', ' öğrenmeye hoşgeldiniz: Mondros Ateşkes Antlaşması (30 Ekim 1918)

16 Ekim 2007 Salı

Mondros Ateşkes Antlaşması (30 Ekim 1918)

Mondros Ateşkes Antlaşması (30 Ekim 1918)

Birinci Dünya Savaşı'nın Osmanlılar ve müttefiklerince kaybedilmesi üzerine, İtilaf Devletlerinin Osmanlılarla bir ateşkes anlaşması yapmaları beklenmekteydi. Mustafa Kemal bunun bir an önce yapılması için İstanbul Hükümeti'ni uyarmıştı. Fakat bu sırada Talat Paşa Hükümetten istifa etmişti. Yerine Ahmed İzzet Paşa Sadrazam oldu. Yeni sadrazam, Mustafa Kemal'in eski komutanlarındandı ve iyi niyetliydi. Başkan Wilson'a başvurularak ateşkes anlaşmasının yapılması istendiyse de İngilizler Osmanlı Hükümeti'ne Limni'nin Modros limanında bulunan Agamenon zırhlısına temsilcilerini göndermelerini ve bir anlaşma yapılacağını bildirdi.

Mondros'ta yapılacak görüşmelere Damat Ferit Paşa gitmek istiyordu. Bu konuda garip iddiaları vardı Ferit Paşa'nın. O yıllarda İngiltere tahtında bulunan kralın babasının dostu olduğunu söylüyordu. Padişahın kızkardeşi ile evlenmeden önce bir süre Osmanlı İmparatorluğu'nun Londra Elçiliği'nde sekreter olarak çalışmıştı. Bu yüzden eski kralla dostluğu bulunduğunu, şayet önerileri kabul edilmezse, bir zırhlı isteyerek İngiltere'ye gideceğini ve kralı "ben senin babanın dostuyum, istediklerimi kabul et" diye zorlayabileceğini ileri sürüyordu. Bu kadar tutarsız iddialar ileri sürmesi ve padişahın da onun gönderilmesi eğiliminde olduğunun anlaşılması karşısında, Sadrazam Ahmet İzzet Paşa şiddetle karşı koyma zorunda kaldı ve Damat Ferit Paşa'nın gönderilmesine karar verilirse görevinden ayrılacağını bildirdi. Padişah, ısrar edemedi ve Bahriye Nazırı Rauf Bey, Reşat Hikmet ve Sadullah Beyler temsilci olarak seçildiler.

Vis Amiral Calthrope ile yapılan görüşmeler sonunda 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros ateşkesi imzalandı. Bu ateşkeste özet olarak şu hükümler bulunuyordu: Çanakkale ile İstanbul boğazları açılacak ve buralardaki savunma tesisleri İtilaf Devletlerince işgal edilecekti. Osmanlı Ordusu terhis edilecek, silah ve cephaneleri yabancılara verilecekti. Donanma teslim edilecek ve belirlenen bir limanda demirli olarak tutulacaktı. Toros tünelleri yabancı devletlerin işgaline terkedilecekti. Telsiz-Telgraf, Osmanlıların kontrolünden çıkarılacaktı. Aynı durum demiryolları için de geçerli idi. Ateşkes anlaşmasının en önemli ve Osmanlılar için en tehlikeli olan yedinci maddesine göre ise, İtilaf Devletleri güvenliklerini tehdit eden bir durum ortaya çıktığı zaman stratejik bölgeleri işgal edebileceklerdi.

Mondros Ateşkesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun teslimi anlamını taşıyordu. Sadrazam Ahmed İzzet Paşa da anlaşmanın şartlarını ağır buluyordu. Tek tesellileri, Bulgaristan'a daha ağır şartların kabul ettirilmiş olmasıydı. Mebusan Meclisi anlaşmayı hemen onayladı.
2 Kasım 1918 tarihinde ateşkesin hükümleri Osmanlı Ordusu'na duyurulup buna uyulması bildirildi. Anlaşmanın 19'uncu maddesine göre, Osmanlı İmparatorluğu'nda bulunan Alman ve Avusturyalılar bir ay içinde Osmanlı topraklarını terkedeceklerdi. Buna uyan Liman von Sandres kumandayı Mustafa Kemal'e bırakarak ayrıldı.

Ateşkesin yapılması Mustafa Kemal için bir son değil, yeni bir mücadelenin başlangıcı idi. Manastır'daki askerî okulda iken yakın arkadaşlarına sık sık söylediği ülkesinin kurtuluşu için yapılması gerekenleri uygulama alanına sokmak için harekete geçme zamanıydı. Anadolu'daki kuvvetlerin dağıtılmamasını istiyor ve İstanbul'daki yetkililere küçük bir kuvvet olarak kalsa bile Yıldırım Orduları grubunun muhafaza edilmesini duyuruyordu. Bu istediği kabul edilmeyince mücadelesini başka bir biçimde sürdürmeye karar verdi ve İstanbul'a gitmek için yola çıktı.

Mustafa Kemal'in Adana'dan bindiği tren, 1 Kasım 1918 günü Haydarpaşa istasyonuna gelmiştir. Aynı gün İtilaf Devletlerinin donanmaları da İstanbul'a gelmiş ve adeta şehri kuşatmıştı. Karşıya geçmek için Mustafa Kemal'in Haydarpaşa'dan bindiği motor, bu yabancı savaş gemilerinin arasından geçiyordu. Ne var ki, koskoca imparatorluk büyük bir hezimete uğramış, her yönü ile çöküntü içine düşmüş olmasına rağmen, otuz yedi yaşındaki genç general, ilerisi için ümit doluydu ve gayet sakin bir şekilde limandaki gemilere bakarak "geldikleri gibi giderler" diyebiliyordu.

O günlerde İstanbul büyük bir kargaşa içindeydi, İttihat ve Terakki'nin liderleri Talat, Cemal ve Enver Paşa'lar kaçmışlar, İttihat ve Terakki'nin milletvekilleri ise canlarını kurtarabilmek, sorumluluğu yüklemek için Maliye Nazırı Cavit Bey'i savaşa girmeyi uygun bulan Şeyhülislam iye partinin genel sekreterliğini yapmış Fethi beyi hedef olarak seçmişlerdi. Padişah, Sadrazam İzzet Paşa'ya bu üç kişinin kabineden çekilmesi gerektiğini bildirmişti. İzzet Paşa bunu kabul etmedi ama, kendisine de daha fazla bu görevde kalmayı istemiyordu. Mustafa Kemal İstanbul'a geldiği gün Rauf Beyle birlikte hemen İzzet Paşa'ya gittiler. Onun hükümetten istifa etmesine engel olmak istiyorlardı. Osmanlı Hükümeti emin ellerde olmalı ve birlikte mücadele sürdürmeliydi. Ancak bu sırada padişah, sadrazamlığa Tevfik Paşa'yı atamıştı bile. Bu durumda yapılacak iş, Mebusan Meclisi'ne etkili olmak ve Tevfik Paşa kabinesine güvenoyu verilmesini engellemekti.

Mustafa Kemal bu konuda çalışmaya başladı. Görüşme olanağı bulduğu bütün milletvekillerine düşüncesini açıklıyor ve Tevfik Paşa kabinesine güvenoyu verilmemesini anlatıyordu. Fethi Bey'in aracılığı ile Mecliste milletvekilleriyle toplu bir konuşma yapma fırsatını dahi buldu. Her zaman olduğu gibi son derece etkili konuşmuş, inandırıcı olmuştu. Ne var ki, sıra oylamaya gelince yine de Tevfik Paşa kabinesine güvenoyu verdiler. Meclisten istediği sonucu alamayan Mustafa Kemal, veliahtlığı zamanından beri tanıdığı ve birlikte Almanya'ya seyahat ettiği padişaha başvurmayı düşündü. Vahdettin ile görüşmeye gittiği zaman padişah gayet kesin bir şekilde ordudaki subayların kendisine bağlı olup olmadıklarını öğrenmek istemişti. Mustafa Kemal, bunun aksine düşünmesinin mümkün olmadığını söylediği zaman da "sadece bugünü değil, yarını da kastediyorum" cevabını aldı. Bu durumda genç generalin düşündüklerini sultana açmasına neden kalmamıştı. Padişahın girişeceği bazı hareketler vardı, açıkçası Meclisi kapatmaya karar vermişti, 21 Aralık 1918 tarihinde Osmanlı parlamentosu dağıtıldı.

Bu arada İtilaf Devletleri ateşkes anlaşmasına aykırı olarak ülkenin pek çok yerini işgal etmeye başlamışlardı. İzmit, Eskişehir, Afyon, Samsun, Batum ve Merzifon'a İngilizler birliklerini çoktan göndermişlerdi. Halbuki Mondros'taki görüşmelerde İngiliz Amirali Calthrope, Rauf Bey'e söz vermiş ve ülkenin işgal edilmeyeceğini bildirmişti. Ne var ki şimdi 7'inci maddeye dayanarak güvenliklerinin tehlikeye düştüğünü söylüyorlardı. Özellikle İngiliz Başbakanı Lloyd George Türklere hayat hakkı tanımak istemiyordu. Yine anlaşma hükümlerine dayanarak İtalyanlar da Konya, Alaşehir ve Afyon'a küçük birlikler göndermişlerdi. Böylece demiryollarını yönetimleri altına alıyorlardı. Fransızlar da hemen Adana'ya asker çıkardılar.

Yabancı devletlerin ülkenin çeşitli bölgelerine girmeleri, yerli azınlıkların da devletin çökmesi için el altından ya da açıktan çalışmalar yapmalarına neden oluyordu. İstanbul Rum Patriğinin yönetimindeki Mavi Mira Derneği'ne Yunan Kızıl Haçı, Göçmenler Komisyonu da yardımcı olarak illerde çeteler kurup propaganda çalışmaları yapıyorlar ve Ermeni patriği Zaven Efendi de bunları destekliyordu. Karadeniz kıyılarında bir Pontus devleti kurmak için de bir dernek meydana getirilmişti. Öte yandan İngiliz Muhibleri Cemiyeti, İmparatorluğu güya dünyanın en üstün yapıdaki insanları olan İngilizlerin himayesi altına sokabilme mücadelesine girişmişti. Üstelik bu cemiyete Hürriyet ve İtilafçılar da katılıyordu. Ali Kemal gibi bir nazır ve yazar, Sait Molla gibi bir softa da bunlarla birlik olmuştu ve hepsini yöneten de İngiliz Din Adamı Rahip Frew idi. Bunların dışında Kürt Teali Cemiyeti, Teali İslam Cemiyeti gibi ülkeyi bir azınlığın eline geçirme ya da bir din devleti kurma çabalarını sürdürmek isteyenler vardı.

Milli Mücadeleye Karşı Olan Cemiyetler

Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasındaki işgal ve kışkırtmalar, gayrimüslim azınlıkların evvelce gizli olarak kurdukları cemiyetlerin ayrılıkçı faaliyetlerini yoğunlaştırmalarına ve bu arada aynı amaçla yeni cemiyetler kurmalarına zemin hazırladı. Özellikle Yunanistan, Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu tarihsel hedefi olan Megali İdea'yı (Büyük İdeal) gerçekleştirmek için fırsat olarak gördüğünden bu faaliyetleri örgütleme ve yönlendirme görevini üstlenmişti.Rum azınlığın kurduğu cemiyetlerin en önemlisi Mavri Mira Cemiyeti idi İstanbul Rum Patrikhanesinde Patrik Vekili Droteos'un başkanlığında kurulan bu cemiyet, doğrudan Yunan başbakanı Venizelos'tan direktif almaktaydı. Büyük bir maddî güce sahip olan cemiyetin elindeki altın miktarı o günkü Yunan hükümetinin sahip olduğu altın miktarından daha fazlaydı.

Mavri Mira Cemiyeti Megali İdea'nın gerçekleşmesini sağlamak için gerekli faaliyetleri yürütmek için kurulmuştu. Cemiyet bu amaçla Osmanlı vilayetleri dahilinde çeteler kurmayı ve yönetmeyi, miting ve diğer propaganda faaliyetlerinde bulunmayı üstlenmişti. Yunan Kızılhaçı ile resmi muhacirin komisyonu da bu cemiyete bağlıydı. İstanbul Patrikhanesi ve Yunan Konsolosluğu silah ve cephane deposu haline getirilmiş, kiliseler ibadet yerinden çok askeri ambarlar şekline dönüştürülmüştü. Ermeni Patriği Zaven Efendi'yi de satın alan Mavri Mira Cemiyeti Rum okullarındaki izci örgütlerini de yönetmekteydi.

Pontus Rum Cemiyeti, ilk defa 1904 yılında Merzifon Amerikan Koleji'nde gizli olarak kurulmuştu. 1908 yılında Samsun'da Müdafaa-i Meşrute, daha sonra Mukaddes Anadolu Rum cemiyetlerinin kurulmasıyla Pontus teşkilatı genişletilmiş, Batum'dan İnebolu'ya kadar olan bölgede bir çok şube açılmıştı. Pontus Rum Cemiyeti 1909 yılında atina'daki Küçük Asya (Asya-yı Suğra) Cemiyeti'nin emri altına girmiş, ertesi yıl Pontus adlı bir risale yayınlayarak çalışamalarını daha da yoğunlaştırmıştı. Birinci Dünya Savaşı sırasında Rus işgal döneminin himaye ettiği bu faaliyetler ateşkes sonrasında bu kez Yunanistan'ın güdümünde yeniden hız kazanmıştı. Cemiyetin amacı Batum'dan Sinop'a kadar uzanan Karadeniz sahillerinde başkenti Trabzon veya Samsun olan bir Karadeniz Rum Cumhuriyeti kurmaktı. Bu amaçla İstanbul'da Pontus adıyla bir gazete çıkarmaya başlamış, Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinde Rum azınlığın yaşadığı yörelerde silahlı çeteler oluşturmuştu.

Diğer taraftan aynı amaç doğrultusunda siyasî faaliyetlerde bulunmak üzere Avrupa'ya heyetler göndermekteydi. Pontusçu Rumlar bir taraftan da Ermenilerle asıl sahiplerini unutmuş göründükleri Trabzon'u paylaşamamak yüzünden rekabet halinde bulunuyorlardı. Bu cemiyetin iç yüzü 16 Şubat 1921'de Merzifon Amerikan Koleji'ne yapılan ani bir baskın sonucunda ortaya çıkarıldı. Ayrıca kolejin Amerikalı yönetiminin ele geçen evrakında, İslam ve Osmanlı devleti Hristiyanlığın en büyük engeli ve düşmanı olarak gösterilmekte, Rum ve Ermeni çocuklarını din ve devlet düşmanı olarak eğitirken amaçları anlaşılmasın diye bir kaç müslüman çocuğa yaptıkları yardımı büyük günah saydıkları ve bunun için Hazreti İsa'dan af diledikleri belirtilmekteydi.

Rum azınlık tarafından kurulmuş diğer bir cemiyet İstanbul'da Galata'da Minevra Hanı'nda Rum Muhacirleri Merkez Komisyonu açık adıyla faaliyet gösteren, gerçekte Etnik-i Eterya'nın kolu olarak çalışan Kordos cemiyetiydi. Cemiyet, orta ve doğu Karadeniz bölgesinde Rum nüfusu artırmak için göçmenler ve bu arada göçmen adı altında silahlı Pontus çetelerini yönetecek Yunanlı subay ve ajanlar göndermekteydi.

Yine Bakırköy'de kurulan Nea Zoi (Yeni Hayat) Cemiyeti'nin amacı, İstanbul'un Yunanistan'a katılmasını veya Rumlara özerklik verilmesini sağlamaktı. Cemiyet ABD'deki Rum cemiyetleri ile irtibat halinde bulunuyor, onlardan para yardımı alıyordu.
Bilindiği gibi İtilaf devletleri Mondros Ateşkes anlaşmasının 24'üncü maddesini Doğu Anadolu Bölgesi'nde bağımsız bir Ermeni devletinin kuruluşunu çağrıştıracak şekilde düzenlemişlerdi.

Oysa bu devletlerin bölgedeki Ermeni varlığının böyle bir devletin kurulabilmesi için son derece yetersiz olduğunu bilmemeleri düşünülemezdi. Bundan amaçlarının Türkiye Ermenilerini hayali bir Ermenistan projesiyle kışkırtıp Yunanistan ve yerli Rumlardan sonra onların gücünden de yararlanmak olduğu anlaşılıyordu. İşte Millî Mücadele döneminde ayrılıkçı Ermeni faaliyetlerinin itici gücünü batılı devletlerinin ortaya attıkları Ermenistan projesi oluşturmuştu. Ayrıca Erivan'daki Taşnak Ermeni Hükümeti, Yunanistan ve onların etkisindeki Ermeni Patriği Zaven Efendi bu faaliyetleri teşvik eden ve örgütleyenlerin başında gelmişlerdi.

Ermeni Taşnak ve Hınçak cemiyetlerine mensup komiteciler, Mondros ateşkes antlaşmasından hemen osnra İstanbul'a dönmüşler, bunlara Rusya'dan gelen bazı komiteciler de katılmıştı. Taşnaklar, İstanbul Tepebaşı'nda Amerikan elçilği karşısındaki bir binada faaliyete geçmişlerdi. Bir yandan günlük bir gazetenin neşrine başlamışlar, diğer yandan da silahlı teröre başvurmuşlardı. Bu terörün kurbanları arasında bazı Ermeniler de yeralmışlardı. Taşnaklar Ermeni yazarlarından Hınçak Cemiyeti Üyesi H. Aramyan'la siyasî şubede birinci sınıf memur A. Mıgırdıç'ı öldürmüşler, ayrıca kamu görevi yapan tüm Ermeni memurları ölümle tehdit etmişlerdi.

Hınçak Cemiyeti de Beyoğlu'nda faaliyet gösteriyordu. Cemiyet, günlük bir gazete çıkarmakta, aynı zamanda Paris'teki Bogos Nubar Paşa'nın kurduğu Vahdet-i Milliye (Millî Birlik) Komitesi'nin İstanbul şubesi temsilciliğini yürütmekteydi. Diğer taraftan Taşnak ve Hınçak cemiyetleri arasında anlaşmazlık ve rekabet hüküm sürmekte, Erivan'daki Taşnak hükümeti kendi yanlısı olan Ermeni Patriği sayesinde Patrikhanenin içişlerine müdahale edebilmekteydi.

Gayrimüslim azınlıkların bütü bu faaliyetlerinde dikkati çeken ortak bir nokta, Rum ve Ermeni kiliselerinin bu faaliyetleri odak noktasını oluşturmalarıydı. Her iki kilisenin önderleri bu faaliyetlerin bayraktarlığını yapıyorlardı. Kiliseler, Türklerin mabetlere olan saygısı istismar edilerek birer silah deposu haline getirilmişlerdi. Dikkati çeken diğer bir nokta da yabancıların kapıtülasyonlardan yararlanmak suretiyle açtıkları okulların bu türden faaliyetler için birer üs ve ihanet yuvası olarak kullanılmalarıydı.

Millî mücadeleye karşı olan cemiyetler arasında bazı Türk ve Müslümanlar tarafından kurulmuş cemiyet ve partiler de bulunmaktaydı. Bunlar düşman işgali altında bulunan İstanbul'da kurulmuşlar, burada ve kısmen de Anadolu'da faaliyet göstermişlerdi. Hemen tümü açık veya gizli İngilizlerin desteğine sahip bulunuyorlardı. Yabancı ve güçlü bir devletin desteğine dayanmak, saltanat ve hilafete bağlı kalmak ortak özelliklerindendi. Bir ortak yanları da o günkü durumun sorumlusu olarak gördükleri İttihatçılara düşmanlık duymalarıydı. Genelde Hürriyet ve İtilaf Fırkası etrafında toplanmış olan bu kuruluşlar gerek savundukları esaslar gerekse İttihatçıların Anadolu'daki ilk direniş hareketlerini başlatmaktaki rolleri nedeniyle millî mücadeleye ters düşmüşlerdi.

Hürriyet ve İtilaf Fırkası 1911 yılında kurulmuş, II. Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakki'nin karşısında en büyük ve en güçlü muhalfet partisi olmuştu. 1913 yılında faaliyetini durdurmuş, Mondros Ateşkes'inden sonra İttihat ve Terakki'nin çekilmesiyle ortaya çıkan boşluğu doldurmak üzere yeniden faaliyete geçmişti. Hürriyet ve İtilaf Fırkası Anadolu'daki yaygın teşkilatı ve etrafına topladığı diğer cemiyet ve partilerle birlikte Millî Mücadele karşısında bir blok oluşturdu. İç ayaklanmalarda kışkırtıcı rol oynadı. Kuva-yı Milliye'yi sabun köpüğünden farksız bir hareket olarak nitelerken Müdafaa-i Hukukçuları cinayet komitesi ve türediler grubu olarak ilan etti. Anadolu hareketine karşı çıkan her kişi ve örgüt gibi zaferin kazanılmasıyla tarih sahnesinden silindi.

Sulh ve Selamet-i Osmaniye Fırkası, Sulh ve Selamet Cemiyet ile Selamet-i Osmaniye Fırkası'nın birleşmeleriyle kuruldu. Meşrutiyet ve demokrasi esaslarının benimsemiş, çalışmalarının itici gücünü İttihat ve Terakki düşmanlığı oluşturmuştur. Bununla beraber Hürriyet ve İtilaf Fırkası'yla da tam bir uyum içinde olmamış, Anadolu ile sert bir diyaloğa girmemiştir.

Kürdistan Teali Cemiyeti 1918 yılında İstanbul'da kuruldu. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da şubeler açtı. Anadolu hareketine karşı olduğundan Hürriyet ve İtilaf fırkası ve İngiliz Muhibleri Cemiyeti gibi kuruluşlarla yakınlık kurdu. İngilizlere derin ve samîmî bir itimatla bağlanmayı öngördü. İngilizlerin güdümündeki bu cemiyetin ayrılıkçı faaliyetleri, Doğu ve Güneydoğu Anadolu halkı tarafından tepkiyle karşılandı. İstanbul Hükümeti'ne çekilen telgraflarda bu cemiyetin bölge halkıyla hiç bir ilişkisinin olmadığı Kürtlerin Osmanlı camiasına içten bağlı oldukları belirtildi.

İslam Teali Cemiyeti, 1919 yılında İstanbul'da kuruldu. Hilafet ve ümmetçilik esaslarını benimsemiştir. Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın yan kuruluşu gibi çalışmıştır. İslam adını kullanarak kurulan bu cemiyet Kuva-yı Milliyecileri maskaralar, Kuva-yı Milliye hareketini isyan ve Mustafa Kemal'i de eşkiya olarak ilan etti. Savaşta yenildikten sonra uslu oturmak ve yenilginin sonuçlarına katlanmak gerektiğini savundu. Barış yapıldığı halde Kuva-yı Milliye'nin isyanını sürdürmesi yüzünden galiplerin İstanbul'u da elimizden alacakları endişesini dile getirdi. İngiliz emellerine ve propagandasına vasıta olan cemiyetin hazırladığı bildiriler Yunan uçaklarınca atılmaktaydı.

İngiliz Muhipleri Cemiyeti 1919 yılında İstanbul'da kuruldu. 20 Ağustos 1920'de yapılan resmî açılış töreninde Sait Molla, İttihat ve Terakki'nin uğraşa uğraşa başa çıkamadığı Türk-Alman Dostluk Yurdu'nun yerine İngiliz Muhipleri Cemiyeti'ni teşkil ve tesis etmekle övünç duyduğunu söyledi. Cemiyet İngiliz parasıyla İngiliz kontrolünde İngiliz politikasının savunuculuğunu üstlenmiş Türkler tarafından kurulmuştu. Kurucu ve yöneticileri arasında II. Meşrutiyet'in ilanından beri İstanbul'da rahip kimliğiyle yaşayan İngiliz haberalma servisinin İstanbul'daki örgüt başkanı Dr. Robert Frew'de bulunmaktaydı. İstanbul'da ve Anadolu'da şubeler açmıştır. Hürriyet ve İtilaf Fırkasıyla tam bir işbirliği içinde olan cemiyetin görünürdeki amacı, Osmanlı İmparatorluğu ve halifeliği ile Büyük Britanya İmparatorluğu arasındaki geleneksel dostluğun sürdürülmesiydi. Cemiyetin kurucularından Sait Molla, Anadolu'daki belediye başkanlarına çektiği telgraflarda İngiliz mandasını ve koruyuculuğunu biricik kurtuluş yolu olarak bildirmişti. Cemiyetin gizli amacı ülkede ayaklanma ve karışıklıklar çıkarmak, uyanmaya başlayan millî bilinci boğmak ve böylece yabancı müdahalesini kolaylaştırmaktı.

Wilson Prensipleri Cemiyeti Amerikan mandasını savunan yazar ve gazeteciler tarafından kuruldu. ABD başkanı W. Wilson'un yayınladığı bildiriden etkilendikleri anlaşılan cemiyetin kurucularından bazıları daha sonra millî mücadele saflarına katıldılar.
Ayrıca Nigehbân Cemiyet-i Askeriyesi ve Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti gibi kuruluşlar da Hürriyet ve İtilaf Fırkası paralelinde faaliyet göstermişlerdi.

Milli Cemiyetler

Yurdun hemen her köşesinde genelde Müdafaa-i Hukuk adıyla kurulan millî cemiyetler, milliyetçilik ideolojisine dayalı olarak kurulmuşlardı. Millî Kurtuluş Mücadelesinini temel taşlarını oluşturan bu cemiyetin kuruluşu, Türk milletinin bağımsız ve onurlu bir millet olarak yaşama azminin bir ifadesiydi. Bununla beraber Millî Cemiyetler Wilson ilkelerinden etkilendiklerinden başlangıçta barışçı mücadele yöntemini benimsemişlerdi. Türklüğün meşru haklarının tanınacağı düşüncesiyle siyasî faaliyetlerde bulunmayı ve yayın yapmayı yeterli görmüşlerdi. Ancak Wilson ilkelirinin Türkler aleyhinde kullanılması, işgalci devletlerin haksız tutumu ve özellikle İzmir'in işgali bu tür mücadelenin yeterli olamayacağını göstermiş, millî cemiyetleri silahlı mücadele kararları almaya yöneltmişti. Bu cemiyetlerin bir diğer zaafı da bölgesel kurtuluşu çare olarak görmeleri ve aralarında bir koordinasyon olmayışıydı. Millî cemiyetler Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya geçerek kurtuluş meşalesini eline almasından sonra bu zaaflarından da kurtulmuşlar, yek-vücut hale gelerek topyekün kurtuluşa inanmışlardı.

Trakya Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniyesi 1 aralık 1918'de Müftü Mestan Efendi'nin başkanlığında kuruldu. Trakya'nın il, ilçe ve bucaklarına varıncaya kadar sistemli bir şekilde teşkilatlandırdı. Trakya dışında Adapazarı'nda bir şubesi açıldı. Kuruluş amacı Trakya'nın bütünlüğünü ve Osmanlı devletine bağlı kalmasını sağlamak, Trakya'nın Türk yurdu olduğunu anlatarak Türklerin haklarını savunmaktı. Cemiyet, İstanbul'da kurulmuş olan Trakya komitesi ile de işbirliği yapmış, Osmanlı devletinin parçalanması halinde Trakya'yı mümkün olursa Batı Tarkya ile birlikte bir bütün olarak Türk ve İslam topluluğu halinde kurtarmayı amaçlamıştı. Ancak bunun için İngiltere'nin, o olmazsa Fransa'nın yardımını sağlamayı düşünüyordu. Hedeflerinin bir Trakya Cumhuriyeti kurmak olduğu anlaşılıyordu.

Cemiyet, Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya geçmesinden sonra çalışmalarını millî amaçlara uygun olarak yürütmüştü. Sivas Kongresi'nden sonra faaliyet ve programını değiştirmekle birlikte temsil heyetinin isteğine uymak suretiyle Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adını almış ve böylece Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin bir şubesi haline dönüşmüştür. Daha sonra Lüleburgaz (21 Mart-2 Nisan 1920) ve Edirne (9-13 Mayıs 1920) kongrelerini düzenlemiş, muhtemel bir Yunan istilasına karşı silahlı bir direniş kararı almıştı.

Vilayat-ı Şarkiyye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti doğu illerinin Ermenistan'a verilmesi ihtimaline karşı İstanbul'da kuruldu. Türklüğün bölgesindeki haklarını savunmak amacıyla Le Pays adıyla Fransızca, Hâdisât adıyla Türkçe iki gazete çıkardı. İtilaf Devletlerinin İstanbul'daki temsilcilerine ve İtilaf başkanlarına muhtıralar verdiği gibi Avrupa'ya bir kurul göndermek amacıyla girişmde de bulunmuştu. Cemiyetin Erzurum şubesi, Kâzım Karabekir Paşa'nın himâyesinde önemli hizmetlerde bulundu. İstanbul'daki merkezle bağlantısını keserek Erzurum Kongresi'nin toplanmasına öncülük etti. kongre sonrasında Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adıyla çalışmalarını sürdürdü.

İstanbul'da kurulmuş olan diğer cemiyetlerden Kilikyalılar Cemiyeti, Adana ve dolaylarına yönelik Fransız ve Ermeni emellerine karşı Türklüğün haklarını savunmak için faaliyet gösterdi. Millî Kongre Cemiyeti, millî bilinçlenme ve millî kurtuluş davasına yayın yoluyla katkıda bulundu. Millî Türk Cemiyeti Türk milletinin diğer milletler arasındaki varlığını uygar niteliklere sahip olduğunu savunmak, millî bir dayanışma yaratmak ve geliştirmek amacıyla eğitimci bir grup tarafından kuruldu. İstanbul'da ayrıca gizli olarak kurulmuş bazı cemiyet ve kuruluşlar da Anadolu'ya her türlü maddî ve manevî yardımda bulunma, özellikle silah ve cephane kaçırma işini üstlenmişlerdi.

Bunların başında Karakol Cemiyeti, MM (Mim Mim) ve Felah Grupları geliyordu. Karakol Cemiyeti daha sonra Zâbitân Gurubu ve en sonra da Yavuz Grubu adlarıyla faaliyet göstermişti. Felah Grubu ise Mustafa Kemal Paşa'nın isteği ve İsmet Bey'in izni ve yardımlarıyla kurulmuştu. Felah Grubu değişik tarihlerde isim değiştirerek Hamza, Mücahid ve Muharip gibi adlarla faaliyet göstermişti.

Azm-i Millî Yurdu 1919 yılında Ankara'da Taşhan'ın bir odasında kuruldu. Cemiyet, çalışmalarını Ali Fuat Paşa'nın Ankara dışında bulunduğu günlerde XX. Kolordu Komutanlığına Vekâlet eden Yarbay Mahmut Bey'in himayesinde sürdürdü. Kurucuları arasında Avnirrefik, Avukat Ekrem ve Feyzi Beylerin yer aldığı bu cemiyet, halkı ülkenin içinde bulunduğu durum hakkında konferanslar düzenleyerek aydınlatmış, Millî Sinema'da Sultanî Mektebi ile Darülmuallimin sahnelerinde halkın heyecanını uyandıran piyeslerin oynanmasını sağlamıştı. Özellikle İzmir'in Kara Günler adlı piyes çok etkili olmuş. O sırada Ankara'da bulunan İskoçyalı subaylar bu piyesin oynanmasını engellemek istemişlerse de Ankara askerî komutanının tesin tavrı karşısında başarılı olamamışlardı.

İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmâniye Cemiyeti, Mondros ateşkesinden hemen sonra İzmir'de kuruldu. Başlangıçta çoğunluğu teşkil eden Türklerin haklarını bilimsel yollarla kanıtlamak amacıyla kurulan cemiyet daha sonra düşmanın bir saldırıya girişmesi halinde silahla karşı koymayı kararlaştırdı. Alaşehir Kongresinden sonra çalışmalarını İstanbul'da sürdürerek buradaki gizli kuruluşlarla işbirliği içinde oldu. Redd-i İlhak Cemiyeti Yunan işgaline karşı İzmir'i savunmak, işgalin ilhakla sonuçlanmasını önlemek amacıyla kuruldu. izmir'in Yunanlılar tarafından işgalini bütün Anadolu'ya duyurdu.

Trabzon Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti, 10 Şubat 1919'da Trabzon'da kurulu. Cemiyetin amacı, Trabzon ve yöresine yönelik Rum ve Ermeni İddialarına karşı Türk ve Müslüman haklarını korumak ve bu amaç doğrultusunda siyâsî faaliyetlerde bulunmak, bilimsel yayınlar yapmaktı. Trabzon ve yöresinde kısa zamanda teşkilatlanan cemiyet, ilk kongresini 23 Şubat 1919'da, ikincisini ise İzmir'in işgali üzerine 22 Mayıs 1919'da gerçekleştirdi. İkinci kongresinde silahlı mücadele kararı aldı. Diğer taraftan da düşmanın emrivakileri karşısında aciz kalan İstanbul'daki yönetimi uyararak Trabzonluların Türk ve İslam yurdu olarak kalma konusundaki kararlılıklarını dile getirdi. Cemiyetin İstanbul'a gönderdiği üç kişilik bir kurul padişah tarafından da kabul edildi. Cemiyet, Erzurum Kongresi'nin toplanmasına öncülük eden iki cemiyetten birisi olarak Millî Mücadeleye önemli bir katkıda bulundu.

0 yorum: