiklopedisinde kelimenin asıl anlamının belirsiz olduğu, Tevrat’ta “tanrı ile güreşen” şeklinde yer almasına rağmen, “ Tanrı ile mücadele eden” anlamına gelebileceği belirtilmektedir. Taberi, Hz. Yakub’a “gece içinde Allah’a giden” anlamında “İsrail” denildiğini kaydetmektedir. On iki Yahudi kabilesi de İsrail adıyla anılmaktadır. Ancak belirtilmelidir ki bu ad, Hz. Süleyman’dan sonra ikiye ayrılan ülkenin kuzey bölümünü oluşturan kabilelerin krallığını nitelendirmek üzere kullanılmıştır. Bununla beraber, Babil sürgününden sonra Yuda’ya (Yahuda) geri dönen İbraniler, Yuda kabilesine mensup olmalarına rağmen , genelde İsrailliler adını aldılar.
“İsrail” kelimesinde, ilk defa, II. Ramses’in oğlu Minetap (M.Ö. 1232-1224) tarafından diktirilen ve “İsrail Anıtı” diye anılan kitabede rastlanmaktadır.
Yahudi inancına göre Yakub’a bu ad, Tanrı tarafından verilmiştir. Bundan dolayı Yahudilik milli bir din, Yehova da milli bir tanrı olarak kabul edilmiştir. Onlara göre İsrail oğulları, seçkin bir kavimdir. Bu ad, sonradan genelde bütün Yahudileri içine alacak bir şekilde kullanılmıştır. Şimdiki İsrail Cumhuriyeti de bu adı kullanmaktadır.
Kur’an’da 40 ayette, 41 defa “Beni İsrail” (İsrail oğulları) kelimesi geçmektedir. Bu ayetlerde, Allah’ın İsrail oğullarına verdiği nimetler hatırlatılmaktadır. Bu nimetlere karşı İsrail oğullarının verdikleri sözler ve onların sözlerinden dönmeleri işlenmiştir.
- Tevrat’a Göre Yahudiliğin Tarihçesi
Yahudiliğin tarihçesi, kutsal kitaplarına dayanır. Kutsal kitap, alemin ve ilk insanın yaratılışından peygamber Malaki’ye kadar geçen olayları içinde bulundurur; aynı zamanda onların kutsal tarihini oluşturur.
Sami ırktan sayılan İbraniler, Kildanilerin Ur şehrinden çıkarlar ve Harran’a gelirler. Tanrı (Yahve), Abram’a (Hz. İbrahim) Harran bölgesinden Ken’an diyarına göç etmesini emreder. O da karısı Saray’ı, kardeşinin oğlu Lut’u (Hz. Lut) ve Harran’da kazandıklarını da yanına alarak Ken’an diyarına varır. O vakit orada Ken’aniler bulunuyordu. Tanrı, Abram’a görünüp o ülkeyi onun zürriyetine vereceğini bildirir. Abram da kendine görünen Rab için bir mezbah yapar. Ülkede kıtlık çıkınca Abram Mısır’a gider. Mısır’a yaklaştıklarında Abram, karısı Saray’a şöyle der:
“İşte biliyorum ki, sen görünüşü güzel bir kadınsın ve olur ki, Mısırlılar seni görünce: Bu onun karısıdır, derler ve beni öldürürler; fakat seni sağ bırakırlar. Senin yüzünden bana iyi davranılsın, senin sebebinle canım yaşasın diye: Onun kız kardeşiyim, de. Ve vaki oldu ki, Abram Mısır’a girdiği zaman, Mısırlılar kadının çok güzel olduğunu gördüler ve Firavun’un emirleri onu gördüler ve onu Firavun’a methettiler; kadın Firavun’un sarayına alındı. Ve onun yüzünde Firavun Abram’a karşı iyi davrandı; ve onun koyunları, sığırları oldu. Ve Rab Abram’ın karısı Saray’dan dolayı; Firavun’u ve onun sarayını büyük vuruşlarla vurdu. Ve Firavun Abram’ı çağırıp dedi: Bana bu yaptığın nedir? Bu senin karın olduğunu niçin bana bildirmedin? Niçin bu benim kız kardeşimdir, dedin, ben de onu karı olarak aldım? Ve şimdi, işte karın, al ve git. Ve onların hakkında Firavun adamlarına emretti; onu,karısını ve kendisine ait olan her şeyi gönderdiler.”
Abram ve beraberindekiler, Mısır’dan böylece çıkarlar. Çok zengindirler. Çobanları arasındaki bir tartışmadan sonra Abram’la Lut, birbirinden ayrılırlar. Lut, şarka doğru gider. Abram ise Ken’an diyarında oturur. Abram, bulunduğu bölgede hakimiyetini kabul ettirir ve bu arada esir edilen kardeşi (daha önce kardeşinin oğlu olarak belirtilir) Lut’u kurtarıp yanına alır.
Bu olaylardan sonra Rab, rüyasında Abram’a görünür, ona yardım edeceğini bildirir.Abram, ondan zürriyet ister. Tanrı’da ona vereceğini va’deder. Karısı Saray’ın teklifi üzerine cariyesi Hacer’le evlenir ve ondan İsmail doğar. Bu sırada Abram seksen altı yaşındadır. Doksan dokuz yaşına geldiğinde Tanrı ona görünür ve onun zürriyetini çoğaltacağını bildirir. Bunun üzerine Abram, yüzüstü düşer ve Allah onunla şöyle konuşur: “Ben ise, işte, ahdim seninledir ve bir çok milletlerin babası olacaksın ve artık adın Abram (yüce baba anlamında) çağırılmayacak, fakat adın İbrahim (cumhurun babası anlamında) olacak; çünkü seni bir çok milletlerin babası ettim. Ve seni ziyadesiyle semerli kılacağım, ve seni milletler yapacağım, ve senden sonra zürriyetine, Allah olmak için seninle ve senden sonra zürriyetinle benim aramda ahdimi, nesillerce ebedi ahit olarak sabit kılacağım. Ve senin gurbet diyarını, bütün Ken’an diyarını, sana ve senden sonra zürriyetine ebedi mülk olarak vereceğim ve onların Allah’ı olacağım.”
Allah, İbrahim’den ve zürriyetinden gelecek olanlardan ahit olarak her erkek çocuğun sünnet edilmesini ister. Yine Allah İbrahim’e, karısı Saray’ın bundan sonra Sara (prenses anlamında) olarak çağrılmasını ve ondan bir oğul vereceğini, adının da İshak olacağını bildirir. Böylece Sara, Hacer’i kıskanmaktan kurtulmuş olacaktır.
İbrahim, ahit gereği, kendisi doksan dokuz, İsmail de on üç yaşında iken aynı gün sünnet olurlar. Öte yandan Sara, İshak’ı doğurur. İbrahim, oğlu İshak’ı sekiz günlük iken sünnet ettirir. Çocuk büyüyüp sütten kesildiğinde İbrahim, oğlu için büyük bir ziyafet verir. Bu sırada İsmail’in güldüğünü gören Sara, İbrahim’den onu kovmasını ister. Bu durum İbrahim’e kötü görünür. Ancak Allah, İbrahim’e, Sara’nın dediğini yapmasını, çünkü neslinin İshak’ın adıyla çağırılacağını söyler. Hacer İsmail’i alıp çöle gider.
Bir gün Allah, İbrahim’i denemek için, ondan biricik oğlu İshak’ı kurban etmesini ister. İbrahim, emri yerine getirmek üzere bir mezbah yapıp eline bıçağı aldığında Rabbın Meleği göklerden ona çağırıp çocuğu boğazlamamasını, çünkü emri yerine getirdiğini bildirir. Bunun üzerine İbrahim, gözlerini kaldırdığında, çalılıkta bir koçun hazır olduğunu görür ve onu kurban eder. Bu olay üzerine Rab, ona sözünü yerine getirdiğinden dolayı, zürriyetinin düşmanlarının kapısına hakim olacağını ve zürriyetinden gelen bütün milletlerin mübarek kılınacağını bildirir.
İbrahim, yüz yetmiş beş yaşında iken ölür. “Ve oğulları İshak ve İsmail onu Mamre karşısında olan Makpela Mağarasına, Hitti Tsohar oğlu Efronun tarlasına, İbrahim’in Het oğullarından satın aldığı tarlaya gömdüler. İbrahim ve karısı Sara oraya gömüldüler. Ve vaki oldu ki, Allah İbrahim’in ölümünden sonra oğlu İshak’ı mübarek kıldı.”
İshak’ın çocuğu olmadığından Rabba yalvarır, Esav ve Yakub adlı iki oğlu olur. Bir gün ülkesindeki kıtlık dolayısıyla İshak, Filistin kralı Abimelek’in ülkesi Gerara’ya gider. Orada karısını kız kardeşi olarak takdim eder. Durumu anlayan Abimelek, niçin böyle yaptığını sorar. O da, elinden alınıp kendisine zarar gelme korkusundan böyle yaptığını söyler. Abimelek bunun üzerine onları korur. Varlık sahibi olurlar. Ancak Filistin halkı, onları kıskanıp ülkelerinden çıkarırlar.
İshak yaşlanıp gözleri görmez olunca Yakub, babasının sevdiği Esav’ın yerine hile ile kendisini mübarek kıldırır. Esav, bunu öğrendiğinde çok kızıp onu öldüreceğini söyler. Yakub, Harran’a gitmek üzere ayrılır. Gecelediği bir yerde rüya görür. Rüyasında yerden göğe doğru yükselen bir merdiven vardır. Bu merdivenden Allah’ın melekleri çıkıp inmektedir. Başı, göklere ermiştir. Rab, ona şöyle der: “Baban İbrahim’in Allah’ı ve İshak’ın Allah’ı Rab benim. Üzerinde yatmakta olduğun diyarı sana ve senin zürriyetine vereceğim; senin zürriyetin yerin tozu gibi olacak, garba ve şarka, şimale ve cenuba yayılacaksın; ve yerin bütün kabileleri sende ve zürriyetinde mübarek kılınacaktır.”
Yakub, uyanınca burası Allah’ın evidir ve bu, göklerin kapısıdır deyip oraya “Beyt-el” (Allah’ın evi) adını koyar, yoluna devam edip Harran’a varır. Orada annesinin kardeşi Laban’ın yanında çalışır. Onun, Laban’ın iki kızından ve bunların yanında gelen iki de cariyeden on iki oğlu ve bir kızı olur. Onları alıp babasının yanına Ken’an’a döner.
Yakub çocukları arasında en fazla Yusuf’u sever. Kardeşleri bundan dolayı onu kıskanırlar. Yusuf, bir rüya görüp onu kardeşlerine anlatır. Rüyasında kardeşleriyle birlikte bir tarlada buğday demetleri bağladıklarını,kendi demetinin dik durduğunu, ötekilerin demetlerinin ise kendisininkinin etrafını kuşatıp eğildiğini söyler. Kardeşleri, bu rüyadan onun kendilerine hakim olacağını çıkarırlar ve ona karşı kin ve kıskançlıkları artar. Yusuf, diğer bir rüyasında Güneş, Ay ve on bir yıldızın kendisine secde ettiğini görür. Bu rüyayı babası ve kardeşlerine anlattığında babası onu azarlayıp “Gerçek, ben ve anan ve kardeşlerin yere kadar sanan eğilmek için mi geleceğiz?” der. Kardeşleri onu kıskanır, babası da bu sözü yüreğinde tutar. Yakub, Yusuf’u sürüleri otlatmakta olan kardeşlerinin yanına gönderince onlarda onu elbiselerini çıkararak bir kuyuya atarlar. Daha sonra da kuyudan çıkarıp onu Mısır’a giden tüccarlara yirmi gümüşe satarlar. Babalarına kardeşlerini bir canavarın yediğini söyleyip onun kana batırılmış entarisini gösterirler.
Yusuf, Mısır’da Firavun’un bir memuru olan Potifar tarafından satın alınır. Potifar’ın karısı Yusuf’a aşık olup ilgisine karşılık göstermeyince iftira ederek onu hapse attırır. Yusuf, hapiste iken, Firavun’un gördüğü bir rüyayı tabir ederek hapisten kurtulur. Ve Firavun’un yanında önemli bir mevkiye yükselir. Daha sonra Filistin’de bulunan babası Yakub ve kardeşlerini Mısır’a getirtir. İsrail oğulları, böylece Mısır’a yerleşmiş olurlar. Mısır’da önceleri rahat bir hayat geçirmekte olan Yahudiler, zamanla büyük sıkıntılara köleliğe düşerler. Onları bu sıkıntılardan kurtarıp “Arz-ı Mev’ud”a (vaad olunmuş toprak Filistin) döndüren Moşe (Hz. Musa) olur. (M.Ö. 1250)
Musa, Firavun’un ordusunu Kızıldeniz’de boğulup onları takip etmemesi sonucu Yahudileri Sina’ya getirir. Burada, Sina Dağında Hz. Musa’ya Tevrat ve On Emir verilir.Yahudiler Sina Çölünde kırk yıl dolaşırlar. Musa’dan sonra Yeşu, onları Filistin’e, götürür. Filistin’de Hakimler ve Krallar devrinden sonra Kral David (Hz. Davud 1013-973) Kudüs’ü alır ve Yahudilerin en parlak devresini başlatır. Oğlu Kral Şelomo (Hz. Süleyman M.Ö. 973-933), babası tarafından hazırlatılan yere kutsal Ma’bed’i yaptırır. O zamana kadar bir çadırda muhafaza edilen ve içinde On Emir tabletleri bulunan kutsan Ahit Sandığı Ma’bed’in bir odasına konulur.
Hz. Süleyman’ın ölümünden sonra krallık güneyde Yuda (Yahuda), kuzeyde İsrail olmak üzere ikiye ayrılır. On kabile, İsrail’e; ikisi de Yuda Krallığına tabi olur. Önce İsrail Krallığı, Asurlular tarafından M.Ö. 721’de; sonrada; Yuda Krallığı, Babilliler tarafından M.Ö. 586’da yıkılır. Ma’bed tahrip edilir ve Yahudiler Babil’e sürgün edilir. Sürgünde Yahudi halkı Ezra’nın etrafında birleşir ve M.Ö. 538’ de Kudüs’e döner. Ma’bed M.Ö. 520’den sonra yeniden onarılır.
Yahudi kutsal kitabı önceki peygamberler kadar, sonraki küçük peygamberlere de yer verir. Babil sürgünü devresinde İşaya, Yermiya (Yeremya) gibi peygamberler gelmiştir. İlya-Mesih’ten önceki peygamber, Malaki’dir.
Yahudi tarihinde Kudüs, İskender’den sonra Agid’ler, Selefki’lerin eline geçti. Ma’bed M.Ö. 168’de yağma edildi. Makkabiler, yeniden hakimiyeti sağladılarsa da M.Ö. 63’de başlayan Roma esareti devresi, M.S. 70’de Romalı kumandan Titus’un Kudüs’ü ve bu arada Ma’bed’i de yakıp yıkmasıyla sonuçlandı. Yahudiler, dünyanın her tarafına dağıldılar. Ma’bed’den arta kalan Batı Duvarı (Ağlama Duvarı) yüzyıllarca onlarda milli ve dini şuuru ayakta tutmuştur. Mesih inancının verdiği ümit onlarda bu şuurun devamlı varlığını sürdürmesini sağlamıştır.
c. Kur’an-ı Kerim’e Göre Yahudilik
Kur’an-ı Kerim’de Yahudilerden bahsedilen ayetlerin sayısı oldukça fazladır. Onlardan “Beni İsrail”, “Yahud” gibi deyimlerle bahsedilen ayetler bulunduğu gibi bir kısmında bazı peygamberler konu edilirken (mesela Hz. Yakup gibi), Yahudiler hakkında da bilgi verilir. Ayrıca, “Ehl-i Kitap” deyiminin genel çerçevesine onlarda girer.
Kur’an-ı Kerim’de Yahudiler ile ilgili olarak verilen bilgiler şöyle tasnif edilebilir:
1. Allah tarafından Yahudilere bahşedilen nimetler.
2. Uymaları gereken dini hükümler.
3. Kendilerine peygamberler tarafından getirilen hükümleri ve tebligatı
değiştirmeleri, doğru yoldan sapmaları.
4. Allah’a karşı ahitlerini bozmaları verdikleri sözden dönmeleri ve bunu
adet edinmeleri.
5. Yahudilerin yaptıkları işlerin kötülüğünden dolayı, zillet ve meskenete
uğramaları.
6. Yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışmaları.
7. Bazı peygamberlere ve salih kimselere iftira etmeleri veya onları
öldürmeleri.
8. Basit çıkarları uğruna hakikatlara yüz çevirmeleri.
9. Allah’ın Yahudilere tavsiyeleri.
Kur’an-ı Kerim’de, Yahudilerin tarihçesiyle ilgili olarak, Hz. Musa’ya (A.S.) kadar ki devre hakkında yer alan bilgiler şu şekilde özetlenebilir:
Hz. İbrahim (A.S.), yüce Allah’ın seçkin kıldığı peygamberlerden biridir. O, ne Yahudi, ne de Hristiyandır. O, müşriklerden de değildir. Allah’ı bir tanıyan gerçek Müslümanlardandır. Yüce Allah, onu dost edinmiştir. O, çok içli, yumuşak huylu, misafirperver ve kendini Allah’a adamış, dosdoğru bir kimsedir. O, vazifesini tam yapan ve kendisine suhuf verilen bir peygamberdir.
Hz. İbrahim’e göklerin ve yerin sırları, yakini bilgi bahşedilmiştir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle denilir: “Biz, İbrahim’e, yakınen bilenlerden olması için göklerin ve yerin melekütunu şöylece gösteriyorduk.” Hz. İbrahim; Allah’tan gayrı putlara, yıldızlara, Ay ve Güneş’e tapınan babası Azer ile kavmine karşı görmeyen, işitmeyen, konuşmayan, hakkını savunamayan, bir fayda veya zarar, rızk vermeyen; batan zeval bulan şeylere, Şeytan’a tapınılmayacağını anlatmaya çalışır. Kendisinin Yüce Allah’a tapındığını, ona hiçbir şeyi ortak koşmadığını, onları ve yonttuklarını onun yarattığını, dolayısıyla ona ibadet, şükür etmeleri gerektiğini, çünkü ona döneceklerini bildirir.
Onlar, hatta babası bu davete uymadılar. Ona babalarını da böyle bulduklarını söylediler. Hz. İbrahim, düşmanının putlar, dostunun da Alemlerin Rabbı olduğunu belirterek şöyle dedi: “Beni yediren de, içiren de odur. Hasta olduğumda bana o şifa verir. Beni öldürecek, sonrada diriltecek odur. Ahiret Gününde, yanılmalarımı bana bağışlamasını umduğum odur.” Hz. İbrahim (A.S.) vazifesini yapmış, tebliğ de bulunmuştur. Onu ateşe atarlar, fakat Yüce Allah onu ateşten kurtarır.
Kur’an-ı Kerim, Hz. İbrahim’le ilgili olarak verdiği kıssalarda insanlara, Allah ve Ahiret inancı konusunda yol göstermekte, ibret vermekte ve onları düşünmeye devam etmektedir.
Yüce Allah, Hz. İbrahim’i (A.S.) ve onun soyundan gelenleri peygamber kıldı. Onlara iyi işler işlemelerini, namaz kılmalarını, zekat vermelerini emretti. Hz. İbrahim, Allah’tan (C.C.) iyilerden olacak bir çocuk istedi. Allah’ta ona ihtiyarlığında İsmail ve İshak’ı verdi.
İsmail çocuk iken babası, rüyasında onu kurban ettiğini gördü ve bunu ona açtı. İsmail, babasına emrolunan şeyi yerine getirmesini, kendisini sabredenlerden bulacağını söyledi. Böylece Hz. İbrahim (A.S.) oğlunu kurban etmek için yanı üzere yatırdı. Yüce Allah, rüyasındaki emre bağlılıkları dolayısıyla, bir kurbanlık gönderdi, Hz. İsmail (A.S.) doğru, uysal,sabırlı, sözünde sağdık bir kimse olarak Cebrail aracılığı ile kendisine vahyedilen Allah’ın, bir peygamberidir; çevresine zekatı, namazı, emretmiştir.
Hz. İshak’da doğru, salih, mübarek kılınmış, hidayete erdirilmiş, ahiret yurdunu düşünen, gönülden Allah’a bağlı bir peygamber indi. Hz. İshak (A.S.) annesi çok yaşlı iken Allah’ın bir lütfu olarak bahşedilmiş ve annesi bu olaya çok sevinmiştir. Hz. İshak’da Hz. İbrahim ve Hz. İsmail gibi, kendisine vahyolunan peygamberlerden olmuştur.
Hz. Yakub (A.S.), Hz. İshak’ın ardından müjdelenen kendisine vahiy indiren peygamberlerden, dinde kuvvetli, halis, salih, sabırlı, hidayete erdirilmiş bir kimse idi. Hz. Yakub’un en sevgili oğlu Hz. Yusuf; ihlaslı, ilim ve hikmet sahibi, güzel bir yaratılışa sahip, rüya tabirini bilen, kendisine, vahiy gelen peygamberlerdendi.
Hz. Yusuf (A.S.) çocukluğunda bir gün babasına “Rüyamda on bir yıldız, Güneş ve Ay’ın bana secde ettiklerini gördüm” dedi. Bu rüyayı dinleyen babası, ona bunu kardeşlerine anlatmamasını tembih etti. Ayrıca Hz. Yakub, Ona Allah (C.C.) tarafından seçildiğini, kendisine rüya tabiri öğretileceğini, daha öncekilere olduğu gibi, Allah’ın hem ona, hem Yakub ailesine nimetini tamamlayacağını söyledi. Kardeşleri, rüyasında gördüğü gibi, Hz. Yusuf’u kıskandılar. Onu ortadan kaldırmayı planladılar. Babalarını ikna ederek onu yanlarında götürüp kuyuya attılar. Yusuf’u bir kurdun yediğini söyleyip onun kanlı gömleğini babalarına gösterdiler. Bir yolcu kafilesi, Yusuf’u kuyudan çıkarıp beraberlerinde Mısır’a götürerek bir vezire sattı. Vezirin karısı, Yusuf’un kendisine sahip olmasını istedi. Yusuf reddedince, kadın ona iftira etti. Bundan dolayı Yusuf zindana atıldı. Zindan da rüya tabir etti. Mısır meliki, bir rüya gördü. Bu rüyayı kimse tabir edemedi. Yusuf’la beraber hapishanede kalmış iki arkadaşı, onu melike tavsiye ettiler. Melikin rüyasını yorumlayan Yusuf, saraya alındı. Mısır hazinesine memur yapıldı. Bir müddet sonra, zahire almak için Mısır’a gelen kardeşleri onun huzuruna çıktılar. Yusuf, kardeşlerini tanıdı. Bir vesile ile ailesini Mısır’a getirtti. İsrail oğulları böylece Mısır’a yerleştiler. Hz. Yusuf zamanında Mısır’a yerleşmiş olan İsrail oğulları, daha sonra, Firavun’un zulmüne uğrayarak uzun bir esaret hayatı yaşamaya başladılar. Onları bu sıkıntıdan Hz. Musa kurtardı.
2. Hz. Musa ve On Emir
a.Tevrat’a göre Hz. Musa
Yusuf’un ölümünsen sonra Yahudiler Mısır’da çoğalmaya başladı. Yeni Firavun Yusuf’un yaptığı hizmetleri unuttu ve Yahudilerin çoğalmalarından endişelendi. O, ileride ülkelerine yönelecek bir tecavüzde onların düşmanla birlikte olması korkusuyla, onlara eziyet etmeye başladı. Bu arada onların çoğalmalarını önlemek için, her doğan erkek çocuğun öldürülmesini emretti. Musa öyle bir devrede dünyaya geldi. Annesi onu ancak üç ay kadar saklayabildi. Sonra onu ziftle sıvanmış bir sepete koyup ıramağa attı. Nil kıyısındaki sazlıklara bıraktığı sepetin akıbetini, kız kardeşi Meryem takip ediyordu. Nil’de yıkanan Firavun’un kızı, onu ırmakta buldu. Bir İbrani çocuğu olduğunu anlayıp ona acıdı. Meryem, gelip çocuğu emzirmek için bir İbrani kadını çağırabileceğini söyledi. Firavun’un kızı bunu kabul edince gidip çocuğun öz annesini getirtti. Çocuk ona teslim edildi ve çocuğa sulardan çekilmiş anlamına gelen “Moşe” (Musa) adı verildi. Musa, gençlik yıllarında Yahudilerin yanına gider, onların şikayetlerini dinlerdi. Yine bir gidişinde, Mısırlılardan birinin bir Yahudi’yi dövdüğünü gördü. Yahudi’yi koruyarak Mısırlıyı öldürdü. Olayın duyulması üzerine Musa Midyan’a kaçtı. Orada Midyan kahininin kızı ile evlendi. Kahininin sürüsünü otlatırken, Tanrı’nın meleği, Horeb’de bir çalı ortasında ateş alevinde, ona göründü. Yanan çalının ateşi bir türlü bitmek bilmiyordu. Bunu merak edip geri dönen Musa’yı çalının ortasından Allah çağırıp şöyle dedi: “...Ben, babamın Allah’ı,İbrahim’in Allah’ı, İshak’ın Allah’ı ve Yakub’un Allah’ıyım.” Ve Musa yüzünü örttü; çünkü Allah’a bakmaya korkuyordu ve Rab dedi: “Gerçekten Mısır’da olan kavminin sıkıntısını gördüm... Onların feryadını işittim, çünkü onların acılarını bilirim... Ve şimdi gel ve benim kavmimi, İsrail oğullarını Mısır’dan çıkarmak için seni Firavun’a göndereyim.”
Böylece Musa, Yahudileri Mısır’dan çıkarmak üzere görevlendirilmiş oldu. Kardeşi Harun’da ona yardımcı verildi. Bu görevi yerine getirmek üzere Musa, Mısır’a geri döndü. O, İsrail oğullarını Mısır’dan çıkarıp Ken’an diyarına götürmek istediğini, bunun Allah’ın emri olduğunu söyleyince Firavun, “Allah kimdir ki ben ona itaat edeyim.” Diyerek onları saraydan kovdu. İkisi arasında mücadele başladı. İş, mucize göstermeye kadar vardı. Firavun, bütün sihirbazlarını topladı. Onlar da bütün hünerlerini ortaya koydular. Musa’nın asası kocaman bir yılan olup onların bütün sihirlerini yuttu. Bütün bunlara rağmen Firavun, İsrail oğullarının Mısır’dan çıkmalarına izin vermedi. Bunun üzerine Rab Yahve, Mısırlılara bela vereceğini, insandan hayvana kadar bütün ilk doğanları öldüreceğini bildirdi. Allah, Musa vasıtasıyla Mısır topraklarına on felaket verdi. Firavun, bu işlerin vuku bulduğunu görünce, İsrail oğullarının Mısır’dan çıkmalarına izin verdi.
İsrail oğulları, Kızıldeniz’e doğru yola çıktılar. Ancak Firavun verdiği karadan pişman olarak onların arkasına düştü. Kızıldeniz’e gelince elini denize uzattı, sular yarıldı, İsrail oğulları geçti, sonra Musa tekrar elini uzattı, sular eski haline döndü. Ve Firavun ile ordusu boğuldu.
Kızıldeniz’den geçtikten sonra, Mağara’da acı suyu içemeyen İsrail oğulları için Allah, Musa’ya suya bir dal parçası atmalarını bildirdi; su tatlılaştı. Çölde yiyecekleri bitince İsrail oğulları Musa ve Harun’a söylenmeye başladılar. Allah göklerden ekmek yağdıracağını bildirdi.
Musa’da onlara akşam üstü et (bıldırcın eti), sabahleyin de ekmekle doyacaklarını söyledi. Gökten beyaz kırağı tanecikleri şeklinde “man” diye adlandırdıkları ilahi gıda yağdı (ballı yufka gibi bir şey). Kırk sene man yediler. Sonraları su sıkıntısı çektiler ve Allah’a yalvardılar. Allah Musa’ya elindeki asası ile bir kayaya vurmasını emretti. O da bir kayaya vurdu, ondan su fışkırdı.
İsrail oğulları, Mısır’dan çıkışlarının üçüncü ayında Sina Çölü’ne geldiler. Orada Allah, Sina Dağı’ndan Musa’yı çağırarak, onlara verdiği nimetlere karşılık İsrail oğullarının iyi bir kavim olma sözünü almak üzere, onu görevlendirdi. Musa emri yerine getirdi, Sözü aldı ve Rabbe bildirdi. Üçüncü gün Tanrı, Sina Dağı’nın üzerine, dağın tepesine ateş içinde indi ve Musa’yı yanına çağırdı ve ona on emir verdi.
Musa, İsrail oğullarını çetin ve uzun bir mücadele devresinden sonra vaad edilen topraklara yaklaştırdı ve yüz yirmi yaşında iken öldü.
b. On Emir
Hz. Musa’ya Sina Dağı’nda vahyedilen on emir, Tevrat’ın iki ayrı bölümünde geçer. Bu On Emir şöyle sıralanır:
1. Seni Mısır diyarından esirlik evinden çıkaran Allah benim.
2. Benden başka Tanrın olmayacak. Boşlukta, yerin üstünde veya altında, denizlerin derinliklerinde mevcut olan varlıkların resimlerini yapmayacak, onlara hiç bit surette tapmayacaksın.
3. Allah’ın ismini boş yere ağzına almayacaksın.
4. Cumartesi (sebt) gününü daima hatırlayıp onu kutsal kılacaksın. Haftanın altı gününde çalışacak yedincisinde istirahat edeceksin. Cumartesi günü, Allah’ına tahsis edilmiş umumi dinlenme günüdür o gün ne sen ne de oğlun, ne de kızın, ne de uşağın, ne de hayvanın, kısaca hiçbiriniz çalışmayacaktır.
5. Anne ve babana hürmet edeceksin.
6. Öldürmeyeceksin.
7. Zina yapmayacaksın.
8. Çalmayacaksın.
9. Yalan şehadette bulunmayacaksın.
10. Hiç kimsenin evine, barkına, karısına, hizmetçisine, öküzüne, eşeğine velhasıl sana ait olmayan bir şeye göz dikmeyeceksin.
Bu On Emir, Yahudilerin temel prensiplerini içinde bulundurur. Hz. Musa, Sina Dağı’ndan indiğinde iki taş tablet (levha) üzerinde yazılı olarak bu emirleri getirmiştir.
c. Kur’an’a göre Hz. Musa
Hz. Musa, Yüce Allah’ın İsrail oğullarına gönderdiği, kendisine kitap verilen büyük peygamberlerden biridir.
İsrail oğulları Mısır’da çoğalıp varlık sahibi olunca, Firavun, bunu önlemek için, mallarını ellerinden aldı, onları esir yaptı ve yeni doğan erkek çocuklarının öldürülmesini emretti. Musa doğunca annesi onu bir müddet sakladı. Daha fazla saklayamayacağını anlayınca Allah’ın ilhamı üzerine onu bir sandık içinde suya bıraktı. Firavun’un adamları onu buldu; karısının isteği üzerine çocuk öldürülmedi. Musa’nın annesi ona süt annesi oldu. Musa büyüyüp ergenlik çağına ulaşınca, ona Allah tarafından hikmet ve ilim verildi.
Hz. Musa, halkın haberi olmadan bir gün şehre indi. Biri kendini soyundan, diğeri de düşman iki adamı dövüşür buldu. Kendi soyundan olan adam ondan yardım isteyince onun yardımına koştu ve onun düşmanına bir yumruk attı. Adam öldü. Mazlumu korurken olsa da, bu durum onu üzdü ve Allah’tan af diledi. Olay duyuldu. Hakkında öldürme kararı alındığı haberini öğrenen Hz. Musa orayı terk etti. Medyen’e gitti. Orada evlendi. Kayınpederi ile kararlaştırdıkları süreyi tamamlayınca ailesiyle birlikte yola çıktı. Sina Dağı’na yöneldiğinde karanlık bir gecede yolunu şaşırdı. Bu arada bir ışık gördü. Isınmak ve yolunu bulmak için ateşin bulunduğu tarafa gidince “Ben, şüphesiz senin Rabbinim; ayağındakini çıkar çünkü sen, kutsal bir vadi olan Tuva’dasın” diyen bir hitapla karşılaştı. Orada ayrıca kendisine Allah’tan başka Tanrı olmadığı, ona ibadet etmesi, dosdoğru namaz kılması bildirildi. Asası ile ilgili mucize verildi ve Firavun’a gitmesi emredildi. Kardeşi Harun’da ona yardımcı kılındı.
Hz. Musa ve Hz. Harun Allah’ın emrini Firavun’a tebliğ ettiler ve İsrail oğullarının serbest bırakılmasını istediler. Firavun, teklifi kabul etmediği gibi, Hz. Musa’nın peygamberliğini tuhaf karşıladı. Firavun, Hz. Musa ile Allah’ın “Alemlerin Rabbı” olması konusunu tartıştı.
Firavun, Hz. Musa’dan peygamberliği ile ilgili mucize göstermesini istedi. Hz. Musa asasını yere bıraktı, oda bir ejderha oluverdi. Bunun üzerine Hz. Musa, Firavun ve adamlarını ülkesinden çıkarmak isteyen bir büyücü olarak suçlandı. Firavun’un bütün büyücüleri, hünerlerini göstermek üzere toplandı. Hz. Musa’nın asası, onların hünerlerini sergiledikleri ip ve değnekleri yutuverdi. Bu durum karşısında bütün büyücüler, hep beraber secdeye kapanıp “Alemlerin Rabbına, Musa ve Harun’un Rabbına iman ettik.” dediler. Firavun hepsinin ellerini ve ayaklarını çaprazlama kesmekle tehdit etti; fakat hiç biri kararından vazgeçmedi.
Firavun, Hz. Musa’yı Mısırlıların dinini değiştireceği endişesiyle öldürmek istedi; fakat ailesinden iman eden biri bunu engelledi. Sonunda Hz. Musa’ya kavmini gece yola çıkarma emri geldi. Bunun üzerine Hz. Musa kavmini Mısır’dan çıkardı. Firavun ve adamları, onları takibe başladı. Hz. Musa’nın beraberindekiler yakalanma korkusuna kapıldı. Yüce Allah, ona asasını denize vurmasını emretti. Hz. Musa asasını denize vurunca deniz ikiye ayrıldı. Hz. Musa ve adamları karşıya geçti. Onları takip eden Firavun ve beraberindekiler boğuldu. Hz. Musa ve İsrail oğulları Firavun’un zulmünden kurtulup yollarına devam etti. İsrail oğulları, putlara tapan bir kavim görünce Hz. Musa’dan kendilerine öyle tanrılar yapmasını istediler. Hz. Musa onlara “Sizi alemlere üstün kılmış olan Allah’tan başka bir Tanrı mı arayacağım?” dedi. Onlara Firavun’un zulmünü ve Allah’ın onlara yardımını hatırlattı. Sina’ya vardıklarında yiyecek içecek sıkıntıları oldu. Allah, onlara su, kudret helvası ve bıldırcın ihsan etti.
Hz. Musa’ya Yüce Allah Tur-ı Sina’ya çıkmasını, orada otuz gün oruçlu olarak ibadet etmesini emretti. Hz. Musa bu süreyi tamamlayınca, ona on gün daha oruç tutması ve ibadetlerini tamamlaması emredildi. Hz. Musa, bütün bunlardan sonra, Allah’ın cemalini görmek istedi. Yüce Allah’ta bunun imkansız olduğunu; dağa bakmasını tecelli ettiğinde dağ dayanabilirse onun da kendisini görebileceğini bildirdi. Hz. Musa, dağa baktığında Cenab-ı Hakk’ın tecellisi sonucu, onun yerle bir olduğunu gördü, düşüp bayıldı. Kendine geldiğinde, tövbe etti. Yüce Allah, ona uymaları gereken bütün kuralları ihtiva eden levhaları verdi. Kavmine bu levhaları getirdiğinde, onların bir altın buzağıya taptıklarını gördü. Daha önce verdikleri sözden döndükleri için onlara kızdı. Kavminden tövbe etmelerini istedi. Onlar da tövbe ettiler. Yüce Allah, tövbelerini kabul etti.
Hz. Musa,getirdiği levhalardaki hükümleri kavmine tebliğ etti ve onları ıslaha davet etti. Ancak onlardan şiddetli bit itiraz gördü. O zaman Yüce Allah Tur-ı Sina’yı onların başına indirmekle tehdit etti; onlardan namaz kılacaklarına, zekat vereceklerine, peygamberlere uyacaklarına dair söz aldı. Ancak İsrail oğulları sıkıntıda iken söz verip sıkıntı biter bitmez sözlerini unuttular ve bunu da alışkanlık haline getirdiler.
Filistin göründüğünde Hz. Musa vaad edilen topraklara dönebilmek için orada bulunanlarla mücadele etmeleri gerektiğini İsrail oğullarına söyledi. Ancak onlar, Hz. Harun hariç onu tek başına bıraktılar. Bunun üzerine Hz. Musa, Rabbine dua edip, kendisiyle fasıkların arasını ayırmasını istedi. Allah da “muhakkak orası kendilerine kırk yıl haram edilmiştir. Onlar (oldukları) yerde sersem sersem dolaşacaklardı. Artık o fasıklar guruhuna karşı tasalanma” buyurdu.
Bundan sonra İsrail oğulları, çöllerde yollarını kaybettiler. Bir kısmı helak oldu. Bir kısmı da yıllarca çölde dolaştı. Allah’a karşı gelmeleri, onun ayetlerini inkar etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri, onlara uymamaları ve taşkınlık yapmaları yüzünden, İsrail oğulları gazaba uğradı.
0 yorum:
Yorum Gönder