', ' öğrenmeye hoşgeldiniz: ZEYTÛN İSYANLARI

15 Ekim 2007 Pazartesi

ZEYTÛN İSYANLARI

ÖNSÖZ

Yıllarca Türklerle birlikte yaşayıp sosyal, askeri, dini, iktisadi her türlü hak ve hürriyetten, bir çok imtiyaz ve ihsandan yararlanmış olan Ermenilerin “Sadık Tebâ”lıktan bir isyancı haline gelmelerini sağlayan olaylar; Ermenilerin siyasette ileri gitmeleri, aralarında milliyet, hürriyet ve bağımsızlık fikirlerinin gelişmesi ve bu fikirlerin batılı devletler tarafından tahrik edilerek papazların telkin ve gayretleriyle çıkmıştır.

Zeytûn isyanları konulu araştırmamda da Maraş’ın Zeytûn (Süleymanlı) nahiyesinde bulunan Ermenilerin de milliyet, hürriyet için, batılı devletlerin de Osmanlıyı parçalama politikasınca desteklenerek çıkarılan olayları araştırdım.

Araştırma yaparken Zeytûn Ermenilerinin Menşeini ve bu isyanların çıkmasına sebep olan olayları ve isyanların sonuçlarını inceledim.

Araştırmamda bu konuyu incelememi öneren sayın Prof. Dr. Bayram KODAMAN’a, Danışman Hocam Yrd. Doç. Dr. Ahmet HALAÇOĞLU’na ve çalışmamda bana yardımcı olan Gümüşhacıköy Endüstri Meslek Lisesi Müdürü Sedat Cin, Salim KIRCA, Nursel YATKIN’a, ayrıca üniversite hayatım boyunca benden maddî ve manevî yardımlarını esirgemeyen aileme teşekkürlerimi bir borç bilirim.

Muharrem Zeytünlü

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ. i

İÇİNDEKİLER.. ii

GİRİŞ. 1

Ermeni Tarihi 1

Osmanlı-Ermeni Münasebetleri 3

Zeytûn’un Coğrafi Durumu ve Zeytûn Ermenileri’nin Menşei 6

Zeytûn’nun Nüfusu ve Dahili Yönetim Tarzı 12

A. 1860’DAN SONRA ZEYTÛN İSYANLARI. 17

a. Zeytûn İsyanları’nın Menşei 17

b. Padişah IV. Murad (1623-1640) Tarafından Verildiği Söylenilen Sahta Ferman. 20

c. 1780-1860 Yılları Arasında Görülen Zeytûn İsyanları ve Çıkış Sebepleri 22

B. ZEYTÛN İSYANLARININ BAĞIMSIZLIK AMACIYLA SİYASİ

OLARAK KULLANILMAK İSTENMESİ. 27

a. 1860 Yılı ve Sonrası Zeytûn İsyanları ve Sebepleri 27

b. 1861-1862 Yılı Zeytûn İsyanı 27

a. “Fırka-i Islâhiyye”nin Kurulması ve Zeytûn’a Dair Alınan Tedbirler 33

1. Fırka-i Islahiye’ye Duyulan İhtiyaç. 33

2. Zeytûn’un Kontrol Altına Alınması ve Zeytûn Kazası’nın Oluşturulması 34

C. 1878 YILI VE SONRASI ZEYTÛN İSYANLARI. 35

a. 1878 Yılı Zeytûn İsyanı 35

b. 1895 Yılı Zeytûn İsyanı 35

D. I. DÜNYA SAVAŞINDA ZEYTÛN OLAYLARI. 39

a. 1915 Yılı Zeytûn İsyanı 39

b. Zeytûn’a Süleymanlı Adının Verilmesi 41

c. Zeytûn’dan Ermenilerin Tehciri 42

SONUÇ.. 43

BİBLİYOGRAFYA.. 45


GİRİŞ

Ermeni Tarihi

Ermeni sorunu aslında Türkler ile Ermeniler arasındaki bir sorun değildir. Menfaatleri Türk toprakları üzerinde çakışan devletlerin (İngiltere, Fransa, Rusya) siyasi bir hüvviyet ile ortaya çıkarılmıştır.

XΙX. Yüzyılın ikinci yarısına kadar aynı topraklarda beraber dost olarak yaşayan iki toplum 1877-1878 Rus savaşı sonucu Osmanlı’nın Rusya’da imzaladığı Ayestefanos Antlaşması’nın 16. maddesi ve Berlin Muahedesi’nin 61’ci maddesinde Ermeniler aleyhine maddeler koydurulmasıyla Ermeni sorunu bir Avrupa sorunu haline getirilmeye başlanmıştır. Böylece sun’i bir mesele yaratılmıştır Ermeniler ile Türkler uzun yıllar beraberce dost olarak Türk idaresinde yaşamışlardır. Bu dostluk XΙX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bozulmuştur. Bu ortamın bozulmasına neden olan sebebleri yazmadan önce Ermeniler hakkında şu bilgileri aktarabiliriz.

Ermeniler’in kökeni batılı tarihçi ve bilim adamlarıyla Ermeni yazarlar tarafından, diğer bazı milletlerin tarihlerinde de olduğu gibi, kökenleri hala kesin olarak saptanamamıştır. Kökenleri hakkındaki bilgiler söylenti ve savlara dayanır. Bunlardan bazıları şunlardır:

Ermeni din adamı ve tarihçisi Maves Hontasi, Ermeniler’in tarihi MÖ 2350 yılındaki Nuh tufanından sonraki Nuh’un torununun torunu olan Hayk (babacık) ile başlatarak bölgelerinin MÖ 325 yılındaki Büyük İskender’in orduları tarafından ele geçirilmesine kadar getirir. Bu süre içinde Hayk’ın torunlarından 60 kişinin Ermeniler’e liderlik yaptığını söyler. Bunlardan bir kısmı kral unvanını almışlardı.[1]

Bazı tarihçiler ise Ermeniler’in MÖ 6’cı yüzyılda Suriye’nin kuzeyinde ve Kilikya bölgesinde yaşayan Hitiler’den olduğunu ve bunların bulundukları bölgelerden kuzeydoğuya, Dicle ve Aras nehirlerinin menbalarına göç ettikleri ve Aras nehri bölgesindeki Urartular’ın bölgesine gelip yerleştiklerini iddia etmişlerdir.[2]

Ermenilerin ilk devirlerine ait kesin bir bilgi yoktur.birçok batılı ve ermeni bilim adamları arasında görüş birliği sağlanamamıştır. Birçok Ermeni tarihçisi tarihlerini Mukaddes kitaba uydurmak için çalışmışlardır. Hayk neslini Ermeniler’e yaklaştırmak amacıyla eski söylenti ve gelenekleri değiştirmişlerdir.

Ermeni ismine ilk defa MÖ 521 yılından kalma Bistun yazıtında rastlanmaktadır. Pers Kral’ı Ι. Darius anılan yazıtında Ergani, Elazığ bölgesinde ayaklanan bir kavme ilişkin olarak “Armina ve Arminia”dan bahsetmektedir. Daha önce Ermeni adına hiçbir kitap, belge ve anıtta rastlanmadığına göre bu iki kelimenin, İranlılar tarafından Ermeniler’e verilmiş adlar olduğu anlaşılmaktadır.[3]

Ermeniler MÖ 521 yılından itibaren İranlılar’ın yönetimi altında yaşarken, MÖ 31 yılında İran hükümdarı ΙΙΙ. Darius’un Büyük İskender tarafından yenilmesi üzerine fiilen Makedonya İmparatorluğu içine girmişlerdir. MÖ 66 yılına kadar Makedonya egemenliğinde kalan Ermeniler, bu tarihte Roma Generali Pompe’nin orduları ile bu bölgeyi işgal etmesiyle Romalılar’ın egemenliği altına giriyorlar. Zamanla Romalılar’ın arasında el değiştiren Ermeniler’in oturduğu bölgelere Romalılar’ın değişik kişileri atadıkları görülmektedir. MÖ 63 yılında MS 629 yılına kadar Bizansla İranlılar arasında süran savaşta Ermeniler’in oturduğu yerlerin hakimiyeti bu iki ülke arsında büyük sorun olmuştur. İranlılar’ın kesin olarak Bizanslılar’a yenilmesiyle Ermeniler Bizans’ın yönetimi altına girmişlerdir.[4]

İslamiyet’in Arap Yarımadasında doğuşunda sonra Müslüman Araplar, 7. yüzyılın başlarından itibaren İslamiyet’i yaymak amacıyla seferlere başlamışlar. 642 tarihinde yapılan savaşla Ermeniler, Araplar’ın nüfusu altına girmişlerdir.

Zaman zaman Müslüman devletlerle (Emeviler ve Abbasiler) Bizanslılar’ın nüfus sahasına giren Ermeni derebeylerinin çoğu Araplarla işbirliğini yeğlediğinden dolayı eski duruma dönülmüştür. Fakat 970 tarihinden itibaren Bizans bu bölgelere akınlarını arttırarak yeniden duruma hakim olmuşlardır.[5]

1040 tarihinde Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşundan sonra Anadolu’ya Selçuklu akınlarının sıklaştığı görülmektedir. Önce 1045 tarihinde gence önünde Bizans ordusu Tuğrul Bey’in amcazadesi Kutalmuş tarafından yeniliyor.

1048 tarihinde Tuğrul Bey’in Pasinler’de 1071 tarihinde Alparslan Malazgirt’te Bizanslılar’ı yenince hem Anadolu kapıları Türkler’e açılıyor, hem de Ermeniler Türkler’in yönetimine giriyorlardı. Ermeniler 1157 yılına kadar Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun, 1194’e kadar Irak Selçukluları’nın, sonra Harzemşahlar’ın daha sonra İlhanlılar’ın yönetiminde kalmışlardır. İlhanlılar Devleti dağılınca Ermeniler, 1334 yılında Celâyirliler’in, 1383’de Timur’un ölümünden sonra Karakoyunlular’la Akkoyunlular’ın yönetimine girmişlerdir.[6]

Devam eden Türk göçmen akını önünde güneye çekilen Ermeniler Kilikya’da bir Ermeni Rûhani reisliği kurarak varlıklarını korumuşlarsa da Selçuklu Devleti’nin son günlerinde Karamanoğulları Kilikya’yı istila ederek Ermeni Prensliğine son vermişlerdir.

Osmanlı-Ermeni Münasebetleri

Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sırasında Ermeniler Karamanoğullar’ı, Ramazanoğullar’ı beylikleriyle Fatih ve Yavuz zamanına kadar Akkoyunlu ve Karakoyunlu devletlerinin idaresinde azınlık halinde yaşadılar.

1324 yılında Bursa Osmanlılar’a merkez olunca Kütahya, Eskişehir çevresine yerleşmiş olan Ermeniler Bursa’ya göçtüler. Bursa’ya göçen Ermeniler’le birlikte Ermeni Rûhani reisi (patrik) de Bursa’ya yerleşti.

Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fetih edip, Bizans’a son verdikten sonra Rumlar’a lütuf ve ihsan ettiği din ve vicdan hürriyetini Ermeniler’den de esirgememiş; Bursa’daki Ermeni Patriği Hovakin’i de İstanbul’a getirdi. Sonra İstanbul’a gelen Ermeniler Kumkapı, Yenikapı, Samatya, Balat ve daha başka semtlere yerleştiler[7].

Böylece Ermeniler, o zamana kadar hiçbir memlekette ve bir başka devletin idaresinde ulaşamadıkları din, dil, düşünce özgürlüğüyle siyasal ve sosyal haklara, Osmanlı Devleti’nin herhangi bir vatandaşı gibi sahip olmuşlardır.

Ermenilerin küçük azınlıklar halinde yaşadıkları Doğu Anadolu, Azerbaycan, Suriye, Kafkasya ve diğer yerler tamamiyle Osmanlı İdaresine geçince Kanuni Sultan Süleyman zamanında bütün Ermeniler Osmanlı hakimiyetine girmiş oldular.[8]

ІІ. Mahmut zamanına kadar geçen yıllarda Hıristiyanların ve bu arada Ermeniler’in din ve sosyal işlerine hiçbir şekilde karışılmadı. Bu yüzdendir ki, İstanbul’a çeşitli bölgelerden Ermeni göçleri başladı.

Asılları Kilikya’dan gelen yerli ve doğudan gelen yabancı Ermeniler’le, Hıristiyan, dininin Gregoryen, Katolik, Ortodoks ve Protestan mezhebini kabul eden Ermeniler arasında zaman zaman çatışmalar olmuş ve bunlar, birbirlerine karşı düşmanca hareket etmişlerdir. Fakat, Müslümanlar’la Hıristiyanlar arasında idari ve dini anlaşmazlık çıkmamıştır.

Bu mezhepler arasındaki kin ve düşmanlığın nedeni yalnız mezhep ayrılığına da bağlanamaz. Ermeni cemaati arasında ticari rekabet, politik ve ideolojik görüş farkları da anlaşmazlıklarda etken olmuştur.

Ermeni mezhepleri arasındaki anlaşmazlığı yaratan ve sürdürenlerin başında, mezhep liderleri ve cemaatleri olduğu kadar onlardan daha çok yabancı devletler ve özellikle Ruslar bulunuyordu.[9]

Katolik ve Gregoryen mezhebi mensupları arasında uzun yıllar süren kışkırtmalar, ayartmalar ve kavgalar oldu. Sonunda Sultan ІІ. Mahmut, 1830 yılında Fransız elçisinin de aracılığıyla Ermeni Katolikleri’ni bir cemaat olarak tanıdı. Patrikliğin merkezi İstanbul’da kuruldu.

1846 yılında İngiltere’nin İstanbul büyükelçisinin yardım ve koruyuculuğunda ve Abraham Ütücüyan’ın başkanlığında birde “Protestan yönetim kurulu” oluşmuştu.[10] Bu kurulan merkezler ilerde çıkan Ermeni isyanlarının merkezleri durumuna gelecektir.

Daha sonra Osmanlı Devlet idaresinin zayıflamaya başlamasıyla bilhassa Avrupa’da yüksek tahsil gören ve buralardaki sosyal yapı değişikliklerini gören Ermeni gençleri, bundan yararlandılar.

1839 yılında ilan edilen Tanzimat-ı Hayriye Fermanı’yla azınlıkların dini ve sosyal işlerinin yönetimi patrikhanelere verilmiş ve bütün vatandaşlar için cins, din ve mezhep farkı gözetilmeden can, mal ve namus dokunulmazlığı getirilmiştir. Bu padişah emri, Ermeniler’e politik bakımlardan büyük yararlar sağlamış; esnaf ve küçük sanatkârlar, eşraflara karşı çıkmış ve onların etkilerini kırmak istemişlerdir.

Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra 1856 yılında duyurulan Islahat Fermanı ile, Tanzimat Fermanı’nın da geçen insanın doğal haklarının korunmasından başka bütün uyruğun din ve ırk farkı gözetilmeksizin yasa önünde özgürlüğü ve eşitliği ilkesi kabul edilmiştir. Müslümanlarla Gayri Müslimler arasında var olan eşitsizlik ortadan kaldırılmış ve Gayri Müslimlere, bütün devlet memurluklarına atanmak, eyalet meclislerinde ve Meclis-i Vâlâ’da temsil edilmek gibi siyasi haklarda verilmiştir.[11]

Bundan başka Islahat Ferman’ı, patriklere verilmiş olan ayrıcalıkları tekrarlıyor ve hatta pekiştiriyordu. Bu yeni fermânlar Ermeniler’in siyasi bakımdan da gelişmelerine yol açmıştır. Eşitlik perdesi altında, Ermeniler arasında sınıf savaşı başlamıştır.

1856 Islahat Fermanı’ndan sonra, ermeni Patrikhanesi’nde toplanan Ermeni Patrik Meclisler’i birçok tartışmalardan sonra "Ermeni Milleti Nizamnamesi" hazırlayarak 29 Mart 1862 tarihinde Osmanlı Hükümeti’ne onaylatmışlardır. Bu tüzük, Türkiye’deki Ermeniler’in siyasal ve sosyal varlıkları üzerinde yeni bir devir açmıştı.[12]

Osmanlı Hükümeti’nin muvâfakatı alınmadan doğrudan doğruya Ermeni Patrik Meclisleri tarafından hazırlanmış olan bu nizâmnâmede, Ermeniler’e “devlet içinde devlet”, “yönetim içinde yönetim”denilebilecek kadar, ölçüsüz imtiyazlar tanınmakta idi. Ermeniler bu “Millet Nizâmnâmesi” ile bir bakıma Ermeni asillerinin tahakkümünü ortadan kaldırmak istemişlerdi. 1863 yılında açıklanacak olan, Ermeni dernekleri ve ihtilâl komiteleri de hep bu nizâmnâmenin büyük imkanlar tanıyan imtiyazlı hükümlerinden faydalanılarak kurulmuşlardır.[13]

Kagik Ozanyan adında bir Ermeni yazar 1919 yılında Ermenice yazdığı, “Ermeniler’in Tarihi Vazifesi” adındaki yapıtında bu tüzüğün Ermeniler’e sağladığı yararları şöyle sıralıyor:

a. Batı uygarlığı eğitimine doğru bir adım oldu.

b. İstanbul ve diğer illerde, bir çok okullar, kültür kurumları açıldı.

c. Ermeni dil ve kültürünün gelişmesine etken oldu.

d. Daha çok sayıda gazete ve dergi yayınlandı.

e. Ermeniler’in seçim yöntemlerine ve savaşıma alıştırdı.

f. Kilise mensuplarının hukuku sınırlandırıldı.

g. Katolik, Protestan, Lusavarçağan Ermenileri’nin bunalımlı günlerde birleşmelerini sağladı.

h. Ermeniler’e toplu olarak siyasette bulunmak ve harekete geçmek kuvveti verdi.

i. Devrim ruhu uyandı ve ulusal Ermeni sorunu masa üstüne konuldu.[14]

Kısaca şunu söyleyebiliriz, bu nizâmnâme Ermeniler’de ihtilâl ruhunu uyandırdığı ve Ermeni Meselesi’ni masa üzerine konulduğunu açıklamaktadır. Bu tüzük ile örgütlenen Ermeniler kendilerini sonu gelmeyen bir maceraya atarak birçok insanın ölmesine sebeb olmuşlardır.

Osmanlı Devleti yönetiminde yaşayan Ermeniler’in ilk ulusal hareketlerinin başlama tarihi 1860’lı yıllar olarak gösterilebilir. Önceleri sosyal amaçla kurulan dernekler, sonradan kışkırtma ve yardımlarla Türk Ermenileri’nin devlete karşı ayaklandıran komitelerin ilk belirtileri ve çekirdekleri olmuştur.

Bağımsızlık amacıyla kurulan ilk dernekler 1860 tarihinde Adana’da kurulan Hayırseverler Cemiyeti olup, amacı Kilikya’yı yükseltmekti. Bunu Fedakarlar Derneği izlemiştir. Daha sonralarda ise 1870-1880 yılları arasında Ermeni örgütü kurulmuştur.

Zeytûn’un Coğrafi Durumu ve Zeytûn Ermenileri’nin Menşei

Hemen hemen bütün tarihleri, isyanlar ile geçmiş olan Zeytûn (bugünkü Kahramanmaraş’a bağlı Süleymanlı nahiyesi); Maraş’ın kuzeybatısında, Ceyhan nehri ile Göksun çayı arasında Nurhak dağlarının devamı olan 3014m yükseklikteki sarp ve ormanlık Berit dağının eteğinde, dar bir vadi içindeki Zeytûn çayı üzerinde kurulmuş eski bir yerleşim merkezi idi.[15]

Bölgenin yüzeyi, suyu bol ve şiddetli akışa mâlik birçok dereler ile kesildiği için çok girintili ve çıkıntılı bir haldedir. Bu sebeple evler, dik yamaçlara yaslanmış düzensiz anfi şeklinde sıralanmıştır. Dağların her tarafında bol miktarda Zeytin ağacı bulunduğundan, buraya Zeytûn (Zeytin) denilmiştir.[16]

Ermeniler’in Zeytûn’e nereden gelip yerleştikleri konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bazı yazarlara göre, Ermeniler Anadolu’ya yapılan Selçuklu akınları sırasında Van ve çevresinden kaçarak Bizanslılar’a sığınmışlardır. Bizanslılar da Ermeniler’i çeşitli yerlere sürgün etmişlerdir. Haçlı seferleri sonrası da Zeytûn, Haçin ve Toroslar’ın ötesine yerleşmişlerdir.[17]

Diğer göçler ise; Zeytûn Ermenileri XΙ. yüzyılda Doğu Anadolu’da merkezi Anı şehri olan Bağrat Prensliği’nin yıkılışından sonra buraya gelmişlerdir. Diğer bir görüş ise, Zeytûn Ermenileri, Kilikya (Çukurova) Ermeni Prensliği’nin son zamanlarında (Rubenyan hanedanı devri 1342’ye doğru) Memlûk hücumlarından kaçarak bu bölgeye yerleşen Ermeniler’dir.[18]

Ermeni tarihi geleneğine göre,Zeytûn Ermeniler’i 1064 yılında Selçuklu Türkleri’nin eline geçen Anı bölgesinden buraya göç etmişlerdir.[19]

Ermeni yazarlarından M. Semerciyan ise “Rupinyan soyundan Zormanuhi isimli bir kadının bu krallığın yok olmasından sonra, Zeytûn’a gelerek 65 yıl hüküm sürdüğü ve daha sonra Zeytûnlu Ermeniler’in Maraş’ta Zülkadiroğluları ile Çukurova’da Tecerli Türkleri’nin idaresine geçtiklerini” yazar.[20]

Ermeniler tarafından yazılan Ermeni tarihlerinde, Doğu Anadolu’daki ermeni Prenslikleri’nin hakimiyetlerine Türkler tarafından son verildiği ve bu sebeble Ermeniler’in bütün dünyaya dağıldıkları iddia edilmektedir. Yazılan ve yazdırılan propaganda mahiyetindeki Ermeni tarihlerinde ileri sürülen bu iddiaların aksine, Selçuklu Türkleri, Doğu Anadolu’yu Ermeniler’den değil, Bizanslılar’dan fethetmişlerdir, kendilerini katliâma tâbi tutanlarda Bizanslılar olmuştur.[21]

Zeytûn Ermenileri’nin menşeini iyi tâyin edebilmek için, Türkler’in Anadolu’ya gelmelerine takaddüm eden Doğu Anadolu olaylarına kısaca göz atmak gerekmektedir.

Selçuklu fetih ve yerleşme hareketlerinden önce Doğu Anadolu’da Bizans İmparatorluğu’na bağlı iki Ermeni Prensliği bulunuyordu. Bunlardan birisi Bağrat Hânedânı’nın elindeki Anı, diğeri de Ardzruni Hânedânı’nın başında bulunduğu Van gölünün doğusundaki Vaspurağan Prensliği idi. Daha 1021 yılında Vaspurağan Prensi Senekerim topraklarını bir antlaşma ile İmparator ІІ. Basil (976-1025)’e terk etmiş, Sivas’a ve çevresine yerleşmiş idi.[22] ІІ. Basil, daha sonra Vaspurağan bölgesinde oturan 40 bin Ermeni’yi, Bizans’ın geleneksel siyaseti uyarınca, göçe zorlayarak Orta Anadolu’daki Sivas kısmen de Kayseri ve çevresine yerleştirmiş, böylece tarihte en büyük Ermeni tehciri yapılmış oldu.[23] XI. Yüzyılda Orta Anadolu’ya ikinci bir ermeni göçü ve tehciride 1045 yıllarında oldu. Anı Prensi II. Gagik, 1045 yıllarında topraklarını İmparator IX. Konstantin Monamak (1042-1055)’a hediye etmiş, aynı yıl İmparator Anı’yı zaptederek Anı Prensliğine son vermiştir.o tarihlerde 20 yaşında olan II. Gagik de, Kayseri-Niğde bölgesindeki Zamantı (bugünkü Pınarbaşı)’ya gönderilmiş ve kendisine arazi verilmiştir.Ancak II. Gagik 1079’da burada bir Bizans kıyımına girişmiş ise de yakalanıp öldürülmüştür.[24]

Buradan da anlaşıldığı gibi Türkler’in fethinden çok önce Ermeni Prensliklerine Bizans tarafından son verilmiştir.böylece Bağrat ve Ardzruni aileleri adeta ortadan kaldırılmıştır.

Selçuklu Türkler’inin ilk Anadolu fütühatı, Selçuklu-Bizans münasebetleri ve Ermeni tarihi üzerinde çalışmaları ile tanınmış olan Jean Laurent de, “Bizans, Ermenistan’ı ele geçirince ülkeden halkını çıkarmış Ermeniler’in batıya doğru göçlerini teşvik ve çabuklaştırmıştır.Aslında göç daha önceden başlamıştı: Asırlardır Ermeniler, Rum (Roma) İmparatorluğu’na kitle halinde göçüyorlardı. Çünkü Ermeniler mizaç itibariyle, diyar diyar dolaşmak hevesi taşımakta idiler...” demekte ve Ermeniler’in yurtlarını terk etmelerinin bir sebebi de bütün mirasın en büyük çocuğa geçmesini öngören hukuk düzeni olduğunu belirtmekte ve bu yüzden Ermeniler’in servete kavuşmak için kitle halinde başka ülkelere gittiklerini, böylece dünyanın her tarafına dağıldıklarını ifade etmektedir.

İşte bugün Ermeniler’in çeşitli ülkelerde bulunmalarının sebebi, eski çağlarda başlayan bu kitle halindeki göçlerdir. Başka bir ifade ile, Ermeniler, Türk fethinden önce Bizanslılar tarafından Orta Anadolu’ya ve Balkanlar ile Kıbrıs’a tehcir edilmişlerdir.[25]

Selçuklu Türkleri’nin Anadolu’ya gelmesiyle Ermeniler Bizans baskısından kurtulmuş oluyorlar. Bizans’ın Ermeniler’e ve kendi halkına kötü davranması Türk fetihlerini kolaylaştıracaktır. Türkler’in Anadolu’yu fethinde Müslümanlar’a yardım etmişler ve 1071 Malazgirt Savaşın’da Bizans ordusunu terk eden kuvvetlerden olmuşlardır. Bundan dolayıdır ki, o devir Hıristiyan yazarları Ermeniler’i Hıristiyanlığa ihanetle itham etmişlerdir.[26]

Ermeniler Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’da Bizans hakimiyetinin süratle çökmesi sebebi ile güneye doğru göç ederek Fırat boylarında, Toroslar’da, Kilikya (Çukurova)’, Malatya, Maraş ve Urfa bölgelerinde nüfusca çoğalmaya ve bazı küçük prenslikler kurmaya başlamışlardır. Bu prensliklerin en büyüğü, Türkler’e karşı daha önce Bizanslılar tarafından Malatya-Antakya hattının müdafasına memur edilen ve Vaspuragan Ermenileri’nin soylularından olan Philaretos’un kurduğu prenslik idi. İmparator Romanos Diogenes (1068-1071) zamanında Bizans hizmetinde bulunmuş olan Philaretos, onun 1071 Malazgirt Savaşında Alp Arslan’a yenilerek düşmesinden sonra ortaya çıkan karışıklıktan istifade ederek etrafına topladığı Ermeniler ile vâlilik yaptığı Maraş’ta bağımsızlığını ilân etti. Yeni İmparator VII. Mikhail Dukas (1071-1078)’ın karışık hükümdarlık devresi içinde Malatya, Harput, Maraş, Andırın, Göksun, Elbistan, Urfa şehir ve kasabalarını ele geçirerek, Abbasiler zamanından beri Türkmenler’in kaynaştığı bu bölgelerde bir prenslik kurdu.

Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah’ın yüksek hakimiyetini tanımayan Philaretos, Anadolu fatihi Süleyman Şah ve Suriye Selçuklu Hükümdar’ı Tutuş’a vergi vererek Ermeniler üzerindeki hakimiyetini 1085 yılına kadar sürdürebildi.[27] Anadolu Selçuklular’ın güney-doğusunda bu ermeni Prensliği’nin kurulması Selçuklular’ın doğu ve güney ile münasebetlerini tehlikeye sokuyordu. Bu sebeble Süleyman Şah, 1082 ve 1083 yıllarında Tarsus, Adana Misis, Anazorbayı, 1085 yılında da Antakya’yı fethetti.

Süleyman Şahın bu hareketine paralel olarak Emir Buldacı da, 1085 yılında Elbistan, Göksun ve Araban’ı ele geçirdi.[28] Topraksız kalan Philaretos, ne yapacağını şaşırmış ve nihayet Sultan Melikşah’ın yanına giderek törenle Müslümanlığı kabûl etmiş ve yine Maraş emiri tayin edilmiş idi.[29] Böylece Philaretos’un Ermeni Prensliği, Büyük Selçuklu İmparatorluğu sınırları içine alınmış oluyordu. Ancak Philaretos’un kurduğu bu prensliğin ömrü kısa sürmüş, onun 1090 yılında ölümünden önce çözülüp gitmişti. Yukarı Ceyhan’da, yani Elbistan bölgesi ile Kahramanmaraş havzasında ise Emir Buldacı tarafından kurulan emaret XI. yüzyıl sonlarında Anadolu Selçuklu Devleti’nin idari bölünüşünde ortaya çıkan 19 emaretten birisini teşkil ediyordu.[30]

Bölgedeki diğer bir prenslik de, Göksun ve çevresinde Kogh Vasil (hırsız Vasil) tarafından 1082’de kurulmuştu. Bu küçük Ermeni Prensliği, 1112 yılında Kogh Vasil’in ölümünden sonra Urfa’da kurulmuş olan Haçlı Kontluğu’nun vasali durumuna getirilmiş, toprakları Kont Baudovin du Bourg (1100-1118) tarafından kontluğa ilhak edilmiş ve buradaki Ermeniler de bölgeden 1113’de tehcir edilmişlerdi.

Bu dönemde ve sonrasında (1080-1342), Türkler ile Ermenler arasındaki siyasi ve ticari ilişkiler yönünden üzerinde kısaca durulması gereken bir prenslik de Çukurova ve çevresinde ortaya çıkan, Ermenilik ile ilgilenen batılı bilim adamlarının “Küçük Ermenistan” veya “Kilikya Ermeni Krallığı” adı ile belirttikleri siyasi teşekküldür. Bu siyasi teşekkülün bir devlet olarak gösterilmesi Ermeni propagandasının ana temalarından biridir. Amaç aslında mevcud olmayan bir Ermeni Devleti’nin varlığını göstermektir. Bu yolda batıda halen yoğun bir yayın faaliyeti sürdürülmektedir.[31] Tarihte hiçbir zaman devamlı, mütecanis ve milli bir Ermenistan Devleti mevcud olmamıştır.Küçük prenslikler halinde çoğu zaman civardaki büyük devletlere tabi olarak muayyen bölgelere hükmetmişlerdir. Ermeniler için vatan, prenslikleri olmuştur. Vatanseverlikleri de, bu sebeble mahalli niteliktedir. Ermeniler’i bir arada yaşatan unsur, milleti belirtmek için tek başına asla yeterli olmayan an’aneler, dil ve din olmuştur.

Son Anı Prensi II. Gagik’in 1079’da öldürülmesinden sonra onun akrabalarından olduğu söylenen Ruben adında birisi Bizans’ın zulmünden Toros Dağlar’ı bölgesine kaçtı ve Kozan’ın kuzey-batısındaki Partzerpert (yüksek kale) Kalesi’ni ele geçirerek burada yerleşti. Böylece I. Ruben (1085-1095) ile ortaya çıkan bu Ermeni Prensliği Çukurova ve çevresindeki mevcudiyeti 1375 yılına kadar devam edecek ve nihayet 13 Nisan 1375 tarihinde Memlûklar tarafından ortadan kaldırılacaktır. Çukurova’da kurulan bu Ermeni Prensliği de, diğerleri gibi bağımsız olmayıp, tabi bir teşekkül olarak kalmıştır. Prensliğin Bizans, Anadolu Selçuklu Devleti ile Moğollar’a cizye ödediğine dair bilgiler mevcuttur.

Çukurova Ermeni Prensliği 1342 yılına kadar Rubenyan ve Hetum Hanedanları tarafından idare edildi. Son Hetum Ermeni Prensi IV. Leon, erkek varisi olmadığından, topraklarını Kıbrıs Kralı II. Henri’nin yeğeni Katolik Guy de Lusignan’a bıraktı. Böylece daha 1342’de prensliğin tacı Ermeni Prensler’inden bir Fransız ailesine geçmiş ve yönetimde Latin etkisi başlamıştı. Bu sebeble Fransızlar, Ermeniler’i kardeşleri olarak görmekte idiler[32].Nitekim 1920’lerde yapılan Ermeni propagandalarında Çukurova için “Doğunun küçük Fransa’sı” adı kullanılıyordu. Çukurovada’ki Ermeni Prensliği’nin tarihi incelendiğinde, fırsat buldukça idaresi altında kaldıkları devletlerin düşmanları ile birleşerek onlar aleyhine hareket etmiş olan bir derebeylikten başka birşey görmek mümkün değildir.[33]

Zeytun Ermenileri’nin yazılanların ışığında, çeşitli görüşler ve Ermeni tarihi, geleneği göz önüne alındığında,zeytûn Ermenileri’nin menşeini meydana getiren unsurlar şunlar olmalıdır:[34]

a. Urfa’dan gelmiş yedi aileden, Anı’nın Bizanslılar’a geçmesinden sonra oradan Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağılan göçmenlerden, Vanlılar’dan başka yerlerden o bölgeye sığınmış Ermenilerden, Rupinyan soyunun kurucusu olan Rupen ile birlikte gelen Pakraduniler’den oluşuyordu

Yukarda görüldüğü üzerezeytûn ve gerek Kilikya’daki Ermeniler, Selçuklular’ın zaferleri önünde perişan bir halde kaçan, idaresine girdikleri Bizanslılar tarafından bulundukları yerlerden çıkarılan, sürülen Ermeniler’dir. Bunlar Haçin, Zrytun gibi yerlerde Toros’un ötelerine sığınmışlardır.

b. Kilikya Ermeni Prensliği Hanedanı Rubenyan Hanedanı’nın son zamanlarında (1342’ye doğru) Memlûk hücumlarından kaçarak buraya yerleşen Ermeniler.

Zeytun’un coğrafi mevkiinden ve bu bölgedeki siyasi olaylardan faydalanan Ermeniler, böylece Toros ve Amanos sıradağlarının birleştiği sarp bölgede toplanmış ve idari kontrolünden kurtulabilmişlerdir.

1375 yılında Memluklar tarafından fethedilen Çukurova’nın Osmanlı yönetimine geçmesi Yavuz Sultan Selim devrinde 1516 yılında olmuştur.[35] Diğer bir ifadeyle, Dulkadiroğullar’ı Beyliği’nin toprakları arasında yer alanzeytûn da Osmanlı yönetimine girdiği dönemde (1515), bu bölgede artık bir Ermeni Prensilği mevcud değildi.[36]

Zeytûn’nun Nüfusu ve Dahili Yönetim Tarzı

Zeytun nüfusu hakkında XVI. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren bilgiler elde edinilebilmektedir. Bu dönemzeytûn, 1522 yılında kurulan Maraş Sancağı’na bağlı, kalesi de bulunan bir köy olup, 1523 yılında yaklaşık olarak 3.700 nüfusa sahipti (739 hane, 15 keşiş), 1564 yılında ise nüfus 3450’ye yakın idi. (891 nefer, 99 yarım çiftlik sahibi, 526 ekilecek arazisi olmayan evli vergi mükellefi, 1 âmâ, ayrıca 29 bağcı) Halk cizye dahil bütün vergilerini vermekte olup, bunların toplamı 51.609 akçeyi buluyordu.[37] Bu belgelerzeytûn Ermenileri’nin XVI. yüzyılda Osmanlı’ya vergi verdiğinin kanıtıdır.

XVI. yüzyılın sonlarında başlayıp XVII. yüzyılın ilk çeyreğine kadar devam eden Celâli isyanları ve eşkıya hareketleri sebebiyle Zeytûn nüfusunda bir azalmaya neden olmuştur.

Cevdet Paşa, 1865 yılında Zeytûn nâhiyesinin bir kasaba ile Alabaşlı, Mihal, Kızıldağ, Dönükler ve Fenk adlı köylerle çevrili olduğunu, kasaba içerisinde 1.300, civar köylerinde de 347 hâne bulunduğunu yazmakta, kasaba ve köylerindeki 47 hânenin Müslümanlar’a, 1.600 hânenin 20-30’unun ise İbrahim Uşağı Cemaatine ait bulunduğunu belirtmektedir.[38]

Zeytûn önceden olduğu gibi bu dönemde de feodal bir yönetim tarzında yönetiliyordu. Yöneticilerine İşhan denmekteydi. İşhanlar dört mahalleden ibâret olan kasabanın bir mahallesini idare eden dört kişi olup, her biri kendi mahallesine hâkim idi. Bu mahalleler Yeni-Dünyaoğlu Asfatur, Yakup-oğlu Mıgirdiç, Suren-oğlu Nazaret ve Şurba-oğlu Gazur adlı mahallelerden oluşmaktaydı[39].

Türk köyleri bunlara vergi verir ve imeceler işhanların görevlendirdiği kimse eliyle yürütülürdü.[40] Böylece işhanlar vergilerini toplamış oluyorlardı.

Bu ermeni ağalar birbirlerinin işlerine karışmazlardı. Zeytûn nâhiyesinin köylerinden 180 hâneli ve 5 oymaklı Alabaşlı köyü Yeni-Dünyaoğlu Asfatur’a, 130 hâneli ve 5 oymaklı Mihal köyü Yakob-oğlu Mıgirdiç’e, 10 hâneli Kızıldağ köyü ile ahalisi tamamen Müslüman olan Dönükler köyü Suren-oğlu Nazaret’e, Müslüman ve Gayr-i Müslim (Ermeni) karışımı 12 hâneli Fenk köyü ile kasaba merkezindeki Müslüman hâneleri de Şurba-oğlu Gazur’un yönetiminde bulunuyordu.[41] Yukarda da söylendiği gibi bu köylerin ahalisi işhanlara vergi verir ve bu vergiler, işhanların tâyin ettiği şahıslar tarafından toplanırdı.[42] Ancak Zeytûn’un etrafı Müslüman köyleri ve Türkmen obaları ile çevrilmiş idi. İşhanlar merkezi Osmanlı otoritesine karşı koymakla kalmayıp, komşu Türk köylerinin de vergi ödemelerini bekliyorlardı.

Diğer yandan, merkezi hükümetin topladığı vergilere bir katkıda bulunmaktan da kaçınıyorlardı. İşhanların zulmünden bıkmış olan birçok Türk köylüsü topraklarını ve mülklerini geride bırakarak Anadolu’nun başka yerlerine göç etmek zorunda kalmışlardı.

Bu yönetim tarzı 1895 yılına değin sürdü. Bu tarihte hükümet, hem işhan diye adlandırılan bu kimselerin nüfusuna, hem de böyle bir yönetime son verdi.[43]

1865 yılı itibariyle Zeytûn nâhiyesinin tahmini nüfusu.[44]

Yer Adı Hâne Müslüman % Ermeni % Oymak Genel Nüfus

------------ ------- --------------- ------- ----------- ------ ----------- -----------------

Zeytûn 1.300 150 2.3 6.350 97.6 --- 6.500

Alabaşlı 180 + --- + --- 5 900

Mihal 130 + --- + --- 5 650

Kızıldağ 10 --- --- 50 100 --- 50

Dönükler 15 75 100 --- --- --- 75

Fenk 12 + --- + --- --- 60

------------ ------- -------------- -------- --------- ------- ---------- ----------------

Toplam 1.647 ? ? ? ? 10 8.235

Zeytûn nâhiyesinde 1865 yılı itibariyle Müslüman ve Ermeni olarak yaklaşık 8.250 kişinin yaşamakta olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu rakama, 10 Türkmen oymağının nüfusu tespit edilmediğinden dahil edilmemiştir. Ancak 10 oymağın nüfusu ile Müslümanlar’ın nüfus mikdârının artacağı şüphesizdir.

1867 yılında yapılan Haleb vilâyeti nüfus sayımına göre, Maraş Sancağı’na bağlı Zeytûn kazasında, 1.709 Ermeni hânesi, 1.221 Müslüman hânesi bulunuyordu. Müslümanların büyük çoğunluğu Zeytûn kazasının köylerinde ve kırsal arazide tarım ve hayvancılık ile geçimlerini sağlıyorlardı. Zeytûn kaza merkezinde ise 40 kadar Müslüman hânesi vardı. Ancak Zeytûn’da görülen bu Ermeni nüfus çoğunluğunun, Maraş Sancağı’ndaki Müslüman nüfusa göre çok az olduğu görülmektedir.

Yer Adı Hâne Müslüman Hânesi Müslüman % Ermeni hânesi Ermeni % Genel Nüfus

--------- ------- --------------------- ------------ --- ---------------- --------- --- ---------------

Maraş

Sancağı 24.993 19.726 98.630 78.9 5.267 26.335 21 124.967

Zeytûn

Kazası 2.930 1.221 6.105 41.6 1.709 8.545 58.3 14.650

-------- ------- -------------------- ----------- ---- ---------------- -------- --- --------------

Osmanlı İmparatorluğu’ndaki nüfusu Düyûn-ı Umûmiye hesabına araştırmış olan Fransız Vital Cuinet, mahalli kiliselerden alınan bilgilere dayanarak, kilisenin tesirinde kalmıştır. Vital Cuinet, Zeytûn ile ilgili verdiği istatistiki bilgi ile, Zeytûn üzerindeki Fransa’nın menfaatini güçlendirmeye çalışmıştır.[45]

Nitekim onun rakamları, Fransız “Sarı Kitabı”na aynen alınmıştır. Bu da Fransızlar’ın bu rakamların ciddiyetine verdikleri önemi göstermektedir. Vital Cuinet 1891 yılı itibariyle, Zeytûn kazası ile ilgili maksatlı olarak aşağıdaki bilgiyi vermektedir.[46]

Sektör Mikdâr Ermeni Oranı

--------------- --------------- --------------------

İslam 7.777 % 32.3

Hıristiyan 16.246 % 67.6

--------------- --------------- --------------------

Toplam 24.023

1894 ve 1897 tarihli Devlet Sâl-Nâmeleri’ne göre, Haleb vilayeti, Maraş Sancağı’na bağlı olanzeytûn kazasının, 1 nahiyesi ile 28 köyü bulunmaktadır.[47] Kaza merkezinde bulunan tahmini 17.000 nüfustan, 8.700’ü Gregoryen Ermeni, 300’ü Katolik ve Protestan Ermeni, 8000’i Müslüman nüfustur.

1902 tarihli Haleb vilayeti Sâl-Nâmesi’ne göre,zeytûn kazasının, 1 nahiyesi ile 58 köyü bulunmakta idi. Kasabada 1 hükümet konağı, 1 kışla, 1 mescid, 5 kilise, 2 Katolik İlkokulu, 4 Gregoryen İlkokulu, 2 Protestan İlkokulu, 283 hane, 108 dükkan, 2 Mağaza, 5 boyahane; 16 su değirmeni, 2 debbağhane, bir mağaza 1 manastır mevcud idi.

Balkan Savaşı’ndan önce düzenlenmiş olan 1911 tarihli Devlet Sâl-Nâmesi’ne göre,zeytûn kazasının, 1 nahiyesi ile 36 köyü bulunmakta idi.[48]

1914 yılında isezeytûn’un nüfusu 18.119’dur. Bunun 8.069’u Müslüman, 10.050’si Ermeni nüfusudur. Resmi istatistiğinde de Ermeniler’in Maraş Sancağı’ndaki nüfuslarının Müslüman nüfusa oranla çok düşük olduğu görülmektedir.[49]

Diğer yandan, eskiden beri civardaki dağlarda bulunan demir madenlerini işleterek gelir sağlayanzeytûn Ermeniler’i, Stratejik konumlarından yararlanarak sık sık isyan etmek ve isyan ruhunu ayakta tutmak yolu ile kanunlara ve otoriteye devamlı karşı duran bir hayat tarzı sürmekte idiler.zeytûn eşkiyasının eskiden beri bilinen adetleri, civar köy ve ahalisinden hayvan çalmak, yollarda tesadüf ettikleri yolcuları soyup mallarını gasp etmek ve mukavemet edenleri öldürmek idi.[50]

Bu yüzden XIX. yüzyılda Ermeni ayaklanmaları içinde Zeytûn adı devamlı ön sıralarda yer almıştır.

A. 1860’DAN SONRA ZEYTÛN İSYANLARI

a. Zeytûn İsyanları’nın Menşei

Zeytun İsyanları, Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli bölgelerinde görülen devlete başkaldırma hareketlerine eşit, derebeylik zihniyetinden kaynaklanan ve değişik sebeplere de dayanan olaylardır.

Bu sebeblerin başında Avrupa devletlerinin teşvik, tahrik ve destekleri olduğu kadar Ermeni kitlesinin fikren de bu isyana hazırlanması gelir. Şöyle ki; Ermeni okullarında okutulan kitaplar vasıtasıyla Türk düşmanlığı yaratılmak istendiği gibi ayaklanmayı teşvik eden şiirler de elden ele dolaşmıştır. Ayrıca Ermeni sanatkârları da boş durmamış milleti tahrik edecek hayali Ermenistan tabloları yaparak Ermeniler’i isyana fikren hazırlamışlardır. Osmanlı Hükümeti ise bunları müsamaha ile karşılamıştır.

Komitelerden önce çıkan Ermeni isyanlarına en tipik misali Zeytûn isyanı verir. Zeytûn Maraş Sancağına bağlı bir kaza olup, dört Ermeni derebeyi tarafından idare ediliyordu. Bu derebeyleri ayrıca 1895 yılına kadar köylerden de vergi alırlardı. Bu yüzden müteaddit ayaklanmalar olmuştu. 1780-1861 yılları arasında daha ziyade vergi vermemek yüzünden çıkan hadiseler 1860 yılında Lübnan’a muhtariyet verilmesinden sonra mahiyet değiştirdi. Bu hadiseler yüzünden bölgedeki Türk halkı başka yerlere göç etmeğe mecbur kalmışlardı.

Zeytûn’a, Harotyan Çakıryan adında bir öğretmenin gelmesinden sonradır ki, hadiseler istiklâl mücadelesi kisvesine büründü. 1862 yılında Leon Lusiyan adında bir Ermeni Fransızlar’dan yardım istemiş ise de Zeytûn Ermeniler’i Katolik olmayı kabul etmediklerinden Fransa buna yanaşmamıştır[51].

Kısaca bahsettiğimiz Zeytûn isyanlarının menşeini geniş olarak ele alırsak şunlardan bahsedebiliriz; Zeytûn isyanları 1545 yılından 1921 yılına kadar fâsılalar ile aşağı yukarı 400 yıl devam ettiği tarihlerde kayıtlıdır. Bu isyanları 1780-1916 arasında, bazı ermeni yazarları 41 yıl olarak gösteriyorlar ise de aslında isyanların 57 adet olduğu belirtilmektedir.[52]

Zeytûn’da baş gösteren isyan hareketlerinin 1545 yılından itibaren başladığına dikkati çeken Osmanlı kaynağının, bu iddiasını onaylayacak bir kayda rastlanmamıştır. Ancak şu söylenebilir ki, gerek 1545 yılından sonra ve gerekse XVII. yüzyılda Zeytûn’da devlet otoritesine karşı isyanlar görülmüş ise, bunlar dağlık Zeytûn bölgesinde devlet otoritesinin kontrolsüzlüğüne, vergi vermeye ve Zeytûn Ermenileri’nin eşkıyalığı kendilerine geçim metâı olarak seçmelerinden kaynaklanmakta idi.

Bununla beraber Osmanlı Devleti’nin azınlıklara âdil olmaya çalışmasına rağmen[53] Anadolu’da yaşayan bir kısım Ermeniler’in XVI. yüzyılda zaman zaman dış tesirlere kapılarak, devlet aleyhine faaliyetlere giriştikleri görülmektedir. Meselâ, Avrupa’da eğitim görmüş ve 1541 yılında Eçmiyazin’de Ermeni Katagigosu olan Salmaslı Stepanos, 1547’de Ermeniler’in Müslümanlar’ın hâkimiyetinden ve idâresinden nasıl kurtulacağının plânlarını yapmış, bu gaye ile Avrupa başkentlerine ve Roma’da papaya bir temsilci heyeti göndermiş ise de sonuç alamamıştır.[54]

Yine 1562 yılında Sivas’ta, kendisinin Çukurova Ermeni Prensleri soyundan geldiğini etrafa yayan Tokatlı Abgar adında bir Ermeni gizli bir toplantı yaparak, kendisinin ve oğlu Sultan şâh ile Papaz Aleksandr’ın da içerisinde bulunduğu bir heyet ile Roma’ya Papa’yı ziyarete gitmiştir. Papa IV. Pius, Ermeni kilisesini Roma kilisesinin hakimiyeti altına sokması karşılığında Abgar’a, döndüğünde ermeni Kralı’nın unvânı verileceğini söylemiş , ancak bu girişimden de sonuç alınamamıştır. Ermeniler’in XVI. yüzyılda görülen bu faaliyetlerinde Eçmiyazin Katagigosluğu’nun bir ilgisinin bulunup bulunmadığını bilinmiyor. Ancak Papalık ile Fransa’nın bu konudaki faaliyetleri bilinmektedir.

Osmanlı Devleti ile Fransa arasındaki ilk ilişkiler, Kanûni Sultan Süleyman’ın Fransa’ya ticari imtiyazlar içeren bir ahitname vermesi ile 1335 yılında başlamıştır. Kanûni, bu kapitülâsyonu, Fransa’yı Alman İmparatoru Şarlken’e karşı desteklemek için vermişti. Kanûni Sultan Süleyman tarafından Fransa’ya verilen bu kapitülâsyon, 1740 yılına kadar, diğer bütün Osmanlı Padişâhları tarafından sürekli olarak yenilenmiş, bu tarihten sonra ise, artık yenilenmeyip süreklilik kazanmıştır.

1590 yılından itibaren,bir yandan da Fransa’nın kurduğu misyoner teşkilâtları, Osmanlı devleti içinde yoğun bir propaganda faaliyetine başladılar. 1581 tarihli bir Fransız belgesinde, Osmanlı Devleti’nin nasıl yok edilmesi hakkında bilgiler bulunmakta ve devlet içindeki azınlıkların sadâkatları vurgulandıktan sonra “eğer doğudan İran, batıdan İspanya ve Avusturya, içerden de bu azınlıklar birlikte harekete geçtikleri takdirde, bu devletin kısa zamanda yok olacağı” belirtilmektedir. Yine 1615 tarihinde Fransa Sarayına sunulmuş olan 48 sayfalık bir kitapçıkta da, Osmanlı Devleti’nin ortadan kaldırılması yolları gösterilmekte, bu yollardan birisinin de imparatorluktaki Hıristiyanlar’ı ayaklandırmak olduğuna dikkat çekilerek, Anadolu’daki Rumlar’ın, Ermeniler’in, Lübnan Marunileri ile İranlılar’ın ve Dürziler’in Türkler’e karşı ayaklandırılmaları gerektiği üzerinde durulmaktadır. Nitekim XVII. yüzyıl başlarında Fransa’nın Kudüs ve Haleb konsolosluklarının, IV. Murad (1623-1640) ve IV. Mehmed (1648-1687) zamanlarında bölgedeki ayrılıkçı grupları tahrik ettikleri ve bu sebebden her iki devirde, Fransa ile ilişkilerin bir müddet askıya alındığı bilinmektedir.[55]

Yabancı mezheplere geçenler hakkında İstanbul Ermeni Patriği ve ona bağlı kalan Ermeniler’in devamlı düşmanlık ve şikâyetlerinin de tesiri altında IV. Murad başka kilise veya mezhebe bağlananların Osmanlı Devleti’nin kontrolünden çıkarak yabancı güçlerin politikalarına âlet, olabilecekleri endişesi ile mezhep değiştiren Ermeniler’in bir kısmını 1634 yılında cezâlandırmış idi. Fakat buna rağmen Fransa bu konudaki tutumunu bırakmamış, aksine devletin zayıf olduğu zamanlarda daha da ileri gitmiştir. Fransa’nın Osmanlı İmparatorluğu’nda uzun süre (1768-1785) Kalan büyükelçilerinden biri olan François de Saint-Pries’e, Versay’da hazırlanıp 17 Temmuz 1768 tarihinde verilen tâlimatta, başlıca 4 nokta üzerinde durulduğu görülmektedir:

a. Katolikliğin ve misyonerlerin desteklenmesi,

b. Din ile ticaretin birbirine bağlı olduğu,

c. Fransa’nın Osmanlı İmparatorluğu nezdinde azalmış olan itibârın yükseltilmesi,

d. İmparatorluğun durumu, yakın ve uzak gelecekte çıkacak ihtilâllere dikkat çekilmektedir.

Fransa’nın Ermeniler ile ilgili çalışmalarına ve ilerde sun’î olarak çıkartılacak olan “Ermeni Meselsi” üzerindeki rolü üzerinde daha XVII. yüzyıl başlarında giriştiği ve bu konuda Fransa’da birçok yayın yapıldığı, ayrıca 1631 yılında kurulan krallık resmî yayın organı olan “La Gazette’nin” Türkiye aleyhine bir kamuoyu meydana getirilmesi yolunda kullandığı görülmektedir.

XIX. yüzyılda, İstanbul’daki elçisinden başka muhtelif yerde yirminin üzerinde konsolosluğu bulunan Fransa’nın 1825 yılında Zeytûn kasabasında da konsolosluğu bulunuyordu. 1825 yılına ait bulunan Zeytûn konsolosluk raporları incelendiğinde, özellikle Katolik Ermeniler’in, Fransa tarafından nasıl desteklendikleri ve kendilerine Fransa tarafından hangi yollarla güvence verdiğini görmek mümkündür.[56]

b. Padişah IV. Murad (1623-1640) Tarafından Verildiği Söylenilen Sahte Ferman

Zeytûn Ermenileri’nin isyan sebebini oluşturan nedenlerden biride Padişah IV. Murad tarafından verildiği söylenilen fermandır.

Rubinyan soyundan Zormanuhi adında bir kadının bu bölgeye yerleşmesi ve burada krallık kurmasından sonra onun torunlarında olan Hetom adında bir papazın Padişah IV. Murad’ın huzuruna çıktığı ve ondan Zeytûn halkına özel bir ferman aldığı yolundadır.

Ermeni yazarı olan M. Semerciyan, “Zeytûn’nun Geçmişi ve Şimdiki Durumu” adlı eserinde bu konuyu şöyle açıklamaktadır:

IV. Murad zamanın da Hetom adındaki bir papazın Zeytûn’dan İstanbul’a gelerek padişahın huzuruna çıktığını, Zeytûn Ermenileri’nin dağlık ve verimsiz bir bölgede yaşadıklarının beyân ile, vergilerin ağırlığına dayanamadıklarından yakındığını, bunun üzerine padişah tarafından kendisine Zeytûnlular’ın bütün vergilerden muâf olduklarına dâir bir fermân verildiğini, ancak bu fermânın 1884 yılında Zeytûn yangınında yandığını iddia ederek, kitabında bu fermânı yayınlamaktadır.[57]

Bu Ferman Esat Uras’ın kitabında ise şöyle yayınlanmaktadır:[58]

Zeytûn kasabası taşlık olup geniş arazisi bulunmadığından geçimlerini teminde güçlük çekmeleri, buğday, arpa ve bütün hububatın dışarıdan gelmesi gerektiği ortada olduğundan, büyük şehirler de bulunan bütün tebaamdan Maraş Sancağına bağlı tâbi Zeytûn kasabasını ayrı tutarak ödeyecekleri haraç vergisinden muaf kıldım. Yalnız yıllık vergileri on beş bin kuruş olup, bu para da Ayasofya Camii’nin vakıf memuruna verilsin ki, kandillere zeytinyağı alınıp cami aydınlatılsın. On beş bin kuruş da kendi kiliselerine versinler. Gerek Ayasofya Camii’ne ve gerek kendilerinin kiliselerine vakıf sayılsınlar. Başka hiçbir hükümdar müdahale etmesin. Lütuflarıma nail olan Zeytûn’da Osmanlı memurları kasaba içinde bulunmasın, hem de Osmanlı memurlarından birisi yolculukta kasabaya rastlarsa, o gezgin, kasabada yatmayıp şehrin dışarısında yatsın. Şöyle ki, vermiş olduğum imtiyaz ve bağımsızlığı hiçbir kimse bozmayıp kendi kendilerini idare etsinler. Böyle bileler, hükümdarlık mührüme itimat kılalar.

İstanbul Sene sitte ve selâsın ve elf (1036)

fi şehri Şevvâl 29

IV. Murad

IV. Murad tarafından verildiği söylenen fermân veriliş tarihi 13 Temmuz 1627’dir. IV. Murad dönemine ait görünmektedir. Ancak Osmanlı Devleti’nde bütün vergilerden muafiyet şeklinde bir uygulama olmadığı bilinmektedir. Ayrıca bu fermânın bir sureti Zeytûn Ermenileri’ne verilirken bir sûretininde Divan-ı Hümâyûn Sicili (mühimme) defterine kayıtlı olması gerekir ama o tarihe ait mühimme defterlerinde böyle bir kayıta rastlanmamıştır. Bu fermânla ilgili iddialar günümüzde de çıkan Ermeni Eserleri’nde hâlâ tekrarlanmaktadır.

Padişah IV. Murad 27 Temmuz 1612 tarihinde doğduğu 10 Eylül 1623 tarihinde padişah olduğunu ve ancak 8 Haziran 1632 tarihinde yönetimi eline aldığı göz önüne alınırsa verilen bilginin ne kadar yanlış olduğu göze çarpmaktadır. Ayrıca Zeytûn Ermenileri’ne verildiği söylenen “imtiyaz ve bağımsızlık” fermânının aslının ortaya çıkarılmadan yandığının söylenmesi Semerciyan’ın iddiasının gerçek olmadığının göstergesidir.

Zeytûn serbest tımar iken 1627 yılında serbest vakıf haline getirildiği ve 1795 yılında da Anadolu muhâsebesine kayıd olunduğu, cizye hariç diğer vergilerin (haraç) alındığı ve belgedeki kayıttan Zeytûn’dan alınan bu vergi gelirlerinin ise 51.609 akça olduğu anlaşılmaktadır.[59]

Erdal İlter’e göre M. Semerciyan’ın amacı eski Ermeni hânedanından geldiğini ileri sürdüğü Hetom adındaki papaza böyle bir imtiyazın verilmiş olduğunu iddia ederek, XIX. yüzyıl ortalarında Çukurova’da Ermeniler için muhtar bir Ermeni Hükümeti’nin kurulması amacıyla siyasi propagandayı başlatmaktır.

İlk defa 1900 yılında basılan M. Semerciyan’ın kitabında yer alan IV. Murad’ın verdiğini ileri sürdüğü bu fermân, Zeytûn Ermenileri’nin imtiyaz ve bağımsızlık iddialarına bunun sonucunda da isyanlara sebeb olmuştur.

c. 1780-1860 Yılları Arasında Görülen Zeytûn İsyanları ve Çıkış Sebepleri

Bu isyanlar önceleri Zeytûn İşhanları’nın vergilerinin fazlalığını ve toplanma şeklini bahâne ederek Osmanlı İmparatorluğu’na vergilerini vermekten kaçınmalarından çıkmaktadır. XIX. yüzyıldan itibaren ise bu isyanlar dış devletlerin tahrikleri ile siyasi bir hüviyet kazanacak ve rejime yönelik isyanlar haline gelecektir. Zeytûn İsyanları’nın en mühim sebeplerinden birisi de, Maraş’ta devam eden Bayezidli-Zülkadirli[60] mücâdelesi sonucu Zeytûn bölgesinde ortaya çıkan devlet otoritesizliği ve kontrolsüzlüğüdür.

1. 1780 Yılı Zeytûn İsyanı

1780 yılında Maraş Vâlisi Ömer Paşa, 1768-1774 Osmanlı-Rus savaşı sırasında vergilerin, doğrudan Maraş’a verilmesini istemiş[61]. Buna rağmen halkı kışkırtan işhanlar vergi vermeyi kâbul etmemişler ve harekete geçerek isyan etmişlerdir.

Bunun üzerine Ömer Paşa isyanı bastırmak için harekâta iştirak etmiştir. Bu isyan sırasında Ömer Paşa şehit düşmüştür. Zeytûn yedi ay kuşatma altında kalmasına rağmen bir sonuç alınamamıştır.

2. 1782 Yılı Zeytûn İsyanı

23 Eylül 1782 yılında Ömer Paşa’nın şehit edilmesinden sonra yerine Maraş Vâlisi olarak Şahin Ali Paşa görevlendirilmiştir. Ali Paşa Zeytûn üzerine sefer düzenlemiş ise de, Göredin bölgesinde yenilmiş ve geri dönülmüştür.

3. 1808 Yılı Zeytûn İsyanı

1808 yılında Maraş mutasarrıfı Kalender Paşa Zeytûn’a gelerek burayı 9 ay kuşatmıştır.[62] Bu kuşatma sonucunda Zeytûn halkı altı kese vergi vermeyi kabûl etmiştir.

4. 1819 Yılı Zeytûn İsyanı

1819 yılında Çapanoğlu Celâl Mahmud Paşa, Haleb’te ayaklanan Hülhül-oğlu adlı eşkıyayı tedib ettikten sonda geriye dönerken Maraş’a gelmiş ve Maraş’a saldırma ihtimâli olan Zeytûn Ermenileri’ni sindirmek amacıyla, Maraşlılar’ın ricâsı üzerine Zeytûn üzerine yürümüş ise de, Zeytûn’a girememiş ve bir sonuç alamadan geri dönmüştür.[63]

5. 1829 Yılı Zeytûn İsyanı

1829 yılında Zeytûn eşkıyasının İslâm köylerine yaptığı baskınlar ve zûlümler karşısında Kayseri Vâlisi Köse Mehmed Paşa isyanı bastırmak için gönderilmiş ise de bir sonuç elde edememiştir.

6. 1832 Yılı Zeytûn İsyanı

Devamlı isyan halinde bulunan Zeytûn Ermenileri Hıristiyan dünyasının dikkatini çekmeyi başarmıştır. Ermeniler’den faydalanmak isteyen ve Yakındoğu’da faaliyette bulunan en güçlü misyon örgütü olan American Board of Mission ajanları da 1832 yılında İstanbul’da toplanarak Maraş’ın da dahil olduğu 10 şehirde Ermeni milli kilisesinin reformasyonu için çalışmalara başlamışlardı. Böylece yabancı desteği alan Zeytûn Ermenileri bölgeyi kan ve ateşe boyamışlardı.

Bunun üzerine Bayezidoğlu Süleyman Paşa, Zeytûn Ermenileri üzerine yürümüş, aralarına ikilik sokmak istemiş ise de başarılı olamamıştır.[64]

7. 1835 Yılı Zeytûn İsyanı

1835 yılında Süleyman Paşa’nın yerine Tosun Paşa geçmiştir. Tosun Paşa yedi yıllık verginin tahsili için Zeytûnlular’ı tutuklatmış, Zeytûnlular da buna karşılık bazı Maraş eşrafını dağa kaldırmışlar. Bunun sonucunda iki tarafta karşılıklı olarak ellerindeki kişileri bırakmışlardır, ama vergi konusu yine halledilememiştir.

8. 1836 Yılı Zeytûn İsyanı

1836 yılında Maraş’ta Ermeni Topalyan’ın öldürülmesi ve sonucunda Deli Keşiş adında birinin ayaklanmasıyla çıkan isyandır.

9. 1840 Yılı Zeytûn İsyanı

1840 yılında Akçadağ hareketi yapılıyor, Ermeniler’in bu harekat sırasında yaptıkları isyan hareketidir. Diğer isyanlar gibi bu isyan girişimi de başarısız olmuştur.

10. 1842 Yılı Zeytûn İsyanı

1842 yılında Maraş Vâlisi Selim Paşa’nın Zeytûn’da 42.330 kuruş vergi aldığı görülmektedir. Bu durum aynı zamanda Zeytûn Ermenileri’nin XIX. yüzyıl ilk yarısında devlete vergi verdiklerinin bir delilidir. Bu tarihlerde Tecerli Türkmenleri ile Ermeniler arasında çarpışmalar olmuştur. Bu da Ermenilerin bir diğer isyan hareketleridir.

11. 1843-44 Yılı Zeytûn İsyanı

1843 yılı içerisinde Ermeniler, Selim Paşa’nın yerine Maraş Vâlisi tâyin edilen Yusuf Paşa’ya karşı isyan etmişlerdir. Osmanlı Devleti, Zeytûn Ermenileri’nin isyan sebeblerini araştırmak üzere Maraş bölgesindeki Ermeniler arasına gönderdiği casusları vâsıtası ile meselenin mâhiyet değiştirdiğini ve isyanların siyasi bir yöne kaydırılmaya çalışıldığını tespit etmiştir.

Casus raporlarında 17 Ekim 1843 tarihli olanı meclis-i Vâlâ’da açıklamış ve Ermeniler’in “Selim Paşa’ya karşı bu kadar şey ettik. Kendisi müşir (mareşal) iken bize bir şey edemedi. Yusuf Paşa ise hiçbir şey edemez. Bize İslâmbol (İstanbul)’da ki patrikhanemiz arkadır”, dedikleri belirtilmiştir. Yusuf Paşa ise huzursuzluğun sebebi olarak, Zeytûn Ermenileri’nin güherçile[65] madeninden cephane imâl ederek anarşi ve terörü arttırmalarını göstermiştir.[66]

12. 1850 Yılı Zeytûn İsyanı

1850 yılında yine isyan eden Ermeniler, civardaki Türk köylerine saldırırlar düzenleyip, zulüm ve yağma hareketlerinde bulunmuşlardır. Ermeniler’in zulüm ve yağmalarından bıkan Türk köylüleri yurtlarını bırakarak göç etmeye başlamışlardı. Bu tarihten itibaren Zeytûn’daki eşkıyayı dışarıdaki Ermenileri’nde desteklemeye başladıkları görülmektedir. Örneğin, İzmirli Takvor Agopyan adında birisi Zeytûn’daki okullara 200, Kahire’de oturan Arapkirli Bogos adında birisi de 400 lira yardımda bulunmuştu. Galata Büyük Ermeni Okulu’nda yetişmiş bir komiteci olan Zeytûnlu Harutyun Çakıryan’ın öğretmen kisvesi altında Zeytûn’a gelmesi ile gasp ve yağmacılık esaslarına dayanan Zeytûn isyanları, bağımsızlık fikrine dayandırılmaya başlamıştır.[67]

13. 1852 Yılı Zeytûn İsyanı

1852 yılında Maraş Mutasarrıfı İşkodralı Mustafa Paşa yüz elli bin kuruşluk vergi için Zeytûnlu Ermeniler üzerine yürüdü. 1852’de de âsi Ermeniler Müslümanlar’a akla hayale gelmeyen zulüm ve işkenceler yaptılar. Müslüman köylerini yağmaladılar. Müslümanlar yerlerini yurtlarını terk ederek uzak yerlere göçtüler.[68]

14. 1853 Yılı Zeyûn İsyanı

1853 yılında ilk defa İstanbul’dan Melikyan Ardzruni Hovağim adlı ideolojik misyoner denilebilecek bir papaz halkı isyana tahrik etmek amacıyla Zeytûn’a gelerek yerleşti. Eski kervansarayları onartarak saray şekline sokan Hovgim, kendisini vâli, işhanları meclis üyesi ve Papaz Dirasuyan’ı da hakim tâyin etti. Kasabanın savunmasını kuvvetlendirmek için çalışmalar yaptı. Göredin Kalesi’ni tâmire kalkıştı.

Hayalci bir papaz olarak tanınan Hovagim, amaçlarına ve düşüncelerine savunucu aramak ve fon sağlamak için 1854 yılında Rusya’ya seyahat etmeye karar verir. İşhanlar, devam eden Kırım savaşı dolayısıyla mârûz kalabileceği tehlikeleri öne sürerek onu bu seyâhatten vazgeçirmeye çalıştılar. Bu ikazlara aldırmayan Hovakim,[69] yolda iken Erzurum’da tutuklanarak idam edildi[70].

Hovakim’in Zeytûn’a gelişi ve Rusya’ya yapmayı tasarladığı, seyahat Rusya’nın 1829 yılından itibaren Anadolu’daki Osmanlı hâkimiyetini zayıflatmak için Ermeniler’i yönetime karşı kışkırtma faaliyetleri çerçevesinde düşünüldüğünde, meselenin gerçek sebebi daha iyi anlaşılmaktadır.

15. 1854 Yılı Zeytûn İsyanı

1853-1856 Kırım Savaşı esnasında ve sonrasında Rusya’dan Osmanlı Devleti’ne sığınan Müslüman Türkler’in, devlet tarafından Zeytûn tarafındaki hazine topraklarına iskân edilmelerinin isyan sebebi olduğu Ermeni tarihçileri tarafından belirtilmektedir. Daha önceki isyanlara bakıldığında, verilen bu hükmün doğru olmadığı görülür. Derebeylik yönetiminin bu bölgedeki bu bölgedeki etkinliği, Bayezidli ailesinin devlete karşı tutumu ve Maraş’taki hükümet görevlilerine karşı Zeytûn Ermenileri’nden yardım istemesi sonucunda, 500-600 kadar Ermeni eşkiyası şehri basarak evleri yağma etmişler, ancak hükümet görevlilerini yakalayıp öldürmeyi başaramamışlardır[71].

16. 1857 Yılı Zeytûn İsyanı

1854 yılındaki olay üzerine Maraş’ vâli olarak gelen Hurşid Paşa, Bayezidli Kerim Bey’i tutuklatmıştır. Daha sonra Kerim bey affedilmiştir. Bu sefer Hurşid Paşa birikmiş vergileri almak için Zeytûn üzerine yürümüş ise de başarılı olamamış ve azlolunmuştur[72].

B. ZEYTÛN İSYANLARININ BAĞIMSIZLIK AMACIYLA SİYASİ OLARAK KULLANILMAK İSTENMESİ

1860’lı yıllar Osmanlı idaresinde yaşayan Ermeniler için dönüm noktası olacağı belirtilir. 1860 Yılından itibaren ilerde Osmanlı için büyük sorun oluşturacak cemiyetler kurulmaya başlamıştır. İlk olarak 1860 yılında İstanbul’da “Fedâkârlar Cemiyeti” ile Adana, Maraş ve çevresini imâr etmek amacıyla “Hayırseverler Cemiyeti” adında dernekler kuruldu. Kurulan bu dernekler eğitim ve hayır dernekleri adı altında örgütlenmelerine rağmen programları muhtâriyet ve bağımsızlık üzerine hazırlanmıştı. Aynı yıl Ermeni zenginlerin Çukurova’ya giderek mutasevver Ermeni Devleti için hazırlıklara başladıkları ve çiftlikler satın aldıkları görülüyordu.[73]

Bu cemiyetlerin içinde birçok tanınmış yazarlar bulunmaktadır. 24 mayıs 1860 tarihinde “Ermeni Milleti Umûmî Meclisi” kuruldu ve 1863 yılında “Ermeni Milleti Nizâmnâmesi” ilân edildi. Tüm bu olanlardan anlaşılıyor ki Osmanlı Devleti’nin despot olmakla suçlamak yanlış bir düşüncedir.

Ermeniler böyle yaparak bir yandan öğretmen, yazar, şâir ve aydınları ile küçük yaştaki Ermeni çocuklarını Türk düşmanı olarak yetiştirmeye çalışırken diğer taraftan da Hıristiyan dünyasında Ermeniler’in zulüm gördükleri propagandası ile büyük devletlerin dış müdahalesine zemin hazırlamaya çalışmaktadırlar.

a. 1860 Yılı ve Sonrası Zeytûn İsyanları ve Sebepleri

Bu yılda da Ermeni vergi vermediler. Maraş Mutasarrıfı Hurşit Paşa birikmiş

vergileri almak için askeri birlikler Osmanlı topraklarında çıkmasına rağmen dış baskılar sonucu bir netice alınamamıştır.

b. 1861-1862 Yılı Zeytûn İsyanı

1861 yılında Lübnan’a verilen güvenceli muhtâriyet ve David Efendi’nin mutasarrıfı olarak tâyin, Zeytûn Ermenileri’ni de aynı güvenceye alınmış bir Hıristiyan yönetimi için harekete geçti. Bu yıllarda da Maraş Bölgesindeki Ermeniler’in de refahı içinde yaşadıkları ancak Ermeni kilisesinin olayları tahrik etmek için hazırladığı görülmektedir.

Halep’teki İngiliz Konsolosu J.H. Skene, İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Sör H. Bulwer’e yazdığı 4 Ağustos 1860 tarihli raporunda, Maraş’taki Ermeniler’in Türk köylüsünün yaşadığı düzeyde yaşadıklarını, kilise yapımının ve dini âyinlerin serbest olduğunu belirtiyor ve Maraş’taki Ermeni papazının Ermeniler’in askere alınmasını istediğini, kendisinin de (konsolos) Ermeniler’in askere alınırlar ise silah kullanmayı öğrenmiş olacaklarını ifade ediyordu[74].

Bundan da anlaşılıyor ki Ermeniler’in silah altına alınmalarının gerektiği, bununda ilerde çıkarılacak isyanlarda işe yarayacağının tavsiye edildiği anlaşılmaktadır.

1862 yılında Zeytûn olayları hükümetin alamadığı vergileri toplamak istemesi ve kendisinin Katolik Lusiğnan hânedanından gelen son Ermeni Prensi olduğunu iddia ederek Fransa hükümetinden yardım isteyen Levon adındaki bir kişinin Zeytûn’a gelerek Ermeniler’i isyana sevk etmesi ile başladı.

Siyasi yönden Haçin (bugünkü Saimbeyli kazası)’den Zeytûn’a 1861 yılında gelen Levon, burada dört ay kaldı. Zeytûn’a bağımsızlık sağlamak ve yönetici olarak kendisini bir Ermeni Prensi sıfatı ile tâyin ettirmek husûsunda, Osmanlı Devletine baslı yapması için Fransız İmparatoru III. Napolyon’a bir dilekçe yazar ve III. Napolyon’a sunar. Sunulan bu dilekçe şöyledir[75];

Bizim Toros Dağları içinde yaşayan Ermeniler’in yetmiş bin silah taşıyacak adamımız vardır. Bize kendi kendimizi idare etmek imtiyazının verilmesini istiyoruz. İmparator hazretlerinden bize istediğimiz serbestliğin verilmesi veya vâli olarak bir Ermeni tâyin edilmesi için padişah katında tavassutta bulunmasını istirham ediyoruz. Levon bu dilekçesini bizzat Paris’e giderek İmparator III. Napolyon’a verdi. O da bu dilekçeyi bazı siyasi maksatlar sebebi ile bu dilekçeyi önceleri önem verdi, Osmanlı Hükümeti’ne verilmesi için İstanbul’daki büyükelçisine göndermiş ise de, daha sonra yapılan tahkikat, yazılanların anlamsızlığını ve ermeni nüfusu hakkındaki mübâlağayı ortaya çıkardığından dilekçe önemini kaybetmişti.

Ermeni yazarlarından Sarukyan, Levon’un faaliyetleri hakkında şunları yazmaktadır: Haçin’den Zeytûn’a Prens Levon adında birisi geldi ve Zeytûnlular’ı teşvik ederek Napolyon’a hitaben bir dilekçe yazdırdı ve bunu kendisi Paris’e götürdü.

Dilekçede Zeytûnlular’ın mâruz kaldıkları sözde adaletsizliklerden, haksızlıklardan bahsediliyordu. Zeytûn’a Lübnan gibi bir Ermeni Prensi idâresi altında muhtariyet verilmesi ricâ ediliyordu. Bu şahıs kendi kendine işhan unvânını vermiş idi. Kendisini Napolyon’un dostu akrabası olduğunu söylüyordu. Levon 1876’da Milano’da ölmüştür.

Ermeni yazarı A. Babakhan Leo da ise, Fransa’nın ve Levon’un tutumunu şöyle açıklamaktadır[76]; Zeytûn dolayısıyla Girardin ve V. Longlois makaleler yazdılar. Ermeni rûhani reisleri eskiden olduğu, halkın siyasi gücünün idarecileri idiler. Kendileri Ermeniler’in vaziyetlerini idare imtiyazına sahip bulunuyorlardı. İmparator Napolyon’a müracaat olundu. Fransız siyaseti ayaklandırıldı. İmparator Zeytûnlular’a da Lübnan idaresi biçiminde, bu küçük kasabaya bir muhtâriyet verilmesine taraftar idi. Fakat onların Lübnan Maruniler’i gibi Katolik Kilisesi’ne bağlanmaları gerekiyordu. Bu siyaset, Fransa’nın doğu siyasetinin temel taşını teşkil ediyordu. Zeytûn’u Katolik yapmak için bir mesele ortaya çıktı. Fakat dâima ermeni mâzisinde olduğu gibi burada da eski Ermeni taassup ejderi baş kaldırdı, mâni oldu. Bu öyle bir taassuptu ki, Ermeniler’i dördüncü yüzyılda bile Hıristiyan yapmaktan ziyâde Lusavorçağan yapmıştı. O zamandan beridir ki, Lusavorçağan papazları, Ermeni halkını çapul ve talân için kendilerine bir geçim kaynağı yapmışlar ve Lusavarçağanlığı bir temel taşı olarak kullanmışlar, yüzyıllardan beri merhametsizce Ermeniler’i kurban eden müthiş bir örgüt olmuşlardır.

Lusavarçağan ve Katolik papazları arasında Zeytûn bir istifade vesilesi oldu. Lusavarçağanlar üstün geldiler. Napolyon da bu olaylar üzerine Zeytûn üzerindeki düşüncelerini gerçekleştiremedi.

Maraş sancağı Mutasarrıfı İzzet Paşazâde Aziz Paşa verilmeyen vergileri tahsil etmek ve Zeytûn Ermenileri’nin yeni bir hareketini önlemek için 1862 ağustos ayında, Tecirli Türkmen Aşireti, Çerkez göçmenleri ve hükümet askerlerinden oluşan 5.000 kadar bir kuvvet ile Zeytûn üzerine yürümüş idi. Ancak Tecirli aşiret mensuplarının itâatsızlığı Çerkez göçmen kuvvetlerinin acemiliği ve Zeytûn civarında Ermeniler tarafından hazırlanmış olan istihkâmların zor aşılması gibi sebeplerden Aziz Paşa başarılı olamayarak tekrar Maraş’a dönmek zorunda kaldı[77].

Ermenilerin umutları yamancı müdahalesine kalmıştı. Aziz Paşa’nın Zeytûn üzerine yaptığı bir harekat üzerine Zeytûn Ermenilerinden bir temsilci grubu 1862 yılının Eylül ayında gizlice İstanbul’a geldi. Burada Galata fesat ocağı üyeleri, Ermeni yazar ve düşünürleri bunları görkemli bir törenle karşılamışlardır. Burada ünlü Ermeni şairlerinden Beşiktaşlıyan, bu çeteciler için yazdığı şiirini okumuştur.[78]

“Ey nazlı ana, kimi özlüyorsun?

Gel buraya korkma yakın gel

Yarasından kan akan yavruna,

Gözyaşları dökmeyerek metanetle bak

Bırak, Türk anaları ağlasın

Sen Zeytûn’a sevinç haberleri götür.

Güneydoğulu Zeytûnlular, çabuk atlara binelim

Silahlar yukarı, arş ileri yürüyelim.

Kaçaklar, yurt ve kucak düşkünleri bizden değil,

Bunca çektiğimiz kulluk, esaret artık yeter.

Arılığı biraz da Türk’e tattırmaya çalışalım.”

Zeytûn temsilcileri İstanbul’a gelmeden önce İstanbul Ermenileri de olayı III. Napolyon’a şikayet etmek ve Bab-ı Âli’ye baskı yapıp başlatılan askeri harekatı durdurtmak üzere, Kevork Vartabet Aportyan’ın riyasetinde Papaz Garabet Şahinzaryan’ın bulunduğu bir heyeti Paris’e göndermişlerdi. Paris’e giden heyet, Zeytûn’taki dört mahallenin Kocabaşıları’nın (İşhanlar) da fotoğraflarını beraberinde götürmüş ve bunlar III. Napolyon’a Ermeni prensleri olarak takdim edilmişlerdi. Fransız Dışişleri Bakanı bu fotoğrafları, Osmanlı Devleti’nin Paris Büyükelçisi’ne gösterdiğinde bunların birkaç çoban olduğunu söylemiştir.[79]

İstanbul’daki Fransız Elçisi Paris’ten aldığı emir üzerine Zeytûnlu Ermeniler lehine Bâb-ı Âlî’ye baş vurdu.

Fransa’nın bu müdahalesi üzerine Aziz Paşa’nın Zeytûn üzerine giriştiği harekat durduruldu. Bâb-ı Âlî Zeytûn’a bir tahkikat heyeti gönderdi. Bu heyette sonradan Patrik olan Nerses Varjabetyan’da bulunuyordu. Nerses Varjabetyan Adana’ya geldi. Hükümetten yolluk olarak aldığı yüz (altın) lirayı Sis (bugünkü Kozan) Katogigos’una rüşvet olarak verip Piskoposluk rütbesini aldı. Bundan sonra Zeytûn’a giden tahkikat heyetine katıldı. Bâb-ı Âlî tarafından teşkil edilen heyete Bab-ı Ali’nin temsilcisi Şahin Bey Patrikhane temsilcisi Ağabekyan ve Katolik Ermenilerin temsilcisi Davut Efendi ve bir de Nerses Varjabetyan Zeytün’a geldiler. Tahkikat yaptılar. Tahkikat sonucunda hükümeti suçlayacak hiçbir şeyin bulunmadığı anlaşıldı.[80]

1862 Zeytûn isyanı, Ermeniler tarafından mühim bir başarı olarak telakki edilmiştir. A. Babakhanyan Leo, 1862 Zeytûn İsyanı’nın sebepleri ve dayandığı esasları şöyle anlatmaktadır:

“Türkiye’deki Ermenilerin ihtilâli, ilk defa olarak 1862 Temmuz ayında Zeytûn isyanı ile ortaya konulmuş ve bir dava şeklini almıştır. Zeytûn gerek XIX. yüzyılda, gerekse ondan öce birkaç defa isyan etmişti.

1862 isyanı bunlardan farklı idi. Onunla, ilk defa olarak, Türk Ermenistan’ı için bir proje, esaslı, propagandalı, siyasi tertibatı olan, hazırlanmış bir silahlı hareket meydana çıkıyordu. Yani bir sözle, ihtilâl psikolojisi ile bütün icabları, ihtiyaçları ölçülmüş, biçilmiş, siyasi teşebbüsler yapılmış bulunuyordu.”

Hayırseverler Cemiyeti üyelerinden olan Serap Tagvaryan da, St. Petersburg’da bulunan Mikael Nalbandyan’a İstanbul’dan şifreli olarak yazdığı 14/28 Mayıs 1862 tarihli mektubunda, İstanbul’da Zeytûnlu âsîler ile devamlı temasta bulunan ihtilâlcilerin varlığından söz etmekte idi. Serab Tagvaryan’ın mektubundan, Zeytûn’de isyan hazırlıklarının 1862 Mayıs ayında başlatıldığı anlaşılmaktadır.

Böylece, Rus Narodnik İhtilâl Komitesi, Ermeni aydınları, özellikle Mikael Nalbandyan vasıtası ile bir araç bulmuş ve Ermeni isyanlarını siyasi olarak hazır hale getirmiş idi.[81]

Ermeni ihtilalcileri Zeytûn’dan başka adana bölgesi için de bağımsızlık için hazırlanmışlardı. Buna göre Adana’da bağımsız bir devlet kurulacaktı. Bu sebeple, Mikael Nalbandyan’a göre, bağımsız bir Zeytûn, Çukurova’da kurulacak Ermeni devletinin temelini teşkil edecekti. Mikael Nalbandyan’ın şifreli mesajları onun Adana’ya göç yanlısı olduğunu göstermektedir. Nalbandyan, Adana’ya göç tabiri yerine “Pamuk yetiştirmesi” ifadesini kullanıyordu.

Neticede Nalbandyan Türkiye’de kaldığı sürede, epeyce para toplayarak, çiftlik almak ve bir ziraat okulu kurmak üzere Çukurova’ya gitmiş idi.[82]

Sonuç olarak, 1862 yılının yazında Zeytûn’da çıkan bu isyan hareketlerinde şu faktörlerin rol oynadığı görülmektedir.[83]

a. Ermeni aydınları tarafından desteklenen milliyetçilerin, sayıları gittikçe artan Ermeni basın organları tarafından yayılması.

b. Kırım Savaşı ve sonrasında Türkiye’deki Ermenileri kendi davalarına hizmet etmeye teşvik etmeleri (Rusya faktörü).

c. Bölgede siyasi ve ticari menfaatleri olan Fransa’ya yapılan çağrı (Avrupa faktörü).

d. Bayezidli ve Zülkadirli Beylerin, derebeylik anlayışlarından ortaya çıkan hükümete karşı itâatsizlikleri ve devletin bu bölgedeki kontrolsüzlüğü.

c. “Fırka-i Islâhiyye”nin Kurulması ve Zeytûn’a Dair Alınan Tedbirler

1. Fırka-i Islahiye’ye Duyulan İhtiyaç

19. yüzyıldan itibaren, İskenderun, Maraş, Zeytûn, Elbistan, Kilis, Niğde, Kayseri, Adana ve Sivas’ta Osmanlı Devletine karşı derebeylik anlayışından kaynaklanan isyanlar sebebiyle zayıflayan otoriteyi yeniden sağlamak için reform yapılmasına ihtiyaç duyulmuştu.

Adana ve Maraş bölgeleri, Kozan-oğulları, Melemenci-oğulları, Bayezid-oğulları gibi derebeyi ailelerinin kısmen de Türkmen aşiretlerinin ve Ermeni eşkiyalarının kontrolü altında bulunuyordu.

“Fırka-i Islâhiyye” (Reform Ordusu) adı verilen ordunun kurulma,ı bağımsız hareket eden derebeyleri ve aşiretleri itâat altına almak, eşkiyânın ve göçebelerin gücünü kırmak ve böylece ziraî yerleşmeye yol açmak, diğer taraftan 1853-1856 Kırım Savaşı’ndan beri yaşanan asker sıkıntısını gidermek maksadı ile ilgili idi. Sonuçta Fırka-i Islahiyye’nin mülki idareciliğini yapacak olan Ahmet Cevdet Paşa (1822-1895) Bakanlar Kurulu’nda yapılan bir toplântıda: “Hîn’i fetihten beri Gâvur dağı yani Cebel-i Bereket bir hâl-i isyândadır. Kozan dağlarına (Toros dağlarının Kozan bölgesindeki kısımlarına verilen ad) Hükümet-i Devleti-i Âlîyye hiç girmedi. Hısn-Mansû (Adıyaman) tarafı bir hâl-i ser-keşîde ve Akçadağ ile Dersim (Bugünkü Tunceli) dahi Gavur dağı tavrında bulunuyor ve buraları birer eşkiyâ yuvası olup etrafındaki câniler buralara iltica ile hükümetin pençesinden kurtuluyor ve bu dağların sebebine dair bir çok aşâir dahi bevâdî-i isyan ve ser-keşîde dolaşıyor. Bunlar taht-ı inzibâta alınsa nüfusça elimizi de pek çok sermaye geçer... İbdidâ buraların ıslâhına himmet olunmalıdır.” diyerek, bu dağlarda dolaşan aşiretlerin iskânı halinde asker alımına bir çözüm bulunabileceğini belirtmiştir.[84]

Islahiyye’nin kurulmasını ve bu orunun kumandanlığına, Derviş Paşa’nın, Mülkî İdareciliğine (komiserliğine) de Ahmed Cevdet Paşa’nın getirilmesi uygun bulundu.

2. Zeytûn’un Kontrol Altına Alınması ve Zeytûn Kazası’nın Oluşturulması

1865 yılında İskenderun körfezinden çıkarma yapan Fırka-i Islahiyye, Kozan bölgesinin ıslahı ile meşgul iken, Zeytûn Nahiyesi’nin de ıslahına karar verilmişti. Yalnız, çıkan kolera salgını bu faaliyete engel olmuş ve bir çok insan ölmüştür.

18966 yılında Zeytûn hakkında Hâriciye Nazırı Âli Paşa’dan “İşi kumandana bırakma, bu meseleyi Valilik sıfatıyla hâll ü tesviyeye çalış” tavsiyesini alan Ahmed Cevdet Paşa, idari konular ve siyasette başarısıyla tanınmış olan Binbaşı Hüseyin Hüsni Bey’i bir bölük piyade ile Zeytûn’a göndermiştir. Bu sırada Göksun’a ve Elbistan’a da askeri birlikler kevk edilmiş idi. Her taraftan kuşatıldıklarını anlayan Zeytûn Ermenileri, Hüseyin Hüsni Bey’e itâat etmeye mecbur kaldılar.

Hüseyin Hüsni Bey, 7 Kasım 1864 tarihinde yürürlüğe giren Vilayet Nizâmnâmesi’ne uygun olarak Zeytûn’un ıslâhına başladı. Buna göre;

  1. Zeytûn Kasabasında İşhanlar’ın idaresinde bulunan 40 kadar Müslüman hanesi mensupları nüfus defterlerine yazılarak askerlik görevi ile yükümlü kılındılar.
  2. Ermeniler de askerlik bedeli (Bedel-i askeriyye) vereceklerdi.
  3. Zeytûn kasabası merkez olmak üzere civarında bulunan bazı Müslüman Nahiyeleri de katılarak, yeniden bir kaza teşkil edildi. Vilayet Nizâmnâmesi gereğince, üyelerin yarısı Müslüman ve yarısı da Ermeni olmak üzere meclisler kurularak, Kaymakam ve vekili tayin edildi.

Fakat çok geçmeden Zeytûn kasabasında isyan çıktı ise de, isyan Hüseyin Hüsni Bey’in aldığı önlemlerle, ele başları yakalanarak bastırıldı. Ayrıca Zeytûn’un dört İşhanı da önce Halep’e, daha sonra da oradan İstanbul’a gönderildiler. Böylece Zeytûn’da devlet otoritesi sağlanmış görünüyordu.[85]

İstanbul’da bulunan Ermeni patrikliği de İşhanlar’ın Edirne’de iskan edilmelerin iistiyordu. Fakat Patriğin İstanbul’da bulunan zengin Ermenilerin de desteğiyle Rus Elçisine müracaat etmeleri ve Elçiliğin Bâb-ı Âlî’deki çalışmaları sonucu Zeytûn’dan uzaklaştırılan Elçiler geri döndüler.[86]

İşhanlar geri geldikten sonra burada isyanlar tekrar başlayacaktır.

C. 1878 YILI VE SONRASI ZEYTÛN İSYANLARI

a. 1878 Yılı Zeytûn İsyanı

1878 ‘de Osmanlı Devleti 33 Harbi’nin sonunda yenilmişti. Zeytûn Ermenileri bu fırsattan faydalanarak yine isyan ettiler. Bu ayaklanmanın başında Babik adında birisi bulunuyordu. Müslümanlara uyguladığı vahşilikten ötürü kedisine Babik paşa demişlerdi. Halep Valisi Veysi Paşa, Zeytûnlu âsileri tenkil için askeri birlikler gönderip Zeytûnluları itaate almak istedi. Zeytûn’dan on iki kişilik bir heyet Halep’e geldi. Veysi Paşa bunları tutuklattı. Babik Zeytûn kasabasına indi. Kaymakamla birlikte yirmi kişiyi dağa kaçırdı. Kaymakam ile bu yirmi kişinin hayatını kurtarmak için Halep ve Maraş’ta tutuklu olan Ermeniler’i serbest bıraktı. Babik saldırılarına devam etti. 1879 senesinde Mazhar Paşa ile Nuryan Efendi tahkikata memur edildiler. İngiltere’nin Halep ve Kilikya Konsolosları bu heyete katıldı. Ermeniler af edildiler. Babik Zeytûn’a Belediye Başkanı oldu. Hükümet, Zeytûn’da kışla yaptırmak lüzumunu hissetti. Bu kışlanın temel atma törenini de Sis Katagikosu yaptı. Yaptığı konuşmada “Bu kışla sizin askerleriniz içindir. Böyle biliniz” diyebilmiştir.[87]

b. 1895 Yılı Zeytûn İsyanı

Ermeni komiteleri 1311 (1895) senesinde İstanbul ve Anadolu’da ayaklanmalar çıkarma kararı almışlardı. Ayaklanma çıkarılacak yerlerin başında da Zeytûn geliyordu. Hınçak komitesinin Londra’daki merkezi isyancıların en ileri gelenlerinden Agesi, Haçya, Abah, Nişan, Melek, Karabet’i Temmuz 1311 (1895) ayında Zeytûn’a gönderdi. Bu kişilerin bölgeye geldikleri hükümet tarafından haber alındı. Bu kişiler Zeytûn çevresindeki Arekin Ermeni köyünü merkez yaptılar. Burada birkaç defa toplântı yaptılar. Ekim 1311 (1895) başlarına kadar dağlı Ermeniler askerlere, önemli kasabalara taarruz etmeleri, gerekli silah ve paranın Hınçak komitesi tarafından verileceği, ayaklanma başlar başlamaz İngiliz donanmasının Mersin ve İskenderun’a geleceği propagandası yaptılar. 16 Eylül 1895 tarihinde, Zeytûn elebaşılarından Partogomios Vartabet, Karanlık Derede köy temsilcileri ve 100 kişilik bir Ermeni topluluğuyla isyanın nasıl yapılacağını plânlamış ve isyanı başlatmıştır.

Bu plân gereğince isyan başlar başlamaz telgraf tellerinin kesilmesi altı bin kişilik Ermeni çetecisinin Zeytûn’a taarruzu, Kaymakam ve diğer devlet memurlarının esir edilmeleri, aynı zamanda kışlanın işgali, askerlerin esir edilmesi ve silahlarının alınmasını kararlaştırdılar.[88]

Ermenilerin bu ayaklanmadan maksatları yabancı devletlerin müdahalelerine sebep hazırlamak, Osmanlı Devleti’nin çöküşünü çabuklaştırmak, Zeytûn’un bağımsızlığını elde etmekti.

Ermeniler yabancı devletlerin müdahalesini sağlamak maksadıyla Pesalvator adlı Latin Papazı ile on bir arkadaşını öldürmüşler ve bu olayı askerlerin yaptığını iddia edip yabancı devletleri Osmanlı aleyhine kışkırtmaya çalışmışlardır. İngiltere’nin Halep ve Adana Konsolosları her fırsatta Ermenilere yardımcı olmuşlar ve destek çıkmışlardır.[89]

Zeytûn’da isyan başlamadan önce Kilikya ve Halep’te Hınçak Komitesi’nin dağıttığı bir çok ilanlar vardır. bunlardan bir kaçı şöyledir:[90]

Zeytûn isyanından önce Kilikya’da dağıtılan ilan sureti:

Kilikya Ermeni Cemaati!

Ermeniler mahvedilmek üzeredir. Bu gün Ermeniler sıcak kanların içinde yüzmekte ve cehennem ateşinde yanmaktadırlar. Canavar düşmanların maksadı bütün Ermenileri yok etmektir. Bu dehşetli dakikalarda kendimizi koruyalım ve savunalım!

Kilikya’nın Ermeni Evlatları!

Ermenilerin belli başlı umut ve inançları sizlersiniz. Ermeniler kurtuluşlarını sizlerden bekliyorlar. Onun büyük kuvveti sizsiniz. Onların var olması sizin elinizdedir. Esirlikten kurtulun. Değerli hizmetlerinizle bağımsızlık yolunu tutun.

Kilikya ve Zeytûn!

Esirlik, sefillik ve kıtlık içinde ölmek, harap olmak, horlanmak, katl edilmek ve asılmak bize layık değildir. Bu duruma katlanamayız. Bunun için elimizdeki kılıcı sıkı tutalım. Düşüncemiz demir gibi sert olmalı ve ateş kesilmelidir.

Kilikya, sopa, demir, balta, kazma, tüfek, rovelverini kaldır. Kendini koruyacak her neyin varsa hepsini kaldır. Kilikya kalk ki yüreğin yüzlerce yüreği tutuştursun. Yitireceğin her nefes yüzlerce Ermeni’ye ömür ve hayat versin. İhtilâl sesleri gök gürültüleri gibi gürlesin. Senin davan yücedir, büyüktür. İşin de uludur. Ölürsen şehit olursun. Zaferimiz mutluluktur. Barbarlara karşı gidelim. Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için ileri gidelim.

Yaşasın Ermeniler! Yaşasın hürriyet! Yaşasın bağımsızlık! Yaşasın ihtilâl! Yaşasın Ermenistan, Kilikya, Yaşasın Hınçak Komitesi...

Hınçak İhtilâl Komitesi, Ekim 1895.

Diğer bir bildiride ise şunlar söylenmektedir:

Ey Ermeniler!

Bu buhranlı günlerde sana seslenen ses, senin tanıdığın ses, yani Zeytûn’un sesidir. Tüm Ermenileri sıkıntılarından kurtarmak için seni kendine yardıma çağırıyor. Zeytûnlular yüreklerinin bütün gücü ve cesaretiyle alçak ve iğrenç ve despot bir hükümete karşı isyan etti. Seni de kendileriyle birlikte isyana çağırıyor.

Zeytûnlular!

Ermenilerin üzerindeki esirlik boyunduruğunu kırmak için savaşacaklardır.....

1 Ekim 1895

Zeytûn Hınçak Komitesi Şubesi

Bu bildiriler böylece devam edip gitmektedir. Yapılan çalışmalar sonucunda 16 Eylül 1895 tarihinde, kasabanın çevreyle haberleşmesi kesilmiş, 2000 silahsız, 4000 silahlı Ermeni, Zeytûn Kasabasına saldırmıştır. Hükümet binası ve kışla sarılmıştır. Kaymakamla birlikte 50 subay ve 600 asker esir alınmış, bu esirler daha sonra Ermeni kadınları tarafından öldürülmüşlerdir. Asiler zamanın modern silahlarıyla donatılmışlardı. Göksun’da bulunan askerler asilere karşı harekâta geçince isyancılar Zeytûn’a sığınmışlardır, tam sonuç alınacağı sırada İstanbul’daki yabancı devlet elçileri, arabuluculuk yapmak istemişlerdi. Padişah aracılığı kabul etmiş ve harekât durdurulmuştur. İstanbul’daki yabancı devlet elçileri, Halep’teki konsoloslarını bu konuyu araştırmakla görevlendirmişlerdir.

Bunun üzerine altı devletin konsolosları 1 Ocak 1896 tarihinde Zeytûn’a gelmiş, görüşmeler başlamış ve 28 Ocak 1896 tarihinde Zeytûn asileriyle bir antlaşma yapılmıştır. Bu anlaşmanın koşulları özetle şunlardır.[91]

a. Zeytûnlular, bölgelerine gelmiş olan Hınçak Reislerini Osmanlı Hükümetine teslim etmek zorunda olmayacaklardır.

b. Adı geçen bu komitacılar, Osmanlı Devleti ülkesini terk edecekler ve yabancı altı devletin temsilcileri de bu şahısların sağ salim Avrupa’ya kadar gitmelerini sağlayacaklardır.

c. Zeytûnlular ve Zeytûn’a sığınmış olan Ermeni köylü ve çetecileri için genel bir af çıkarılacaktır.

d. Osmanlı Hükümeti tarafından, Zeytûn’a Avrupalı altı devletin uygun bulacağı bir Vali atanacaktır.

e. Kasabadaki kolluk kuvvetleri, askerler, hükümet memurları Zeytûnlular’dan olacaktır.

f. Zeytûnlular, gerekirse kalan vergi borçlarını ödemeyecekler ve beş yıl vergi vermeyeceklerdir.

g. Vergiler, her şahsın gücüne göre alınacaktır.

h. Zeytûnlular’ın can, mal, namus, şeref ve din dokunulmazlığı Avrupalı devletlerce sağlanacaktır.

i. İsyancıların askerlerden aldığı silahlar, Türklerin silahlarının da toplânması koşuluyla, geri verilecek. Zeytûnlular’ın kendi silahları yine kendilerine kalacaktır.

j. Yanmış olan kışlayı Hükümet yeniden yaptıracaktır.

k. Bir bölük hariç, Osmanlı askeri Zeytûn’dan çıkacak, kalan bölük de güvenlik işlerine karışmayacaktır.

l. Askeri birlikler bölgeden çekildikten sonra, konsoloslar buralardan ayrılacaklardır.

m. Avrupalı devletler, Maraş’ta birer konsolosluk açacaklar, bunların aracılığıyla Zeytûn’un yeni yönetimini denetleyeceklerdir.

Görülüyor ki, antlaşmanın hükümleri Osmanlı için çok ağır ve onur kırıcıdır. Ancak Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu şartlar göz önüne alındığında ve yabancı devletlerin bu soruna karışmaları sebebiyle, içine düşülen bu sorundan başka çıkış yolu bulunamamıştır. Bu sorunda böyle halledilmeye çalışılmıştır.

D. I. DÜNYA SAVAŞINDA ZEYTÛN OLAYLARI

a. 1915 Yılı Zeytûn İsyanı

1895 yılındaki olaylardan sonra yapılan anlaşma ile sükunet sağlanmıştı. Zeytûn olayları sonrası Ermeni komiteciler arasında çıkan anlaşmazlıklar ve gruplaşmalar sonucu, bir çok eski komiteci Rusya, İngiltere, Mısır, Bulgaristan, Kafkasya ve İran’da öldürülmüşlerdir.

I. Dünya Savaşı’nın başlamasından ve seferberliğin ilanından sonra hükümete isyana başladılar. Vergi vermiyor, askerlikten kaçmaya çalışıyorlardı. Askerlik şubelerine kayıt için müracaat eden halkın önüne çıkıyor, para ve eşyalarını gasp ederek onları öldürüyorlardı.[92]

Türk bayrağı altında yaşamayı bir türlü akıllarına sığdıramayan Zeytûnlular askerlik hizmetine karşılık kumandan ve subayları kendilerinden olan (Zeytûn Fedâîg Alayı) adıyla yerlerini (köylerini) korumak için aralarında silahlı bir milis teşkiline izin verilmesini istediler. Buna muvaffak olamayınca martin ve mavzerlerle silahlanmış çeteler kurarak dağlara çıkmaya ve ayaklanma hazırlığına koyuldular.

Bu çeteler 17 Ağustos 1914 tarihinde, seferberliğin ilanından birkaç hafta sonra Zeytûn askerlik şubesinden terhis olup Frens yoluyla köylerine giden yüzden fazla Andırınlı Müslüman’a saldırıp paralarını aldıktan sonra çoğunu öldürüp nakil aracı toplamak için kaza dolaylarında dolaşan Jandarma Bölük Komutanı ile jandarma erlerine karşı silah kullanıp Maraş yolu üzerinde, Kaymakam Pınarı Mevkiinde Beşenli Köyünden olan Türklerden bazıların şehit ettiler. Tatbikat sonunda eşkiyadan 65 kadarı kendi yaptıkları martin, gra, başka silahlar, bomba ve dinamit elde edildi. Geçici bir sükun sağlandı. Ocak ayında yine ihtilâl fikirleri uyanarak Zeytûn’daki memur evleriyle, devriyelerine, vazifeli köylere gönderilen müfrezelere taarruz başladı.[93]

Bundan sonra, memurlara, jandarma devriye ve birliklerine tecavüzler başladı. Zeytûn Hınçak Komitesi reisi Çakıroğlu Panos’un evinde alınan (Hükümet Konağının ansızın basılarak, jandarmaların martin ve cephanelerini ele geçirme, Kaymakam ve diğer hükümet memurlarını aileleriyle birlikte öldürme, telgraf tellerini kesme....) kararı, terkipçilerin ayrı ayrı yerlerde toplânmaları yüzünden uygulanamadı.[94]

Şubat 1914 Zeytûnlular Kasabasının içindeki kışlalarda bulunan seyyar jandarma erlerine Maraş’tan gönderileceğini öğrendikleri cephaneyi gasp için Zeytûn’un en sarp, kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerinde pusu kurdular. Bekledikleri cephanenin başka bir yoldan geçirilmesi üzerine emellerine kavuşamayan çeteler cephaneyi karşılamak üzere gidip geri dönen 17 kişilik jandarma müfrezesine ansızın ateş açarak altı eri şehit edip ikisini de ağır yaraladılar.[95]

Telgraf tellerini keserek Kaza’nın Maraş ile haberleşmesini ve gidiş gelişi durdurdular. Asayişi sağlamak üzere 27 Şubat’ta Zeytûn’a gelen Maraş Mutasarrıfı ile gece kasabada devriye gezen jandarmalara tecavüz edilmiş, Bişan köyünden askerlik şubesine müracaat eden bir genç öldürülmüştür.

Esasen önemli sayıda silah altına alınıp, komitenin gizli talimatıyla kıt’alardan kaçan birçok silahlı Ermeni askerleriyle birlikte olan köylü Ermeniler, beraberce hükümet dairelerindeki silah ve cephaneyi aldıktan sonra kışlaya saldırarak isyanın genişletilmesine karar verildi.

Bu karar gereğince hükümet konağına taarruz edilerek iki asker bir jandarma şehit edilmiş, hükümet memurlarıyla aileleri tehdit edilmişti. Siyasi sebep ve suçtan ötürü tutuklu bulunan Ermenilerle yakalanmış Ermeni asker kaçaklarının tahliyesini istediler. Sayıları yedi yüz – sekiz yüz kadar olan isyancı Zeytûn’un en hakim ve çetin bir yeri bulunan Tekye Manastırı’na sığındılar. Tenkilleri için yapılan takip sonucu Maraş Jandarma Bölük Kumandanı Süleyman Efendi ile askerlerden 25 er şehit oldu, 36 er yaralandılar. İsyancıların bir kısmı yakalanabildi ise de büyük bir kısmı Manastırın bulunduğu sarp arazi ile gece karanlığından faydalanarak Manastırı ateşe vererek kaçtı.

Böylece etrafa dağılan çeteler rast geldikleri yerlerde asker, jandarma, devlet memuru ve Müslüman halkı akıllarının alamayacağı derecede zulüm ve vahşetle öldürmeye ve Müslüman köylerini yakmaya başladılar.[96]

Çetecilerden bir grup ilk rastladıkları üç göçmen, beş Göksun’lu ve bir askeri öldürdüler. Hava değişimi için izine giden Zeytûnlu Veli, Elbistanlı Süleyman, takip birliğinden iki er ve jandarma İsmail’i silah ve cephanelerini ellerinden alarak öldürdüler. Askeri birlikler tarafından Adıcak Ermeni köyüne sıkıştırılanlardan bir grup, bir eri şehit etti, üçünü de yaraladı. Bu köydeki 14 Maraşlı ile Pazarcık, Devenkli ve Parçak, Oba köylerinden bazı Türkler öldürüldüler. Ermeniler, bir başka baskında Devenkli, Afşarlı, Kömperli, Fatmalı, Hartap ve Evek köylerinden on kişiyi öldürdü, altı kişiyi yaraladılar, 62 evi, 3 bağ evini v e27 harmanı yaktılar. Hayvan ve davarlar gasp edildi.

Yakalanan Zeytûn’lu isyanı Melkon; komitecilerin kendilerine “İngilizlerin İskenderun’a çıktıklarını söylediklerini, Ermenilerin ihtilâl çıkartarak hükümeti işgal etmeleri, seferberlik dolayısıyla güç durumlara sokmaları ve İngilizlere yardım etmelerini” istediklerini söylemiştir.

İsyan hareketinin tertipçi ve idarecilerinin; Hınçak Komitesi Başkanı Panos Çakıroğlu, kardeşi Yeni Dünya Ağya oğlu Ağya ve dört oğlu, Solak oğlu Mesrep, Yeni Dünya oğlu nişan, Haçlar ve Başçavuş Emanuel oldukları anlaşılmış, olaylar öncesinde çevrede elekçi kıyafetinde gezinen Tokat’lı Avad ve Mıgırdıç, yakalanarak göz altına alınmışlardı. Sis’ten Andırın’a geldikleri sırada yakalanan ve tevkif edilen, Göksun’a gönderdikleri sırada kendilerini götüren jandarmayı kama ile öldürerek tüfeğini alan çeteciler daha sonra Kozan’da yakalanmıştır.

Yapılan operasyonlarda; Zeytûn’da 30 beylik mavzer, bir martin, bir hanri martini, 69 yapma martin ve gra, 612 muhtelif cinslerde adi rovelver ile bombalar, 61 isyancı, bunlara ait evrak ve komite mühürleri ele geçirilmiştir.[97]

b. Zeytûn’a Süleymanlı Adının Verilmesi

I. Dünya Savaşı yıllarında isyan eden Ermenilerin Tekye Manastırı kuşatmasında Ermeniler, Maraş Jandarma Kumandanı Binbaşı Süleyman Bey’i Şubat 1915 yılında şehit ediyorlar. Bu olaydan sonra bilâhare Şehit Süleyman Bey’in adı Padişah Fermanı (Zeytûn adı, ba irâde-i saniyye Süleymanlı’ya tahvil edilmiştir) ile kasabaya verilmiştir. Böylece Zeytûn’un adı Süleymanlı olmuştur.

c. Zeytûn’dan Ermenilerin Tehciri

Birinci Dünya Savaşı nedeniyle seferberlik ilan edilince kırk beş yaşının altında bulunan her erkeğin orduya katılması gerekiyordu. Seferberlik davetine katılmak istemeyen Zeytûn’daki Ermeniler askerlik hizmetinden kaçmak için dağlara çıktılar. Dağlarda bulunan Ermeni eşkiyası, Türk askerlerine saldırdı. Ermenilerin bu vahşeti üzerine Maraş Mutasarrıfı Haydar Paşa, altı yüz askerle Zeytûn üzerine yürüdü. Bir kısım eşkiyayı teslim aldı ve silahların da teslim edilmesini istedi. Bu arada dağa kaçan 30 kişilik bir eşkıya askere saldırdı. Eşkiyanın bu saldırısında 9 asker şehit oldu. Bunun üzerine 24 Mart 1915’te Zeytûn kuşatıldı. Ermeniler teslim olacaklarını söylediler, eşkiyanın Saint Mary Manastırı’nda saklandığını bildirdiler. Manastır 25 Mart 1915’te kuşatıldı ama Ermeniler gece karanlığından faydalanarak kaçtılar. Bu arada yapılan çarpışmalarda üç yüz asker şehit oldu.

Zeytûn olayından on beş gün sonra Ermeni liderleri, görüşme yapmak üzere Hükümet binasına çağrıldılar. 10 Nisan 1915 günü verilen emir üzerine askerler Ermenilerin kapılarını çalarak Zeytûn’dan ayrılmalarını emrettiler. Ermenilerin toplânıp isyan etmelerine fırsat verilmeden üç yüz aile Ereğli ve Pozantı arasında ulunan Karapınar ve Sultaniye’ye, geri kalıp gönderilmeyen Zeytûn Ermenileri Maraş üzerinden Fırat kıyısında bulunan Zor’a gönderildiler. Yerleştirilen Ermenilerin bütün ihtiyaçları karşılandı ve ilave olarak devlet bunlara her gün ekmek ve un verdi.[98]

Böylece bir kısım Ermeni Zeytûn’dan göç ettirilmiş oldu.

SONUÇ

1301’de Osman Bey’in önderliğinde Bizans’ı yenerek zafer kazanan Türkler, gazâ ruhunun verdiği inançla, Söğüt’te kurdukları beyliklerini, kısa zamanda genişleterek Beylikten Devlete geçmişlerdir. Daha sonra yaptıkları fetihlerle Asya, Avrupa, Afrika’da yerler fethederek cihânşümul bir Osmanlı İmparatorluğu’nu kurmuşlardır. Bu büyük imparatorluk sınırlarında İslâm dininin hoşgörü inancı çerçevesinde her dilden, dinden, ırktan bir çok insan bir arada yaşamıştır. 1789 Fransız İhtilâli’nden sonra Avrupa’da yayılmaya başlayan “Milliyetçilik” fikirleri Osmanlı İmparatorluğu’ndaki toplumları da etkilemeye başlayacaktır. Bu milliyetçilik fikirleri doğrultusunda, emperyalist devletlerin de kışkırtmalarıyla ilk isyanlar XVIII. yüzyılda Balkanlar’da başlayacaktır.

Burada Hıristiyan topluluklardan Sırplar, Yunanlılar, Bulgarlar, Romenler Osmanlı’ya karşı ayaklanmışlardır. Bundan sonra Avrupalı devletlerin bu isyancı toplulukları kullanarak Bâb-ı Âlî’ye karşı baskıları başlayacaktır. Balkan topluluklarının muhtariyet yönünde istekleri, İmparatorlukta “Millet-i Sâdıka” denilen Ermeniler’i de bağımsızlık yolunda isyana sevk edecektir. Ancak Ermeniler, balkan toplumlarının aksine, İmparatorluğun her tarafında dağınık bir halde yaşıyorlardı. Ayrıca Ermenilere 1839 Tanzimat ve 1856 Islâhât Fermanları ile geniş haklar sağlanıyordu. 1863 yılında Bâb-ı Âlî’nin ilan ettiği nizâmnâme ile Ermeniler bir Teşkilat Kanunu’na sahip oluyorlardı.

Ermenilerin bunca haklara rağmen, Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan, 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sonrasında Yeşilköy (Ayastefanos)’e kadar gelen Rus ordularının karargahına kadar giderek Çar’dan bir Ermenistan Devleti’nin kurulmasını teklif etmiştir. Bu teklifte Rusya’nın Osmanlı’yı içten yıkmasında yararlı olacağından Rusya’nın işine gelmiştir. Bunun sonucunda Osmanlı ile Rusya arasında imzalanan Ayastefanos Antlaşması’na Doğu Anadolu’da Ermeniler ile ilgili ıslahatların yapılmasını içeren bir madde koyuluyordu. Rusya’nın Ermeniler ile ilgilenmesi İngiltere’yi de harekete geçiriyordu. İngiltere’nin Berlin Kongresi’nde Ermeniler lehine antlaşmaya bir madde koydurması ile sorun Osmanlı-Rus sorunu almaktan çıkıyor milletlerarası bir sorun haline getiriliyordu.

Sun’i olarak çıkarılan Ermeni meselesi içinde çıkarılan Zeytûn isyanlarını, emperyalist devletlerin belirli bir plân dahilinde ortaya çıkardıkları, bölgesel olarak özellikle Çukurova ve Suriye üzerindeki siyasî ve ekonomik menfaatlerini korumak için Ermenileri kullanmak yoluna gitmişlerdi.

Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde Batı’nın Osmanlı Devleti üzerindeki hesapları doğrultusunda çıkarılan “Ermeni Sorunu” Osmanlı’nın siyasi varlığının ortadan kalkmasına kadar imparatorluğun en önemli meselesinden biri olmuştur. Bu da Avrupa’nın Osmanlı üzerindeki ekonomik, fikrî, dinî, siyasî ve kültürel menfaatlerinden kaynaklanmıştır. Ermeni sorunu hakkında araştırma yapanların özellikle bazı devletlerin bu konuyu neden destekledikleri yönünde görüşler şöyle ifade edilebilir:

Rusya’nın sıcak denizlere inme politikasının hâlâ geçerliliğini koruması. Balkanlar ve Boğazlar yerine Sovyet Ermenistan’ının sınırlarını genişleterek Komünizmi Akdeniz ve Basra Körfezi’ne indirme gayretleri, daha güvenli yol olarak görülmektedir (Rusya Faktörü).

Fransa’nın Avrupa liderliği politikası ve Fransa’daki Ermeni nüfusu (Fransa Faktörü).

Bazı devletlerin iç politikalarındaki düşünceleri ve siyasi partilerin iktidara gelme yolunda ülkelerindeki Ermenileri kullanmaları (Amerika ve Avrupa Faktörü).

Türk-Yunan anlaşmazlığı, Kıbrıs Meselesi ve Güney Kıbrıs Rum Devletinin teröre desteği (Yunan Faktörü).

Uluslararası uyuşturucu madde ve silah kaçakçılığı şebekelerinin Ermenileri kullanmaları (Bulgar ve Suriye Faktörü).

Bütün bunların ışığında Osmanlı Devleti’ni parçalamak amacıyla yaratılan Ermeni Meselesi, bugün de Avrupa devletleri tarafından Türkiye cumhuriyeti için bir sorun haline getirilmektedir. Tüm bu olaylar tarihten de ders alınarak incelenmeli ve bu konu üzerinde oynanan oyunların içine düşmemeliyiz. Bunun için de bu konuların daha iyi araştırılması ve tüm dünyaya belgeleriyle açıklanması gerekir. Yani Ermeni Meselesi yaratma gayretleri, büyük devletlerin Türkiye’ye yönelik emellerinin ve milletlerarası terörün bir parçası olarak değerlendirilmeli ve bu açıdan ele alınmalıdır.

BİBLİYOGRAFYA

ANADOL, Cemal, Tarihin Işığında Ermeni Meselesi, Turan Kitabevi, İstanbul, 1982.

BAŞGÜN, Neclâ, Türk-Ermeni İlişkileri, Abdülhamid’in Cülusundan Zamanımıza

Kadar, Töre Devlet Yayınevi, İstanbul, 1973.

BAYUR, Yusuf Hikmet, Ermeni Meselesi, Cilt:I-II, Yenigün Haber Ajansı Basın

Yayıncılık A.Ş., Haziran, 1998.

CEVDET Paşa, Tezâkir 21-39 Yay., Cavid Baysun, Ankara, 1963.

CENGİZ, H. Erdoğan, Ermeni Komitelerinin A’mâl ve Harekât-ı İhtilâliyyesi

(İ’lân-ı Meşrûtiyet’ten Evvel ve Sona), Başbakanlık Basımevi, Ankara, Ağustos, 1983.

ÇAVDAR, Teyfik, Talât Paşa, T.C. Kültür Bakanlığı Başvuru Eserleri, T.T.K.

Basımevi, Ankara, 1995.

DEMİR, Naşibe Kerem, Türkiye’de Ermeni Meselesi, Ankara, 1976.

DÜNDAR, Aydın, Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkmasında Fransa’nın Rolü, Tarih

Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri, Ankara, 1985.

EYİCİL, Ahmet, Zeytûn Ermenilerinin Tehciri ve Fındıcak İsyanı, Tarih, Türk Tarih

Dünyası Tarih ve Kültür Dergisi, Sayı: 2001/02-170.

GÖYÜNÇ, Nejat, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, İstanbul, 1983.

GÜRÜN, Kâmuran, Ermeni Dosyası, T.T.K. Basımevi, Ankara, 1983.

HOCAOĞLU, Mehmed, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezâlimi ve

Ermeniler, Anda Dağıtım, İstanbul, 1976.

İLTER, Erdal, Ermeni Meselesinin Perspektifi ve Zeytûn İsyanları (1780-1888),

T.K.A.E. Yayınları, Ankara, 1988.

KAFESOĞLU, İbrahim, Doğu Anadolu’ya İlk Selçuklu Akını ve Tarihi

Ehemmiyeti, Fuad Köprülü Armağanı, İstanbul, 1953.

KARABEKİR, Kâzım, Ermeni Dosyası, Emre Yayınları, Haz. Faruk Özerengin,

İstanbul, 1995.

KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, Cilt VI, Ankara, 1976.

KODAMAN, Bayram, Ermeni Meselesinin Doğuşu Sebepleri, TK. Sayı: 219, Mart-

Nisan, 1981.

KÖPRÜLÜ, M. Fuat, Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri, Yayın.

Orhan Fuad Köprülü, İstanbul, 1981.

MANTRAN, Robert, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, Cilt II, Çev: Server Tanilli,

Cem Yayınevi, İstanbul, 1995.

MAYEWSKİ (Van-Erzurum Başkonsolosu), Ermenilerin Yaptıkları Katliamlar,

Çev: Azmi Süslü, A.Ü. Basımevi, Ankara, 1986.

METİN, Halil, Türkiye’nin Siyasi Tarihinde Ermeniler ve Ermeni Olayları,

Düşünce Eserleri Dizisi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1997.

ÖKE, Mim Kemâl, Uluslararası Boyutlarıyla Anadolu-Kafkasya Ekseninde Ermeni

Sorunu (1914-1923), İz Yayıncılık, İstanbul, 19996.

ÖZTUNA, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, Cilt: 12, İstanbul, 1979.

PARMAKSIZOĞLU, İsmet, Ermeni Komitelerinin İhtilal Hareketleri ve

Besledikleri Emeller, Ankara, 1981.

SAKARYA, İhsan, Belgelerle Ermeni Sorunu, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik

Etüd Başkanlığı, Askeri Tarih Yayınları, Genelkurmay Basımevi,

Ankara, 1984.

SARAL, A. Hulki, Ermeni Meselesi, Ankara, 1970.

SEFEROĞLU, Şükrü Kaya, Milli Mücadele Yıllarında Kürt, Türk, Ermeni

İlişkileri, Türk Dünyası Araştırma Vakfı Yayınları, İstanbul, 1990.

TURAN, Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul, 1971.

TÜRKÖZÜ, Halil Kemâl, Osmanlı ve Sovyet Belgeleriyle Ermeni Mezâlîmi, Türk

Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1995.

UÇARAL, Rifat, Siyasi Tarih (1789-1994), Filiz Kitabevi, İstanbul, 1995.

URAL, Gültekin, Tarihin Işığında Ermeni Dosyası, Kamer Yayınları, İstanbul, 1998.

URAS, Esat, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul, 1987.

UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, İstanbul’un Fethinden Kanuni

Sultan Süleyman’ın Ölümüne Kadar, C. I, Ankara, 1964.

YAMAN, Abdullah, Ermeni Meselesi ve Türkiye, İstanbul, 1973.

YİNANÇ, Mükrimin Halil, Türkiye Tarihi: Selçuklular Devri, Anadolu’nun Fethi I,

İstanbul, 1944.

YURTSEVER, Cezmi, Zeytûnlu’nun 311 Mirası, Köksav Canlı Tarih Serisi, Köksav

Yayınları, Ankara, 1999.

............... , Ermeni Terör Merkezi Kilikya Kilisesi, İstanbul, 1983.



[1] İhsan Sakarya, Belgelerle Ermeni Sorunu, Ankara 1984, s.4.

[2] İhsan Sakarya,a.g.e., s.4.

[3] Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s.101.

[4] Hail Metin, Türkiye’nin Siyasi Tarihinde Ermeniler ve Ermeni Olayları, İstanbul 1997, s.13.

[5] Hali Metin, a.g.e., s.14.

[6] Kâmuran Gürün, Ermeni Dosyası, Ankara 1983, s.18-23.

[7] Mehmet Hocaoğlu, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, İstanbul 1976, s.23.

[8] Mehmed Hocaoğlu, a.g.e., Ankara 1984, s.25.

[9] İhsan Sakarya, Belgelerle Ermeni Sorunu, Ankara 1984, s.25.

[10] İhsan Sakarya, a.g.e., s.26.

[11] Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C.6, Ankara 1976, s.6.

[12] Halil Metin, Türkiye’nin Siyasi Tarihinde Ermeniler ve Ermeni Olayları, İstanbul 1997, s.35.

[13] Erdal İlter, Ermeni Meselesi’nin Perspektifi ve Zeytûn İsyanları (1780-1880), Ankara 1988, s.31.

[14] A. Hulki Saral, Ermeni Meselesi, Ankara 1970, s.51.

[15] Cemal Anadol, Tarihin Işığında Ermeni Dosyası, İstanbul 1982, s.250.

[16] Erdal İlter, a.g.e., s.67.

[17] Cemal Anadol, a.g.e., s.250.

[18] Erdal İlter, a.g.e., s.68.

[19] Erdal İlter, a.g.e., s.68.

[20] Cemal Anadol, Tarihin Işığında Ermeniler, İstanbul 1982, s.250-251.

[21] Erdal İlter, a.g.e., s.69.

[22] Mükrimin Halil İnanç, Türkiye Tarihi: Selçuklular Devri, Anadolu’nun Fethi, І, İstanbul 1944, s.36.

[23] İbrahim Kafesoğlu, "Doğu Anadolu’ya İlk Selçuklu Akını ve Tarihi Ehemmiyeti", Fuat Köprülü Armağanı, göst yer; Ali Sevim, Genel Çizgileriyle Selçuklu-Ermeni İlişkileri, Ankara 1983, s.9-10.

[24] Erdal İlter, a.g.e., s.70.

[25] Erdal İlter, a.g.e., s.72.

[26] M. Fuad Köprülü, Bizans Müesseseleri’nin Osmanlı Müesseseler’ne Tesiri, yay, Orhan F. Köprülü, İstanbul 1981, s.109.

[27] Mükrimin Halil Yinanç, Türkiye Tarihi: Selçeklular Devri, Anadolu’nun Fethi, I, İstanbul 1944, s.121.

[28] Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1971, s.68-69.

[29] Mükrimin Halil Yinanç, a.g.e., s.124.

[30] Mükrimin Halil Yinanç, a.g.e., s.133.

[31] Erdal İlter, a.g.e., s.75.

[32] Erdal İlter, a.g.e., s.26.

[33] Erdal İlter, a.g.e., s.27

[34] Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s.48.

[35] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi:İstanbul’un Fethinden Kanuni Sultan Süleyman’ın Ölümüne Kadar, C.II, Ankara 1964, s.287.

[36] Erdal İlter, a.g.e., s.78.

[37] Nejat Göyünç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, İstanbul 1983, s.32-56-95.

[38] Cevdet Paşa, Tezakir 21-39, yay. Cavid Boysun, Ankara 1963, s.120-121.

[39] Mehmed Hocaoğlu, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezâlimi ve Ermeniler, İstanbul 1976, s.297; Erdal İlter, a.g.e., s. 79.

[40] İsmet Parmaksızoğlu, Ermeni Komiteleri’nin İhtilâl Hareketleri ve Besledikleri Emeller, Ankara 1981, s.21.

[41] Erdal İlter, a.g.e., s.80.

[42] H. Erdoğan Cengiz, Ermeni Komiteleri’nin A’mal ve Harekatı İhtilâliyyesi (İ’lân-ı Meşrûtiyet’den Evvel ve Sonra), Ankara 1983, s.18.

[43] İsmet Parmaksızoğlu, a.g.e., s.21.

[44] Cevdet Paşa’nın notlarına göre, Erdal İlter tarafından düzenlenmiştir. Bkz Erdal İlter, a.g.e.

[45] Erdal İlter, a.g.e., s.81.

[46] Cezmi Yurtsever, Ermeni Terör Merkezi Kilikya Kilisesi, İstanbul 1983, s.244.

[47] Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, C. 12, İstanbul 1979, s.59-78.

[48] Yılmaz Öztuna, a.g.e., C.13, s.452-453.

[49] Esat Uras, a.g.e., s.144.

[50] Erdal İlter, a.g.e., s.84.

[51] Nejlâ Basgün, Türk Ermeni İlişkileri Abdülhamid’in Cûlusundan Zamanımıza Kadar, İstanbul 1973, s.41-42.

[52] H. Erdoğan Cengiz, a.g.e., s.22.

[53] H. Erdoğan Cengiz, a.g.e., s.18.

[54] Erdal İlter, a.g.e., s.85.

[55] Aydın Dündar, Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkmasında Fransa’nın Rolü”, Tarih Boyunca Türkler’in Ermeni Toplumu ile İlişkileri, s.287.

[56] Erdal İlter, a.g.e., s.89.

[57] Erdal İlter, a.g.e., s.89.

[58] Esat Uras, a.g.e., s.488.

[59] Erdal İlter, a.g.e.,, s.95.

[60] Maraş ahâlisinin vaktiyle ayrıldığı iki zümreye verilen adlardır.

[61] Gültekin Ural, Tarihin Işığında Ermeni Dosyası, İstanbul 1998, s. 251.

[62] Cemal Anadol, Tarihin Işığında Ermeni Dosyası, İstanbul 1982, s.251.

[63] İhsan Sakarya, a.g.e., s.69; Gültekin Ural, a.g.e., s.251.

[64] Mehmed Hocaoğlu, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezâlimi ve Ermeniler, İstanbul 1976, s.297-298; Erdal İlter a.g.e., s.98-99.

[65] Güherçile barutun hammaddesine denmektedir.

[66] Erdal İlter, a.g.e., s.100.

[67] H. Erdoğan Cengiz, a.g.e., s.19-20

[68] Mehmed Hocaoğlu, a.g.e., s.298.

[69] Hovakim’in diğer adı Melekyan Arzurini’dir.

[70] H. Erdoğan Cengiz, a.g.e., s.19; Esat Uras, a.g.e., s.493.

[71] Erdal İlter, a.g.e., s.102

[72] Esat Uras, a.g.e., s.493.

[73] H. Erdoğan Cengiz, a.g.e. s.33; Esat Uras, a.g.e., s.423.

[74] Erdal İlter, a.g.e., s.107.

[75] Mehmed Hocaoğlu, a.g.e.. s.298.

[76] Erdal İlter, a.g.e., s.109

[77] Mehmed Hocaoğlu, a.g.e., s.299; Erdal İlter, a.g.e., s.110

[78] Halil Metin, Türkiye’nin Siyasi Tarihinde Ermeniler ve Ermeni Olayları, İstanbul, 1997, s. 102; H. Erdoğan Cengiz, a.g.e., s. 28-29.

[79] H. Erdoğan Cengiz, a.g.e., s. 29-30; Erdal İlter, a.g.e., s. 111.

[80] Mehmet Hocaoğlu, a.g.e., s. 2199; Gültekin Ural, Tarihin Işığında Ermeni Dosyası, İstanbul 1998, s. 253.

[81] Erdal İlter, a.g.e., s. 114.

[82] H. Erdoğan Cengiz, a.g.e., s. 33, İsmet Parmaksızoğlu, Ermeni Komitelerinin İhtilâl Hareketleri ve Besledikleri Emeller, Ankara, Ağustos-1981, s. 20-21.

[83] Erdal İlter, a.g.e., . 115.

[84] Erdal İlter, a.g.e., s. 116.

[85] Erdal İlter, a.g.e., s.117.

[86] Esat Uras, a.g.e., s. 494-495.

[87] Mehmed Hocaoğlu, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, Ankara 1976, s. 299; Gültekin Ural, Tarihin Işığında Ermeni Dosyası, İstanbul, 1998, s. 253.

[88] Halil Metin, Türkiye’nin Siyasi Tarihinde Ermeniler ve Ermeni Olayları, İstanbul, 1997, s. 111; İhsan Sakarya, Belgelerle Ermeni Sorunu, Ankara, 1984, s. 106.

[89] Mehmed Hocaoğlu, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezâlimi ve Ermeniler, İstanbul, 1976, s. 300.

[90] Mehmed Hocaoğlu, a.g.e., s. 300-308.

[91] İhsan Sakarya, Belgelerle Ermeni Sorunu, Ankara, 1984, s. 106-107.

[92] Cemal Anadol, Tarihin Işığında Ermeni Dosyası, İstanbul, 1982, s. 257.

[93] Mehmed Hocaoğlu, a.g.e., s. 575.

[94] Cemal Anadol, a.g.e., s. 257.

[95] Ahmet Eyicil, “Zeytûn Ermenilerinin Tehciri ve Fındıcak İsyanı, Tarih, Türk Dünyası Tarih ve Kültür Dergisi, Sayı: 2001/02-170, s. 14; Mehmed Hocaoğlu, a.g.e., s. 575.

[96] Ahmet Eyicil, a.g.m., s. 15; Mehmed Hocaoğlu, a.g.e., s. 575; Cemal Anadol, a.g.e., s. 258.

[97] Cemal Anadol, Tarihin Işığında Ermeni Dosyası, İstanbul, 1982, s. 258.

[98] Ahmet Eyicil, a.g.m., s. 17-18.

0 yorum: