XIX. YÜZYIL SİYASİ OLAYLARI
A. XIX. Yüzyılda Osmanlı Devleti'nin Durumu
Osmanlı İmparatorluğu XIX. yüzyılda gücünü tamamen kaybetmiştir. Kendi varlığını kendi gücüyle koruma imkanını kaybetti. Bu nedenle çeşitli devletlerle sürekli değişen ittifaklar içine girdi. Çağın güçlü devletleri de Osmanlı toprakları üzerinde çeşitli pazarlıklar yapmaktaydılar.
Rusya; XVIII. yüzyılda olduğu gibi, Boğazlar ve Balkanlar yoluyla sıcak denizlere inme idealindeydi. İngiltere; Uzak Doğudaki sömürgelerine giden yolları, yani Doğu Akdeniz'i ele geçirme amacındadır.
Fransa ise İngiltere'yi güçsüz düşürmek amacıyla Mısır'ı almak istemektedir.
Bu üç devlet arasındaki çıkar çatışmaları Osmanlı İmparatorluğunun varlığını korumasında etkili oldu. Herhangi bir saldırı anında çıkarları elden giden devletler Osmanlı Devleti'nin yanında yer aldılar.
B. Osmanlı-Fransız-İngiliz-Rus İlişkileri (1800-1806)
Napolyon'un Mısır'a saldırması üzerine İngiltere ve Rusya Osmanlı Devleti'ne yardım ettiler, Mısır'da Osmanlı Devleti'ne geri verildi. Buna rağmen Ruslar Fransız tehlikesinin devam ettiğini iddia ederek işgal ettikleri yedi Ege adasını boşaltmadılar.
Napolyon'un imparator olmasından sonra Fransa'ya karşı İngiltere, Rusya, Prusya ve Avusturya arasında savaş başlayınca geleneksel Osmanlı-Fransız dostluğu yeniden başladı. Rusya ise yedi Ege adasında, Mora, Sırbistan, Eflâk ve Buğdan'da halkı isyana kışkırtmaktaydı. Bu kışkırtmalar sonunda 1804'de Sırplar ayaklandılar. Eflâk ve Boğdan beylerinin de isyana hazırlandıkları öğrenilince bu iki bey görevlerinden alındı. Boğazlar da Ruslara kapatıldı. İngiliz ve Rus elçilerinin istekleri reddedilince Ruslar Dinyester'i geçerek Eflâk ve Boğdan'a girdiler. Bunun üzerine Rusya'ya savaş ilân edildi.
C. Osmanlı-Rus Savası ve Bükreş Antlaşması (1806-1812)
Osmanlı-Rus Savaşı'nın başlaması üzerine İngiliz donanması İstanbul'a geldi (1807). Babıâli'ye ültimatom vererek Ruslarla anlaşılmasını, Eflâk ve Boğdan beylerinin tekrar atanmalarını, Fransa sefirinin İstanbul'dan çıkarılmasını istediler. Eflâk ve Boğdan beyleri yeniden atandı. Fakat Fransız elçisi İstanbul'dan çıkarılmadı. Rusların Eflak ve Boğdan'ı işgal etmesi üzerine İngiliz donanması geri döndü. Çanakkale Boğazı'ndan geçerken kayıp veren İngilizler İskenderiye'ye saldırdılar. Fakat Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, İngilizleri Mısır'dan çıkardı.
Ruslarla savaşın devam ettiği sırada Napolyon Tilsit'te Rus Çarıyla görüşerek antlaşma yaptı (1807). İstanbul'da III. Selim tahttan indirilerek IV. Mustafa padişah yapıldı. Alemdar'ın İstanbul'a gelişiyle IV. Mustafa'nın yerine II. Mahmut padişah oldu (1808).
Napolyon ise Rus çarı ile Efrut'ta görüşerek Eflâk-Boğdan'ın işgalini kabul etti (1809). Napolyon'un bu iki yüzlü siyaseti Osmanlı-Rus savaşını yeniden başlattı. Bir süre sonra Napolyon'un Rusya ile arası açılınca Napolyon, Rus seferine devam edilmesini istedi. Fakat Osmanlı Devleti Napolyon'un iki yüzlü siyasetinden rahatsız olduğundan Ruslarla barış yapmayı tercih etti.
Ruslarla Bükreş Antlaşması yapıldı (1812):
1) Eflâk ve Boğdan Osmanlı Devleti'ne geri verildi.
2) Prut ırmağı sınır kabul edildi.
3) Anadolu'da sınır savaştan önceki duruma getirildi.
4) Sırbistan'a imtiyaz verilmesi kabul edildi.
* Bu anlaşmayla Osmanlı Devleti ilk defa bir topluma milliyetçilik hareketlerinin sonunda imtiyaz veriyordu.
D. III. Selim'in Tahttan İndirilmesi (1807)
III. Selim'in giriştiği Nizam-ı Cedit ıslahatı yeniçerilerin ve çıkarları elden giden çevrelerin işine gelmedi. Osmanlı-Rus Savaşı dolayısıyla ordunun Tuna boylarına gitmesinden yararlanan muhalifler Şeyhülislâm Ataullah Efendi ve sadrazam kaymakamı Köse Musa Paşa başta olduğu halde harekete geçtiler. Boğaziçi’ndeki topçu yamaklarına Nizam-ı Cedit elbisesi giydirilmesi konusunu istismar ederek isyan çıkardılar. Kabakçı Mustafa İsyanı adıyla tarihe geçen isyan sonunda III. Selim tahttan indirildi. IV. Mustafa padişah oldu (1807).
E. II. Mahmut'un Padişah Olması (1808)
IV. Mustafa'nın padişah olmasıyla yönetim Kabakçı Mustafa ve adamlarının eline geçti. Nizam-ı Cedit ocağı kaldırıldı, taraftarları izlendi. III. Selim devrinde yapılan ıslahatlar bir anda yok edildi.Nizam-ı Cedit taraftarları ise Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa'nın yanına gittiler. III. Selim taraftarı olan Alemdar, III. Selim'i yeniden hükümdar yapmak amacıyla İstanbul'a yürüdü. Alemdar'ın İstanbul'a gelmesiyle önce Kabakçı Mustafa ortadan kaldırıldı. Nizam-ı Cedit taraftarlarının saraya saldırması üzerine IV. Mustafa, III. Selim'i öldürttü. Bunun üzerine Alemdar Mustafa Paşa, IV. Mustafa'yı tahttan indirerek II. Mahmut'u padişah yaptı (1808).
F. Alemdar Mustafa Paşa Dönemi
II. Mahmut kendisine sadrazam olarak Alemdar Mustafa Paşa'yı seçti. Alemdar Mustafa Paşa yönetime egemen oldu.
• Nizam-ı Cedit taraftarlarını işbaşına getirerek yenilik hareketlerini başlattı.
• III. Selim'in ölümünde etkili olan kişiler cezalandırıldı.
• Olaylara karışan ulema İstanbul'dan sürüldü.
• İstanbul'un asayişi sağlandı.
• Sened-i İttifak (1808)
XIX. Yüzyıl başında Anadolu ve Rumeli'de ayanlar türemişti. Alemdar sarsılan devlet düzenini yeniden kurabilmek amacıyla bütün ayanları İstanbul'da topladı. Ayanların ve devlet adamlarının katılımıyla büyük bir toplantı yapıldı. Yapılan görüşmeler sonunda hükümet ile ayanlar arasında "Sened-i İttifak" yapıldı (1808).
1) Devlet, ayanların varlığını kabul etti.
2) Ayanlar devlet otoritesini kabul edecekler, verilen emirlere uyacaklardı.
3) Ayanlar yapılan ıslahatlara bağlı kalacaklardı.
4) Ayanlar kendi bölgelerindeki halka adaletli davranacaklardı.
5) İstanbul'da isyan çıkaracak olursa ayanlar, İstanbul'a gelerek isyanı bastıracaklardı.
Önemi:
1) Sened-i İttifak, Osmanlı tarihinde başka örneği olmayan bir belgedir.
2) Osmanlı Devleti ayanların varlıklarını tanıyarak onları hukuki hale getirmiştir.
3) Bu belge, Osmanlı Devleti'nin ayanlara söz geçiremeyecek kadar zayıf duruma düştüğünü göstermektedir.
4) Osmanlı tarihinde ilk defa padişah kendi otoritesi dışında bir güç olarak ayanları kabul etmiştir.
• Alemdar, Nizam-ı Cedit'in yerine Sekban-ı Cedit adlı yeni bir ocak kurdu.
• Yeniçeri Ocağı ıslah edilerek eğitim yapmaları sağlandı.
• Birçok kimsenin geçim kaynağı olan ulufe alım satımı yasaklandı.
Alemdar Mustafa Paşa'nın sadrazamlığı ancak dört ay sürdü. Kendisinin ve etrafındaki kişilerin olumsuz davranışları halk üzerindeki etkinliğini azalttı. Yenilik hareketleri sonunda çıkarları bozulan Yeniçeriler aleyhte faaliyetlere başladılar. Padişah da Sened-i İttifak'tan dolayı kendisine cephe aldı. Sonuçta Yeniçeriler ayaklanarak Alemdar'ın ölümüne neden oldular. İsyancılar IV. Mustafa'yı padişah yapmak istedilerse de II. Mahmut onu öldürttü. Bunun üzerine Yeniçeriler Sekban-ı Cedit'in kaldırılmasını istediler. Bu isteğin kabulüyle isyan sona erdi.
G. Osmanlı İmparatorluğunda Milliyetçilik Hareketleri
Fransız İhtilâli'nin sonucunda ortaya çıkan milliyetçilik akımı XIX. yüzyılda Osmanlı ülkesinde etkili oldu. Özellikle Balkanlarda bağımsızlık amacıyla isyanlar çıktı. Bu isyanların başlamasında,
• Milliyetçilik akımı,
• Rusların Balkanlardaki halkı kışkırtmaları,
• Mahalli yöneticilerin halka karşı yanlış politikalar uygulamaları,
• Bazı toprakların savaşlar sırasında el değiştirmesi,
• Balkanlardaki bir kısım toprakların savaş alanı durumuna gelmesi,
• Merkezi otoritenin sarsılması etkili olmuştur.
1. Sırp İsyanı (1804):
Fatih zamanında Osmanlı topraklarına katılan Sırbistan halkına din ve mezhep özgürlüğü verilmişti. XIX. yüzyılda milliyetçilik düşüncesi etkisiyle ilk ayaklanan toplum Sırplar olmuştur. Sırpların isyan etmelerinde şunlar etkili olmuştur.
• Osmanlı-Avusturya-Rusya savaşları dolayısıyla Sırbistan topraklarının sık sık istilaya uğraması.
• Yeniçeri kodamanlarının halka zulmetmeleri.
• Fransız İhtilâli'nin yaydığı milliyetçilik düşüncesi.
• Rusya ve Avusturya'nın yaptığı propagandalar.
Sırplar Kara Yorgi liderliğinde 1804 yılında ayaklandılar. Ayaklanmanın bastırılacağı sırada 1806'da Osmanlı-Rus savaşı başladı. 1812'de yapılan Bükreş Antlaşması'nda Sırplara imtiyazlar verilmesi şeklinde bir madde yer aldı. Bundan yararlanan Kara Yorgi Sırpların bağımsızlığını istedi. Bunun üzerine Osmanlı Devleti Sırbistan'a müdahele ederek isyanı bastırdı. Kara Yorgi Avusturya'ya kaçtı. Bir süre sonra Miloş Obronoviç isimli bir domuz tüccarı Sırpların başına geçerek isyan etti. Osmanlı Devleti, Rusya'nın olaya karışmasını engellemek amacıyla Miloş'u Sırbistan prensi olarak tanıdı. Böylece Osmanlı Devleti'ne bağlı Sırbistan prensliği kuruldu.
* Sırbistan, 1830 yılında Osmanlı Devleti'ne bağlı, fakat iç işlerinde serbest duruma geldi. 1878 yılında bağımsızlığını elde etti.
2. Yunan İsyanı
Osmanlı Devleti içinde yaşayan unsurların en imtiyazlısı "Rum”lardı. Sanat, ticaret ve özellikle gemicilikle uğraşmaktaydılar. Ruslarla kurulan münasebetlerle Rumlarda bağımsızlık şuuru gelişmeye başladı. 1768'de Rus donanmasının Mora sularına gelmesi üzerine Rumlar isyan ettiler. Ticaret yoluyla çok zenginleşen Rumlar açtıkları okullarda ihtilâl fikirlerini yaymaya başladılar.
Yunanlıların isyan etmelerinde;
• Ticaret sayesinde zenginleşmeleri,
• Milliyetçilik akımının yayılması,
• Rum aydınlarının bağımsızlık için çalışmaları,
• Avrupalı aydınların çalışmaları: Avrupa aydınları ulaşılan bilim ve teknik seviyesinin temelinde Antikite denilen Yunan kültürünün olduğunu düşünüyorlardı. Bu nedenle Rumlara sempati duyan Avrupalı aydınlar Türkler aleyhinde yazılar yazıyorlardı.
• Etniki Eterya Cemiyeti'nin kurulması: Etniki Eterya 1814 yılında Odesa'da kuruldu. Cemiyetin amacı İstanbul başkent olmak üzere Bizans İmparatorlu-ğu'nu kurmaktı. İlk amaçları Yunan devletinin kurulmasıydı.
• Tepedelenli Ali Paşa'nın isyanı: Etniki Eterya, Mora Rumlarını ayaklanacak duruma getirdi. Ancak bu sırada Yanya valisi olan Tepedelenli Ali Paşa, Rumlara göz açtırmıyordu. Tepedelenli'nin İstanbul'la arasının açılması ve isyan etmesi Rumların işine yaradı.
a) Eflâk İsyanı: Yunanlılar ilk defa Eflâk'da isyan ettiler. İsyanın lideri Aleksandr İpsilanti isyanı Mora yerine Eflâk'ta başlatmakla:
• Rusya'nın yardımını sağlamayı,
• Eflak-Boğdan halkının desteğini almayı
• Diğer Ortodoks toplumlarında desteğini alarak Balkanlarda genel bir ayaklanma çıkarmayı amaçlamıştı.
Aleksandır İpsilanti 1820'de Eflâk'ta isyanı başlattı. Uzun yıllardan beri Voyvodalık yapan Rumların baskısından dolayı onları sevmeyen Eflâk halkı destek vermeyince İpsilanti başarılı olamadı.
b) Mora İsyanı: 1821 yılında isyan Mora'da başladı. Yunanlılar köylerde görülmedik zulümler yaptılar. Osmanlı Devleti'nin bu sırada Tepedelenli Ali Paşa ile uğraşması Mora isyanının gelişmesine neden oldu.
Avrupalılar Yunan isyanını büyük bir sevgiyle karşıladılar. Rumlara para ve malzeme yardımı yaptılar.
Hatta ünlü İngiliz şairi Bayron gibi bazı gönüllüler Mora'ya gelerek savaşa katıldılar.Gittikçe yayılan Mora isyanı, bir türlü bastırılamadı. Bunun üzerine padişah II. Mahmut isyanı bastırmak amacıyla, Mısır valisi Mehmet Alî Paşadan yardım istedi. İsyanı bastırdığı taktirde Mehmet Ali Paşaya Mora ve Girit valilikleri vaat edildi. Mehmet Ali Paşa, oğlu İbrahim Paşayı kuvvetli bir donanma ile 16 bin kişilik kuvveti Mora'ya gönderdi.İbrahim Paşanın gelmesiyle Mora isyanı bastırıldı (1827).
c) Navarin Olayı (1827): Yunan isyanının bastırılması üzerine İngiltere ve Rusya duruma müdahete ettiler. Çünkü Mora ve Girit'de Mehmet Ali Paşa gibi güçtü bir valinin bulunması yerine zayıf bir Osmanlı egemenliği ya da küçük bir Yunan devletinin kurulması işlerine geliyordu. İngiltere ve Rusya, aralarında anlaşarak, bağımsız bir Yunan devletinin kurulmasına karar verdiler. Bu teklifi, Avusturya reddederken, Fransa kabul etti. İngiltere, Rusya ve Fransa aralarında bir anlaşma yaparak Yunanistan'ın bağımsızlığının tanınması amacıyla Osmanlı İmparatorluğu'na bir ültimatom verdiler. II. Mahmut'un bu teklifi reddetmesi üzerine müttefikler donanmalarını Mora sularına gönderdiler. Osmanlı ve Mısır donanmalarının bulunduğu Navarin limanını abluka ettiler. Tarihe Navarin Olayı adıyla geçen bu olay sonunda donanmamız tamamen yakıldı (1827).
d) Osmanlı-Rus Savaşı (1828-1829): Osmanlı Devleti, Navarin Olayı'nı protesto etti. İngiltere, Fransa ve Rusya'dan savaş tazminatı talep etti. Üç devletin suçlamayı kabul etmemeleri üzerine ilişkiler kesildi. Bu gelişmeler sonunda:
• Fransızlar Mora’yı işgal ettiler.
• İngilizler Mora'da bulunan Mısır kuvvetlerini İskenderiye'ye taşıdılar.
• Ruslar ise Osmanlı Devleti'ne savaş açtılar.
Rusların, savaş açtığı sırada Osmanlı Devleti, savaşa hazır değildi.
• 1826'da Yeniçeri Ocağı kaldırılmıştı.
• Osmanlı donanması Navarin'de yakılmıştı.
• Yapılan askeri ıslahatlar henüz sonuçlarını vermemişti.
Ruslar, bu durumdan yararlanarak önce Eflâk ve Boğdan'ı işgal ettiler, Tuna boylarına indiler. Doğu'da Kafkasya yönünde ilerleyen Ruslar Anapa, Soucak, Poti, Kars ve Ardahan kalelerini aldılar. Tuna'yı geçen Ruslar, Varna'yı işgal ettiler. Ancak Silistre önünde mağlubiyete uğradılar.1829'da yeniden saldırıya geçen Ruslar Doğu'da Erzurum'a kadar geldiler. Rumeli tarafında ilerleyen Rus ordusu Silistre'yi alarak Edirne'ye kadar Ulaştılar. Sonuçta Ruslarla Edirne Antlaşması imzalandı (1829):
1) Yunanistan bağımsız olacaktı.
2) Tuna ağzındaki adalar Ruslara bırakıldı. Eflâk ve Boğdan Osmanlılara geri verildi.
3) Eflâk, Boğdan ve Sırbistan'da özerk yönetim kurulacaktı.
4) Doğu'da Anapa, Poti, Ahıska, Akçar, Ahikelk kaleleri Rusya'ya bırakıldı.
5) Rus ticaret gemileri boğazlardan serbestçe geçebileceklerdi.
6) Osmanlı Devleti, Rusya'ya savaş tazminatı ödeyecekti.
Yorum:
• Osmanlı ülkesindeki milliyetçilik hareketleri ilk defa başarıya ulaştı.
• Milliyetçilik akımının etkisiyle Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılarak ilk bağımsız devleti kuranlar, Yunanlılar oldu.
• Yunanistan'a bağımsızlık verilmesiyle Mora'nın elden çıkması Mehmet Ali Paşa isyanına (Mısır meselesi) neden oldu.
• Osmanlı Devleti, kendi kuvvetleriyle Rusya'ya karşı koyamayacağını anladı.
H) Cezayir'in Fransızlar Tarafından İşgali (1830)
1533 yılında Barbaros Hayrettin Paşa'nın Osmanlı himayesine girmesiyle Cezayir, daha geniş ifadesiyle "Garp Ocakları" Osmanlı yönetimiyle beraber Batı Akdeniz denizciliğinde önemli bir yere sahip oldu. 19. yüzyılın başında Avrupa devletleri Cezayir'in deniz gücünden kurtulmak amacıyla harekete geçtiler. 1815 Viyana kongresinde bu yönde bir karar alındı. Ardından da Cezayir topa tutularak gemiler batırıldı. Böylece Cezayir büyük bir darbe yedi.Cezayir Dayısı İzmirli Hasan Paşa'nın alacağı olan paranın verilmemesiyle bozulan Fransız ilişkileri olumsuz gelişmelere neden oldu. Osmanlı Devleti'nin Yunan isyanıyla uğraşmasından faydalanan Fransızlar, yıllarca Cezayir'i kuşattı (1827-1830). 1830 yılında da Cezayir, Fransızlar tarafından işgal edildi. 1847 yılında da işgal tamamlandı. Aynı yıl Osmanlı Devleti, bu durumu kabul etmek zorunda kaldı.
* Böylece Osmanlı Devleti Kuzey Afrika'da stratejik önemi büyük olan bir toprağı kaybetti.
I) Mısır Sorunu
a) Mehmet Ali Paşa'nın Mısır Valisi Olması ve Yükselmesi:
Kavala'da doğan Mehmet Ali Paşa Mısır'ı Fransızlardan kurtarmak amacıyla gönderilen askerlerin içinde subay vekili olarak Mısır' a gitmişti. Öğrenim görmemiş olmasına karşılık zeki, cesur ve kabiliyetliydi. Fransızların geri çekilmesinden sonra Kahire'deki başıbozuk askerlerin komutanı oldu. Sonra da Valiyi Mısır'dan ayrılmak zorunda bırakarak yönetimi eline geçirdi. Osmanlı hükümeti bu durumu tanımak zorunda kaldı (1805).
Mehmet Ali Paşa, Mısır Valisi olduktan sonra kazandığı başarılarla kendisini kabul ettirdi.
• İskenderiye ve Resife asker çıkaran İngilizleri geri püskürtmeyi başardı.
• Mısır'ın büyük bir derdi olan Kölemenlerle uğraştı. Onları kılıçtan geçirerek mallarına el koydu.
• Hicaz'da isyan eden Vehhabilerle mücadele etti. Vehhabi isyanını bastırarak Hac yollarını açtı. Bu başarıyla İslâm dünyasında büyük bir kazandı.Babıâli bu gelişmeler karşısında Mehmet Ali Paşa'ya Hicaz ve Habeş valiliklerini verdi. 1822'de Sudan'ı da ele geçiren Mehmet Ali Paşa, bir Mısır devleti kurmayı başardı.Mehmet Ali Paşa; askerlik, bayındırlık, tarım ve ticaret dallarında yaptığı yeniliklerle büyük bir güç kazandı. Elde ettiği gelirlerle Fransızların yardımıyla ordu ve donanmasını modernleştirdi. Avrupa'ya, özellikle Fransa'ya öğrenciler gönderildi. Mehmet Ali Paşa'nın çalışmaları, Mısır'ı Doğu Akdeniz'de önemli bir yere getirdi.
b) Mehmet Ali Paşa'nın İsyanı
Mehmet Ali Paşa, Mora isyanı üzerine Osmanlı Devleti'ne yardımcı kuvvet göndermiş, ancak Navarin'de Osmanlı donanmasıyla beraber donanmasını kaybetmişti. Özellikle Mora'daki askerlerini habersizce çekmesi ve 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşında yardım istendiği halde asker göndermemesi, Padişah ile arasının açılmasına neden oldu.
Mora'yı alamayan Mehmet Ali Paşa, II. Mahmut'tan Suriye ve Girit valiliklerinin kendisine verilmesini istedi. Mehmet Ali Paşa Suriye'yi alarak Navarin'de yanan donanmasını buradaki ormanlardan yararlanarak yeniden kurmak istiyordu. Padişah II. Mahmut, bu teklifi kabul etmediği gibi Mehmet Ali Paşa'yı Mısır Valiliğinden atmak için planlar yapmaya başladı. Fakat ilk harekete geçen Mehmet Ali Paşa oldu.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa, bir alacak meselesiyle başlayan olayları bahane ederek Akka üzerine yürüdü.
Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa komutasındaki Mısır Ordusu Akka'yı alarak Şam üzerine yürüdü. Şam'ı alan Mısır Ordusu Belen geçidinde bir Osmanlı ordusunu yenerek Adana'ya girdi (1833). Ardından da İstanbul üzerine yürüdü. Sadrazam Reşit Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetlerinin de Konya'da mağlup olmasıyla Mısır ordusuna İstanbul yolu açıldı.
c) Kütahya Antlaşması (1833):
II. Mahmut, İbrahim Paşa'nın kazandığı bu başarılar üzerine Ruslardan yardım istemek zorunda kaldı. Rus çarı l. Nikola, bu teklifi kabul ederek Karadeniz donanmasıyla 15 bin kişilik bir Rus ordusunu İstanbul'a gönderdi. Rus donanmasının İstanbul'a kadar gelmesi Mısır sorununu bir Avrupa sorununa dönüştürdü. Çıkarları tehlikeye düşen İngiltere ve Fransa II. Mahmut'la Kavalalı Mehmet Ali Paşa arasına girerek anlaşma yapılmasını sağladı. Bunun üzerine Kütahya Antlaşması yapıldı (1833).
1) Mehmet Ali Paşa'ya Mısır ve Girit Valiliklerine ek olarak Suriye Valiliği,
2) Oğlu İbrahim Paşa'ya da Cidde valiliğine ek olarak Adana valiliği verildi.
Yorum:
• Bu antlaşma, Mısır sorununu bir süre için çözümledi.
• İki tarafta yapılan antlaşmadan memnun olmadı.
• Rusların İstanbul'a gelmesi Mısır sorununu Avrupa sorunu haline getirdi.
• Osmanlı Devleti, Rusya ile antlaşma yapma yoluna gitti.
d) Hünkâr İskelesi Antlaşması (1833):
II. Mahmut'un yardım istemesiyle İstanbul'a gelen kuvvetleri Hünkâr iskelesine yerleştiler. Kütahya Antlaşması yapıldığı ve Mısır kuvvetleri geri çekildiği halde Rus kuvvetleri Boğazdan ayrılmadılar. Padişah II. Mahmut ise Suriye ve Adana'yı kaybettiği için Kütahya antlaşmasından memnun değildi. Ayrıca, Mehmet Ali Paşa'nın yeniden isyan etmesinden endişelenen Padişah İngiltere ve Fransa'ya güvenmiyordu. Bütün bunlar II. Mahmut'un Ruslarla ittifak yapmasına neden oldu. Bu amaçla Osmanlı Devleti ile Rusya arasında Hünkâr İskelesi Antlaşması yapıldı (1833).
1) Osmanlı Devleti ve Rusya savaş zamanında birbirine yardım edeceklerdi.
2) Osmanlı Devleti'ne bir saldırı olursa, Rusya asker ve donanma gönderecekti, ancak masrafları Osmanlı Devleti karşılayacaktı.
3) Rusya bir saldırıya uğrarsa, Osmanlı Devleti Rusya'ya asker ve donanma göndermeyecek, fakat buna karşılık Çanakkale ve İstanbul Boğazlarını kapatacaktı.
4) Bu antlaşma sekiz yıl süreyle yürürlükte kalacaktı.
Yorum:
• Hünkâr İskelesi Antlaşması, Rusya'nın Karadeniz'deki güvenini artırdı.
• Osmanlı Devleti, Mehmet Ali Paşa'nın yeniden isyanına karşı kendini güvenceye aldı.
• Boğazların kapatılması İngiltere ve Fransa'nın çıkarlarını tehlikeye düşürdü.
• Hünkâr iskelesi Antlaşmasıyla Boğazlar sorunu ortaya çıktı.
• Osmanlı Devleti, Boğazlar üzerindeki egemenlik hakkını son defa tek başına kullandı.
e) Mehmet Ali Paşa'nın Yeniden İsyanı (1839)
Kütahya Antlaşması ne II. Mahmut'u, ne de Mehmet Ali Paşa'yı memnun etmişti. Padişah; Mısır, Suriye, Adana, Girit ve Cidde gibi büyük eyaletleri Mehmet Ali Paşa'ya vermekten rahatsızdı. Mehmet Ali Paşa 1833 yılından itibaren adeta bağımsız bir hükümdar gibi hareket ediyordu. Ordu ve donanmasını güçlendirmeye devam etti. 1838 yılına gelindiğinde, Mehmet Ali Paşa'nın bağımsızlığını açıklayacağı söylentileri yayılmaya başladı.
Doğu Akdeniz'de güçlü bir Mehmet Ali Paşa istemeyen İngiltere Osmanlı Devleti'ni tercih ediyordu. İngiltere, Osmanlı Devleti'nin zor durumundan da yararlanmak istedi. İki devlet arasında 1838'de bir ticaret antlaşması yapıldı. Osmanlı Devleti İngiltere'ye yeni ticari ayrıcalıklar vererek buna karşılık onun desteğini aldı.
Fransa ise Mehmet Ali Paşa'nın Mısır'a egemen olmasına ve bağımsızlığını ilân etmesine, özellikle de ekonomik açıdan güçlenmesine taraftardı. Osmanlı Devleti, Fransa ile de bir ticaret antlaşması yaparak ikinci büyük devletin de siyasi desteğini sağladı.
Mehmet Ali Paşa 1839'da bağımsızlığını ilân ederek ayaklandı. Nizip savaşı, Osmanlı Devleti'nin yenilgisiyle sonuçlandı. Yenilgi haberi İstanbul'a gelmeden II. Mahmut öldü, yerine Abdülmecit padişah oldu. Bu sırada Kaptan-ı Derya Ahmet Fevzi Paşa, Osmanlı donanmasını Mısır'a götürdü. Böylece, Osmanlı Devleti, savunmasız bir duruma düştü.
Osmanlı Devleti'nin bu durumundan dolayı Rusların Hünkâr İskelesi Antlaşmasından yararlanarak İstanbul Boğazı'na girebileceğini düşünen İngiltere ve Fransa, Mısır sorununu Avrupa sorunu haline getirmeye' karar verdiler. İngiltere ile çatışmayı göze alamayan Rusya da bu durumu kabul etti. Sonunda İngiltere, Avusturya, Prusya, Rusya ve Osmanlı Devleti'nin delegeleri Londra'da toplandılar. Mısır sorunu görüşülerek Londra Antlaşması yapıldı (1840).
1) Mısır eyaleti hukuk bakımından Osmanlı Devleti'ne bağlı olacak, yönetimi Mehmet Ali Paşa ve oğullarına bırakılacak.
2) Mısır Osmanlı Devleti'ne yıllık vergi ödeyecek ve Osmanlı donanmasını geri gönderecekti.
3) Suriye, Adana ve Girit Osmanlı Devletine verilecekti.
Fransa'ya güvenen Mehmet Ali Paşa bu antlaşmayı kabul etmedi. Bunun üzerine Osmanlı ve İngiliz donanmaları Suriye ve Mısır kıyılarına abluka ettiler.Akkâ kalesi kısa zamanda alındı. Mehmet Ali Paşa, Londra Antlaşması'nı kabul etti. Bu gelişmeler sonunda:
• Mısır sorunu çözüldü.
• Mısır iç işlerinde serbest, dış işlerinde Osmanlı Devleti'ne bağlı bir imtiyazlı eyâlet haline geldi.
• Mehmet Ali Paşa isyanı sırasında Tanzimat Fermanı ilân edildi (1839).
İ) Boğazlar Sorunu
a) Boğazlar Sorununun Ortaya Çıkması
Osmanlı Devleti, 15. yüzyılın ortalarından itibaren İstanbul'u ve arkasından Sinop, Trabzon, Kırım, Eflâk-Boğdan'ı fethetti. Böylece Marmara ve Karadeniz bir iç deniz haline geldi. Bununla birlikte Boğazlar da tamamen egemenlik altına alındı. Boğazlar ve Karadeniz'in yabancı gemilere kapalılığı, Osmanlı Devleti'nin ısrarla üzerinde durduğu bir konu olmuştur.
Osmanlı Devleti'nin 1535'de Fransa'ya, 1578'de İngiltere'ye, 1598'de Hollanda'ya verdiği kapitülasyonlarla Boğazlar bu devletlerin ticaret gemilerine açık hale getirilmiştir.
Osmanlı Devleti'nin zayıflamasıyla beraber Büyük Devletler, Avrupa'da üstünlük kurabilmek için Boğazları ele geçirmeyi amaçladılar. Bu durum Boğazların dolayısıyla Osmanlı Devleti'nin bir hedef haline gelmesine neden oldu. Rusya'nın güçlenmesi bu durumu daha da önemli duruma getirdi.
1700'de İstanbul Antlaşması'yla Azak'ın Rusların eline geçmesi, Karadeniz'deki statüyü değiştirmeye başladı. Ruslar burada bir filo kurmaya başladılarsa da, Osmanlı Devleti'nin tepkisi üzerine Karadeniz'de Türk gemileri ile ticaret yapmak zorunda kaldılar.
1774 yılında Küçük Kaynarca Antlaşması ite Rusya, Karadeniz'de kendi gemileri ile ticaret yapmak ve ticaret gemilerini Boğazlardan geçirmek hakkını elde etti. Ancak bu bir kapitülasyon niteliği taşıyordu ve Boğazların kapalılığı ilkesi yine devam ediyordu.
Napolyon'un 1789'de Mısır Seferi ile Fransa'nın buraya yerleşme durumu Akdeniz'de çıkarları olan devletleri harekete geçirdi. Bu devletlerden İngiltere, Fransa'nın Hindistan yolu üzerinde yerleşmesini istemiyordu. Akdeniz'le ilgili emelleri olan Rusya ise Osmanlı Devleti ile bir ittifak antlaşması yaptı. 1798'de yapılan antlaşma ile Osmanlı Devleti) Rus savaş gemilerinin geçici olarak ve kendisine yardım etmek amacıyla Boğazlardan geçmesine izin yerdi. Karadeniz'in Türk ve Rus gemilerinden başkasına kapalı olduğu, yani Rusya'nın ortaklığı kabul edildi.
* Bu tarihe kadar Boğazları egemenliğinde bulunduran Osmanlı Devleti, ilk defa Boğazları başka bir devletle yaptığı antlaşmada söz konusu yaparak, bazı kayıtlara bağladı.
Osmanlı-Rus Savaşı'nın başlamasıyla (1806) bu antlaşma geçersiz duruma geldi. Bu arada İngiliz savaş gemileri, Çanakkale Boğazından zorla geçerek İstanbul önlerine geldi. Bundan sonra 1809'da İngilizlerle Kale-i Sultaniye (Çanakkale) Antlaşması yapıldı. Bu antlaşmada, Boğazların bütün savaş gemilerine kapalılığı ilkesi kabul edildi. Osmanlı Devleti, barış zamanında hiç bir devletin savaş gemisinin Boğazlardan geçirmeyeceğine garanti verdi.
* Bu antlaşmayla Osmanlı Devleti ile Rusya arasında bir sorun olan Boğazlar konusuna ilk defa Boğazlarla ilgisi olmayan bir üçüncü devlet (İngiltere) resmen karıştı.
1829 Edirne Antlaşması ile Rusya, hakkını Osmanlı Devleti'ne bir defa daha kabul ettirdi. Ayrıca Karadeniz'deki ticaretten bütün devletlerin gemilerinin yararlanabileceği kabul edildi. Böylece "Boğazların bütün devletlerin ticaret gemilerine açıklığı" ilkesi ortaya çıktı. Bundan böyle, bütün devletlerin ticaret gemilerinin geçmesine izin vermek, Osmanlı Devleti için zorunlu oluyordu.
1.833te yapılan Hünkâr İskelesi Antlaşması ile Rusya durumunu daha fazla güçlendirdi. Karadeniz'de ve Boğazlarda en üstün nüfuza sahip devlet durumuna geldi. Bu durum diğer devletlerin, Boğazlar statüsü ile daha yakından ilgilenmesine neden oldu.
b) Londra Boğazlar Antlaşması (1841)
Mısır meselesi 1840 yılında çözümlendikten sonra sıra Boğazlar konusuna geldi. 1833 tarihinde yapılan Hünkâr İskelesi Antlaşması, sekiz yıl süreyle geçerliydi. İngiltere ve Fransa'nın çıkarlarına ters düşen bu antlaşmanın süresi 1841'de doluyordu. Bu nedenle İngiltere Boğazların uluslararası bir antlaşmaya bağlanması amacıyla bir konferans toplanmasını teklif etti. Rusya böyle bir konferansa başlangıçta karşı çıktıysa da sonunda kabul etmek zorunda kaldı.
1841'de Londra'da toplanan konferansa İngiltere,Rusya, Avusturya, Fransa, Prusya ve Osmanlı Devleti katıldı. Konferans sonunda şu kararlar alındı:
1) Boğazlar Osmanlı Devleti'nin egemenliğinde kalacaktı.
2) Barış zamanında hiç bir yabancı savaş gemisi Boğazlardan geçemeyecekti.
• Osmanlı Devleti'nin Boğazlar üzerindeki hükümranlık hakları sınırlanarak, Boğazların koruyuculuğu beş devlete bırakıldı.
• Boğazlar ilk defa uluslararası bir statüye bağlandı.
• 1841 Londra Antlaşması, Rusya'nın Hünkâr iskelesi Antlaşmasıyla Boğazlar ve Osmanlı Devleti üzerindeki himaye hakkını sona erdirdi.
• Avrupalı devletler, Rusya'nın aşırı isteklerini ilk defa engellediler.
• Bu antlaşma, Rusya'nın zararına olmuş; İngiltere ve Fransa antlaşmadan karlı çıkmıştır.
• Boğazların ticaret gemilerine açık, fakat yabancı savaş gemilerine kapalı olması, devletlerarası bir statüye dönüştü. Bu durum Avrupa devletler hukukunun bir prensibi haline geldi.
• Osmanlı Devleti'nin Boğazlar üzerindeki mutlak egemenliği sona erdi.
A) Kırım Savaşı (1853-1856)
Osmanlı Devleti, 1839 yılında Tanzimat Ferma-nı'nı ilân etmişti. Bütün eyaletlerde uygulanmaya çalışılan ıslahat hareketleriyle yönetim, askerlik, adalet ve eğitim alanlarında ıslahatlar yapıldı. Bu dönemde Osmanlı diplomasisi Rusya ve Avusturya'ya karşı, İngiltere ve Fransa'nın desteğini sağladı. Özellikle kendisine sığınan Macar milliyetçileri koruması Osmanlı Devleti'ne Avrupa'da büyük bir prestij kazandırdı.
a) Kırım Savaşı'nın Nedenleri
• Rusya'nın Osmanlı Devleti üzerindeki emelleri:
Rusya, ıslahat hareketleriyle Osmanlı Devleti'nin güçlenmesini istemiyordu. 1848 ihtilâllerinden Avrupa'da etkilenmeyen tek devlet olan Rusya, Osmanlı Devleti'ne karşı kendini güçlü hissediyordu. Bu nedenle harekete geçmek için elverişli zamanı beklemeye başladı.
Rusya'nın başında bulunan Çar l. Nikola Osmanlı Devleti'ni "Hasta Adam" olarak görüyor ve Hünkâr İskelesi Antlaşmasıyla elde ettiği kazançları yeniden, sağlamak istiyordu, l. Nikola amacına İngiltere ile anlaşarak ulaşmayı denedi. Bu nedenle 1851 yılında Petersburg'da ingiliz elçisine Osmanlı topraklarını
paylaşmayı teklif etti. İngiltere o sırada Osmanlı Devleti'nin parçalanmasını menfaatlerine uygun görmediğinden bu teklifi reddetti. İngiltere'nin Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünü koruma yanlısı olduğunu gören Rusya, plânını tek başına uygulamaya karar verdi. Savaş için bahane aramaya başladı.
• Kutsal Yerler Sorunu: Hıristiyanlarca kutsal sayılan Kudüs ve Filistin'de bir çok kilise ve anıt bulunmaktaydı. Katolik ve Ortodoks papazlar da bu kutsal yerlere hizmeti kendileri için bir şeref sayıyorlardı.
Fransızların Osmanlı Devleti'nden elde ettiği kapitülasyonlar sayesinde Katolikler kutsal yerlerde geniş haklar elde etmişlerdi. Rusya'nın güçlenmesiyle Ortodokslara da benzer imtiyazlar verilmişti. Fransız İhtilâli sırasında Ortodoksların Katoliklerin zararına haklar elde etmeleri, Ortodoks-Katolik rekabetini daha da artırmıştı. 1848 yılında Fransa'nın başına geçen Lui Napolyon, iktidara gelmesinde büyük yardım gördüğü Katolik partisini memnun etmek ve Fransa'ya karşı kurulmuş olan cepheyi parçalamak için kutsal yerler sorununa el attı.Rus Çarı l. Nikola, ortaya çıkan bu durumdan yararlanmak istedi. Bu amaçla da Bahriye Nazırı Prens Mencikof'u İstanbul'a gönderdi.
• Mençikof'un İstanbul'a Gelmesi ve Rus İstekleri: İstanbul'a gelen Prens Mençikof, günlük elbisesi ile Hariciye Nazırı ve Sadrazamı ziyaret etti. Protokol kurallarına uymayarak daha başlangıçta Osmanlı Devlet adamlarını baskı altına almak istedi. Mençikof, ardından açık ve gizli olarak isteklerde bulundu.
Açık İstekler:
1) Kutsal yerler sorununun Ortodoks kilisesi lehine çözümlenmesi,
2) Ortodoks kilisesinin ayrıcalıklarının belirlenmesi.
Asıl önemli olan ise gizli istekleriydi. Buna göre; Osmanlı Devleti ile Rusya arasında bir ittifak yapılacak, Osmanlı Devleti Batılı devletlerle savaşa girerse; Rusya, askeri yardım gönderecekti. Bu istekler Rusya'nın asıl niyetinin Hünkâr İskelesi Antlaşması'na benzer bir antlaşma yapmak istediğini ortaya koydu.
Babıâli, İngiltere ve Fransa'nın da onayını alarak bu ültimatomu reddetti. Prens Mençikof ise İstanbul'u terk ederek geri döndü.
b) Savaşın Başlaması ve Avrupalı Devletlerin Savaşa Katılmaları
Rus isteklerinin reddedilmesi üzerine savaş başladı. Ruslar, Eflâk ve Boğdan'ı işgal ettiler. Bütün Hıristiyan dünyasını da savaşa davet ettiler. Avusturya'nın girişimleriyle savaşı önlemek için Viyana'da bir konferans toplandı ise de sonuç alınamadı.Tuna boylarında yapılan savaşlarda üstünlüğü ele geçiren
Osmanlılar Anadolu'da da başarılar kazandılar.
Bu sırada İngiliz ve Fransız donanmaları 1841 Londra Mukavelenamesine rağmen, Çanakkale Boğazı'nı geçerek İstanbul'a girdiler. İngiltere ve Fransa böylece, Rusya'nın güneye inmesini engellemeyi ve Osmanlı Devleti'ni desteklediklerini göstermeyi amaçlamışlardı.
Bunun üzerine bir Rus filosu, Batum'a erzak ve savaş malzemesi götüren, fakat fırtına dolayısıyla Sinop'a sığınmış olan on parçalık Osmanlı filosunu yaktı (1853).
Sinop Baskını İngiltere ve Fransa'nın Rusya'nın gücünü anlamalarına neden oldu. İngiltere ve Fransa Osmanlı Devletiyle bağlaşma yaparak Rusya'ya savaş açtılar.
Silistre'de Osmanlı kuvvetleri karşısında yenilen Ruslar, Eflâk ve Boğdan'ı boşalttılar. Avusturya ise yeni bir savaşı engellemek için Osmanlı Devletiyle anlaşarak Eflâk ve Boğdan'ı işgal etti. Balkanlarda savaş durumu ortadan kalkınca müttefikler, Kırım'a asker çıkarmaya karar verdiler.
İngiltere, Fransa, Piyemonte (Sardunya) ve Osmanlı kuvvetleri Kırım'a asker çıkararak Sivastopol'ün alındığı sırada Mençikof ve Çar l. Nikola ölmüştü. Yeni Çar l. Aleksandr, barış istemek zorunda kaldı.
* Piyemonte (Sardunya) Hükümeti bu dönemde İtalyan birliğini kurmaya çalışıyordu. Kendi davasına Avrupa'nın dikkatini çekmek, Avusturya'ya karşı ileride İngiltere ve özellikle Fransa'nın desteğini sağlamak için savaşa 15.000 asker göndererek katılmıştır.
c) Paris Antlaşması (1856)
Barış konferansı Paris'te toplandı. Konferansa Osmanlı Devleti, İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya, Piyemonte hükümeti ve Kırım Savaşı'na katılmayan Prusya katıldı. Osmanlı delegelerinin başında Âli Paşa bulunuyordu. Uzun görüşmeler sonunda Paris Antlaşması imzalandı (1856). Buna göre;
1) Osmanlı Devleti bir Avrupa devleti sayıldı. Avrupa devletler hukukundan yararlanacaktı. Topraklarının bütünlüğü Avrupa devletlerinin garantisi altına alındı.
2) Karadeniz tarafsız bir deniz olacaktı. Bütün devletlerin savaş gemilerine kapalı fakat ticaret gemilerine açık olacaktı. Osmanlı Devleti ve Rusya, bu denizde savaş gemisi bulundurmayacaklar ve Karadeniz kıyılarında tersane kuramayacaklardı.
3) Boğazlar, 1841'de imzalanan Londra Antlaşması'na göre yönetilecekti,
4) İki taraf savaşta almış oldukları yerleri geri vereceklerdi.
5) Eflâk ve Boğdan'a muhtarlık verilecek ve bu durum büyük devletlerin kefilliği altına alınacaktı.
6) Tuna üzerinde ticaret gemileri serbestçe dolaşacaklardı. Bu işi antlaşmayı imza eden devletlerin delegelerinden kurulacak bir komisyon yönetecekti.
7) Osmanlı Devleti'nin konferans sırasında ilân ettiği ve örneğini kongreye sunduğu Islâhat Fermanı büyük devletler tarafından dikkate alınacak, fakat bu fermana göre yapılacak ıslahata karışılmayacaktı.
d) Kırım Savaşı'nın Sonuçtan
• Rusya'nın Osmanlı Devleti üzerindeki emelleri bir süre için gecikti.
• Rusya, 1774'ten 1829'a kadar Balkanlardan elde eniği kazançları kaybetti.
• Boğazların 1841 statüsüne getirilmesi İngiltere ve Fransa'nın Akdeniz'deki güvenini artırdı.
• Osmanlı Devleti bir Avrupa devleti sayıldı ve Avrupa devletler hukukundan yararlanma imkanını buldu.
• Osmanlı Devleti kendi toprak bütünlüğünü koruyamayacak kadar güçsüz olduğunu kabul etti.
• Osmanlı Devleti, savaşı kazandığı halde Karadeniz'de donanma ve tersane bulundurmamayı kabul etmekle yenik devlet muamelesi gördü.
• Islahat Fermanı'nın anlaşma metnine konması, Osmanlı Devleti'nin zararına oldu. Çünkü Avrupa devletleri bu fermana dayanarak Osmanlı Devleti'nin içişlerine karıştılar.
• Rusya'nın güneye inme politikasının önlenmesi, Doğu politikasına önem vermesine ve Asya'da genişleme politikasına yönelmesine neden oldu.
• Osmanlı Devleti ilk defa bu savaş sırasında dış borç aldı. Müttefik durumunda olan İngiltere ve Fransa'dan borç alınarak ihtiyaçlar karşılandı.
• Osmanlı Devleti, kapitülasyonların kaldırılması için ilk girişimi bu konferans sırasında yaptı. Fakat bir sonuç alınamadı.
K) 1856'dan Sonra Osmanlı Devleti
a) Panislâvizm Hareketleri
Paris Antlaşması, Rusya'nın emellerini 1870 yılına kadar engelledi. Bu tarihlerde Avrupa siyasi dengesini değiştiren gelişmeler meydana gelmişti.
• İtalya (1870), Almanya (1871) siyasi birliklerini kurarak siyasi güç olarak ortaya çıkmışlardı.
• Fransa, yenilerek Alsace-Loraine bölgesini Almanya'ya bırakmıştı.
• Avusturya bir kısım topraklarını İtalya'ya vermişti.
• Rusya, bu gelişmelerden yararlanmayı amaçlayarak Paris Antlaşması'nın Karadeniz'in tarafsızlığına ilişkin olan maddesini tanımadığını bildirdi. Böylece Akdeniz'e inmeyi başaracaktı.
•1871yılında Osmanlı İmparatorluğu,İngiltere,Rusya,Fransa,Almanya,İtalya ve Avusturya'nın katılmasıyla Londra'da bir konferans kabul edildi.
Buna göre;
1) Paris Antlaşmâsı'nın, Rusya'nın Karadeniz'de savaş gemisi bulundurmasını ve tersane yapmasını önleyen hükümleri kaldırılıyordu.
2) Boğazların kapalılığı ilkesi devam edecekti.
3) Karadeniz eskiden olduğu gibi bütün devletlerin ticaret gemilerine açık olacaktı
Rusya elde ettiği bu başarıdan sonra, tekrar Osmanlı ülkesi üzerindeki emellerinin yerine getirilmesi için çalışmaya başladı. Ancak bu kez milliyetçilik yolunu kullandı. Balkanlarda Slav ırkından olan bütün kavimleri bir amaç etrafında birleştirmek anlamına gelen Panizlâvizm idealini ortaya attı. Balkan milletleri arasında Panislâvizm idealini yaymaya başladı. Rusya'nın bu çalışmaları sırasında Osmanlı Padişahı Abdülaziz'di (1861-1876). Sadrazamlık görevinde ise Rus taraftarı olan Mahmut Nedim Paşa bulunuyordu. Ruslar bu durumdan yararlanarak Bulgar kilisesinin muhtarlığı konusunu kabul ettirdiler. Bu durum Bulgaristan'ı siyasi açıdan bağımsız duruma getirirken, isyanların da genişlemesine neden oldu.
b) Balkan Bunalımı
Ruslar Panislâvist örgütlerin yardımlarıyla Bosna, Hersek, Sırbistan ve Bulgaristan'da isyanlar hazırladılar. Avusturya ise, İtalya'ya verdiği yerlerin acısını çıkarmak için Bosna, Hersek taraflarını işgal etmek istiyordu. Bu devletlerin kışkırtmaları sonucunda ilk isyan bir vergi sorunundan dolayı Hersek'de başladı. (1875). Hersek isyanıyla ortaya çıkan bu gelişmeler "Balkan Bunalımı"na zemin hazırladı. Hersek'ten sonra Sırbistan ve Bulgaristan'da isyanlar çıktı.
Osmanlı Devleti'nin Balkan bunalımıyla içine düştüğü siyasi gelişmeler, maliyenin giderek kötüleşmesi Padişah Abdülaziz'e karşı gittikçe büyüyen bir tepkiye neden oldu. Mithat Paşa ve arkadaşlarının çalışmaları sonunda Abdülaziz tahttan indirilerek yerine V. Murat padişah yapıldı. Ancak V. Murat'ın akıl hastası olduğu anlaşılınca üç ay sonra yerine meşrutiyeti ilân edeceğine söz veren II. Abdülharnit padişah yapıldı (1876).
İsyanların gelişmesi üzerine Avusturya, Rusya ve Almanya Berlin'de bir konferans topladılar. Bu konferans Osmanlı Devleti aleyhine kararlar aldı. Osmanlı Devlet adamları ülkede meşrutiyet ilân edilirse, bu isyanların önünün alınacağını düşünüyorlardı. Bu nedenle Kanun-u Esasi hazırlıklarına başladılar. Fakat Karadağlılar ve Sırpların yeniden harekete geçmeleri Osmanlı Devleti'nin asker kullanmasıyla sonuçlandı, isyanın bastırılması üzerine Rusya araya girerek ateşkes yapılmasını istedi.
c) İstanbul Konferansı (1876)
Avrupa devletleri, Balkan sorunlarına çözüm bulmak amacıyla İstanbul'da konferans toplamayı kararlaştırdılar. İstanbul Konferansı'na Osmanlı Devleti, Rusya, İngiltere, Fransa, Avusturya, Almanya ve İtalya devletleri katıldı. Osmanlı Devleti konferansın açıldığı gün (23 Aralık 1876) Kanun-u Esasi'yi ilân ederek Meşrutiyet devrine geçti. Osmanlı Dışişleri Bakanı Saffet Paşa top seslerinin duyulması üzerine, temsilcilere, Osmanlı Devleti'nin meşrutiyet devrine geçtiğini ve bundan dolayı konferansın toplanmasına gerek kalmadığını açıkladı.
* Böylece, Osmanlı Devleti, iç ve dış nedenlerin sonucunda mutlak monarşiden, meşrutiyet rejimine geçmiş oldu.
* Osmanlı Devleti, bu hareketiyle yabancı devletleri etkileyerek konferansın toplanma nedenlerini ortadan kaldırmayı amaçlamıştı.
Konferansa katılan devletler Meşrutiyetin ilânım konferansı etkilemeye yönelik bir taktik olarak görerek toplantıya devam ettiler. Yabancı delegeler önce kendi aralarında toplanarak kararları belirlediler. Sonra yapılan genel toplantı ile kararları açıkladılar.
İstanbul Konferansı
1) Sırbistan ve Karadağ'dan Osmanlı askerlerinin çekilmesine,
2) Bulgaristan'da Doğu ve Batı Bulgaristan adıyla iki ayrı eyalet kurulmasına,
3) Bosna-Hersek'le birlikte, bu iki eyalete de muhtarlık verilmesine karar verdi.
Osmanlı Devleti'nin bu kararları kabul etmemesi üzerine konferans dağıldı. İstanbul Konferansı'ndan bir sonuç alınamaması üzerine Büyük Devletler İngiltere'nin girişimleriyle Londra'da bir konferans topladılar. Londra Konferansı'nda, İstanbul Konferansı'nda alınan kararlar yumuşatılarak Osmanlı Devletine bildirildi. Osmanlı Devleti, bu kararları da kabul etmedi.
d) 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı
Osmanlı Devleti'nin konferans kararlarını kabul etmemesi üzerine Rusya, Osmanlı Devleti'ne savaş açtı. Kafkasya ve Romanya'dan saldırıya geçen Ruslar iki koldan ilerlemeye başladılar. Balkanlarda isyanlar yeniden başladı. A. Muhtar Paşa'nın bütün gayretlerine rağmen Ruslar, Erzurum'a kadar geldiler. Balkanlarda Gazi Osman Paşa komutasındaki Plevne savunması altıncı ayın sonunda bozuldu. Rusların Edirne'ye kadar gelmeleri üzerine Padişah II. Abdülhamit ateşkes istedi. Bu gelişme karşısında İngiltere harekete geçti, İngiliz donanmasının Mudanya'ya gelmesi üzerine Ruslârda Yeşilköy'e kadar geldiler.
e) Ayastefanos Antlaşması (1878)
Ruslarla barış görüşmeleri Yeşilköy'de yapıldı. Sonunda; Ayastefanos Antlaşması yapıldı (3 Mart 1878)
1) Büyük bir Bulgaristan krallığı kurulacak, Makedonya, Doğu Rumeli ve asıl Bulgaristan bu krallığa bağlanacaktı.
2) Bosna - Hersek'e muhtarlık verilecekti.
3) Kars, Ardahan, Batum ve Doğu Bayezıt Rusya'ya bırakılacaktı.
4) Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsız olacaktı.
5) Girit'te Ermenilerin bulunduğu yerlerde, Teselya ve Arnavutluk'ta Osmanlı Devleti ıslahatlar yapacaktı.
6) Osmanlı Devleti, Rusya'ya 30 milyon lira savaş tazminatı ödeyecekti.
Önemi
• Bu antlaşma ile Rusya, Panislâvizm politikasında başarılı olarak Osmanlı Devleti'ni istediği gibi parçalamıştır.
• Osmanlı Devleti; Romanya, Sırbistan ve Karadağ topraklarını kaybetti.
• Özerk Bulgar krallığının kurulması ve bu devletin Ege Denizi'ne kadar büyümesiyle Rumeli toprakları ikiye ayrıldı.
• Doğu Anadolu'da önemli topraklar Rusya'ya bırakıldı.
• Ermeni sorunu ilk defa bu savaş sırasında ortaya çıktı. Ayastefanos Antlaşması ile Rusya Ermeniler üzerinde söz sahibi oldu.
• Rusya, Bulgaristan vasıtasıyla Ege Denizi'ne çıkarak sıcak denizlere inme politikasını büyük ölçüde gerçekleştirdi.
• Rusya, Doğu Anadolu'da elde ettiği yerlerle Dicle- Fırat ve Basra Körfezi'ne yaklaştı.
• 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nın politikaya etkisi Meclisin kapatılması oldu. '
• Rusya'nın güçlenmesinden rahatsız olan büyük devletlerin etkisiyle Ayastefanos Antlaşması yürürlüğe girmedi. Yerine Berlin Antlaşması yapıldı.
L) Berlin Antlaşması (13 Temmuz 1878)
Rusya, Ayastefanos Antlaşması ile amacına ulaşmış ve Osmanlı ülkesini parçalamayı başarmıştı.Osmanlı-Rus Savaşı'nın başından beri tarafsız görünen Avrupalı devletler ortaya çıkan durumdan memnun olmadılar. Antlaşmaya ilk tepki, Avusturya ile İngiltere'den geldi. Balkan topraklarını elde etmeye çalışan Avusturya, Rusya'nın elde ettiği çıkarları kabullenemedi. Rusya'nın, özellikle Ege Denizine ve Dicle-Fırat yolu ile Basra'ya uzanması İngiltere'yi rahatsız etti. Doğu ticareti ve sömürgeleri için büyük bir tehlike meydana getiren bu durum İngiltere'yi harekete geçirdi.
İngiltere ve Avusturya, Almanya'yı da kendi taraflarına çekerek, Ayastefanos Antlaşması'na itiraz ettiler. Rusya yıpranmış ordularıyla Avrupa devletlerine karşı yeni bir savaşı göze alamadığından, konunun yeniden görüşülmesini kabul etmek zorunda kaldı. Bu durum, Osmanlı İmparatorluğu'nun geleceğinin devletlerarası görüşmelerde belirlenmesi demekti.
Ayastefanos Antlaşması'nın yeniden gözden geçirilmesi amacıyla Berlin Kongresi toplandı.Kongre başkanı Almanya Başbakanı Bismark'tı. Kongreye 1856 Paris Antlaşması'nı imzalayan devletler yani Osmanlı Devleti, Rusya, İngiltere, Fransa, Avusturya, Almanya ve İtalya katıldılar. Bir ay süren kongre sonunda Berlin Antlaşması (13 Temmuz 1878) yapıldı.
1) Ayastefanos Antlaşması ile kurulan Büyük Bulgaristan üç kısma ayrıldı:
a) Makedonya kısmı Islahat yapmak şartıyla Osmanlı Devleti'ne bırakıldı.
b) Doğu Rumeli eyaletine Hristiyan vali tayin edilerek muhtarlık verildi.
c) Asıl Bulgaristan, Osmanlı Devleti'ne vergi veren bir prenslik haline getirildi.
2) Bosna-Hersek, Osmanlı Devleti'ne verilecek, fakat şimdilik Avusturya tarafından yönetilecekti.
3) Romanya, Sırbistan ve Karadağ tam bağımsız hale gelecekti. Ayrıca Dobruca Romanya'ya; Niş Sırbistan'a; Adriyatik kıyılarından bazı yerler Karadağ'a verildi.
4) Kars, Ardahan, Batum Rusya'ya verilecekti.Doğu Beyazıt Osmanlılarda kaldı.
5) Osmanlı ülkesinde Ermenilerin oturdukları yerlerde ıslahatlar yapılmasına karar verildi.
6) Teselya, Yunanistan'a bırakıldı.
7) Osmanlı Devleti, Girit adasında ıslahat yapacak.
8) Tuna nehrinde ulaşım serbest olacak ve devletlerarası bir komisyon tarafından yönetilecekti. Fakat nehir savaş gemilerine kapalı olacaktı.
9) Boğazlar konusunda 1856 Paris ve 1871 Londra Antlaşmalarıyla belirlenen hükümler yürürlükte kalacaktı.
10) Osmanlı Devleti, Rusya'ya 60 milyon lira savaş tazminatı ödeyecekti.
Yorum:
• Ayastefanos Antlaşması'nın yerine Berlin Antlaşması'nın yapılmasıyla 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı kesin olarak sona erdi.
• Osmanlı Devleti'nin Berlin Antlaşmasından tek kârı Doğu Beyazıt'ın geri alınması oldu. Buna karşılık, Kıbrıs üs olarak İngilizlere verildi.
• Savaş sırasında ortaya çıkan Ermeni sorunu, Berlin Antlaşmasıyla devletlerarası politika konusu haline geldi.
• Rusya'nın Balkan hakimiyeti önlendi.
• Büyük Bulgaristan'ın parçalanmasıyla Rusya'nın Balkanlar üzerinden Akdeniz'e inmesi önlendi.
• Yunanistan'ın sınırları genişledi.
• Osmanlı Devleti, büyük toprak kaybına uğradı (287.000km2).
• Bosna-Hersek ve Kıbrıs üzerindeki Osmanlı egemenliği sadece görünüşte kaldı.
• Rusya ile Osmanlı Devleti arasında l. Dünya Savaşı'na kadar devam edecek bir barış devri açıldı. Bu süre içinde Osmanlı-Rus Savaşı meydana gelmedi.
M) Osmanlı İmparatorluğu'nun Dağılması (1878-1908)
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndaki mağlubiyetten sonra Padişah II. Abdülhamit, Meclis-i Mebusan’ı kapattı. Bundan sonra Osmanlı Devleti'nin gücünü tamamen kaybetmiş olması, barışçı bir politikanın izlenmesinde etkili oldu. Ancak, toprak kayıpları hızlı bir şekilde devam etti.
1) Kıbrıs'ın İngilizlere Üs Olarak Verilmesi (1878):
İngiltere; 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda yapılan Ayastefanos Antlaşması'nı geçersiz hale getirmek için kongre toplanmaya karar verdi. Ancak böyle bir kongrenin toplanması için şart olarak Kıbrıs'ın üs olarak verilmesini istedi. Kıbrıs'a sahip olmakla gerçekte Rusların Akdeniz'e inmesini önlemeyi amaçlıyordu. Görünüşte ise Rus saldırıları karşısında Osmanlı Devleti'ne yardım yapabilmek için Kıbrıs adasını istemişti. Bu konuda yapılan anlaşmaya göre, Kıbrıs hukuken Osmanlı Devleti'ne bağlı bulunacak, kurumlar da aynen devam edecekti (1878).
• İngiltere, Kıbrıs'ı elde etmekle, Doğu Akdeniz'i ve Süveyş Kanalı'nı kolayca kontrol etme imkanına kavuştu.
• Kıbrıs, İngiltere'ye geçici olarak verildiği halde; Osmanlı Devleti'nin l. Dünya Savaşı'na girmesi üzerine İngiltere adayı topraklarına kattığını açıkladı.
2) Tunus'un Fransızlar Tarafından İşgali (1881):
Fransızlar, 1830 yılından Cezayir'i işgal etmişlerdi. Berlin Kongresi'nden sonra da Cezayir'in güvenliği açısından Tunus'un işgalini uygun gördüler. İtalyanların da bu konuda emellerinin olduğunu öğrenen Fransızlar harekete geçtiler. Bazı sınır olaylarını bahane ederek 1881'de Tunus'a girdiler. Osmanlı Devleti bu olayı protesto etmesine karşılık yeterli gücü olmadığından sonuç alamadı. Böylece Tunus, Fransız himayesi altına girdi.
3) Mısır'ın İngilizler Tarafından İşgali (1882):
Tunus'un Fransızlar tarafından işgali İngilizleri harekete geçirdi. Mısır, Mehmet Ali Paşa ve oğullarının idaresinde çok gelişmişti. 1869'da Süveyş Kanalının Fransızlar tarafından açılmasıyla Mısır'ın siyasi ve ekonomik önemi giderek arttı. Süveyş Kanalının açılmasıyla Akdeniz limanları yeniden önem kazandı. İngilizler de Hindistan yolu üzerinden bulunan Mısır'ı ele geçirme plânları yapmaya başladılar.
Mısır'ın başında Mehmet Ali Paşa soyundan gelen ve "Hidiv" denilen bir vali bulunuyordu. Bunlardan Hidiv İsmail Paşa Fransa ve İngiltere'den çok borç almış ve 1879 yılında iflas etmişti. İngiltere ve Fransa bunun üzerine Mısır işlerine karışmaya başladılar, Mısır maliyesinin koruma hakkını elde ettiler.
Yabancıların müdahelesine karşı çıkan Mısırlılar ayaklanarak yönetimi ellerine geçirdiler. Karışıklıkları bahane eden İngilizler, 1882'de Mısır'ı işgal ettiler. Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında yapılan antlaşmaya göre; Mısır hukuken Osmanlı Devleti'ne ait olacak ve vergi ödeyecekti. Osmanlı Devleti ile İngiltere, Mısır'da birer Yüksek Komiser bulunduracaklardı. Bu anlaşmaya rağmen Mısır gibi zengin bir eyalet kaybedilmiş oldu.
4) Girit Sorunu ve 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı:
Yunanistan Edirne Antlaşması'yla bağımsız olduğu halde, Girit adası Osmanlı Devleti'ne bağlıydı..Yunanistan'a bağlanmak isteyen Girit Rumları adasının Mehmet Ali Paşa'dan tekrar Osmanlılara geçmesinden sonra ayaklandılar (1841). Bu isyanın bastırılmasından sonra 1866'da daha büyük bir isyan çıktı. Girit'te geçici hükümet kuran asiler âdânın Yunanistan'a bağlanmasını istediler. Osmanlı Devleti isyanı bastırınca Avrupalılar duruma müdahele ettiler. Bunun üzerine Halepa Fermanı ilân edilerek Giritlilere imtiyazlar verildi (1866). Girit isyanının devam etmesi üzerine adaya yardım gönderen Yunanistan’la Osmanlı Devleti arasında savaş ihtimali ortaya çıktı.
Bunun üzerine Avrupalı devletler 1879'da Paris'te bir konferans topladılar. Bu konferansta Halepa Fermanının uygulanması kabul edildi. 1887'de Doğu Rumeli'nin Bulgaristan'a bağlandığı sırada, adada yine isyan çıktı. Giritliler,Halepa Fermanına razı oldular.
Böylece:
1) Girit'in bazı sancaklarına Hıristiyan, bazılarına da Müslüman vali atandı.
2) Yerli Meclisler kuruldu.
1896 yılında Girit'te yeniden isyan çıktı, Yunanlıların adaya asker çıkarmaları üzerine Osmanlı-Yunan Savaşı başladı (1897). Gazi Ethem Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Teselya'yı alarak Dömeke'de Yunanlıları mağlup etti. Atina yolunun açılması üzerine, büyük devletler araya girdiler. 1897 yılında İstanbul'da bir antlaşma yapıldı:
1) Yunanistan, Girit'teki askerlerini geri çekecek ve Osmanlı Devleti'ne savaş tazminatı ödeyecekti.
2) Girit'e muhtariyet verilecek ve Yunanistan krallık soyundan bir prens vali olacaktı.
Böylece:
• Bu antlaşmayla Girit elimizden çıktı.
• İkinci Meşrutiyetin ilân edildiği sırada, Yunanlılar Girit'i işgal ederek adayı Yunanistan'a bağladılar.
• Balkan savaşlarının sonunda yapılan Atina Antlaşması ile Girit'in Yunanistan'a ait olduğu kabul edildi (1913).
5) Doğu Rumeli'nin Bulgaristan'a bağlanması (1887):
1878 Berlin Antlaşması'yla, Doğu Rumeli ıslahat yapmak şartı ile Osmanlı Devleti'ne bırakılmıştı. Aynı
zamanda Osmanlı Devleti'ne bağlı Bulgar Prensliği kurulmuştu. 1885 yılında Doğu Rumeli Bulgarları isyan ederek Bulgar Prensliğine bağlanmak istediklerini ilân ettiler. Ruslar Bulgarları kendilerine bağlamak istediklerinden bu durumu tepkiyle karşıladılar, iç karışıklıklar sonunda Alman Prensi Ferdinand, Bulgar Prensliğine seçildi. Osmanlı Devleti; durumu kabul ettiği gibi, Ferdinand'ı Doğu Rumeli 'valiliğine tayin ederek, bu eyaletin Bulgaristan'a bağlandığını kabul ettî (1887).
6) Bosna-Hersek'in Avusturya'ya Bağlanması (1908):
1878 Berlin Antlaşmasıyla Bosna-Hersek, geçici olarak Avusturya'ya bırakılmıştı. Osmanlı Devleti'nin II. Meşrutiyeti ilân ettiği sırada Avusturya bundan faydalanarak Bosna-Hersek'i topraklarına kattığını açıkladı. Osmanlı Devleti, Yenipazar sancağı hariç Bosna-Hersek'in Avusturya'ya ait olduğu kabul etti.
7) Bulgaristan Krallığının Kurulması (1908):
İkinci Meşrutiyetin ilânı sırasında, Bulgaristan krallığı bağımsızlığını ilân ederek, Doğu Rumeli'yi de kendisine bağladığını açıkladı. Osmanlı Devleti, Rusya'nın araya girmesi üzerine Bulgaristan krallığını resmen tanıdı. Böylece Doğu Rumeli ve Bulgaristan elimizden çıktı.
II. Mahmut, Osmanlı İmparatorluğu'nun en bunalımlı dönemlerinden birinde padişahlık yaptı. Buna rağmen hükümdarlığı süresince Osmanlı tarihinde ilk defa çok yönlü ıslahatlara girişti. İdari, askeri ve kültürel alanda yaptığı ıslahatlarla Osmanlı Devleti'nin çöküşünü durdurmak ve devlete Avrupalı bir karakter vermeye çalıştı. Özellikle Yeniçeri Ocağı'nı kaldırmakla ıslahatların önündeki büyük bir engelden kurtulmuş oldu.
A) II. MAHMUT DÖNEMİ ISLAHATLARI
a) İdari Alandaki Islahatlar
a) Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan beri devlet ve merkez yönetiminin temeli olan "Divan-ı Hümayun" kaldırıldı.
b) Divan örgütünün yerine bugünkü anlamda "bakanlıklar" kuruldu.
c) Devlet memurları Dahiliye ve Hariciye olarak ikiye ayrıldı.
d) Memurlar için Rütbe ve Nişan sistemi kabul edildi.
e) Müsadere yöntemi kaldırılarak mülkiyet hakkı tanındı.
f) Sened-i İttifak ile ayanların varlığı kabul edildi.
g) II. Mahmut devletçe din ve mezhep ayrımı yapılmayacağını Tebaamdan Müslümanları ancak camide, Hıristiyanları kilisede, Musevileri de havrada tanımak isterim" diyerek ifade etmiştir.
h) İller, merkeze bağlandı.
ı) Ayanlık kaldırılarak, ayanlarla mücadele edildi.
k) Askeri amaçlı olarak ilk defa Anadolu ve Rumeli'de nüfus sayımı yapıldı.
I) Askeri işleri düzenlemek için "Dar-ı Şurayı Askeri", adalet işlerini düzenlemek için "Meclis-i Valâyı Ahkâm-ı Adliye", devlet memurlarını (bürokrasi) düzenlemek için "Dar-ı Şurâyı Babıâli" gibi meclisler kuruldu.
m) Tımar ve zeamet kaldırılarak, devlet memurları maaşa bağlandı.
n) Köy ve mahallelere "muhtarlar" tayin edildi.
b) Askeri Alandaki Islahatlar
a) III. Selim döneminde kurulan III. Selim'in tahttan indirilmesiyle dağıtılan Nizam-ı Cedit ordusu yerine aynı özellikte "Sekban-ı Cedit" adıyla yeni bir ordu kuruldu. Fakat yeniçeriler bu ordudan da kuşkulandılar. Alemdar Mustafa Paşa'nın sadrazamlığı döneminde kurulan bu ordu, Alemdar'ın ölümüyle sonuçlanan olayla ortadan kaldırıldı.
b) II. Mahmut, Sekban-ı Cedit'in yerine her yeniçeri ortasından 150 kişi alarak "Eşkinci Ocağı"nı kurdu. Ocağa kaydedilen yeniçerilerin "Biz talim istemeyiz" diyerek ayaklanmaları üzerine bu ocak kaldırıldı.
Bu olaya "Vakay-ı Hayriye" denildi.
Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasıyla:
• Padişahlar, devlet üzerindeki otoritelerini yeniden kurdular.
• Yeniliklere engel olan önemli bir kurum ortadan kaldırıldı.
• Yeniçeri teşkilatının kaldırmamasından sonra Bektaşilik tarikatı yasaklandı.
d) Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından sonra yerine "Asâkir-i Mansure-i Muhammediye" adıyla yeni bir ordu kuruldu. Günümüz ordularının temelini oluşturan bu ordu, Avrupa usulünde düzenlendi. Tümen, tabur ve bölüklere ayrıldı.
C) Kültürel Alandaki Islahatlar
a) Medreselerin yanı sıra, yeni tarz eğitim kurumları açıldı. Yüksek öğretime öğrenci yetiştirmek için "Rüşdiye (ortaokul)", "Mekteb-i Ulüm-u Edebiye" gibi orta dereceli okullar açıldı. Devlet memurları için "Mekteb-i Maarif-i Adliye", askeriye için "Mekteb-i Harbiye" açıldı. Yine bu dönemde "Mekteb-i Tıbbiye", "Mızıka-yı Hümayun" gibi yüksek okullar açıldı.
* Medreselerin yanında bu okulların açılması, toplumda kültür çatışmasına neden oldu.
b) İlk defa Avrupa'ya öğrenci gönderildi.
c) Takvim-i Vekayi" adıyla ilk defa gazete çıkanldı.
d) II. Mahmut bir fermanla ilköğretimin mecbur olduğunu ilân etti.
e) Memurlara fes ve pantolon giyme şartı getirildi.
f) Posta, polis ve karantina teşkilatları kuruldu.
g) Avrupai tarz müzik serbest bırakıldı.
h) II. Mahmut, Avrupa hükümdarları gibi seyahate çıkarak denetimde bulundu.
ı) Yurtdışına çıkışta pasaport uygulaması başladı.
D) Ekonomi Alanındaki Islahatlar
a) Ekonomik kalkınma açısından önem taşıyan yol yapımına önem verildi.
b) Yerli malların kullanılması teşvik edildi.
c) Bir çuha fabrikası kuruldu.
d) Osmanlı tüccarının Avrupa mallarıyla rekabet edebilmesini sağlamak için gümrük kolaylıkları getirildi.
* Ekonomi alanındaki ıslahatlara en büyük darbe, 1838 yılında yapılan Balta Limanı Ticaret Antlaşması oldu. Bu antlaşma ile Osmanlı ülkesinde Tekel sistemi ve iç gümrük yöntemi kaldırıldı. Diğer devletlere de bu imtiyazlardan yararlanma hakkı tanındı. İngilizlere verilen bu imtiyazlardan daha sonra diğer devletlerin de yararlanması Osmanlı ekonomisinin çöküşünü hızlandırdı.
B) Tanzimat Dönemi
a) Tanzimat Fermanı (3 Kasım 1839)
II. Mahmut'un 1839'da vefatı üzerine yerine oğlu Abdülmecit geçti. Bu sırada Osmanlı Devleti'nin durumu hiç iç açıcı değildi. Osmanlı ordusu Nizip'te Mehmet Ali Paşa'ya yenilmiş, donanma Mısır'a götürülmüştü. Mısır sorunu bir Avrupa sorunu haline gelmişti. Bu durumda devlet ya Mehmet Ali Paşa'nm eline geçecek, ya da Rusya Hünkâr İskelesi Antlaşması'na göre Osmanlı Devleti'ni himaye altına alacaktı.
Abdülmecit, Mustafa Reşit Paşa'yı II. Mahmut zamanında kararlaştırılan Tanzimat Fermanı'nı hazırlamakla görevlendirdi. Tanzimat Fermanı 3 Kasım 1839 tarihinde Gülhane bahçesinde okundu. Bu yüzden "Tanzimat-ı Hayriye Fermanı'na, "Gülhane Hatt-ı Hümayunu" da denilmiştir.
Tanzimat Fermanı'nm başlıca esasları şunlardı:
1. Müslüman ve Hıristiyan bütün halkın ırz, namus, can ve malı devlet garantisi altında bulunacak.
2. Vergiler herkesin gelirine göre, düzenli bir şekilde alınacak.
3. Askerlik işleri düzene konulacak.
4. Mahkemeler açık olacak. Hiç kimse mahkeme edilmeden cezalandırılmayacak.
5. Herkes malına sahip olup, miras bırakılabilecektir.
6. Her türlü rüşvet ve iltimas kalkacaktı.
7. Herkes kanun önünde eşit olacak.
Yorum:
• Padişah; bu fermanı ilân ederek bizzat kendisi kendi yetkilerini sınırlandırmıştır.
•Fermanın getirdiği en büyük yenilik, her gücün üstünde kanun kuvvetinin bulunduğu düşüncesinin
ortaya çıkmasıdır. .
• Tanzimat Fermanı; Osmanlı Devleti'nde anayasacılığın başlangıcıdır.
• Vatandaşın mülkiyet hakkı, devlet garantisi altına alınmıştır.
• Tanzimat Fermanı'nı ilânı ile Osmanlı ülkesinde Avrupai tarz hukuk kuralları geçerli olmaya başlamıştır.
• Askerlik vatan hizmetine dönüşmüştür.
• Batılılaşma, hareketleri bundan sonra daha da yoğunlaştı.
• Tanzimat döneminde Batıyı daha iyi anlayan aydınlar yetişti.
Sonuçlar:
Tanzimat Fermanı'nın halk tarafından anlaşılması için Anadolu ve Rumeli'ye memurlar gönderildi.
Hukuk alanında ıslahatlar ile yeni ticaret, ceza kanunları ve mahkemeler meydana .getirildi. Fakat bu haklardan Türkler ve Müslüman'lardan daha çok Avrupalılar ve gayrimüslimler yararlandılar.
Kılık, kıyafet, yaşayış ve sosyal alanda "Batılılaşma" denilen yenilikler yapıldı.
Tanzimat Fermanı, anayasanın Osmanlı ülkesinde başlangıcı oldu. Osmanlı Devleti bu fermanı ilân ederken Avrupalı devletlerin desteğini sağlamayı amaçlamıştı. Tanzimat'ın hemen sonrasında Mısır meselesi, onların yardımı ile halledildi. Rusya ve Hünkâr İskelesi meselesi ve boğazların durumu çözümlendi.
Ordu ve eğitim alanında batı örneklerine göre çalışmalar yapıldı.
* Tanzimat Fermanı, halk iradesiyle değil, padişahın tek taraflı iradesiyle ortaya çıkmıştı. Bu nedenle halk tarafından tam olarak anlaşılamadı. Ancak bu dönemde ilk Osmanlı aydın kadrosu yetişti.
b) Islahat Fermanı (1856)
Tanzimat Fermanı'nı tamamlayıcı karakterde bir fermandır. Tanzimat Fermanı'yla vaat edilen yenilikler bir kez daha belirtilmiştir. Islahat Fermanı’nın Tanzimat Fermanı'ndan en büyük farkı, Hıristiyan ve Musevilere (Azınlıklara) Müslümanlardan ayrı olarak hak ve imtiyazlar verilmesidir. Buna göre:
1. Din ve Mezhep özgürlüğü tanınacak. Okul, kilise vb. tamiri ve yeniden inşası yapılabilecektir.
2. Hıristiyan ve Musevilere küçük düşürücü sözler ve deyimler kullanılmayacaktır.
3. Hıristiyanlar da Müslümanlar gibi devlet memurluklarına atanabilecekler ve devlet memuru olabileceklerdir.
4. Vergiler herkesten gelirine göre alınacaktır.
5. Mahkemeler açık olarak yapılacak, herkes kendi dinine göre yemin edecek. Hapishaneler ıslah edilecek ve kanunlarda azınlıkların dillerine yer verilecek.
6. Azınlıklar il meclislerine üye olabilecekler.
7. Tarım ve ticaret yeniden düzenlenecek. Herkes şirket ve banka gibi ticari kurumlar açabilecek.
8. Askerlik için nakdi bedel kabul edilecekti. Hıristiyanların askerlik işleri yeniden düzenlenecekti.
9. Yabancı uyruklu olan kimseler, vergilerini vermek şartıyla, mal ve mülk sahibi olabilecekler.
Yorum:
• Islahat Fermanı'nın görünürdeki amacı bütün toplulukları din, dil, ırk farkı gözetmeksizin kaynaştırmak bir Osmanlı toplumu meydana getirmektir.
• Islahat Fermanı gayr-ı müslimlerin haklarını ve imtiyazlarını genişletmekten başka bir şey yapmamış, Müslümanlara yeni bir şey getirmemiştir.
• Islahat Fermanı'nın ilân edilmesinde Kırım Savaşı sonrasında Paris Konferansı'nda büyük devletlerin içişlerimize karışmasını önlemek istenmesi ve Avrupalı devletlerin baskısı etkili olmuştur.
c) Birinci Meşrutiyet (1876)
Tanzimat Devrinde Avrupa ile yakın ilişkiler kurulmuştu. Avrupa ülkelerini gören, onların dillerini konuşan ve Osmanlı Devleti hakkındaki görüşlerini öğrenen bir çok kişi yetişti. "Genç Osmanlılar^ adını alan bu kişiler Tanzimat hareketlerinin ülkeyi kurtaracağına inanmıyorlardı. Başlarında da Namık Kemal, Ziya Paşa, Mithat Paşa ve Hüseyin Avni Paşa gibi kişiler vardı.
Genç Osmanlılar, devrin padişahı Abdülaziz'i tahttan indirmeye karar verdiler. Balkan bunalımının ortaya çıktığı bir sırada Abdülaziz tahttan indirilerek V. Murat padişahlığa getirildi (1876). V. Murat'ın rahatsızlığının devam etmesi üzerine Meşrutiyet yönetimine kabul edeceğini açıklayan II. Abdülhamit padişah yapıldı (1876).
II. Abdülhamit padişah olunca, Mithat Paşa'yı kendisine sadrazam yaptı. Mithat Paşa'nın başkanlığında toplanan bir encümen Kanun-u Esasi'yi hazırladı. İstanbul Konferansı'nın Balkan bunalımını görüşmek içîn toplandığı gün, Meşrutiyet ilân edildi (23 Aralık 1876).
Kanun-u Esasi'nin Özellikleri
• 119 maddeden oluşan 1876 Kanun-u Esasi'si Belçika Anayasasından etkilenmiştir.
• Anayasada kişi özgürlüğü, din özgürlüğü, basın özgürlüğü, her türlü ortaklık kurma hakkı, öğretim ve öğrenim özgürlüğü, mülkiyet hakkı, konut dokunulmazlığı, dilekçe hakkı, Osmanlıların yasal eşitliği, vergi eşitliği gibi temel haklar düzenlenmiştir.
• Yürütme gücü başında padişahın bulunduğu nazırlardan meydana gelen Heyet-i Vekile'ye (Bakanlar Kurulu) aittir.
• Yasama görevi; Ayan Meclisi ile Mebusan Meclisi'ne verilmiştir.
• Ayan Meclisi'nin üyeleri padişah tarafından ölünceye kadar tayin edilebilecekti. Mebusan Meclisi'nin üyeleri elli bin Osmanlı'nın seçeceği milletvekillerinden meydana gelecekti. Milletvekilleri dört yılda bir seçilecekti.
• Kanun teklifini sadece hükümet yapabilecekti. Meclis açmak ve kapamak yetkisi padişaha aitti.
• Hükümet, meclise değil Padişaha karşı sorumludur.
• Padişah, devlet emniyetini bozduğu gerekçesi ile ve bir polis araştırması sonucu istediğini sürgüne gönderebilir.
Yorum:
• 1876 yılında ilan edilen Kanun-u Esasi, Türk tarihinin ilk anayasasıdır.
• Tarihimizde ilk defa 20 Mart 1877'de açılan Meclis, 28 Haziran 1877'ye kadar devam etti. 1878 yılı Ocak ayında açılan ikinci Meclis, 14 Şubat 1878'de tatil edilmiştir.
• l. Meşrutiyetle Osmanlı tarihinde ilk defa halk, padişahın yanında yönetime ortak oldu.
• Halk ilk defa seçme-seçilme ve temsil hakkını kullandı.
• Devlet idaresinin otoriter bir şekilde yapılması gerektiğine inanan II. Abdülhamit, Osmanlı-Rus savaşını ileri sürerek 14 Şubat 1878 tarihinde Meclisi süresiz tatil etti. Osmanlı ülkesi bundan sonra, 1908 yılında II. Meşrutiyetin ilanına kadar, II. Abdülhamit'in otoriter idaresi altında yaşadı.
d) II. Meşrutiyet (1908)
II. Abdülhamit'in ülke yönetimine tek başına egemen olması üzerine İttihat ve Terakki Cemiyeti kuruldu (1889). Yurt içinde ve dışında genişleyen cemiyet, Jön Türklerin Paris grubunu da içine aldı.
İttihat ve Terakki'nin amacı 1876 Kanun-u Esasi'nin (Anayasasının) yürürlüğe koyulmasını, Osmanlı Meclis-i Mebusan'ın açılmasını sağlamaktı. Cemiyet, 1908'de Rumeli'de büyük bir silahlı ayaklanma hareketine girişti. Ayaklanma bastırılamadığı gibi 23 Temmuz 1908'de, Manastır, Selanik ve Rumeli'de hürriyet ilân edilmiş, bunun sonucu olarak II. Abdülhamit, Kanun-u Esasi'yi yürürlüğe koymuştur.
1908 yılından itibaren böylece II. Meşrutiyet dönemi başlamıştır. Ancak yeni kurulan rejim içte ve dışta bir takım olaylarla karşılaştı. Bulgaristan bağımsızlığını ilân ederken Avusturya, Bosna-Hersek'i ülkesine kattığını, Girifte Yunanistan'a katıldığını açıkladı.
Balkanlardaki bu bunalımlar sırasında ortaya çıkan hürriyet ortamına karşı 31 Mart (13 Nisan 1909) olayı meydana geldi. 31 Mart olayı üzerine, Selanik ve Edirne'deki birlikler "Hareket Ordusu" adıyla İstanbul'a yürüdü. Hareket Ordusu, isyanı bastırdı ve ardından II. Abdülhamit tahttan indirilerek, yerine V. Mehmet Reşat getirildi.
1909'dan itibaren İttihat ve Terakki yönetime egemen oldu. Türkçülük politikası izleyen İttihatçılar, XIX. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı Devleti'ne yakınlaşan Almanya ile dostça ilişkiler kurdular.
III. XIX. YÜZYIL KÜLTÜR VE MEDENİYETİ
A) Devlet Yönetimi
XIX. yüzyıl, Osmanlı Devleti'nin "Dağılma Devri" olmuştur. Bir başka açıdan ise "ıslahatlar yüzyılı" denilebilir. II. Mahmut (1808-1839) devrinde devlet merkez teşkilatı büyük oranda yeniden düzenlenmişti. Asırlardır devletin en önemli yönetim kurumu olan, "Divan" kaldırılmış yerine "Meclis-i Has" adıyla "Bakanlar Kurulu" kurulmuştu. Yetkiler "Nazır" denilen bakanlara dağıtılmıştı.
Özellikle güçlü sadrazamlar devrinde sarayın etkisi çok azalmış, Babıâli gerçek ve güçlü bir hükümet olarak çalışmıştı. II. Abdülhamit, iktidarının ilk iki senesi ile son bir senesi hariç, yönetimin bütün gücünü saray ve padişahta toplamıştı.
Buna rağmen, bütün XIX. yüzyıl boyunca, "Saray-Babıâli-Şeyhülislam" üçlüsü her zaman Osmanlı yönetiminin merkezini oluşturmuşlardır. 1826 yılında yeniçerilerin kaldırılması ile, uzun zaman askeri sınıfların yönetimdeki etkisi azalmışsa da 1876 yılında Sultan Abdülaziz'in düşürülmesinde yeniden güç kazanmıştır.
Bu devrin, bir diğer özelliği de, taşra teşkilatında, mahalli güçlerin ortadan kaldırılması ve bütün vilayetlerin sıkı bir şekilde merkeze bağlanmasıdır. Tımar düzeni kaldırılmış ve yöneticiler maaşa bağlandıkları için "ayan, eşraf, mütegallibe vs." gibi, devlet otoritesi dışındaki mahalli otoriteler kalkmıştır. Mısır gibi uzak eyaletlerde ise, yüzyılın ilk yarısında kurulamayan otorite, sonradan yavaş yavaş kurulmuştu. Ancak bu uzak eyaletleri bu defa da yabancı devletler denetim altına almaya başlamışlardır.
Devlet XIX. yüzyılda halkın durumu ile daha çok ve daha yakından ilgilenmiştir. Bu durum, halk ile devlet arasındaki yakınlığı artırmıştır. Sultan II. Mahmut, Sultan Abdülmecit ve Abdülaziz yurtiçi geziler yapmıştı. Hatta Abdülaziz Avrupa'ya giden ilk padişah olmuştu. Yüksek dereceli memurlarda çeşitli vesilelerle halk ile ilgilenmeye başlamışlardı.
B) Toprak Yönetimi
Tımar düzeninin kaldırılması ve Tazminat Fermanı'nın ilanı ile, Osmanlı Devleti toprak idaresinde, tam mülkiyete geçmeye başlamıştır. 1847 yılında miras yolu ile intikali (evlada kalması) hakkı genişletilmiştir. 1858 yılında ise geniş bir "Arazi Kanunu" çıkarılarak bütün -Osmanlı toprakları yeniden düzenlenmiş, çeşitleri, miras yolu ile intikali, toprak üzerindeki mülkiyet meseleleri çözümlenmiştir.
C) Maliye
II. Mahmut devrindeki merkez teşkilatının ıslahatı sırasında devletin bütün mali kurum ve kuruluşları "Nezaret-i Ümur-ı Maliye"nin denetimine verildi (1835). 1838 yılından sonra maliye nezareti dışında kalan "darphane" mali bir kuruluş olarak, sadece "Sikke" (para) basıp dağıtmakla görevli idi.
Kırım Savaşı sırasında (1854) dışarıdan borç alınmış ve Suttan Abdülaziz zamanında devletin borcu çok artmıştı. Bu durum II. Abdülhamit devrinde Osmanlı Devleti maliyesinin iflasına sebep olmuş "Düyun-u Umumiye" adı ile bilinen, borçlar idaresi kurulmuştu. 1881 yılında kurulan bu idare, Osmanlı Devleti'nden alacaklı olan Avrupa devletleri temsilcileri ile Osmanlı temsilcilerinden oluşuyordu. Devletin bazı garantili gelirleri, maliyeye girmeden doğrudan borçlar ödeniyordu. Bu durum XIX. yüzyılda en önemli mali konulardan biri idi.
D) Ordu ve Donanma
II. Mahmut devrinde yeniçerilerin kaldırılmasından sonra "Mansure" ordusu kurulmuş ve başına da "Serasker" adı ile komutan tayin edilmişti. Daha sonra, mansure ismi değiştirilmiş ve "Nizamiye" adı verilmiştir. "Bab-ı Seraskeri" kara ordusunun başı olan seraskerin makamı idi. Seraskere yardımcı olmak üzere "Dar-ı Şurayı Askeri" kurulmuştu. 1843 ve 1869 yıllarında ilk defa önemli kanunlar çıkarılarak yeni düzenlemeler yapıldı.
II. Mahmut devrinden itibaren "redif" adı ile yedek kuvvetler meydana getirildi. Serasker ve Bab-ı Seraskeri tabirleri 1908 yılında "Harbiye Nazırı ve Harbiye Nezareti" olarak değiştirildi.
XIX. yüzyılda Sultan Abdülaziz devrine gelinceye kadar, donanma konusunda önemli bir gelişme olmamıştı. Abdülaziz donanmaya çok önem vermiş, çeşitli tiplerde bir çok savaş gemileri satın aldırmış veya yaptırmıştı. 85 parçadan meydana gelen bu donanmanın 20 tanesi zırhlı idi.
E) Hukuk
XIX. yüzyılda Osmanlı hukuk ajanında pek çok ıslahatlar yapmıştır. Bu ıslahatlarda genellikle, Avrupa hukuk kuralları örnek alınarak düzenlemeler yapılmıştır.
II. Mahmut devrinde adalet işlerine bakmak üzere kurulan "Nezaret-i Devai" (Davalar Nezareti) 1870'de Nezaret-i Adliye şeklini aldı. Zamanla diğer kuruluşların bünyesinde bulunan bütün adalet kurumlarını kendinde topladı. Ticaret mahkemeleri, Temyiz Mahkemesi kuruldu. 1867 yılında kurulan "Divan-ı Ahkarn-ı Adliye" yeni kurulmuş olan ve "Nizamiye" mahkemeleri denilen kuruluşların üst mahkemesi durumunda idi.
Ayrıca çeşitli nezaretler bünyesinde kurulan "meclis"ler birer yasama kurumu olarak çalışmaktaydılar. Bunlardan "Meclis-i Âli Tanzimat" yapılacak yeni düzenlemelerin hukuki yönünü hazırlıyordu.
1843'de yeni bir ceza kanunu çıkarıldı. 1850'de ticaret kanunu, 1863'de Deniz ticaret kanunu çıkarıldı. 1865 yılından itibaren yeni çıkan kanunları bildiren "Düstur" (Kanun Mecmuası" çıkmaya başladı. 1866-1878 arasında ise Cevdet Paşa'nın başkanlığında bir kurul "Mecelle" adı verilen medeni kanunu hazırladı.
XIX. yüzyıl Osmanlı adalet teşkilatının en önemli tarafı mahkemelerde bir birlik olmamasıydı. Mesalâ, devlet içinde ayrı ayrı yerlere bağlı dört ayrı tip mahkeme vardı.
• Nizamiye Mahkemeleri, yeni mahkemeler olup Adliye Nezaretine bağlıydı.
• Konsolosluk Mahkemeleri, yabancılara ait davalara bakardı ve kapitülasyonlara göre çalışırlardı. Elçilik ve konsolosluklara bağlıydılar. Dolayısı ile Hariciye Nezaretine de bağlı sayılırlardı.
• Şer'i Mahkemeler, Müslüman halkın evlilik, ölüm, miras, boşanma vb. gibi konulardaki mahkemelerine bakarlardı, şeyhülislama bağlıydılar.
• Gayri müslim cemaat mahkemeleri ise, doğrudan sadrazamlığa bağlıydılar.
1878 yılında hukukçu yetiştirmek üzere "Mekteb-i Hukuk-u Şahane" (Hukuk Fakültesi) açıldı.
F) Eğitim-Öğretim
XIX. yüzyıl içinde, Osmanlı eğitim kurumlarını şöyle sınıflandırabiliriz:
• Eskiden beri devam eden, artık tamamen dini öğretim yapan ve bu haliyle de hayata ve topluma kapalı hale gelen Medreseler.
• XVIII. yüzyıldan başlayarak, önce askeri alanlarda ve giderek sivil alanlarda kurulan yeni "devlet okulları"
• Gayri müslim toplumlarının okulları
• Yabancı devlet vatandaşlarının veya yabancı cemiyet ve tarikatlarının kurduğu "Yabancı Okullar"
• XIX. yüzyıl sonlarına doğru, Osmanlı vatandaşı olan kimselerin açtıkları özel okullar.
Bu devirdeki eğitim ve öğretim kurumlarının geliştirilmesinde Ahmet Cevdet Paşa'nın önemli çalışmaları olmuştur. Özellikle onun 1848 yılında açtığı programını ve bir süre müdürlüğünü yaptığı "Dar-ül Muallimin" uzun yıllar ülkemizin en güzide öğretmen yetiştiren kurumu olmuştur.
1866 yılında "Maarif-i Umumiye Nezareti" kurulmuş ve 1869 yılında ise, yüzyılın en önemli eğitim düzenlemesi olan "Maarif-i Umumiye Nizamnamesi" çıkarılmıştır. Buna göre, İlkokul-Rüşdiye-İdadi Sultani Darü'l Fünun şeklinde bir okul düzeni kurulması planlanıyordu. 1870 yılında Darü'l-Fünun (Üniversite) açılmışsa da, devam edemedi. Tam teşkilatlı olarak 1900 yılında açıldı.
1851 yılında kurulan "Encümen-i Daniş" bir ilimler akademisi idi. Ülke genel kültürünün, ilim, eğitim ve düşünce seviyesinin yükseltilmesi gayesi ile kurulmuştu.
Sadrazam Âli Paşa'nın Fransız hükümetinin yardımı ile açtırdığı Galatasaray Sultanisi tamamen Fransızca eğitim yapıyordu. 1873 yılında Müslüman yetimleri için "Darü'ş-Şafaka" açılmıştı. Sonra vilayet merkezlerinde idadilerin (ortaokul) üstünde olan "Sultani" okulları açılmaya başlandı. Zaten diğer ıslahatlarda da olduğu gibi, önce İstanbul'da yapılan bir iş, kısa zamanda diğer vilayetlere de dağılıyordu.
Darü'l Fünün, açılmadan önce, yüksek okullardan bazıları açılmıştı. Mesalâ, eski yöneticilik okulu olan ve Topkapı Sarayı içinde bulunan "Enderun Okulu" yüzyılın başında kaldırılınca yerine "Mekteb-i Mülkiye" açıldı. Ayrıca Mekteb-i Harbiye, Mekteb-i Tıbbiye, Erkan-ı Harbiye Mektebi gibi yeni bazı okullar açılmıştır.
XIX. yüzyıl Osmanlı eğitim düzeninin bir başka unsuru da yabancı okullardı. Yüzyıl ortalarında yabancı ticari misyonerlik çalışmalarının ülkeye girmesi ile, yabancı okullarda gelmişti. Bunlardan 1863 yılında açılan Amerikan Robert Koleji ilk açılan okullardandı. Aynı şekilde Avusturya, Fransa, İtalya, İngiliz ve Alman misyonerleri de bir çok okullar açmışlardı. Bu okullar yeterli şekilde denetlenemedikleri için, okullarına aldıkları gayrimüslim tabanının çocuklarını, devlet aleyhine yetiştiriyorlardı. Bir çok Bulgar, Ermeni, Yunan, vb. ayaklanma ele başları genellikle bu yabancı okullardan yetişmişlerdi. Yabancı okullar, yüzyıl sonuna doğru, hızla ülkenin çeşitli bölge ve şehirlerine yayıldılar ve 1900 yılları civarında Osmanlı Devleti sınırları içinde 400 kadar oldular.
G) Sosyal ve Ekonomik Hayat a) Sosyal Hayat
II. Mahmut devriminden itibaren, toplumda giyimden dile, düşüncelere ve hatta eğlencelere kadar hayatın çeşitli alanlarında bir değişme ve yenilenme başlamıştı. Devletin birinci şahsiyeti olarak, önce kendisi Avrupai kıyafetler giymeye ve batı tipi bir hükümdar gibi davranmaya başlamıştı. Bu hal, kısa zamanda yöneticilere yansımış ve yüzyıl boyunca halka doğru yavaş yavaş yayılmıştır.
Tanzimat Devri'nde, Avrupa ile ilişkiler ve "Avrupalılaşma" siyaset, yönetim gibi alanların dışına taşarak "edebiyat, sanat" gibi alanlarda da yayılmıştı. Bu bakımdan toplum yapısında da bunun etkileri görüldü. Avrupa'dan roman, hikaye, tiyatro, siyaset eserleri tercüme edildi. Bunları okuyanlar arttı. Batı örneklerinden alınarak çıkarılan her kanun, bir taraftan Müslüman toplulukları yerli gayrimüslim topluluklarla, diğer taraftan yabancı devlet tebaası olan topluluklarla daha iç içe yaşamaya sürüklüyordu. Batı ülkeleri ile bu yakınlık karşılaştırmalara sebep oluyordu.Haberleşme ve ulaşım alanında meydana gelen
gelişmeler, " Osmanlı toplumunun" özellikle Müslümanların "tecrid" edilmişliğini (dünyadan habersiz kenara itilmişliğini) ortadan kaldırdı. 1837 yılında Morse'un icat ettiği telgraf, 1854 yılında Kırım Savaşı sırasında hızlı bir şekilde vilayetler arasında döşendi. Savaştan sonraki on yıl içinde İstanbul'un Anadolu ile ve hatta denizden döşenen hatlarla Mısır (İskenderiye) ile bağlantısı kurulmuştu. 1859'da 'Telgraf Nizamnamesi" çıkarıldı. Toplum, çok geniş olan ülkenin her tarafından haberdar olmaya başladı.
II. Mahmut'un başlattığı deniz ulaşımı, 1844'de "Fevaid-Osmaniye" şirketine dönüşerek gelişmiş ve 1851 yılında da "Şirket-i Hayriye" adı ile önemli bir deniz ulaşım düzeni kurulmuştu. Bu iki kurum, günümüzdeki "Denizcilik Bankası ve İşletmesi'nin temelini meydana getirmişlerdir.
Demiryolları, sosyal hayatı değiştiren bir başka gelişmeydi. Tamamen yabancı sermaye ile yaptırılan demiryolları Tanzimat'ta başladı ve II. Abdülhamit devrinde tamamlandı. Abdülmecit devrinde (1839-1861) sadece 425 km olan demiryolu 1906 yılında güneyde Mekke'ye, Rumeli'de Sofya'ya kadar uzanmıştı. Demiryolu ağının ekonomik ve politik büyük etkileri gazete, dergi, kitap ve her türlü basın faaliyetinin çoğalması, sadece Osmanlı toplum yapısı içinde değil, Osmanlı Devleti aracılığı ile diğer doğu toplumlarında da "batı etkisi”ni yayıyordu.
b) Ekonomik Hayat
Devlet yapısındaki Tanzimat hareketleri, ulaşım ve haberleşmede meydana gelen gelişmeler ve Osmanlı Devleti'nin çok geniş toprakları üzerinde kazanç sağlamak isteyen Avrupalılar, ülkenin ekonomik yapısı üzerinde derin ve geniş değişiklikler meydana getirdiler.
Kapitülasyonlar ve çeşitli anlaşmalarla kazanılan haklara dayanarak ülkenin her tarafında, birçok yabancı şirketler bankalar ve çeşitli iktisadi kurumlar kuruldu. Bu yabancı iktisadi kurumlar ülkenin kalkınmasına sağladıkları faydanın çok üstünde zararlar veriyorlardı. Avrupa'nın fabrikasyon imalatı ve sanayi malları karşısında yerli atölyeler ve yerli mallar büyük bir yıkım içine düşmüşlerdi.
Diğer taraftan, uyanan ve dünyadan haberdar hale gelen toplum daha iyi yollar, şehirler ve daha yüksek refah istiyordu. Bu durum, israfı arttırmıştı. Avrupa mallarına rağbet çoğalmıştı.
Tarımın geliştirilmesi için 1864'de Mithat Paşa'nın kurdurduğu "Memleket sandıklarını" geliştirilmiş ve 1888 yılında Ziraat bankası kurularak, çiftçinin kredi meselesi çözümlenmeye çalışılmıştı. 1880'de ticaret odaları ve Ziraat odaları her vilayette kurularak, ülkenin topraklarının değerlendirilmesi, ticaretin geliştirilmesine çalışıldı. 1888 yılında Bursa'da iplikçilik enstitüsü kuruldu. Yine 1883 yılında ülkedeki bütün tütünün satın alınması, satılması ve işletme tekeli "Regie" kısa adı ile tanınan Alman-Fransız şirketine verildi.
Sanayi çok zayıftı. Avrupa sanayii karşısında, küçük el tezgahlarına dayanan Osmanlı sanayi yıkım içinde idi. Bu yüzyılda, çini, cam, deri, halı, tuğla, kiremit, pamuklu.kumaş, kağıt, halı fabrikaları kurulmuştu. Ancak Avrupa devletleri son derece dikkatli hareket ediyor, Osmanlı sanayisinin gelişmemesi için tedbirler alıyorlardı. Ulaşım, tarım, hammadde alanlarına yaptıkları gibi sanayi alanına yatırım yapmıyorlardı. Batılı bir tarihçinin tesbitine göre, Avrupalılar "Türk'ü olduğu yerde tutmak" istiyorlardı.
XIX. yüzyıl mimarlık alanında özgün eserlere rastlanmaz. 1853 yılında başlayan Dolmabahçe Sarayı ve camii barok tarzında yapılmıştır. Beş milyon altına çıkan Dolmabahçe Sarayı, tamamen Avrupa saraylarının taklididir. II. Mahmut devrinde "mimarbaşı"lık "Ebriye-i Hassa Müdürü" şekline çevrilmiştir.
II. Abdülhamit devrinde yapılan Haydarpaşa Tren İstasyonu, Tıbbiye-i Şahane ve Numune Hastanesi Alman mimarisinin bir örneği olmuşlardır. Bu devirde "Barok ve Gotik" tarz, dini, askeri ve sivil yapılarda kendini göstermiştir.
Ancak XIX. yüzyılda çoğalmaya başlayan "Boğaziçi yalıları" genellikle yüzyılların birikimi bir kültürün ve incelmiş zevklerin ürünü olarak özgün Türk mimarisinin örnekleri olmuşlardır.
Yüzyılın sonunda ve XX. yüzyıl başında "Neo klasik" (Klasik tarza dönüş) akımının en önemli temsilcisi olan Mimar Kemalettin (1870-1927) dikkati çeken eserler yapmıştı. İstanbul'daki 4. Vakıf Han, Bebek, Bakırköy, Bostancı Camileri, İstanbul Laleli’deki Tayyareciler Apartmanları (T.H.K binaları), başlıca eserleridir.
Sanayi-i Nefise Mektebi (1881):
Sanat bakımından yüzyılın en önemli olaylarından biri "Sanayi-i Nefise Mektebi" (Güzel Sanatlar Okulu) adı ile bir okulun açılmasıdır. Daha önce kurulmuş olan "Müze'nin müdürü olan arkeolog ve ressam, Osman Hamdi Bey'in çalışmaları ile kurulan bu okul, bir süre sonra Türk sanatının önemli bir merkezi olacaktır.
XIX. yüzyıl ortalarından itibaren, minyatür yerine, modern resim sanatı genişlemeye başlamıştı. Abdülaziz devrinden itibaren, yetişen Türk ressamları yeni bir Türk resim sanatı üslubu meydana getirdiler. Bunların en ünlüleri Şeker Ahmet Paşa (1841-1907) Halil Paşa, Zekai Paşa ve Ali Rıza Bey'dir.
1826 yılında Enderun'da bulunan musiki okulu kapatılmış ve yine aynı yıl, yeniçeriliğin kaldırılması sırasında "Mehterde dağılmış, "Mızıkay-ı Hümayun" kurulmuştur. İtalyan Donizetti'nin başına getirildiği bu kuruluş batı tarzında bir müzik akımı geliştirmeye çalışmıştır.
Musiki ile uğraşan tarikatlardan "Mevlevihaneler" ise klasik Türk musikisinin geliştiği yerlerin başında idi. Yüzyılın ortalarında "Mehterhane-Hümayun"un yeniden geliştirilmesi ile bu kurumda müzik alanında önemli bir yer tutmuştur. 1908 yılında "Darülelhan" adı ile tamamen batı bir konservatuar kurulmuştur
19. YÜZYILDA AVRUPA:
Rönesans ve reform, Avrupa'da düşünce yapısının değişmesinde ve aydınlanma devrinin başlamasında önemli rol oynadılar. Akıl ve deneye önem veren yeni bir dünya görüşü hâkim olmaya başladı. Fikren gelişen Avrupa, İngiltere'de ki siyasi ve sosyal değişikliklerinde etkisiyle yeni oluşumlara ortam hazırlamıştır. Özellikle Fransa'da meydana gelen ihtilâl yeni bir devir açmıştır. Fransa'da "kral benim" zihniyeti sona ermiş, siyasal ve sosyal alanda büyük değişiklikler meydana gelmiştir.
Halk egemenliği hâkim kılınmış, anayasacılık faaliyeti başlamıştır. Keyfi idareler dönemi sona ermiş, hükümdarlara karşı halk kitleleri harekete geçmiştir.
Fransız İhtilâli Osmanlı Devleti üzerinde hem olumlu hem de olumsuz bazı sonuçlar doğurmuştur.
Olumsuz Yönü: Osmanlı İmparatorluğunda milliyetçiliğe dayalı iç isyanlar çıkmıştır. Ülkenin çeşitli milletleri olan; Rumlar, Hırvatlar, Sırplar, Bulgarlar, Arnavutlar, Romenler ve Araplar bağımsızlık amacıyla ayaklanmışlardır. Bu isyanlar Osmanlı Devleti'ni çaresizliğe, yalnızlığa ve sonuçta yıkılmaya götürmüştür.
Olumlu Yönü: İhtilâlin bazı fikirleri Osmanlı litara-türünde yaygın olmayan anayasacılık, özgürlük, demokrasi ve Türk milliyetçiliği gibi kavramların oluşmasını sağlamıştır.
l. SANAYİ İNKILÂBI VE DOĞURDUĞU SONUÇLAR:
Sanayi İnkılâbı basit olarak ifade edilecek olursa aletin yerine makinenin geçmesidir. Tekniğin, üretimin ve ulaşım imkânlarının gelişmesi ile 18. yüzyıldan itibaren çağdaş dünyada ortaya çıkan gelişmelerin bütünüdür. Buhar kuvvetinin sanayiye uygulanması, • buharla işleyen makinelerin çoğalması az zamanda çok mal üreten fabrikaların kurulması ile sanayi ve ticarette bir takım değişmeler ve gelişmeler meydana gelmiştir.
Sanayi İnkılâbı, ilk olarak ve belirgin bir şekilde 1750-1830 yılları arasında İngiltere'de ortaya çıkmış, sonraları diğer Avrupa ülkelerine de yayılmıştır.
İlk olarak İngiltere'de meydana gelmesi burada bazı şartların diğerlerinden daha önce doğmasına bağlıdır. İngiltere'nin büyük sömürge kaynaklarına sahip olması, hammadde birikimi ve geniş pazar imkânları diğer Avrupa devletlerinden daha önce sanayi inkılâbını gerçekleştirmesine ortam hazırlamıştır.
Aynı dönemlerde Osmanlı Devleti ise geniş hammadde kaynaklarına sahip olmasına rağmen sanayi inkılâbını gerçekleştirememiştir. Bunda en önemli etken bilim ve teknolojik yönden gelişmemiş olmasıdır. Osmanlı Devleti'nde böyle bir hareketin meydana gelmemesi kısa zamanda büyük devletlerin pazarı haline gelmesine neden oldu.
II. Sonuçları:
1. Sömürgecilik gelişmiştir.
2. Bol, ucuz ve kaliteli üretim sağlanmıştır.
3. Hammadde ve pazar ihtiyacı artmıştır.
4. Büyük sermaye birikimleri gerçekleşmiş, böylece büyük şirketler ortaya çıkmıştır.
5. Sermaye tek elde toplanmaya başlamıştır.
6. Kapitalizm, sosyalizm ve emperyalizm gibi fikir akımları ortaya çıkmıştır.
7. Sanayi kentleri oluşmaya başlamıştır.
8. Şehirleşme sorunları ortaya çıkmıştır.
9. İşsizlik sorunu ortaya çıkmıştır.
10. İşçi-işveren sorunları başlamış, sendikacılık faaliyetleri ortaya çıkmıştır.
11. Çekirdek aile modeli, düşük ücretli işçi çalıştırılması sonucu ortaya çıkmıştır.
III. Sanayi İnkılâbı ile İlgili Akımlar: '
1. Kapitalizm: Devlet müdahelesi yoktur Ekonomik faaliyetler serbesttir. Fertlerin iradesine bırakılmıştır. Bu düzeyde fiyatlar piyasada arz ve talebe göre şekillenir. Kapitalizmde işçiler, işverenler devamlı olarak kendi çıkarlarını düşünürler.
Kapitalist sistem bir yönden Avrupa ülkelerinin sömürgecilik politikasına da güç kazandırmıştır. Bu sistemde en büyük darbe işçilere vurulmuştur. Fakat uzun yıllar süren işçi hareketleri Avrupa'da belli bir seviyeye ulaşmış, bunun bir sonucu olarak sendikal haklar ortaya çıkmıştır. İşçi, işveren arasındaki anlaşmazlığın giderilmesiyle Avrupa'da büyük bir verimliliğe ve yüksek gelir seviyesine ulaşılmıştır. Böylece Avrupa toplu bir refah seviyesine ulaşmıştır.
2. Emperyalizm: Bir devletin sınırlarını genişletme politikasıdır. Aynı ekonomik ve sosyal bütün içinde etnik ve kültürel bakımdan farklı toplumların, merkezi bir iktidarın otoriter yönetimi altında bir araya getirilmesi düşüncesi kısaca emperyalizmi tanımlar.
Bu düşünce aslında insanlık tarihinin çok eski dönemlerine kadar uzanır. Sanayi İnkılâbıyla doğan ekonomik emperyalizm, hammadde ve pazar alanlarının aranmasından doğmaktadır. Yani bu düşünce modern çağların bir ürünüdür.
Devletleri emperyalist amaçlara yönelten sadece ekonomik sebepler değildir. Uluslararası alanda devletlerin durumu ve denge sorunu emperyalizmi doğuran belki de en önemi! etkendir.
3. Sosyalizm: Demokrasinin ve kapitalizmin doğurduğu yetersizlikler ve adaletsizlikler sosyalizmin itibar kazanmasına yol açmıştır. Sosyalizm kâr ve özel menfaat sağlamayı düşünmeyen, kamu yararını esas alan kolektif sistemin zaman içinde uygulanışıdır.
OSMANLI DEVLETİ'NİN ÇÖKÜŞ NEDENLERİ
Osmanlı Devleti kısa zamanda Selçuklu ve Bizans İmparatorluklarımın mirası üzerine yerleşerek süratle genişlemiş ve yayılmıştır. İsabetli bir politika, disiplinli ve güçlü bir ordu teşkilâtı, hoşgörülü bir dini anlayış, adil yönetim, Müslüman olmayanlara baskı yapmaması manevi olarak güçlü bir devlet olmasına ortam hazırlamıştır. Toprak rejimi ve yönetim teşkilatı da çağdaş anlayışa uyarlanmış, sağlam temellere oturtulmuştur.
Osmanlı Devleti'nin bu ideal sistemi 17. yüzyıldan itibaren çökmeye başladı. Bu çöküş diğer devletlerde olduğu gibi birden olmadı. Yavaş yavaş başlayan duraklama II. Viyana kuşatmasıyla gerileme devrini başlatmıştır. Bu yenilgiler karşısında ilk askeri ıslahatlar yapıldıysa da beklenen sonucu vermemiştir. Bu ıslahatlar 19. yüzyılda daha belirli ve yaygın olmasına rağmen Osmanlı İmparatorluğunu batmaktan kurtaramam ıstı r. Bütün çabalara rağmen devletin yıkılmasında etkili olan faktörleri iç ve dış nedenler olarak iki kısımda değerlendirebiliriz.
I -İç Nedenler:
Osmanlı İmparatorluğunun bünyesinde ve idari teşkilatında meydana gelen aksaklıklar, hatalar ve modern hayatın icaplarına uyulmaması gerileyiş ve çöküşünde en önemli etkenleri oluşturmaktadır. Merkezi otoritenin bozulması, ordu ve donanmanın eski gücünü yitirmesi, Avrupa’daki gelişmelerin takip edilmemesi, eğitim ve öğretimin bozulması, medreselerin önemini yitirmesi, pozitif bilimlere olan ilginin azalması, toprak sisteminin bozulması, askeri alanda yapılan yeniliklerin yeterli olmaması ve halkın yönlen-dirilmemesi dağılmanın hızlanmasında etkili olan iç nedenlerdendir.
II - Dış Nedenler:
Osmanlı Devleti'nin hem doğuda hem de batıda genişlemesi sonucu güçlü düşman devletleri ile karşı karşıya gelinmiştir. Avrupa'nın siyasal alanda ve düşünce alanında büyük gelişmeler gösterdiği yıllarda Osmanlı Devletinde buna karşılık duraklama başlamıştır. Osmanlı Devleti Avrupa’daki önemli gelişmelerden uzak kaldığından 17. yüzyıldan itibaren zayıflayarak 20. yüzyıl başlarına kadar Avrupalı devletlerin karşılıklı rekabetleri sonucu yaşayabilmişti.
Rusya'nın yayılmacı politikası, boğazları ele geçirmek istemesi Osmanlı Devleti'ni sonu gelmez savaşlara itmiştir. Bu savaşlar Osmanlı Devleti'ni hem maddi hem de manevi olarak yıpratmıştır. Son olarak girişilen I. Dünya Savaşında ise Osmanlı Devleti tarihi düşmanları karşısında bir varlık gösteremeyerek yıkılmıştır.
Fakat tarihimizin bütün dönemlerinde duraklamaya, gerilemeye ve çöküşe devamlı çözüm bulma gayretleri varolmuştur.
OSMANLI DEVLETİ'Nİ KURTARMA ÇABALARI
19. yüzyıl bütün yönleriyle Osmanlı Devleti'nin kader dönemi olmuştur. Artık kurumlarıyla birlikte yıkılışa doğru gidişi gözlenebilmektedir. Bu durum devlet adamlarını ve aydınları harekete geçirmiştir. Böylece hayatımızı etkileyen bütün alanlarda ıslahat hareketlerine girişilmiştir.
Islahat hareketleri, batı dünyasının üstünlüğünü görmemizden itibaren daha düzenli olarak askeri alanda 18. yüzyılda yapılmaya başlandı.
II. Mahmut en önemli bir ıslahat olarak Yeniçeri Ocağı'nı kaldırmış, böylece merkezi otoriteyi kurmayı hedeflemiştir. Sadece askeri alandaki ıslahatların yeterli olmadığını anlayan II. Mahmut sivil idari kurumlarda da ıslahat yapmaya başladı. Bu sivil alandaki ıslahat hareketi Tanzimat Fermanıyla doruk noktaya ulaştı. Tanzimat yeni bir takım prensipler getirmiş batılılaşmayı sistemleştirmiştir. Osmanlı toplumunun isteğinden doğmadığı için, Tanzimat Fermanı beklenen sonucu vermemiş, aksine daha kötü sonuçlar doğurmuştur.
Tanzimat Fermanını Meşrutiyetin ilânı izlemiştir. Tanzimat Fermanı hürriyet ve demokrasi hareketlerinde bir canlanma meydana getirmiş, Kanûn-i Esasi ilân edilmiştir. Osmanlı toplumunun hak ve hürriyetleri kanunla güvence altına alınmıştır. Türk siyasi hayatında ilk olarak halk, padişah yanında yönetime katılmıştır. Bu çok önemli bir ilerlemedir. Yalnız Osmanlı toplumunda beklenen kaynaşmayı sağlayamamış, kısa zamanda Mebuslar Meclisi milliyetler mücadelesine sahne olmuştur. Bu yönüyle Mebuslar Meclisinin fayda getirmeyeceğine inanan II. Abdülhamit (1876-1909) Meşrutiyet Dönemine son vermiştir.
I. Meşrutiyet, devletin sınırları içinde yaşayan toplumun kaynaşmasını sağlayamamış, buna karşılık, bazı yeni fikirlerin olgunlaşmasını ve gelişmesini sağlamıştır.
Yeni fikirlerin oluşması ilk kez yönetimi eleştiren bir grubun doğmasına neden oldu. Bu grup kısa zamanda bir muhalefet partisine dönüşmüştür. Bu parti geniş tabanlı olarak örgütlenen daha çok subayların kontrolündeki İttihat ve Terakki Partisidir.
İttihat ve Terakki ’nin ülke içinde ve dışında etkili bir şekilde başlattığı muhalefet çalışmaları Meşrutiyetin yeniden (1908) ilan edilmesine neden olmuştur.
II. Meşrutiyet bazı değişikliklerle eski yapıyı devam ettirmiştir. Özellikle dış baskıların artması sıkıntılara ve partiler arası mücadelelere neden olmuştur. Bundan dolayı II. Meşrutiyet demokratik bir ortamın gelişmesinde önemli bir paya sahip bir dönem olup düşünce akımlarına ortam hazırlamıştır.
OSMANLI DÖNEMİNDE DÜŞÜNCE AKIMLARI
20. yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti'nin çöküş dönemine girmesi çeşitli düşüncelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Osmanlı Devleti 19. yüzyılda daha düzenli ve programlı bir ıslahat hareketine girişmiştir. Fakat dış baskılar ve ülke içindeki karışıklıklar başarıya ulaşmasına engel olmuştur. Yapılan her türlü harekete rağmen devlet, içinde bulunduğu durumdan kurtulamamış; "hasta adam" olarak tanımlanan Osmanlı Devleti iyileşememiştir.
Fakat, 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra devleti batmaktan kurtarmak amacını güden bir takım akımlar 20. yüzyıl başlarında II. Meşrutiyetle daha belirgin olarak ortaya çıkmışlardır.
Tamamen devletin birlik ve bütünlüğünü sağlamaya çalışan bu fikir akımları küçük çapta birer devlet doktrini özelliği gösterirler. Sırasıyla Osmanlıcılık, İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük şeklinde ortaya çıkan bu akımlar, l. ve II. Meşrutiyet devresinde devlet hayatına hakim olmuşlar ve etkilerini göstermişlerdir.
Şimdi bu akımları sırasıyla görelim:
a. Osmanlıcılık:
Osmanlı tarihinde ilk defa olarak bazı aydınlar tarafından Genç Osmanlılar adıyla hükümetin çalışmalarını denetleyecek bir cemiyet kurulmuştur. Bu cemiyetin üyesi olan aydınlar Osmanlı Devletinde yaşayan azınlıkların ayrılma isteklerine ve isyanlarına son vermek için çalışmalar yapıyorlardı. Azınlık unsurlarını kazanmak ve onları Osmanlı Birliğine çağırmak basit manada Osmanlıcılık düşüncesini doğurdu.
Tanzimat Devri'nin sonlarına doğru ortaya çıkan bu akım fertlerin siyasal, sosyal ve hukuki olarak eşitliklerini sağlamayı hedeflemektedir. Devletin sınırları içinde yaşayan fertler arasında dil, ırk, kültür ve din bakımından hiç bir fark gözetmeksizin, hepsinin aynı hak ve yetkilere sahip olmasının gerektiği savunulmaktadır. Osmanlı Toplumunda olması istenen kaynaşmanın ancak bu düşünceyle sağlanacağına inanmaktadırlar.
Osmanlıcılık, milli birliği, milli düşünceyi ve milli idealleri sağlamayı Osmanlı birliğinin sağlanmasına bağlamıştır. Aynı zamanda bu sözlerin teorik bir görüş olmaması içinde Meclis-i Mebusan’ın kurulmasını ve Kanun-u Esasi'nin (ilk anayasa) ilân edilmesini istemişlerdir.
Osmanlıcılık fikrinin uygulama safhasına geçirilmesi II. Abdülhamit’in tahta çıkmasıyla başlamıştır. Padişah Mithat Paşa'nın etkisiyle Kanun-i Esasiyi (ilk anayasa) ilân etmiş, parlamentoyu (Meclis-i Mebusan) kurmuştur. Osmanlıcılık fikrinin yaşaması Meşrutiyet idaresinin varlığına bağlıdır. Her kesimin ve milletin temsilcileri parlamentoyu doldurmuş ve herkes kanunlar önünde eşit sayılmıştır. Bütün bu girişim ve çabaların sonucu olarak Osmanlı toplumunun kaynaşması beklenirken, meydana gelen iki önemli olay tamamen ters bir durum meydana getirmiştir.
Birincisi: Azınlıkların Mebusân Meclisindeki temsilcilerinin ayrılıkçı ve uzlaşmaz tutumları,
İkincisi: Yeni başlayan 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında Balkan uluslarının Osmanlı Devleti aleyhine Rusya'nın yanında yer almaları ve savaşın Balkan cephesinde Müslüman halka kötü davranmaları. Bu gelişmelerden sonra II. Abdülhamid çağın gelişen düşüncesi milliyetçiliğe ters düşmesi ve ihtiyaçlara cevap verememesi üzerine Meclis-i Mebusanın varlığına son vermiştir. Meclisin kapatılması, Osmanlıcılık fikrinin de uygulamadan kaldırılması sonucunu ortaya çıkarmıştır.
b. İslamcılık:
İslamcılık, siyasi ve sosyal bütünlüğümüzü korumak amacıyla değişik dönemlerde sık sık bir MI çaresi olarak ileri sürülmüştür. Özellikle Meşrutiyet devrinde uygulama alanında görülmüştür.
İslamcılık, dünyanın değişik yerlerinde yaşayan Müslümanlar arasında bir birliğin gerçekleştirilmesini hedefleyen, devletin sosyal bağlarını din birliğinde arayan bir düşünce akımıdır, l. Meşrutiyetin sonlarına doğru büyük bir gelişme göstermiştir.
II. Abdülhamit özellikle sömürge altında bulunan Müslümanları hilafet kanalıyla merkeze (İstanbul) bağlamaya çalışmıştır. Böylece buralarda her an isyan çıkarmayı ve büyük devletleri kontrol altında tutmayı amaçlamıştır.
İslamcılık, l. Meşrutiyette iki türlü olarak işlenmiştir.
Birincisi; Padişah tarafından uygulanan ve dış siyasette etkili olan ve devlet doktrini haline gelen islamcılık.
İkincisi; Baz» fikir adamları tarafından temsil edilen bilim, hukuk, toplumsal gelenek ve eğitim alanındaki düşüncesiyle İslamcılık. Bu fikir Mehmet Akif, Said Halim Paşa, Cemaleddin Afgani, M. Şemseddin ve Musa Kazım gibi kişiler tarafından savunulmuştur.
İslamcılık akımı etkili olduğu dönemde bütün dünya Müslümanlarının iç açıcı bir durumda olmaması nedeniyle başarılı sonuçlar doğurmamıştır. Bunun yanında milliyetçilik gibi akımlarda İslamcılığa engel olmuştur.
II. Abdülhamid'in son yıllarında ülke dışında İslamcılık önemli bir potansiyel güç olarak dururken ülke içindeki ittihatçılarda meşrutiyete dayanan Osmanlıcılığı savunuyorlardı. İslamcılık kısaca birlik ve bütünlüğü dinle sağlamayı amaçlayan bir akımdır. II. Abdülhamit döneminde yapılan faaliyetlerin faydaları milli mücadele döneminde Hindistan ve Buhara Müslümanlarından gelen yardımlar şeklinde kendini göstermiştir.
c. Batıcılık:
Bu görüş, devletin ancak batılılaşmak yoluyla kurtulabileceğini ve bunun için çeşitli alanlarda ıslahatlar yapılması gerektiğini savunmuştur.
Batıcılık kaynağını, Tanzimat ve önceki devirlerin ıslahat teşebbüslerinden alır. Batı medeniyetinin siyasi, sosyal ve felsefi görüşlerinden azami derecede faydalanmayı istemektedir.
Batıcılık, Abdullah Cevdet, Celal Nuri ve Süleyman Nazif tarafından temsil edilmiştir. Batıcılar tek kadınla evliliği, kadın özgürlüğünü, medeni kanunun kabulü nü, lâik mahkemelerin kurulmasını, Latin harflerinin kabulünü, tekke ve zaviyelerin kapatılmasını, modern giysiler giyilmesini istiyorlardı. Görüldüğü gibi batıcılık sadece bir taklitçilikten ibaret kalmıştır. Her şeyden evvel Batıcılık fikrinin Osmanlı toplumunun bünyesini ve ülkenin ihtiyaçlarını dikkate alması gerekirdi.
I. Meşrutiyete kadar yapılan batılılaşma hareketlerinin önderleri padişahlar ve onların destekledikleri devlet adamlarıdır. I. Meşrutiyetten sonra ise batılılaşmanın fikir yönünden önderliğini devleti yönetenler dışında ve yönetime rağmen Jön Türkler yapmışlardır.
Batıcılık da bazı hatalarından dolayı başarıya ulaşamamıştır. Buna karşılık bazı olumlu sonuçları da olmuştur. Meselâ, sağladığı tecrübelerinden Türk İnkılâbının oluşumunda faydalanılmıştır. Yeni Anayasa 'nın hazırlanmasında batılılaşma hareketlerinin önemli bir payı vardır.
Batıcılık akımının, diğer fikir akımlarından farklı bir özelliği vardır. Bu da Osmanlı Devletini yaşatmaktan ziyade, yeni bir devletin kurulması için yapılan çalışmalar bütünü olmasıdır.
d. Türkçülük:
Türkçülük hareketinin esas unsuru coğrafyada, dilde, kültürde, tarihte birlik ve bütünlüğü sağlamaktır. Türkçülük II. Abdülhamit devrinde dil, edebiyat ve tarih alanlarında bir fikir hareketi olarak gelişmiş, Osmanlıcılık veya İslamcılık gibi bir idare ve siyaset sistemi haline gelememiştir.
Avrupada Türkler aleyhine yapılan olumsuz propagandalar, Türk milletinin ikinci sınıf görülmesi, Türk tarih ve kültürünün incelenmesi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Rus işgaline uğrayan Türk illerinden kaçan Türk göçmenlerin etkisiyle Türkçülük giderek önem kazandı. Özellikle II. Meşrutiyet'in ilânından sonra Türkçülüğün etkisi daha da arttı. İttihatçılar genellikle bu düşünceye sahiplendiler.
Türkçülük akımı Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan Türkleri dil, din ve kültür değerleriyle birbirlerine bağlanmasını, dışarıdaki Türklerle de birleşme yolları aranmasını amaçlıyordu. II. Abdülhamid'in kurmak istediği İslâm Birliği gibi Türk Birliğini kurmak amaçlanmıştır.
Türkçülük fikrinin savunucuları Ziya Gökalp, M. Emin Yurdakul, Ömer Seyfeddin gibi yazarlardı. İlk kez Ziya Gökalp Türkçülüğü sosyolojik bir metodla inceleyerek eksik, dağınık, çekingen fikirlerin toplanmasını ve bir sistem haline getirilmesini mümkün kılmıştır.
Türkçülük Akımı, II. Meşrutiyet'in ilânından önce yalnız anavatanı düşünmekle kalmamış, bütün Türklerin kurtuluş imkanlarını da araştıran Pantürkizm cereyanına doğru yönelmiştir.
Milliyet fikrinin etkisiyle ortaya çıkan Türkçülük, biçim değiştirmiş, Turancılıktan Misak-ı Milli esaslarına dönüşerek Türk Kurtuluş Savaşı'nın ve Türkiye Cumhuriyeti'nin temel ideolojilerinden olmuştur.
II. Meşrutiyet döneminde olgunlaşan fikir akımları aslında 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren zaman zaman devlet modeli olarak uygulanmıştır. Buna rağmen fikir akımları başarılı olamayarak kendinden beklenen sonucu verememişlerdir.
Fikir Akımlarının Başarısızlık Nedenleri:
1. Ülke içinde fikir akımlarına halk desteğinin sağlanamaması.
2. Fikir akımlarının geniş halk kitlelerine indirgene-memesi.
3. Fikirlerin birbirlerine karşı ortaya atılmış olması.
4. Dış baskıların artması.
5. İç değişmeler, isyanlar ve bağımsızlık hareketleri
20. Yüzyıl Başında Osmanlı Devleti
Trablusgarp Savaşı
I. Balkan Savaşı Londra Antlaşması
II. Balkan Savaşı
Balkan Savaşı'nı Sonuçlandıran Antlaşmalar
Barış Antlaşmalarının Sonuçları
Balkan Savaşı'ndan Sonra Osmanlı Politikası
20. YÜZYIL BAŞINDA OSMANLI DEVLETİNİN PARÇALANMA SÜRECİNE GİRMESİ
İttihat ve Terakki Partisi'nin Yönetimi:
Osmanlı İmparatorluğu'nu 1876-1909 yılları arasında II. Abdülhamit yönetmiştir. Tanzimat fermanının açtığı dönemde temel hak ve özgürlüklere kavuşmak, demokratik bir yönetime sahip olmak yolunda, sayısı çok az olan aydınlar arasında bir özlem belirmişti. II. Abdülhamit tahta çıkar çıkmaz tarihimizin ilk anayasasını ilân etti (Kanun-i Esasi). Böylece l. Meşrutiyet devri açıldı. Ama bir süre sonra, kendi yetkilerine hiç bir sınırlama getirmemesine rağmen, anayasayı çeşitli sebeplerden dolayı uygulamadı. Bu da, ona karşı bir direnmenin doğmasına yol açtı.
II. Abdülhamit istibdatçı bir yönetim uygulamasına rağmen ülkenin her yerinde çok değişik okullar açılmıştı. Bu okullarda şüphesiz çok sayıda aydın insan yetişmişti. Bu aydınlar padişahla bir mücadelenin içine girdiler. Sonunda II. Abdülhamit 1908'de parlamentoyu toplayacağını ilân etti. (M. Meşrutiyet). Bir süre sonra Meşrutiyet Rejimi'ne karşı ayaklanma çıkmış 31 Mart Olayı adıyla anılan bu isyan sonucu II. Abdülhamit tahttan indirilmiştir.
Gerek II. Abdülhamit'i tekrar Meşrutiyeti ilan etmeye zorlayan, gerek onu 31 Mart Olayı'ndan sonra tahttan indiren güç, genç asker ve sivil aydınlardan oluşan, başlangıçta gizli, sonra açık çalışan ittihat ve Terakki Cemiyeti'dir.Bu dernek II. Meşrutiyet'ten sonra siyasi bir parti durumunu aldı. Seçimleri zorla da olsa kazandı. II. Abdülhamit dönemini aratır bir yönetim uyguladı. İttihatçılar ilk önce hükümeti kuramadılar. Perde arkasından ülkeyi yönetmeye kalkıştılar. Ülkede büyük bir otorite boşluğu meydana geldi. Bu boşluk savaşlara neden olmuş, Trablusgarp ve Balkan Savaşları ile elde kafan son topraklarda kaybedilmişti.
İttihat ve Terakki Partisi, ilk kez milliyetçi bir görüşe sahip yönetim kurmaya çalıştıysa da tecrübesizliği nedeniyle başarı sağlayamadı. Bu başarısızlıkları Osmanlı Devleti'nin çöküşünü hızlandıran iki önemli savaşa ortam hazırlamıştır.
TRABLUSGARP SAVAŞI (1911-1912):
II. Meşrutiyet'in ilânından sonra, Osmanlı Devleti ile yabancı devletler arasındaki ilişkilerde meydana gelen gelişmeler içerisinde savaşla sonuçlanan ilk büyük olay, Osmanlı-italyan savaşı oldu. Bu savaş, her şeyden önce İtalya'nın sömürgecilik politikasının ve Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu bunalımların bir sonucuydu.
İtalya, 19. yüzyılın ikinci yarısında Almanya gibi siyasal birliğini kurarak güçlü bir devlet durumuna gelmişti. Dünya üzerindeki zengin sömürgeler güçlü emperyalist devletlerce paylaşıldığından İtalya ancak zayıf devletlerin elindeki toprak parçalarını alarak hedefine ulaşabilirdi. Ülkesine çok yakın olan Trablusgarp Osmanlı Devleti'nin Afrika'da kalan son toprağı idi. Trablusgarp yoluyla Afrika'nın ortalarına kadar inebileceğini hesaplayan İtalya, Rusya ile yaptığı Racconigi (1909) anlaşmasıyla onun da desteğini sağlamıştı. İtalya Rusya'dan başka diğer devletlerin de desteğini sağlamıştı.
italya; Trablusgarp ve Bingazi'nin uygarlık bakımından geri bırakıldığı, burada yaşayan İtalyanlara kötü davranıldığım bahane ederek 28 Eylül 1911'de bu bölgeyi işgale başladı. İtalyanlar Trablusgarp, Tobruk, Derne ve Bingazi'ye asker çıkardılar.
İngiltere Kuzey Afrika'daki bu önemli işgal hareketine kayıtsız kalmış, hatta destek bile olmuştur. Çünkü Akdeniz'de Fransa'ya karşı İtalya'yı bir denge unsuru olarak kullanmak istiyordu. İngiltere, Fransa'nın yerleşmiş olduğu Cezayir ve Tunus arasında, bir tampon bölgenin kurulmasından yanaydı.
Osmanlı Devleti, işgal karşısında büyük devletlerden arabuluculuk yapmalarını ve savaşı durdurmalarını istemişti. Devletler, savaş karşısında tarafsız kalacaklarını ilân edince Osmanlı Devleti İtalya ile karşı karşıya kaldı.
Osmanlı Devleti'nin işgal karşısında Trablusgarp'ta çok az bir askeri vardı. Makedonya, Arnavutluk ve diğer yerlerde meydana gelen isyanlar dolayısıyla Osmanlı hükümeti savaş için gerekli hazırlıkları tamamlayamamıştı. İngiltere'nin de Mısır'da tarafsızlığı ilân etmesi ile karadan, bağlantı da kesilmiş oldu. Osmanlı'da deniz gücü de yetersiz olunca denizden yardım ümidi de sona erdi. Bütün bu olumsuzluklara rağmen İstanbul'da bulunan bazı kurmay subaylar zor şartlar altında Trablusgarp'a ulaştılar. Mustafa Kemal ve Enver Paşa gibi komutanlar halkı İtalyanlara karşı örgütleyerek iyi bir savunma cephesi oluşturmuşlardır.
İtalya bu savunma karşısında güç duruma düşmüştü. Osmanlı Hükümeti'nin İtalya'ya uyguladığı ekonomik ambargo da İtalya'da önemli etkiler meydana getirdi.
İtalya, kesin bir başarı sağlayamayınca, Akdeniz'e yönelerek 17 Mayıs 1912'de Oniki Ada'yı işgal etmiştir.
Osmanlı Devleti'nin bu tarihlerdeki durumu da iyi değildi, isyanlar artmış, hükümet bunalımı meydana gelmiş, parti çekişmeleri başlamıştı. Osmanlı'nın dış politikadaki yalnızlığı sürüyordu. Bu durumdan yararlanan Balkan Devletleri, Osmanlı Devleti'ne karşı savaş hazırlığına girişmişlerdi. Balkanlardaki bu durum Osmanlı Devleti'ni İtalya ile barış yapmaya zorlamıştır.
Uşi Anlaşması (18 Ekim 1912):
1. Osmanlı Devleti Trablusgarp ve Bingazi'yi boşaltacak,
2. İtalya Oniki Ada'yı Osmanlı Devleti'ne geri verecek, ancak Balkan Savaşı bitinceye kadar Yunan işgaline karşı italya'nın elinde geçici olarak bulunacak,
3. Trablusgarp'da Naip adıyla bir temsilci Padişah adına bulunacak,
4. italya, Kapitülasyonların kaldırılmasında Osmanlı Devleti'ne yardım edecek,
Yorum: Uşi Anlaşmasıyla Osmanlı-İtalya Savaşı sona ermiş oldu. Kuzey Afrika'daki son toprak parçamız da kaybedilmiştir. Kuzey Afrika'daki topraklarımızın kayıp sırası şöyledir:
• Cezayir (1830 Fransa)
• Tunus (1881 Fransa)
• Mısır (1882 İngiltere)
Ege Adalarının bir kısmına, dolayısıyla Ege Denizi'ne ve Anadolu kıyılarına büyük bir devlet geçici olarak da olsa yerleşmiştir. Oniki Ada elimizden fiilen çıkmış, İtalyanlar Ege Denizi'ne yerleşmişlerdir. Kuzey Afrika'daki İtalyan sömürgeciliği başlamış, Doğu Akdeniz'de güçler dengesi bozulmuş, böylece. İtalya,etkisi olan bir devlet haline gelmiştir.
Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu durum ortaya çıkmış, topraklarını koruyamayacağı bir kere daha anlaşılmış, Balkan Savaşı'nın başlamasına-cesaret vermiştir.
l. BALKAN SAVAŞI (1912-1913):
20. yüzyılın başlarında Balkanlar, Osmanlı Devleti'nin en buhranlı ve kritik yerlerinden birisi haline gelmiştir.
Bunda iki önemli neden vardır:
• Birincisi, Balkan Devletleri'nin bölge üzerindeki emelleri.
• İkincisi, Büyük Devletlerin çıkar hesapları ve bunların kışkırtmalarıdır.
Büyük devletler, Balkanlardaki bunalımı kendi çıkarlarına göre çözmek istiyorlardı. Böylece Doğu Sorunu gergin bir aşamaya girmiş oluyordu.
Rusya'nın İngiliz desteğine sahip olmaya başlamasından sonra, Balkanlar üzerindeki etkinliği arttı. Balkanların bir bölümüne hakim olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nda milyonlarca Slav yaşıyordu. Osmanlı Devleti'ne bağlı topraklarda da çok sayıda Slav vardı. Bu Slav nüfus potansiyeli Rusya'ya cesaret veriyordu. Zaten Rusya'nın iki temel politikası vardı:
• Birincisi, Slavları birleştirmek, Osmanlı'nın Balkan topraklarını Slav devletleri arasında paylaştırmak.
• İkincisi, Boğazlara yerleşmekti.
Bu politikalar sonucunda Balkan Devletleri ile Rusya arasında tabii bir yakınlaşma başladı. Bu yakınlık en çok Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nu rahatsız ediyordu. Çünkü Sırbistan'dan dolayı güney sınırları parçalanabilirdi. Bundan dolayı Osmanlı Devleti ile Avusturya arasında belli bir yakınlık başlamıştır.
Ama, bu yakınlık Balkan Savaşı'nın çıkmasını önle yemedi.
Rusya, önce Sırbistan'la Bulgaristan arasındaki anlaşmazlığı çözmüş ardından Bulgar-Yunan ittifakının kurulmasını sağladı. Son olarak da Karadağ ile Sırbistan arasında ittifak kuruldu. Böylece bütün Balkan Devletleri'nin Osmanlı Devleti'ne karşı birleşmeleri tamamlanmış oluyordu. Bunun tabii bir sonucu olarak dört Balkan Devleti Osmanlı'ya karşı ardı ardına savaş açtılar:
• Karadağ, 8 Ekim 1912
• Bulgaristan, 17 ikim 1912
• Sırbistan, 17 Ekim 1912
• Yunanistan, 19 Ekim 1912
Osmanlı Devleti Balkan Savaşı'nın başladığı yıllarda büyük iç ve dış sorunlarla uğraşıyordu. Sık sık hükümetler değişiyordu. Hiç bir konuda hükümetlerin esaslı bir politikaları yoktu.
Henüz savaşa yeterli şekilde hazırlanamadığı gibi çok sayıda da asker terhis edilmişti. Bazı değerli komutanlar saf dışı bırakılmış, ordu saflara ayrılmış, iç çekişme büyük boyutlara ulaşmıştı. Aynı tarihlerde Arnavut isyanı da başladığından Osmanlı Devleti büsbütün çaresizlik içindeydi.
Savaş başlar başlamaz ordu iki cepheye ayrıldı:
Batı Ordusu
Doğu Ordusu
/ Bulgarlara karşı \ / Sırp, Yunan ve Karadağ'a, V kurulmuştu. ' \ karşı mücadele edecekti. >
Daha savaşın başlarında Doğu Ordusu yenilerek Çatalca'ya çekildi. Bu arada Yunan Donanması Doğu Ordusu ile Batı Ordusu arasındaki bağlantının kesilmesine neden oldu. Makedonya işgal edildi, Selanik Yunanlılara geçti. Kısa bir süre sonra bütün Rumeli işgale uğradı. Bulgarlar işgal edilen yerlerde Türklere karşı tarihte eşine ender rastlanan katliamlar yaptılar.
Deniz savaşlarında Rauf Bey Hamidiye Kruvazörü ile başarılı savaşlar yaptıysa da savaşın genel durumunu etkileyemedi.
Balkan Savaşı'nın başlamasından hemen sonra, Osmanlı Devleti'nin uğradığı ağır yenilgi iç politikada büyük tepkilere yol açtı. Sadrazam Gazi Ahmet Muhtar Paşa istifa etmiş, yerine İngiliz yanlısı olarak bilinen Kamil Paşa Sadrazam olmuştu. Yeni hükümet savaşın devam etmesinden rahatsızlık duyarak, barış görüşmelerinin başlamasını sağladı. Arnavutluk bu ortamdan yararlanarak 28 Kasım 1912'de bağımsızlığını ilân etmiştir.
Nitekim Balkan Savaşı'nın gelişimi öncelikle Avusturya ile Rusya'yı karşı karşıya getirdi. Böylece devletler bir kere daha bloklar etrafında toplandılar. Ancak bunun bir Avrupa Savaşı olmasını istemeyen İngiltere ve Almanya'nın çabalarıyla Londra Konferansı toplandı (17 Aralık 1912). Konferans uzun çalışmalardan sonra barışın sağlanmasıyla sonuçlandı.
Londra Antlaşması (30 Mayıs 1913)
1. Osmanlı Devleti'nin batı sınırı Midye-Enez hattı olacak.
2. Osmanlı Devleti Arnavutluk ve Ege Adaları'nın geleceğinin sağlanmasını büyük devletlere bırakacak.
3. Yunanistan; Selanik, Güney Makedonya ve Girit'i alacak.
4. Bulgaristan; Kavala, Dedeağaç ile birlikte, bütün Trakya'yı alacak.
5. Sırbistan; Orta ve Kuzey Makedonya'yı alacak.
Yorum: Görüldüğü gibi anlaşma ile Osmanlı Devleti, Midye-Enez sınırının batısında kalan bütün topraklarını Balkan Devletleri'ne terk ediyordu ve buralar Balkan devletleri arasında bölüşülüyordu. Ege Adaları'nın geleceğini büyük devletlerin kararına bırakmakla da, Ege Denizi üzerindeki egemenliğini dolaylı olarak kaybediyordu. Bulgaristan ise geniş şekilde Ege Denizi'ne çıkıyor ve büyük bir devlet haline geliyordu. Yunanistan Selânik'i de alarak kuzeye doğru genişliyor ve Ege Denizine yerleşmek için büyük bir imkana sahip oluyordu. Aynı şekilde Sırbistan da sınırlarını genişletiyordu.
Arnavutluk bağımsızlığını ilân etmiş, böylece Osmanlı Devleti'nden ayrılan son Balkan Devleti olmuştur.
Mustafa Kemal'in "Ordunun siyasete karışmaması" şeklindeki görüşünün doğruluğu anlaşılmış, Mustafa Kemal'de siyaseti tamamen bırakarak kendisini orduya vermiştir.
Londra Görüşmeleri'nin devam ettiği sırada bir hükümet darbesi düzenlendi. Bab-ı Ali Baskını adıyla anılan bu olay sonunda ittihat ve Terakki Partisinin 1918 yılına kadar sürecek iktidarı başladı.
Balkan Savaşı'nda Türk Milleti'nin büyük sıkıntılara düşmesi, Türkçülük akımının rağbet görmesine ve önem kazanmasına neden olmuştur. Milli duygular gelişmiş, savaşın acı ve felâketli sonuçları Türklerin uyanmasına ve birbirlerine bağlanmasına ortam hazırlamıştır. Acı ve felaketli günler Milli Edebiyat Cerayanını doğurmuş, milli heyecan doruk seviyeye ulaşmıştır.
l. Balkan Savaşı ve Londra Anlaşması'yla Balkanlarda kurulan statüko, Balkan Devletleri'ni memnun etmedi. Bu da yeni bir bunalımın doğmasına yol açtı.
II. BALKAN SAVAŞI -1913
Osmanlı Devleti'nin yenilgi sonucu Balkanlardan çekilmesi siyasi bakımdan büyük bir boşluk bırakmış, dengesizlik meydana gelmiştir. Osmanlı Devleti'nin çekilmesiyle başlayan otorite boşluğunun doldurulmak istenmesi Balkan Devletleri arasında çekişmeye neden olmuştur.
Londra Antlaşması'nın getirdiği şartlar, bu tarihe kadar Osmanlı Devleti'ne karşı, aralarındaki çekişmeleri bir yana bırakarak birleşen ve birlikte hareket eden Balkan Devletleri'nin birbirlerine düşmesine neden oldu.
Balkan Devletleri savaş sırasında birbirleri ile bağlı olmalarına rağmen kendi çıkar ve emelleri doğrultusunda hareket ediyorlardı. Zaten savaş bitmeden önce bile aralarında sürtüşmeler başlamıştı.
II. Balkan Savaşında:
Romanya }
Karadağ }
Yunanistan > Bulgaristan'a karşı birleşmişlerdir.
Sırbistan }
Özellikle Makedonya'nın bölüşülmesi çatışmaların ağırlık merkezini teşkil ediyordu.
Sırbistan, Makedonya'da işgal etmiş olduğu yerlerin bir kısmını Bulgaristan'a vermişti (Londra Anlâşması'yla). Aslında Bulgaristan daha fâzla pay almak istiyordu.
Yunanistan, Makedonya'nın daha büyük bir parçasının sınırları içerisine katılması çabası içindeydi. Ayrıca kendisinin yayılma hedefleri içerisinde bulunan yerleri alarak Bulgaristan'ın Ege Denizi'ne çıkmasını hoş karşılamıyordu.
Romanya ise, bölgede dengenin bozulduğunu iddia ediyordu ve öteden beri Bulgaristan ile aralarında anlaşmazlık konusu olan Dobruca'yı istiyordu. Sonuç olarak dört Balkan devleti, Bulgaristan'ın büyümesini endişe ile karşılamışlardır.
Görüldüğü gibi, Osmanlı Devleti'nden ele geçirilen toprakların bölüşülmesi, anlaşmadan sonra da Balkan Devletleri arasında anlaşmazlık konusu olmakta devam etmiştir. Bunun sonucu olarak Bulgaristan'ın daha fazla büyümesini istemeyen Yunanistan ile Sırbistan aralarında bir anlaşma yaptılar.
Bulgaristan, bu iki eski müttefiklerin birleşmesi üzerine hemen Makedonya'yı ele geçirmek için Sırbistan ve Yunanistan'a saldırdı. Romanya'da bundan yararlanarak 10 Temmuz 1913'te Sofya'ya doğru İlerlemeye başladı.
Osmanlı Devleti, bu tarihi fırsatı kayırmayarak Bulgarların elinde bulunan Edirne ve çevresini 25 Temmuz 1913'te kurtarmıştır. Büyük devletler, karşı çıkarak, Londra Antlaşmasının (30 Mayıs 1913) değiştirilemeyeceğini Osmanlı Devleti'ne bildirdiler. Büyük devletler Osmanlı Ordusu'nun ilerlemesini istemiyorlardı.
Bulgaristan bu gelişmeler ve ilerlemeler karşısında, Osmanlı Devleti ve diğer Balkan devletlerine başvurarak barış istedi. Bunun üzerine savaşı sonuçlandıran anlaşmalar yapıldı.
BALKAN SAVAŞLARI'NI SONUÇLANDIRAN ANTLAŞMALAR
a. Bükreş Antlaşması (10 Ağustos 1913)
İlk anlaşma Bulgaristan ile diğer Balkan devletleri arasında yapıldı. Maddeleri:
1. Bulgaristan; Silistre, Tutrakan ve Güney Dobruca'yı Romanya'ya verecek.
2. Yunanistan; Epifin bütününü Selanik, Drama, Kavala ile birlikte Güney Makedonya'nın büyük kısmım aldı.
3. Sırbistan'a Manastır, İstip, Üsküp, Piriştine verildi.
4. Karadağ, Plevne ve Cakova'yı aldı.
5. Bulgaristan'a Makedonya'nın küçük bir bölürhü ile Dedeağaç bölgesi bırakıldı.
Bu antlaşma ile Bulgaristan, Dedeağaç'tan Ege denizi ile bağlantısını sürdürmekle beraber, çevresinde ki devletlere verdiği topraklarla küçülmüş oldu. Aynca, Osmanlı Devletinden alınmış olan topraklar, Balkan Devletleri arasında yeniden bölüşüldü. Ancak bu da bu devletlerin hepsini memnun edemediğinden, Balkanlardan çekişmeler devam etti.
Bükreş Antaşması'ndan sonra, Osmanlı Devleti ile diğer Balkan Devletleri arasında ayrı ayrı anlaşmalar yapıldı.
b. İstanbul Antlaşması (29 Eylül 1913):
Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında yapıldı. Buna göre:
1. Bulgaristan; Kırklareli, Dimetoka ve Edirne'yi geri verecek.
2. Türk-Bulgar sınırı Meriç Nehri olacak.
3. Bulgaristan'da kalan Türkler, Bulgarlarla eşit haklara sahip olacak.
4. İsteyen Türkler dört yıl içinde Osmanlı topraklarına göç edebilecek.
5. İlkokul ve ortaokullarda Türkçe eğitim yapılacak.
6. Bulgaristan'da kalan Türkler mülk edinebilecek.
7. Türkler müftülerini kendileri seçebilecek.
Barış antlaşmasında Bulgaristan'da kalan Türklerin durumu da ele alınmakta, Türklerin mülkiyet haklarına saygı gösterileceği de belirtilmekte idi.
c. Atina Antlaşması (14 Kasım 1913):
Yunanistan'la Osmanlı Devleti arasında yapılmıştır. Buna göre:
1. Yunanistan'da kalan Türklerin durumu ve sahip olacakları haklar saptanacak.
2. Girit adası, Yanya, Selanik Yunanistan'a verilecek
Atina Anlaşması'yla, Yunanistan'ın Balkanlar'da ele geçirdiği topraklar resmen kabul edilmiş oluyordu. Bu anlaşmada Girit hariç diğer Ege adaları gündeme gelmemiştir. Nedeni Ege Adaları'nın geleceği Londra Anlaşmasıyla büyük devletlere bırakılmıştı.
d. İstanbul Antlaşması (13 Mart 1914):
Bu anlaşma Osmanlı Devleti ile Sırbistan arasında yapılmıştır. Bu anlaşma önceki anlaşmalardan farklı bir özellik göstermektedir. Bu iki devletin ortak bir sınırı kalmadığından, bu antlaşma daha çok Sırbistan'da kalan Türklerin ve taşınamaz mallarının durumları ile geleceğini saptamaktaydı.
BARIŞ ANTLAŞMALARI'NIN SONUÇLARI
Osmanlı Devleti Balkan Savaşı'nda iç ve dış nedenlerin etkisiyle tarihinin en büyük yenilgisine uğramış ve bunun sonucunda Meriç nehrinin batısındaki bütün Balkan Toprakları ile, Ege Adaları'nı kaybetmişti. Bu ise ülkeyi maddi ve manevi yönlerden büyük kayıplara uğratmış ve devletin geleceğini olumsuz yönde etkilemiştir.
Balkanlarda statüko büyük oranda değişmiş, bölge devletlerinin sınırlarının genişlemesi ile yeni bir siyasi harita çizilmiş, bu arada yeni bir devlet, Arnavutluk ortaya çıkmıştır.
1912 Ekiminden sonra 1913 Ağustosuna kadar on ay süren Balkan Savaşı sadece savaşan devletleri değil, bütün Avrupa devletlerini de yakından etkilemiş ve ilgilendirmişti. Çıkarları çatışan devletler, bu bunalım dolayısıyla bir defa daha karşı karşıya gelmişlerdir. Bu da bloklar arasındaki gerginliği çoğaltmış ve silahlanma yarışını hızlandırmıştır. Bundan dolayı da Balkan bunalımı, l. Dünya Savaşı'nın önemli nedenlerinden birisi olmuştur.
Barış antlaşmalarından günümüze kadar olan sürede bir dış Türkler Sorunu ortaya çıkmıştır. Büyük göç hareketleri dış Türkler Sorununu takip etmiştir. Göç hareketlerinin en sonuncusu ve en büyüğü 1989 yılında Bulgaristan'dan gelen Türk göç hareketidir.
Göçler büyük, demografik, ekonomik ve sosyal sorunlar da doğurmuştur.
Barış Anlaşmalarının Ortak Özellikleri:
1. Anlaşma yapılan ülkelerde (Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan) yaşayan Müslüman azınlığın ve Türklerin haklarının garanti altına alınması.
2. Balkan Devletleri arasındaki sınırları tespit etmesi.
3. Türkiye'nin batı sınırının belirlenmesi ve güvenlik altına alınması.
4. Türklerin Ege Denizi hakimiyetini sona erdirmesi.
Balkan Savaşından Sonra Büyük Devletler ve Politikaları:
Osmanlı Devleti, büyük toprak kayıpları sonucu yeni sorunlarla karşılaşmaya başladı. Osmanlı Devlet adamları devletlerarası ilişkilerin iyice gerginleştiği bu dönemde son savaşlarda durumu oldukça bozulan ordunun yeniden düzenlenmesi işini ele aldılar. Bu amaçla Almanya'dan yardım istediler. Bu amaç Almanya'ya daha çok yaklaşma sonucunu doğurdu.
Oysa, Osmanlı Devleti bundan önce devamlı olarak Rusya'ya karşı İngiltere'ye dayanmıştı. Fakat ingiliz siyasetinde Berlin Anlaşmasından sonra belirgin bir farklılık olmaya başlamıştı. Geleneksel Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğü, yaşaması ve politikası değişmişti. Osmanlı Devleti bu değişiklik üzerine Almanya'ya dayanmaya başladı.
Osmanlı Devleti buna rağmen Almanya'nın yanında ingiltere ve Fransa'dan da teknik olarak yararlanma yolunu seçti.
Kara Kuvvetlerinin ıslahı için Almanya'dan .Jandarma Kuvvetlerin düzenlenmesi için Fransa'dan donanmanın düzenlenmesi içinde İngiltere'den bir heyet İstanbul'a gelmişti.
Böylece Avrupa'nın üç büyük devleti Osmanlı hükümeti üzerinde etki sahibi olmuştu. Buna rağmen Alman heyetinin üstünlüğü dikkat çekmekteydi. Almanya'nın avantajlı bir duruma gelmesi en çok Rusya'yı telaşlandırdı. Rusya Almanya'nın bu etkinliğine karşı İngiltere ve Fransa ile birlikte hareket etmek istemiştir.
Alman askeri heyetinin, Osmanlı Devleti hizmetindeki yetkilerinin artması, devletlerarası bir sorun haline gelmiş ve İngiltere, Fransa ve Rusya'nın birleşmelerine neden olmuştu.
Almanya'nın Bağdat demiryolu yapımı dolayısıyla Ortadoğu üzerindeki etkisi iyice artınca, bloklar arasındaki gerginleşme büyük boyutlara ulaşmıştır.
Balkan Savaşlarından Sonra İç Durum:
Balkan Savaşlarından (1912-1913) sonra Osmanlı Devleti Afrika ile ilgisini tamamen kesmiş ve Balkanlar'da da, yalnızca Türklerin oturmadıkları toprakların hepsini elden çıkarmıştı, İtalya gibi güçlü bir devlet de Osmanlı Devleti'nin kara sularına yerleşmiş bulunuyordu.
Balkanlar'daki devletlerin güçlenmesi ise Avusturya-Macaristan ve Almanya'nın burada ilerleme eğilimlerine, Rusya ve İngiltere'nin nüfuzlarına da set çekmişti. Bundan dolayı devletler bütün güçleriyle yeniden Balkanlar üzerindeki etkinliklerini göstermeye başladılar, bu da karşılıklı olarak rekabetin başlaması sonucunu doğurmuştu. Bu dış gelişmeler olurken Osmanlı Devleti içinde de değişik olaylar meydana gelmekteydi.
İttihat ve Terakki, 23 Ocak 1913 tarihinde yaptığı hükümet darbesiyle yeniden iktidarı ele geçirmiş ve Mahmut Şevket Pâşa'yı Sadrazam ilan etmişti. Mahmut Şevket Paşa, partiden ayrı oldukça bağımsız bir politika takip ediyordu. Sadrazam kısa bir zaman sonra öldürülmüş, böylece ülke içinde bozulan birlik partiler arası sürtüşmelere neden olmuştu. İktidar partisi olan İttihat ve Terakki, Partisine rakip gördüğü kişileri sürgüne göndermiş, böylece rakipsiz olarak egemen hale gelmişti. Mahmut Şevket Paşadan sonra Prens Said Halim Paşa Sadrazam olmuştu. Bu dönemde padişahın yetkilerinde değişiklik yapılarak, meclisi dağıtma yetkisi kaldırılmıştır. Bunun yanında meclisin toplanma sürelerini ilgilendiren anayasa maddeleri de değiştirilmiştir.
Bu arada Osmanlı Devleti, başlayan I. Dünya Savaşı'na katılmış ve Almanya yanlısı bir politika izlemeye başlamıştı.
Balkan Savaşlarından Sonra Osmanlı Devletinin Alman Siyasetine Yönelişi:
Osmanlı Devleti, II. Meşrutiyet döneminden itibaren başlayarak devamlı olarak İngiltere yanlısı bir politika izlemeye başlamıştır. Özellikle Trablusgarp ve Balkan Savaşlarında İngiltere'nin yardımı istenmiştir. İngiltere'nin son yıllarda artan ekonomik ve siyasi gücü, Osmanlı Devleti'nin mecburen İngiltere'ye yakınlaşmasına neden olmuştur. Buna rağmen İngiltere hem Trablusgarp hem de Balkan Savaşlarında Osmanlı Devleti'nin yanında yer almamıştır.
Osmanlı Devlet adamları sırasıyla İngiltere, Fransa ve Rusya'yla yakınlık kurmak istemişlerdir. Hatta bu devletlerle işbirliği kurulması için dostluk cemiyetleri bile kurulmuştur. İttihat ve Terakkinin önde gelen liderleri (Cemal, Talat ve Enver Paşalar) İtilaf devletlerine bizzat giderek ilişki kurmak istemişlerdir. Talat Paşa Çar'la görüşmüş, Cemal Paşa Fransa'ya gitmişti.
l.Dünya Savaşı
Genel ve Özel Nedenler
Osmanlı Devleti'nin Savaşa Katılma Nedenleri
Savaşta Cepheler
Osmanlı Devleti'nin Paylaşılması Tasarıları
Tarafsız Devletlerin Savaşa Katılmaları
Savaşın Gelişmeleri ve Sona Ermesi
Mondros Ateşkes Antlaşması
Wilson İlkeleri
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI (1914-1918)
Birinci Dünya Savaşı, 19. yüzyıl ile 20. yüzyılın başlarında meydana gelen olay ve gelişmelerin bir sonucudur. Bu bakımdan sebeplerini bu dönemde aramak gerekir.
Birinci Dünya Savaşı, Avrupa'da dört merkezi devlete karşı, Avrupa ve diğer kıtalarda bulunan yirmi-beş devletin giriştiği, o tarihe kadar görülmemiş ilk dünya savaşıdır. Birinci Dünya Savaşı Avrupa'da ittifak ve merkezi devletler diye adlandırılan Almanya, Avusturya - Macaristan, Osmanlı Devleti ve Bulgaristan ile itilaf devletleri diye anılan Fransa, Rusya, İngiltere, Sırbistan, Belçika, Karadağ, Japonya, İtalya, Portekiz, Romanya, A.B.D. Yunanistan, Brezilya vb. devletler arasında meydana gelmiştir.
l. Dünya Savaşı'nm genel ve özel olmak üzere iki nedeni vardır:
a) Genel Nedenler:
Fransız ihtilâli'nin getirdiği yeni anlayış ve görüşler siyasi ve sosyal hayatta büyük değişiklikler yapmıştı. Milliyetçilik düşüncesi özellikle 20. yüzyılın başlarında etkisini göstermiştir. 1815 yılında Viyana Kongresiyle Avrupa'ya yeni bir statü getirilmiş ve buna göre de güçler dengesi kurulmuştu. Özellikle 1870 Sedan Savaş'ı ile Alman ve İtalyan birliklerinin kurulması ve bu devletlerin girişimlerde bulunmaları Viyana Kongresi statükosunu ve güçler dengesini büyük ölçüde değiştirmişti.
19. yüzyıl içinde önem kazanmış diğer önemli bir konuda sanayileşmedir. Sanayileşme sonuç olarak sömürgeciliği doğurmuş, büyük devletlerin çıkar çatışmaları Afrika ve Uzakdoğu'ya kadar yayılmıştır.Hammadde ve pazar arayışı hızlanmış, bütün devletler sömürge yarışına girmişlerdir. Bazı devletlerin siyasi birliklerini geç kurmaları blokların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bloklar hızla silahlanarak yeni bir savaşın şartlarını hazırlamışlardır.
b) Özel Nedenler:
Devletlerin izledikleri politikalar ve çeşitli çıkarlar özellikle bazı devletleri karşı karşıya getirmiştir. Rekabet üçlü ittifak ile üçlü itilaf devletleri arasında meydana gelmiştir. Savaş öncesi devletlerin durumuna baktığımızda ;
Almanya : Siyasal birliğini kurduktan sonra (1871) ekonomisinde büyük bir canlanma meydana geldi. Birliğini geç kurduğundan sömürgeciliğe hızlı başlamıştır. Özellikle İngiltere ile rekabete girişmiştir. Bu da İngiltere'nin dünya hakimiyetinin tehlikeye girmesine neden olmuştur. Bundan dolayı ikili rekabet daha da artmıştır.
İngiltere : Almanya'nın siyasal ve ekonomik açıdan güçlenmesinden rahatsız olmuştur. Kendisine rakip olabilecek güçlerden kurtulmayı istemektedir. Buna karşı deniz kuvvetini arttırmıştı.
Fransa : 1870 Sedan Savaşı'yla Almanya'da kaptırdığı Alsace-Loren bölgesini geri almak istemektedir. Bundan dolayı Almanya'ya karşı bir düşmanlık içindedir.
Rusya : Rusya Panislavizmi gerçekleştirme amacındadır. Bunun için de iki önemli engeli ortadan kaldırmak istemektedir. Bunlar: Almanya ve Avusturya-Macaristan her ikisi de Akdeniz'e geçmek istemektedirler. Bunun gerçekleşmemesi için de Balkanlardaki etkinliğini artırma düşüncesindedir.
İtalya : Siyasi birliği geç kurduğundan sömürgecilikte geri kalmıştır. Amacı yeni sömürgeler ele geçirmektir.
Avusturya-Macaristan : En büyük tehlikesi Rusya'dır. Özellikle Balkanlardaki çıkarları Panislavizmle çatışmaktadır. Bunun yanında bünyesinde çok miktarda Slav bulunması iki ülke arasında çekişme meydana getirmektedir.
Çeşitli çıkar çatışmaları Avrupa'nın bloklara ayrılmasına neden olmuştu. Başlangıçta:
İngiltere, Fransa, Rusya İtilaf devletlerini, Almanya, Avusturya, Macaristan ve İtalya ise İttifak devletlerini oluşturmuştu,İtalya savaşın başlamasından yaklaşık bir yıl sonra itilaf devletlerinin yanında yer aldı.
SAVAŞIN BAŞLAMASI
Avusturya, Büyük Sırbistan'ı kurmak isteyen ve bu amaçla girişimlerde bulunanlara gücünü göstermek üzere, 1914 yılı Haziran ayında, Bosna'da bir manevra yapmaya karar vermişti. Buna katılmak üzere Veliaht Ferdinand da Saray-Bosna'ya gelmişti. Ancak Veliaht ve karısı, 28 Haziran 1914 günü bir Sırplı tarafından öldürüldü. Bu da Birinci Dünya Savaşı'na yol açan olayların başlangıcı oldu. Avurturya buna Sırbistan'a savaş aça.ak cevap verdi. Bunun üzerine Almanya, Avusturya-Macaristan'ın, Rusya ise Sırbistan'ın yanında yer aldı.
Böylece savaş kısa bir zaman içinde bütün Avrupa'yı etkisi altına almıştır. Buna ek olarak Uzakdoğu'da Japonya harekete geçmiş, Alman sömürgelerine sahip olmaya başlamıştı, l. Dünya Savaşı içinde amacına en erken ulaşan ve savaşı çok kısa bir zamanda (üç ay) tamamlayan devlet Japonya olmuştur.
Osmanlı Devleti'nin Savaşa Katılma Nedenleri:
Osmanlı devlet adamları, Osmanlıların son zamanlarda uğradığı kayıpların nedenini, devletin hiç bir ittifak grubuna girmemesinden buluyorlardı. İktidarda bulunan İttihat ve Terakki yönetimi her iki tarafa da başvurarak, İttifak içine girmeye çalışmış, fakat iki tarafça da kabul edilmemişti. Nedeni Osmanlı ordusunun durumunun kötü olmasıydı. Ancak, savaşın başladığı sıralarda Almanya'nın iyi bir komuta heyetiyle yaklaşması yöneticilerde doğal olarak Alman hayranlığını doğurmuştur.
Osmanlı devlet adamları, Almanya'nın yanında girildiği taktirde şu sonuçları alacaklarına inanıyorlardı.
1. Trablusgarp ve Balkan Savaşlarında kaybedilen yerlerin geri alınabileceği.
2. Kars, Ardahan ve Batum'un yeniden alınabileceği.
3. Mısır'ın yeniden İngiltere'den alınabileceği.
4. Rus, İngiliz ve Fransa'nın sömürgeleri olan Türk ve İslâm ülkelerinin istiklâle kavuşturulabileceği.
5. Girit ve Kıbrıs adalarının tekrar devlete bağlanabileceği.
Osmanlı Devleti bu toprak beklentilerinin yanı sıra yalnızlıktan da kurtulmak istiyordu. Almanya ile 2 Ağustos 1914'te gizli bir ittifak anlaşmasının yapılması, Alman desteği ile ülkenin kalkınabileceği, ittihatçıların Alman hayranlığı ve iki Alman gemisinin (Yavuz, Midilli) Osmanlı topraklarına sığınması savaşa girmemizde etkili olmuştur.
Almanya'nın Osmanlı Devletini Savaşa Sokması:
Almanya, Avrupa'nın doğusunda Rusya, batısında ise İngiltere tarafından sıkıştırılmıştı. Bundan dolayı Avrupa'daki savaş yükünü hafifletmek, Osmanlı devletinin jeopolitik konumundan yararlanmak istiyordu.
Halifenin dini ve siyasi gücü de Almanya'nın dikkatini çekiyordu. Özellikle geçiş yollarını kontrol altında tutmak ve Rusya'ya ulaşılmasına engel olmak düşüncesi Almanya'nın amaçları arasındaydı.
Osmanlı Devleti'nin İngiltere Yanında Savaşa Girmemesinin Nedenleri:
1. Daha önce İtilaf blokuna yapılan müracaatın kabul edilmemesi, buna karşılık Almanya'nın yakınlaşması.
2. Osmanlı Devleti'nin kapitülasyonları tek yanlı kaldırmasına İngiltere'nin tepki göstermesi.
3. İtilaf devletlerinin Osmanlı devletini parçalamaya yönelik plânları (Ermeni ve Yahudileri kışkırtmaları).
4. İngiliz tersanelerinde yapılmış ve parası ödenmiş iki savaş ve bir kaç ticaret gemisinin Osmanlı Devleti'ne verilmemesi.
5. Osmanlı kamuoyunda İngiltere'ye karşı duyulan tepki.
6. İngiltere, Fransa ve Rusya'nın uzun zamandır Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışmaları.
7. Osmanlı devlet adamlarının Alman hayranlığı.
Osmanlı Devleti'nin Savaşa Girmesi:
Savaşın başlamasından bir müddet sonra Avusturya'nın önerisiyle Almanya ile aramızda bir ittifak anlaşması yapılmıştır. 2 Ağustos 1914'de yapılan bu gizli ittifak anlaşması savunma niteliği taşımaktaydı. Bu ittifak Alman-Rus savaşından önce hazırlanmış fakat savaş başladıktan sonra değiştirilmeden imzalanmıştır.
Bu duruma göre Osmanlı Devleti'nin de savaşa katılması gerekiyordu. Fakat hükümet buna yanaşmadı. Bununla beraber genel seferberlik kararı alınmış, Mebuslar Meclisi kapatılmış, hemen ardından da ta rafsızlık ilân etti.
Osmanlı Devleti'nin tarafsız kalmasını en çok itilaf devletleri istemekteydiler. Özellikle Rusya boğazların kullanılması ve kendisine yardımın kolay yapılabilmesi için bu durumun devam etmesini istiyordu.
Almanya, ittifak anlaşmasından sonra Osmanlı Devleti üzerindeki baskılarını savaşa girmesi yönünde artırmağa başladı. Bu arada Alman Askeri Heyeti'nden bazı subaylar Osmanlı ordusunda önemli bazı görevlere getirilmişlerdi.
Sonuçta, Yavuz ve Midilli gemileri Amiral Souchon komutasında 28-29 Ekim 1914 gecesi Rusya'nın Odesa ve Sivastopol limanlarını topa tutması fiilen Osmanlı Devleti'ni savaşa sokmuş oldu.
Bu olay üzerine Rusya, ardından İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti'ne savaş açtılar. Osmanlı Devleti-de bunlara karşı 12 Kasım 1914'de resmen savaş ilan etmiştir.
Osmanlı Devleti savaşa girmesinden iki gün sonra 14 Kasım 1914'de Kutsal Cihad (Cihad-ı Mukaddes) ilân etti. Bundan amacı İtilaf devletlerinin egemenliği altındaki Müslümanları onlara karşı ayaklandırmak ve bu devletlerin uyruklarından toplayacağı askerlerin Osmanlı Devleti ile müttefikleri olan Almanya ve Avusturya'ya karşı savaşmasını önlemeye dayanıyordu. Fakat Kutsal Cihad beklenen bu amaçları gerçekleştirmede fazla başarılı olamadı.
SAVAŞTA CEPHELER
Genel olarak Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesi ittifak devletleri için büyük bir kazanç olmuştu. Savaş geniş bir alana yayılmış, Almanya'nın Avrupa’daki savaş yükü hafiflemişti. Böylece bütün Müslümanlar harekete geçirilmiş, geçiş yolları kontrol altına alınmıştı.
Osmanlı Devleti'nin savaştığı cepheleri genel olarak iki kısımda inceleyebiliriz:
Birincisi: Kendi topraklarında savaştığı, topraklarını korumak ve bazı imkanlar elde etmek amacıyla bulunduğu cepheler (Çanakkale, Kanal, Sina, Suriye vb.).
ikincisi : Müttefiklerine yardım amacıyla sınırları dışında savaştığı cepheler (Romanya, Makedonya, Galiçya)
l. Taarruz Cepheleri
• Kafkasya
• Kanal
II. Savunma Cepheleri
• Çanakkale
• Filistin
• Irak
• Hicaz
• Yemen
• Suriye
Osmanlı Devletinin kendi topraklarında savaştığı cephelerin farklı özellikleri vardır, bu özellik iki şekilde ortaya çıkmaktadır.
l. Taarruz Cepheleri:
1. Kafkasya Cephesi : Bu cephe, Osmanlı-Alman plânı olan Kafkaslardan Hindistan'a varmak, Türkistan'a ulaşmak ve Rusya'nın esareti altında bulunan Türkleri birleştirmek ve ayaklandırmak amacıyla başlamıştır. Rusya'nın Kuzey Anadolu'yu işgale kalkışması üzerine harekete geçen Türk ordusu Rus hareketini durdurmuştur. Başkomutan vekili Enver Paşa, 150.000 kişilik bir ordu ile Rusları arkadan çevirmek, onları geriletmek, Kars ve Batum'u alabilmek üzere Sarıkamış harekatına girişti. 22 Aralık 1914'de hücuma geçti. Ancak, yorgunluk, açlık, hastalık ve iyi bir savaş plânı yapılmamış olması, soğuk iklim şartları ve orduda ikilik ve anlaşmazlıklar olmasından Türk ordusu 90.000 kişi kadar kayıp vererek, 10 Ocak 1915'de geri çekilmek zorunda kaldı. Böylece Enver Paşa istediği amaca ulaşamadı.
Ruslar, 1915 yılı ortalarından itibaren Van'ı, Muş ve Bitlis'i ele geçirdiler. 1916 yılında Erzurum, Trabzon ve Erzincan'ı aldılar. 1916 yılı sonlarına doğru Mustafa Kemal'in kolordu komutanlığını yaptığı askeri birlikler, Ruslara karşı bir çevirme harekatı ile, Muş'u ve Bitlis'i geri almışlardır.
Kafkasya cephesinde önemli bir olay daha meydana geldi. Ermeniler, savaşın başlamasıyla birlikte sık sık isyan ederek Türklere karşı katliam hareketine başladılar. Rusya ordusu ile işbirliği yaptılar. Osmanlı Hükümeti bunun üzerine devlet güvenliğini tehdit etmeyen yerlere zorunlu göçü sağlamak amacıyla Tehcir (göç) kanununu çıkartmıştır. Mecburi göç ülkenin her yerinde uygulanmamıştır. Mesela İstanbul'da uygulanırken İzmir'de uygulanmamıştır.
Kafkasya cephesi savaşları 1917 Bolşevik ihtilâli ile durmuş, daha sonra yapılan Brest Litovsk (3 Mart 1918) anlaşmasıyla Osmanlı Devleti Berlin Anlaşması'nda kaybettiği, Kars, Ardahan ve Batum'u geri almıştır.
2. Kanal Cephesi: Almanya'nın da isteği ile savaşın başlamasından hemen sonra,İngilizleri can damarından vurmak, Süveyş kanalını ele geçirmek, Mısır'da hakimiyeti yeniden sağlamak amacıyla 14 Ocak 1915'te Osmanlı Devleti Kanal harekatına başladı. Gerekli ulaşım imkanlarının sağlanamaması nedeniyle iki defa başarısızlıkla sonuçlanan harekat üzerine bu cephedeki savaş önemini yitirmiş, Türk ordusu da geri çekilmeye başlamıştı. Bu cephe İngilizlerin taarruz hareketine girişmesine neden olmuştur.
Yorum : Taarruz cepheleri yukarıda da görüldüğü gibi Almanya'nın isteği ile başlamıştır. Almanya doğudaki yükünü hafifletmek için Kafkasya cephesini, batıdaki yükünü hafifletmek içinde Kanal cephesini açmıştır. Her iki cephede de başarı sağlanamamış olduğundan İtilaf devletlerinin Osmanlı üzerindeki baskısı da artmaya başlamıştır.
II. Savunma Cepheleri:
1. Irak Cephesi : İngilizler 1914 Kasımında fazla bir direnişle karşılaşmadan Basra'ya asker çıkardılar. Amaçları, Hindistan ile deniz bağlantısını sağlamak, bölgedeki Alman tehlikesini ortadan kaldırmak, petrol yönünden zengin kaynakları ele geçirmek ve Türk kuvvetlerinin İran'a girmesini ve Hindistan'ı tehdit etmesini önlemekti. Böylece kıyıya doğru çıkarak karayolu ile Ruslarla birleşmeyi de düşünmüşlerdir
Türk birlikleri Ktesifon'da İngiliz kuvvetlerini geri püskürttü. General Tovvshend komutasındaki İngiliz birlikleri Kut-ül Amare'de kuşatılmış ve 18.000 İngiliz askeri esir alınmıştır. Böylece Irak'taki İngiliz ilerleyişi durdurulmuştur. Bu zaferden sonra en önemli iş, Bağdat ve çevresinin savunmasını güçlü tutmaktı. Fakat Almanya'nın ısrarı ile Hindistan yolunu açmak için Irak'ta bulunan 13. Kolordu İran'a gönderildi. Rus kuvvetleri yenildi ise de istenilen sonuç alınamadı.
İngilizler ise Türk ordusunun azalmasına karşı Irak cephesine büyük yığınak yaparak, 1916 yılının sonlarında harekete geçtiler. Türk ordusunun bir kısmı İran'da olduğundan İngilizlerin ilerleyişi durdurulamadı. Bunun yanında Irak Müslümanlarından da yeterli destek alamayınca Bağdat 11 Mart 1917'de boşaltılmaya başlandı. Bunun üzerine Bağdat'a giren İngilizler Kerkük'e kadar ilerlediler. Musul Osmanlı kuvvetlerinin elinde iken de Mondros Ateşkes Anlaşması imzalandı.
2. Çanakkale Cephesi : İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesiyle bütün dikkatlerini Boğazlara yönelttiler. Bu devletler eğer Boğazlardan geçer ve bu önemli geçiş yolunu ele geçirebilirlerse bazı faydalar bekliyordu. Bunlar:
1. İstanbul'u ele geçirerek, Osmanlı Devleti'ni savaş dışı bırakmak.
2. Rusya ile bağlantı sağlanarak müttefikleri olan Rusya'ya gerekli yardımlar yapmak.
3. Osmanlı Devleti ile Almanya'nın irtibatı kesilerek yardım alması önlenecek.
4. Batı cephesindeki yüklerini hafifletmek,
5. Balkan devletlerinin kendi yanlarına geçmelerini sağlamak.
6. Savaşı kısa zamanda bitirmek.
gibi düşünceler bu cephenin açılmasına neden olmuştur. Bu cephenin açılmasında özellikle Churchil etkili olmuştur. 19 Şubat 1915'de Kumkale ve Seddülbahir tabyalarına İngiliz ve Fransız gemilerinin saldırmasıyla başladı. Çanakkale savaşları deniz ve kara savaşları olmak üzere ikiye ayrılır.
l. Çanakkale Deniz Savaşları : Osmanlı Devleti Boğaz'a gelebilecek bir saldırı için bazı tedbirler almıştı. Buna rağmen çok eksiklikleri vardı. Bu eksikliklere aldanan düşman, Boğazı kolayca aşacağını sanıyordu. Fakat Türk milletinin üstün savaş gücü, vatanını savunma azmi ve kararını hiç hesaba katmıyordu. 19 Şubat 1915'te başlayan bombardıman Man" ortalarına kadar sürdü. 18 Mart 1915'te genel bir hücuma geçtiler. Saldırıya 15 İngiliz, 7 Fransız zırhlısı katıldı. Boğaz önlerinde dökülen mayına çarpan düşman donanması büyük kayıp verdi. 7 büyük zırhlının batması üzerine geri çekildiler. Böylece deniz savaşları düşmanın yenilgisiyle sonuçlandı.
II. Çanakkale Kara Savaşları : Deniz gücüyle boğazı geçemeyen düşmanlar Gelibolu'ya asker çıkardılar, böylece kara savaşları dönemi başlamış oldu. Devletler burada da şiddetli bir tepkiyle karşılaştılar. 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal'in komutasındaki Türk askerleri Anafartalar ve Conkbayırı’nda İngiliz ordusunun ilerleyişini durdurdular. İtilaf devletleri bu mukavemet karşısında askerlerini geri çekmeye başladılar. 8-9 Ocak 1916'da Çanakkale'yi tamamen boşalttılar.
Savaşların Sonuçları:
1. İstanbul ve İmparatorluk bir süre işgalden kurtarılmıştır.
2. Rusya'ya yardım önlenmiş ve Bolşevik İhtilâli'nin çıkmasına ortam hazırlamıştır.
3. Almanya'nın Avrupa cephesindeki savaş yükü hafiflemiş büyük bir deniz kuvveti sekiz ay süreyle oyalanmıştır.
4. Savaş en az iki yıl daha uzamış ve geniş alana yayılmıştır.
5. Çökmekte olan yıpranmış bir imparatorluğun içinden dinç ve güçlü Türk ulusunun varlığı ortaya çıkmıştır.
6. Mustafa Kemal'in tanınmasına ve milli mücadelenin lideri olmasına ortam hazırlamıştır.
7. Bulgaristan'ın Almanya grubu yanında savaşa girmesine neden olmuştur.
8. Savaşın 1916 yılında sona erdirilmesi ümidi ortadan kaldırılmıştır.
9. Rus ordularının Osmanlı cephesinden batıya şevki engellenmiştir.
10. Osmanlı kuvvetlerinin kanal harekatı engellenememiştir.
11. İngiltere ve Fransa'nın itibarları sarsılmış, uğradıkları yenilgi sömürgelerinde bulunan halkın direnişini teşvik etmiştir.
12. Gizli anlaşmalar düşüncesi ortaya çıkmıştır.
3. Filistin Cephesi : Osmanlı Süveyş üzerine iki başarısız taarruz hareketinde bulundu. Kanal cephesinden sonuç alınamaması üzerine Osmanlı kuvvetleri Gazze bölgesine kadar çekilerek yeni bir savunma hattı oluşturmaya çalıştılar. Gazze'de iki defa savaş yapılmış, büyük kahramanlıklar meydana getirilmişti. Güçlü İngiliz ordusu karşısında başarı sağlanarak büyük kayıp vermelerine neden olmuştur. İngilizler bundan sonra daha fazla yığınak yapmaya başladılar. 1917 yılında çok iyi bir ordu topladılar. Tam bu arada Şerif Hüseyin'in oğlu Faysal İngiliz kuvvetlerine katıldı. Yerli halkın da ayaklanmasıyla 31 Ekim 1917'de III. Gazze savaşı başladı. Yıldırım Orduları Grubu Komutanı Falkenhayn geriye çekilerek Gazze'yi boşalttı. Sırasıyla Cemle, Yafa düşmüş İngilizler Kudüs'e girmişlerdir.
4. Suriye Cephesi : Aslında bu cepheyi Filistin'den ayırmak mümkün değildir. Bunlar birbirlerinin devamı durumundadırlar. İngilizler 1918 yılının başından itibaren Şeria nehrinin doğusuna geçtiler. Türk Ordusu tarafından geri püskürtüldüyse de Fransız ve İtalyan desteği ile Faysal'ın da Osmanlı ordusunu arkadan vurması Türk ordusunun büyük zayiat vermesine neden olmuştur. Türk askerleri yerliler tarafından vahşice öldürülmüşlerdir. Böylece Suriye'de yavaş yavaş ingilizlerin eline geçmeye başladı. Bu arada Fransa Trablusgarp ve İskenderun'u aldı. Halep boşaltıldı. Burası da ingilizler'in eline geçti.
Halep'in işgali ile Anadolu doğrudan doğruya tehdit altına girmiş bulunuyordu. Bunu düşünen ve 7. Orda Komutanı bulunan Mustafa Kemal Paşa diğer komutanlarda birlikte Halep'in kuzeyinde savunma tertibatı aldı. İngilizlerin ve Arapların saldırılarını önledi. Bu sırada da Mondros Ateşkes Anlaşması yapılmıştır.
5. Hicaz ve Yemen Cephesi : Öteden beri Hicaz ve Yemen çevresindeki Arap halkının Osmanlı Devletine olan bağlılıklarına güvenilmemekte idi. 1908 yılında Şerifliğe getirilen Hüseyin l. Dünya Savaşı başladıktan sonra Osmanlı Devleti aleyhine İngiltere ile birlikte hareket etmeye başladı. İngilizler büyük vaadlerle Şerif Hüseyin'i kandırmışlardır. Bunun sonucu olarak 5 Haziran 1916'da bağımsızlıklarını ilân ettiler. Bağımsızlığı takip eden günlerde önce Cidde sonra da Taif İngilizlerin eline geçti. Ancak, Medine Mondros Ateşkesine kadar Fahreddin Paşa tarafından savunulmuştur.
Şerif Hüseyin'in İngilizlerle beraber olarak Osmanlı Devleti'ne karşı hareket etmesi bu cephelerde büyük kayıplara neden olmuştur. Binlerce Türk genci bu ihanet düşüncesi içinde öldürülmüştür.
İngiliz donanmasının 1917'de Akabe'yi işgal etmesiyle Hicaz'daki Osmanlı hakimiyeti sona ermiştir.
Not : l. Dünya Savaşı'nda Arapların yaşadığı yerlerde yapılan savaşlarda Araplar, Türklere karşı İngilizlerle Araplar birlikte hareket etmişlerdir. Bu da ümmetçilik anlayışının geçerliliğini yitirdiğini aksine milliyetçilik anlayışının güçlendiğini göstermektedir.
Osmanlı Devleti'nin kendi topraklarında taarruz ve savunma şeklinde yaptığı savaşları kısaca özetledik, şimdi de sınırları dışında müttefiklerine yardım amacıyla savaştığı cepheleri görelim.
1. Galiçya Cephesi : Avusturya-Macaristan toprakları içinde bulunan Galiçya'da Ruslara karşı büyük savaşlar yapılıyordu. Bağlaşma gereği olarak oraya bir kolordu gönderildi. Bu Türk Kolordusu Avusturya ve Alman kuvvetleri ile omuz omuza Ruslara karşı çarpışmıştır (1916). Rusya'da İhtilâl çıkıp bu cephe gevşeyince kuvvetlerimiz geri dönmüştür.
2. Romanya Cephesi: Romanya, üçlü ittifaka karşı Rusya'nın yanında savaşa girmiştir. Savaşa girmesinden kısa bir zaman sonra da işgal edilmiştir, bu arada Türk birlikleri de Bükreş'e girdiler. Romanya Avusturya'dan Rusya'daki ihtilâlden yararlanarak önemli topraklar almıştır. Romanya, Rusya'dan sonra savaştan çekilen ikinci itilaf grubu devletidir.
3. Makedonya Cephesi : Osmanlı kuvvetleri bu cephede Sırp ve Rus kuvvetlerine karşı müttefiki olan Avusturya ve Bulgar kuvvetlerine yardım amacıyla bulunmuştur. Türk birlikleri önemli başarılar elde etmişlerdir. Bu cephe savaşı da Galiçya ve Romanya'da olduğu gibi Bolşevik ihtilaliyle yavaşlamıştır. Daha sonra ittifak devletlerinin Rusya'yla yaptığı 3 Mart 1918 tarihli Brest-Litovsk antlaşmasıyla bu cephede de kalıcı barış sağlanmıştır.
Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan ve Osmanlı Devleti ile Rusya arasında yapılan Brest-Litovsk anlaşmasıyla Rusya savaştan çekilmiş, Doğu Avrupa'da devam eden savaşlar sona ermiştir. Osmanlı Devleti bu antlaşmayla Berlin Antlaşmasında kaybettiği Kars, Ardahan ve Batum’u geri almıştır. Böylece Osmanlı Devleti'nin sınırları dışında yaptığı (Romanya,Galiçya,Makedonya) cephelerdeki savaşlar ile Kafkasya'daki savaşları sona ermiştir.
OSMANLI DEVLETİNİN PAYLAŞILMASI TASARILARI
l. Dünya Savaşında Osmanlı Devleti'ni ilgilendiren bir diğer siyasi olay da topraklarının itilaf devletleri tarafından paylaşılması idi. Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesi, İtilaf devletlerinde bu imparatorluğun yıkılma zamanının geldiği düşüncesini güçlendirdi. Ancak, topraklarının paylaşılması anlaşmazlıklara neden olabileceğinden, önceden bu konuda aralarında bazı anlaşmalar yapmak istediler. Bunun yanında savaşı uyum içinde götürmek, savaştan çekilmeleri (Rusya gibi) önlemek ve bazı devletlerin savaşa girmesini (İtalya gibi) sağlamakta hedefler arasındaydı.Gizli anlaşmaların ilki boğazlarla ilgili idi.
a. 1915 İstanbul Anlaşması ve Boğazların Rusya'ya Verilmesi (10 Nisan 1915):
İngiltere ve Fransa'nın üstün deniz ve kara kuvvetleriyle Çanakkale'ye saldırmaları, devletlerarası bazı gelişmelere yol açtı. Rusya, İngiliz ve Fransızların İstanbul'a yerleşerek, buradan çıkmayacaklarından endişe etmeye başladı. Bu arada da Yunanistan'ın savaşa girmesi görüşmeleri yapılıyordu. Boğazların bu durumu Rusya'da İngiltere'ye karşı bir güvensizlik doğurdu. Diğer taraftan Almanya ile Rusya arasında gizli olarak görüşmeler yapılıyordu. İngiltere ve Fransa, Rusya'yı yanlarında tutabilmek amacıyla onun bütün isteklerini kabul ederek boğazlar ve çevresi, Trakya'nın bir kısmı ile Maf/nara kıyılarının Ryajya'da kalmasını kabul ettiler.
b. Londra Anlaşması (26 Nisan 1915)
İtalya ile İngiltere Fransa ve Rusya arasında yapıldı. Bu anlaşmayla İtalya'ya Osmanlı topraklarından de pay verildi. Antalya iline yakın yerler İtalya'ya veri lecek, Oniki ada üzerindeki İtalyan hakimiyeti kabul edilecekti. Ayrıca Trablusgarp'da Osmanlı Devleti'ne ait kalan hak ve ayrıcalıklar İtalya'ya geçecekti.
c. Sykes-Picot (İngiliz-Fransız Antlaşması (3 Ocak 1916):
Rusya'ya Boğazlar ve çevresinin verilmesi, ayrıca Doğu Anadolu'dan isteklerde bulunması İtalya'ya Güney Anadolu'dan pay ayrılması İngiltere ve Fransa'yı harekete geçirerek Osmanlı İmparatorluğu'nun geri kalan topraklarını aralarında bölüşmek üzere bir takım anlaşmalar yapmaya sevk etti. Buna göre,
1. Adana, Antalya bölgesi, Suriye kıyıları ve Lübnan Fransa'ya; Musul hariç, Irak İngiltere'ye bırakılıyordu.
2. Suriye'nin diğer bölgeleri, Musul ve Ürdün'ü kapsayan bir Arap krallığı kurulacak, ancak bu Fransız ve ingiliz koruyuculuğu altında bulunucaktı.
d. Petrograd Sözleşmesi (Mart 1916)
İngiltere ve Fransa'nın yapmış olduğu ikili antlaşmanın Rusya tarafından kabul edilmesi şartıyla Mart 1916'da Rusya'yla Petrograt protokolü yapıldı. Buna göre:
Boğazlar bölgesine ek olarak Trabzon'a kadar Doğu Karadeniz kıyıları ile Erzurum, Van ve Bitlis Rusya'ya bırakılacaktır.
e. Saint-Jean de Maurienne Antlaşması (19 Nisan 1917):
İngiltere, Fransa, Rusya arasında yapılan bu gizli anlaşmalar, İtalya tarafından öğrenilince Roma'da tepki meydana geldi. İtalya, bu devletlere bir nota vererek bazı isteklerde bulundu. İngiltere ve Fransa İtalya'nın isteklerini de dikkate alarak bir anlaşma yaptılar.
Buna göre: Mersin dışında, Antalya, Konya, Aydın ve İzmir'i alıyordu. İngiltere ve Fransa İzmir'de birer serbest liman kurabilecekti. İtalya'nın da Mersin, İskenderun, Hayfa ve Akka da serbest limanları olacaktı.
Ancak bu anlaşma, görüşmelere katılmamış olan Rusya'nın onayını aldıktan sonra kesinleşecekti. Fakat bu sıralarda Rusya'daki iç gelişmeler, bu onayın gerçekleşmemesine neden oldu. Bu da, İngiltere ve Fransa tarafından antlaşmanın yürürlüğe konmamasının bahanesi oldu ve italya ile bu iki devlet arasında anlaşmazlıklara yol açtı.
Yorum : Yukarıdaki beş anlaşmaya bakılırsa Osmanlı Devleti topraklarının tamamına yakını, savaşın içerisinde İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya arasında paylaşılmış oluyordu. Ancak Rusya'nın savaştan çekilmesi ve gizli anlaşmaları açıklaması, savaş sırasında meydana gelen diğer gelişmeler, bu antlaşmalarda bazı değişikliklere yol açtı. Bu da savaş sonrasında devletlerarası çeşitli anlaşmazlıklara ve yeni gelişmelere neden oldu.
TARAFSIZ DEVLETLERİN SAVAŞA KATILMALARI
I. Dünya Savaşı 1914 yılı ortalarında başlayınca Almanya hemen Fransa'ya saldırdı. Fakat istediği sonuca hemen ulaşamadı. Almanlar Marne hattında durmak zorunda kaldılar. Avusturya Galiçya'da yenilmiş, böylece Avrupa'da bir siper savaşı başlamıştı. Bu siper savaşı ise zamanla bir yıpratma savaşı halini aldı.
Bunun üzerine her iki taraf durumu kendi lehine değiştirmek için, henüz savaşa katılmamış olan devletleri kendi yanlarında savaşa girdirmek üzere çalışmaya başladı.
a. İtalya : İtalya, üçlü ittifak blokuna dahil olmakla beraber Balkan ve ve Adriyatik sorunları dolayısıyla, Avusturya ile arası iyice açılmıştı. Bu nedenle Birinci Dünya Savaşı başlayınca tarafsızlığını ilân etti. Ancak hem itilaf hem de ittifak devletleri İtalya'yı kendi yanlarında savaşa sokmak istiyorlardı. Bunun üzerine İtalya, itilaf devletlerinden savaşa katılmasının karşılığı olarak bol miktarlarda toprak istedi. İngiltere ve Fransa'yı tavize zorladı. Dalmaçya kıyılarındaki isteklere Rusya karşı çıktıysa da anlaşma sağlanarak Oniki ada ve Dalmaçya kıyıları İtalya'ya verildi. Londra Antlaşmasıyla (1915), İtalya savaşa girmiş oldu.
b. Bulgaristan : Bulgaristan, coğrafi bakımdan iki taraf için de önem taşıyan bir ülkeydi. Almanya Osmanlı Devleti ile irtibat sağlamak amacıyla tek sınırı olan Bulgaristan Sırbistan'ın tutumundan memnun olmadığından o gruba sıcak bakmıyordu. Avusturya'ya yakınlık duyuyor ve Balkan savaşlarında kaybettiği yerleri almak istiyordu. Çanakkale savaşları bu devletin önemini daha da arttırdı. Ancak Bulgaristan, savaşa kazanacak olanın yanında girmek istediğinden tarafsızlığını sürdürüyordu.
Sonuçta, Çanakkale Savaşlarının kesinleşmesi Bulgaristan'ın Osmanlı Devleti yanında savaşa girmesine neden oldu (14 Ekim 1915).
c. Romanya : Romanya, savaş başlayınca diğer Balkan devletleri gibi tarafsızlığını ilân etti. Romanya'nın toprakları da askeri açıdan önem taşıyordu. Romanya savaşa girmekte acele etmiyor, fakat Avusturya-Macaristan İmparatorluğu içinde bulunan Transilvanya'yı ve Banat'ı almak istiyordu. Rusya'dan da Baserabya'yı almayı hedefliyordu.
Fakat bu arada Rusya'nın Romanya üzerindeki baskısı artmıştı. Romanya bu baskının etkisiyle isteklerinin verilmesi karşılığında 28 Ağustos 1916'da itilaf devletleri yanında savaşa girdi. Romanya savaşa girmesinden sonra cephelerde Rusya'yla birlikte ağırlıklı olarak Almanya ve Avusturya'ya karşı savaştı. Bolşevik ihtilalinden sonra savaşın sona ermesiyle Rusya'dan sonra savaştan çekilen ikinci İtilaf devleti Romanya olmuştur.
d. A.B.D: 1916 yılında Avrupa'da taraflar birbirlerine karşı üstünlük kuramayacak hale geldi. Bundan dolayı Almanya denizaltı savaşını başlatmış, İngiltere de Almanya'yı denizden kuşatmıştı. Bu arada Almanya ticaret gemilerini de batıracağını ilân etti. Almanya'nın bu tutumu Amerika tarafından tepkiyle karşılanmıştı, çünkü Amerikan vatandaşlarının da bulunduğu bazı gemiler batırılmıştı. Almanya'nın bu arada Meksika ile işbirliği yapmak İstemesi Amerika'yı harekete geçirmişti. İlişkilerin iyice gerginleşmesi üzerine A.B.D 2 Nisan 1917'de Almanya'ya savaş açarak Avrupa'ya asker göndermeye başladı. Böylece savaşın kaderi İtilaf devletleri lehine değişmeye başlamıştır.
e. Yunanistan : Savaşın başlarında tarafsız kalmıştır. Balkan Savaşlarından dolayı da Bulgaristan'la arası iyi değildi. Yunan kralı ile başbakanı arasında hangi bloğun yanında savaşma konusunda anlaşmazlık vardı. Başbakan Venizelos İngiltere yanında, Kral Konstantin ise Almanya yanında savaşa girmek istiyordu. Bundan dolayı her iki taraf gizli gizli görüşmeler yapıyordu.
İngiltere, Yunanistan'ı yanında savaşa sokmak için çalışmalarını sürdürüyordu. Yunanistan'a toprak ödünleri hatta Kıbrıs'ı vermeyi vaat etti.
Yunanistan'da krala karşı ayrı bir hükümet kurulması, İngiltere ve Fransa'nın baskısı sonucu Yunanistan 26 Haziran 1917'de, İttifak devletlerine savaş İlân ederek Birinci Dünya Savaşı'na girdi. Yunanistan^ dünya savaşına en son giren devlet olmuştur,
SAVAŞIN GELİŞMELERİ VE SONA ERMESİ
A.B.D'nin savaşa girmesiyle Almanya 1917 yılının ortalarından itibaren Avrupa'da başarısız olmaya başladı. Savaşın gidişi üzerinde iki önemli olay etkili oldu. Birincisi, A.B.D'nin savaşa girmesi, İkincisi ise Rusya'da ihtilâlin çıkması ve bu devletin savaştan çekilmesidir.
Çarlığın yıkılması ile iktidarı ele geçiren Bolşevikler savaştan çekilmek istediklerini açıkladılar. Bunun üzerine Rusya ile müttefikler arasında 3 Mart 1918'de Brest-Litovsk antlaşması yapıldı.
Rusya'nın savaştan çekilmesi ilk olarak Romanya'yı etkilemiştir. 7 Mayıs 1918'de Bükreş Anlaşmasıyla savaştan çekilmiştir.
Osmanlı Devleti, güney cephelerinde Arapların İngilizlerle birlikte hareket etmesi sonucu başarısızlığa uğramış, Bulgaristan'ın da savaştan çekilmesiyle müttefik devletler arasındaki bağ iyice kesilmiş, Almanya bunun üzerine yenilgiyi kabul etmek zorunda kalmıştır. Osmanlı Devleti de 30 Ekim 1918'de Mondros Ateşkes Anlaşmasıyla savaştan çekilmek zorunda kaldı. Osmanlı Devleti'nin savaştan çekilme kararı verdiği tarihte sadece Suriye çevresindeki savaşlar devam ediyordu. Devletlerin Savaştan Çekilmeleri (Sırasına göre);
Üçlü itilaf Devletleri Üçlü ittifak Devletleri
a. Rusya
b. Romanya
c. İtalya
a. Bulgaristan
b. Osmanlı Devleti
c. Avusturya - Macaristan
d.Almanya
MONDROS ATEŞKES ANLAŞMASI (30 EKİM 1918)
Savaşın kaybedileceğini anlayan İttihat ve Terakki partisi ve yöneticileri gizlice ülkeyi terk etmişlerdi. Bunun üzerine Ahmet izzet Paşa başkanlığında kurulan yeni hükümet ateşkes İsteğinde bulundu. Yeni hükümet savaş halinin daha fazla uzamasını önlemek amacı ile bazı gelişmeleri de dikkate alarak ateşkes anlaşmasını yapmak zorunda kalmıştır. Bunlar:
- Bulgaristan'ın savaştan çekilmesiyle müttefikler arasındaki bağın kopması,
- Wilson İlkeleri'nin etkisidir.
Mondros Ateşkes Anlaşmasının önemli hükümlerini üç ana başlık altında toplayabiliriz.
1. Egemenlik Haklarını Sınırlandıran Hükümler:
• Boğazlar açılacak bölgelerdeki istihkamlar, İtilaf devletleri tarafından işgal edilecek.
• İtilaf devletleri güvenliklerini tehdit eden bir durum ortaya çıkarsa istedikleri bölgeleri işgal edebilecekler.
• Vilâyet-i Sitte'de (Van, Bitlis, Erzurum, Diyarbakır, Elazığ, Sivas) karışıklık çıkarsa İtilaf devletleri tarafından işgal edilecek.
• Bütün haberleşme istasyonları (telsiz, telgraf ve kablo) İtilaf devletleri tarafından kontrol altına alınacak.
2. Askeri Sınırlamalar Getiren Hükümler :
• Osmanlı Orduları terhis edilecek, savaş gemilerine ve ordunun cephanelerine el konacak.
• Savaş esirleri (Ermeniler dahil) serbest bırakılacak, buna karşılık Türk esirler, İtilaf devletlerinin kontrolünde kalacak.
• İran ve Kafkasya'ya giren Türk birlikleri geri çekileceklerdir. 3. Ekonomik Sınırlamalar:
• Bütün liman ve tersanelerden itilaf devletleri yararlanabilecek.
• Bütün demiryolları İtilaf devletlerinin kontrolünde olacak.
• İtilaf Devletleri kömür, akaryakıt gibi ihtiyaç maddelerini Türkiye'den sağlayacaklardır. (Bu maddeler ihraç edilmeyecek)
Yorum: Görüldüğü gibi bir ateşkes anlaşmasından çok kayıtsız şartsız teslim belgesi olan Mondros, ülkenin paylaştırılması için gereken her türlü kolaylığı taşımaktadır.
• Osmanlı Devleti fiilen sona ermektedir.
• İtilaf devletleri şimdiye kadar işgal edemedikleri yerleri de alabilecekler, Wilson ilkelerine ters düşme durumundan kurtulacaklardı. Boğazların İtilafların denetimine girmesiyle, Anadolu ve Rumeli topraklarının birbiriyle olan bağlantısı kesiliyordu. Osmanlı Devleti savunmasız bir duruma düşürülüyor bir Ermeni devletinin kurulması İçin şartlar hazırlanıyordu. Türk milleti, Mondros Ateşkesine karşı ilk tepki olarak Müdafa-i Hukuk Cemiyetlerini kurarak, halkı cemiyetler etrafında örgütleme yoluna gitmiştir. Bu örgütlenme kısa zamanda bir savunma teşkilatı olan Kuvayı Milliye Hareketini faaliyete geçirmiştir.
MONDROS'A TEPKİLER
Ateşkes Antlaşması Osmanlı çevrelerinde değişik tepkiler gördü. Sadrazam A. İzzet Paşa, Mondros’un diğer ittifak devletleri İle yapılan anlaşmalardan daha hafif olduğu inanandaydı. Bazı devlet adamları da savaşı sona erdirdiği için ateşkesi olumlu buluyorlardı. Buna karşılık var olan aksaklıkların barış anlaşmalarında düzeltilebileceğini söylüyorlardı. Osmanlı subayları ise elde kalan son toprakların da gitmek üzere olduğunu anlamışlar ve tepki göstermişlerdir. Ama yapacak bir şey olmadığı için buyruklara uymaktan başka bir çare bulamamışlardır. Bazı subaylar da terhis ve silahların teslim işlemini geciktirerek mücadele ediyorlardı (K.Karabekir Paşa gibi).
Padişah İse ağır şartlara rağmen ateşkesin kabulünden yanaydı. I. Dünya Savaşı sırasında yönetimi elinde bulunduran İttihat ve Terakki Partisi, Teceddüt Fırkasına dönüşerek kendisini feshetti. Partinin liderleri ise Alman denizaltısı ile ülkeyi gizlice terk ettiler.
İşgallere karşı tepki gösteren diğer bir şahısta Mustafa Kemal'di. Mustafa Kemal ateşkesin en çok İşgale açık bırakan hükümlerine tepki gösteriyordu. İstanbul Hükümetinin tavrı ise Yıldırım Orduları Grubu ve 7. Ordu karargahını kaldırmak oldu. Mustafa Kemal'de İstanbul'a çağrılarak Harbiye Nezâreti emrine alındı.
WILSON İLKELERİ
1918 yılı başlarında savaşan tarafların hemen hepsinin barış istemeye başladığı sıralarda, Wilson gelecek barışın temel ilkelerini belirtmek üzere bir açıklama yaptı. Wilson, yeni dünya düzeninin adil ve haklı barış üzerine kurulması gerektiğini açıklamıştır. Herkesin barışa özlem duyduğu bir dönemde ortaya atılan bu ilkeler, milletler üzerinde olumlu etkiler uyandırmıştır. Wilson ilkeleri 8 Ocak 1918'de açıklandığı zaman her iki grup devletleri tarafından da olumlu karşılanmıştır, İngiltere, Amerikan desteğini devam ettirmek istiyordu. Almanya'da savaşın kendi açısından başarısızlıkla sonuçlanacağını tahmin ettiğinden bu ilkelere olumlu yaklaştı. Bu ilkeler aynı zamanda Amerika'nın Avrupa siyasetinde etkili olmasını ve ileride manda ve himaye sistemlerini kurmasına yardımcı olmasını sağlayacaktı. Bundan dolayı, ilkeler daha çok yenilen devletlerden yana bir tavır almıştır.
İlkeler:
• Barış anlaşmaları açık olacak, gizli antlaşmalar yapılmayacak.
• Savaş sonunda yenenler, yenilenlerden toprak almayacaklar.
• Yenilenler savaş tazminatı ve cezai tazminat ödemeyecekler.
• Cemiyet-i Akvam kurularak, devletler arasındaki anlaşmazlıklar barış yoluyla çözülecek.
• Rusya, Romanya, Sırbistan, Karadağ, Polonya, İtalya gibi ülkelerin sınırları ve statükoları yeniden saptanmalıdır.
Wilson ilkeleri arasında Osmanlı Devleti'ni ilgilendiren maddeler de vardı. Bunlar :
• Osmanlı Devleti'nde Türklerin oturdukları bölgelere kesin egemenlik hakkı verilmelidir. Türk egemenliği altında bulunan diğer milletlere de kendi kendini yönetme imkanı verilmelidir.
• Boğazlar bütün devletlerin ticaret gemilerine açık olmalıdır.
Wilson açıkladığı bu İlkelerle uzun bir barışı sağlamak ve milletlerarası barış teşkilatının (Cemiyet-i Akvam) kurulmasını istemiş, bunun yanında merkezi devletlerin milletler prensibine göre parçalanmasını da açıklamıştır. Savaşın bitmesinden sonra İtilaf devletlerinin Wilson ilkelerine olan bakışı değişmişti, çünkü her birinin barış antlaşmalarından beklediği çıkarlar vardı. Bu devletler kesinlikle amaçlarına ulaşmak istediklerinden ilkelerin aleyhine bir siyaset İzlemişlerdir.
0 yorum:
Yorum Gönder