', ' öğrenmeye hoşgeldiniz: SEVGİ SOYSAL VE KADIN SORUNLARINA TOPLUMCU ÇÖZÜM ARAYIŞLAR

16 Kasım 2007 Cuma

SEVGİ SOYSAL VE KADIN SORUNLARINA TOPLUMCU ÇÖZÜM ARAYIŞLAR

Problematik; Toplumsal aydınlanmayla bireysel aydınlanmanın elele yürüyüşü ya da Sevgi Soysal ve kadın sorununa toplumcu çözüm arayışları.

Hipotez; - Sevgi Soysal sistemi eleştirirken kadını, kadın değerlerini tamamen gözardı etmez.

- Sevgi Soysal romanlarında ve öykülerinde kendi yaşamına paralel olarak özgür ve cinsel kimliklerinin bilincinde kadın tipleri kullanır.

Plan

Giriş

1. Aile yaşamı ve eğitimin Soysal'ın romancı kişiliğini ve kadın kimliğini etkileyişi, ilk öykü yazı denemeleri

2. Sevgi Soysal ve yapıtları

- İki karşı cins ve evlilik kavramının sorgulanışı; Yürümek

- Bir 12 Mart romanı denemesi; Şafak

- Hastalık ve cezaevi deneyimleri; Barış Adlı Çocuk

3. Soysal hakkındaki değerlendirmeler ve “Paralar Cebe Kadınlar Eve”

Filmi çok ünlenen ama metni pek bilinmeyen Ken Kesey’in Guguk Kuşu adlı romanının anlatıcısı kızılderili Bromden, kapatıldıkları akıl hastanesini betimlerken, toplumsal içerimleri de olan bir vurgulama yapar: “Kimse kahkaha atamaz, atarsa doktorlar içeri dalar, soru yağmuruna tutarlar”. Toplumsal tarihi sık sık uzun süreli sıkıyönetim dönemleriyle dolu Türkiye’de, daha ilk gençliğinden itibaren şu ya da bu ölçüde kurallar ve kurumlar içinde kapatılmış olarak yaşadığını duyumsadı Sevgi ve bu kapatılmanın nedenlerinin bilincine varmaya çalıştı. İstediği, özlediği Guguk Kuşu’nun kapatılmışlarının istediğiyle aynıydı: “Özgürlük dolu bir kahkaha1

Bu isteğin kökenini anlamak için Sevgi soysal’ın yaşamından kesitler sunarak yapıtlarına değinelim;

Sevgi Yenen 30 Eylül 1936’da İstanbul’da doğdu. Selanik doğumlu babası Almanya’da eğitim görmüş bir şehirci-mimardı. Annesi Alman asıllıydı; Almanya’daki gençlik yıllarında modern dans çalışmış, sanat ve edebiyata düşkün, şiirler yazan, piyano çalan bir kadındı. Oldukça ilginç bir kadın olan annesinin Soysal üzerinde büyük etkisi oldu. Sevgi Soysal, kıvrak zekasını, espri yeteneğini ve alaycılığını babasından, sorumluluk duygusunu, geniş görüşlülüğünü, soyut düşünme yeteneğini ve mizah anlayışını annesinden almıştı. Yapısının biçimlenmesinde annesinin ailesindeki ilginç ve çizgidışı kişiliklerin rolü olduğu gibi, hepsi farklı renklilikteki kardeşlerinin de payı olmuştur.

1952’de Ankara Kız Lisesi’ni bitirdi. Bu lise o dönemin en iyi liselerinden biriydi. Düzeyli Türkçesini, heryerden çok orada kazanmış olduğu söylenebilir. Bu dönemde, kurallara uymayışı ve dalgınlığıyla öğretmenlerinin eleştirilerine hedef oldu. Yaşıtlarının aksine, spor giysiler ve kısa saçlarla erkeklerle arkadaşça ilişkiler geliştirdi. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde arkeoloji okudu. Ama o, arkeolojiden çok sanatla iç içe bir yaşam istiyordu. 1956'da kendi deyimiyle biraz da ailesinin baskısından kurtulmak için Özdemir Nutku'yla evlendi. 1958'de bir çocukları oldu.

İlk yazarlık deneyimleri, Ankara'da Alman Kültür Merkezi ve İrtibat Bürosu'nda çalıştığı döneme rastlar. Bireyin ruhsal durumunu incelediği öykü ve yazıları Dost, Yelken, Değişim, Ataç ve Yeditepe dergilerinde 1960-64 yılları arasında yayınlandı. Bu arada ilk öykü kitabı Tutkulu Perçem’i 1962’de yazdı. Yine bu dönemde Ankara Konservatuarı’nın Tiyatro Bölümüne devam etti; 1961’de Ankara Meydan Sahnesi’nde Haldun Dormen’in yönettiği “Zafer Madalyası” adlı oyunda tek kadın rolünü oynadı. Aynı oyunda Başar Sabuncu’yla tanıştı, 1964’te eşinden ayrılıp onunla evlendi. Daha sonra TRT’de program uzmanı olarak çalışmaya başladı. 1965-1969 yılları arasında özellikle Papirüs ve Yeni Dergi’de yayımlanan öyküleri, sanatının gelişmesinde yeni aşamalar olarak kabul edilir. Bu dönemde kadın erkek ilişkilerini, kadın sorununu, ağırlıklı olarak ta 1960’lar ve sonrasında Türkiye’de yaşanan toplumsal ve siyasal olayları ele aldı. Bir yandan da çeviri ve röportajlar yaptı. Teyzesi Rozel’in kişiliğinden yola çıkarak, büyükannesinin adını verdiği, birbirine bağlı öykülerden oluşan Tante Roza’yı 1968 de yazdı.

Kadın-erkek ilişkilerini ve evlilik konusunu işlediği ilk romanı Yürümek; TRT Sanat Ödülleri Yarışması Başarı Ödülünü kazandı. Romanda Ela ve Mehmet isimli iki karakterin çocukluktan birlikteliğe uzanan süreçte yaşadıkları anlatılıyor. Ela gerek kültürel düzeyi, gerek evlilik yaşamıyla Sevgi Soysal’ı çağrıştırmaktadır. İkisinin de ilk evlilikleri istek üzerine kurulmamıştır. Toplumsal konumlanış onları evliliğe itmiştir.

Romanda Soysal, Kadınlık durumunu da sorgulamakta, evlilik öncesi tabuları keskin bir dille eleştirmektedir. Ela evlendikten hemen sonra balayında aklından şunları geçirmektedir;

“ Kontrat imzalamış bir iş adamı gibi... Memnun. Ya da yeni bir oyuncağa sevinen çocuk gibi mi? Yeni aldıkları arabayı her gün yıkayan adamlar vardır. Arabayı yıkadıktan sonra, öyle Hakkı gibi ellerini çırparak seyrederler; arabacıklarını.”

“ Karıcığım! Şimdi Hakkı beni yeni yıkanmış bir araba gibi...Yüzünde mutlu bir gülümsemeyle Hakkı’ya döndü, kemiği efendisinin ayaklarına götürecek bir köpek gibi...”1

Romanda bireysel kadın sorunlarına, toplumcu göndermeler yapılmakta, kadının kurtuluşunun toplumun kurtuluşundan bağımsız ele alınamayacağı belirtilmektedir;

Ela doğumu sırasında yatırıldığı hastanede ;

“ Her sancıyla hatırlıyordu koğuşu, o yüz binlerce, binlerce denebilecek kadar çok kadının yattığı, bacakları açık, kanlı pamukları ve leğenler arasındaki kadınları, öteki kadınları, öteki kanları, çığlıkları, leğene dökülen sancıları. Çoğaldıkça gündelikleşen, bayağılaşan acıları.

Benim doğumum, benim acım, benim çığlığım demenin anlamsızlığını. Benim ayrı benim güzel doğumum olabilir mi? Hastabakıcıların konuşmalarına, koridordaki hademelerin umursamazlığına çirkin, kendi acına güzel diyebilmek...”2

Soysal çocuk sorumluluğunun kadının omuzlarına yüklenişini ele almakta, “Çocuğun var, ona göre ayağını denk al”,“Çocuklu yuva yıkılmaz”,“Çocuk analı babalı büyümeli” söylemleriyle özellikle kadının kendi geleceğini tayin etmesinde çocuğun engelleyici bir öğe olarak empoze edilmesine değinilmektedir.

Soysal bu kitabı gerekçesiyle “müstehcenlik” gerekçesiyle yargılandı. 1971’de TRT’deki görevinden ayrılmak zorunda bırakıldı.

Bir röportaj sırasında Mümtaz Soysal’la tanıştı ve birbirlerinden çok etkilendiler, 1971’de Mümtaz Soysal Mamak Cezaevi’nde tutukluyken evlendiler. 1972’de siyasal nedenlerle tutuklanarak 1 yıl hapis cezasına çarptırıldı, 8 aylık tutukluluk döneminin ardından 2,5 ay Adana’da sürgünde kalan Soysal, hapishanede yazdığı “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti” adlı romanıyla 1974’te Orhan Kemal Roman Ödülü’nü kazandı.

1973 ve 75’te iki çocuğu daha oldu. Bir yazar için bu kadar yakın yaşlarda iki çocuk büyütmek özveri istiyor, zamanını iyi kullanması gerekiyordu.

Adana’da sürgünde bulunan bir kadının başından geçen olaylar çerçevesinde 12 Mart döneminden kesitler verdiği Şafak isimli romanı 1975’te yayımlandı. Romanın kadın kahramanı Oya ile Soysal’ın yaşamlarında paralellik gözlenebilir. İkisi de Adana2ya sürgüne gönderilmiş, evli, çocuklu yazarlardır. Diğer 12 Mart romanlarında olduğu gibi Şafak’ta da ezen-ezilen karşıtlığı, faşizan güçlerle devrimciler arasında çatışmada somutlaşır. Sevgi Soysal, biri iç, biri dış iki tür çatışmayı ana tema olarak seçmiştir. Dış çatışma, devrimcilerle egemen güçler arasındaki çatışmadır. İç çatışma ise romanın ana kişileri Oya ile Mustafa’nın küçük burjuva kimlikleriyle devrimci kişilikleri arasında yaşadıkları bunalımdan kaynaklanır. Şafak’ta iki taraftaki çatışmayla ilgili bir özellikten daha söz etmek gerekir. Soysal’ın bu çatışmaya daha çok bir kadın açısından yaklaştığı ve bundan ötürü kadın devrimcilerin sorununa Türkiye’deki genel kadın sorununun bir parçası olarak baktığı söylenebilir. Kadının cinsel bir nesne olarak algılandığı, ataerkil bir toplumda, devrimci kadının suçu ikiye katlanıyor. Çünkü onun böyle bir işe soyunması, erkeklerle bir arada harekete katılması polisin gözünde onu, yalnız siyasal bakımdan değil, ahlaksal bakımdan da suçlu kılar. Örneğin polis müdürü Zekai Bey’in romanın kadın kahramanı Oya’ya ilk sorusu evli ve çocuklu bir kadınken, alemin herifleriyle içki içmesini nasıl açıklayabileceğidir. Ve sorgu boyunca Oya’ ya fahişe muamelesi yapar, siyasi suçlu muamelesi değil.

Kadın sorununa devrimcilik bağlamı dışında da yaklaşır Sevgi Soysal ve erkeğin egemen olduğu Türk toplumunda ezilen kadının durumunu birkaç örnekle ortaya koyar. Sözgelimi Oya’ nın cezaevinde tanıdığı, kocası esrar kaçakçısı olan Firdevs’in durumu. Kocası bir gün durumdan şüphelendiği için esrarı karısına taşıtır. Ama yakalanıp 24 yıla mahkum edilen karısını iki çocuğuyla hapiste beş parasız bırakıp ortadan kaybolur. İşin garibi Firdevs’in her şeyi kabullenmesi ve hala onunla övünmesidir; “Erkeğe soru sormak doğru değildir. Benim Abdullah bir soru için beş tokat patlatır. Öyle erkek adamdır ki...”1 demektedir.

Bu kadınlar, erkeği için her fedakarlığı yapmak gerektiğine ve bunun erkeğin doğal hakkı olduğuna inanan, cahil, bilinçsiz kadınlar. Ancak aydın, hatta solcu aydınlar katında da erkeğin karısına az çok aynı gözle baktığına şahit olmaktayız. Romanın diğer kahramanı Mustafa, öğrencilik yıllarında tanıştığı devrimci kız Güler ile evlenir ama Maraş'a yerleştikten sonra, güler'in kocasına ve kocasının akrabalarına hizmet etmekten başka bir görevi kalmaz. Mustafa'nın devrimci yaşamına katmadığı karısı, yokuş aşağı inişe geçer ve bir fotoroman okuru olup çıkar.

Berna Moran'a göre, toplumsal koşulların hızla geliştiği Türkiye'de küçük burjuva kimliğinde sıyrılıp işçi sınıfı ideolojisine içtenlikle sarılarak devrimci olabilme çabası güncelliğini yitirmiş olduğundan Şafak, bugün tarihsel değerinden çok sanatsal değeri için okunan 12 Mart dönemi romanlarından biridir.2

Sevgi Soysal'ın Önce Politika gazetesinde yayımlanan Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu İsimli cezaevi anıları 1976 yılında kitaplaştırıldı. 1975 sonbaharında bir meme kanseri nedeniyle ameliyat oldu. Bu izlenimlerini yazdığı öykü ile 12 Mart öncesi ve sonraki değişimini anlattığı öyküleri içeren Barış Adlı Çocuk 1976 yılında yayımlandı.

14 öyküden oluşan ve geniş bir toplumsal panorama sunan bu kitap diğer romanlarına benzer konu ve üslup özellikleri taşır. Ağırlıklı olarak cezaevi ortamının anlatıldığı hikayelerde, iyisiyle kötüsüyle varolan kadınlar tam bir gerçekçilik içinde bol bol argo konuşmalara yer verilip anlatılmaktadır. Politik suçluların anlatıldığı bölümlerde özellikle devrimci ahlakın tartışıldığına tanık olmaktayız. Adi suçlularda ise ufacık ayrıntıların yazarın kaleminde oldukça başarılı bir şekilde ele alındığını görmekteyiz.

Soysal Eylül 1976'da bir ameliyat daha geçirdi ve ardından eşiyle birlikte tedavi için Londra'ya gitti. Bir yandan tedavi oluyor, bir yandan da son romanı Hoş Geldin Ölüm üzerine çalışıyordu. Hastalığı çok hızlı bir gelişim gösterdi ve İstanbul'a geldikten bir gün sonra Kasım 1976'da hayatını kaybetti. Yeni Ortam ve Politika gazetesine yazdığı günlük köşe yazıları Bakmak adlı kitapta toplandı. Tante Rosa kitabı annesinin çevirisi ile 1981'de Almanya'da yayımlandı. Işıl Özgentürk'ün senaryosunu yazıp yönettiği Seni Seviyorum Rosa adlı filme de konu oldu.

Son olarak Sevgi Soysal'da da Adalet Ağaoğlu'nda olduğu gibi toplumsal düzen eleştirisi görüyoruz. Her ikisinde de kadın kahramanlar geleneksel rollerinden sıyrılmış, aydın, erkek kafa yapısına sahip kadınlardır. Ancak Soysal kadın kimliğini, kadın değerlerini, cinselliğini de kitaplarına yansıtıyordu. Vedat Günyol'a göre Sevgi Soysal'la, Halide Edip'le başlayan kadın duygusallığının, etinin, teninin tutsaklığında eriyen ama ruhunu, kişiliğini koruma yolunda savaş veren romantik kadın tipinin gerilerde bırakıldığı söylenebilir. Fethi Naci'ye göre küçük burjuvaları en iyi tanıyan ve eleştiren yazarlardan biri olan Sevgi Soysal en dokunulmaz konulara açık gözlülükle dokunup Türk edebiyatına yepyeni bir kadın tipi armağan etmiştir.

Sunumumuzu Sevgi Soysal'ın 1976 yılında Politika gazetesinde yayımlanmış bir makalesinden kadınlığa bakışı açısından önemli olduğunu düşündüğümüz kısa bir anekdotla noktalamak istiyoruz;

"Sıkıyönetim mahkemeleriyle adliye arasında, mekik dokuyorum. Davalardan biri "halkı suç işlemeye tahrik". Bu suçu da, TRT'deki bir iç hizmet toplantısında işlemişim.Olur a, ben suç severim, halkı da severim, teşvik etmişimdir. Önemli değil. Karşısına TRT'yle ilgili bir suçtan dolayı çıkarıldığım yargıç sordu: "Mesleğiniz?" Karşılık vermemi beklemeden de yazdırdı. "Yaz, ev kadını yaz." Ben hemen itiraz edecek oldum. Yargıç sözümü ağzıma tıkadı. "Nesin ya?" Bir an düşündüm. "TRT'ci" desem, öyle bir meslek yok. "Gazeteci" desem, bunca yıl çalışmaya bir basın kartı bile alamamışız; "yazar" diyeceğim, ama göze alamıyorum. Ya bu hâkim de, "Yürümek" davasındaki hâkim gibi, kötü kötü bakıp "Yazıyormuş, ne yazdığını biliyoruz, yazıyormuş..." diye azarlarsa. Yine de çare yok, ama "yazarım" diyeceğim, hâkim yine konuşturmadı. "Ev kadını değilmiş, nesin ya? TRT'den atılmışsın işte." İşte o zaman ben de dilimi tutamadım: "Siz yargıçlıktan atılırsanız, ev erkeği mi sayılacaksınız?"

Sözüm ev kadınlarına değil. Ev kadınlığını da küçümsemiyorum. Bunca işte
çalıştım, en zor ve nankör işin ev kadınlığı olduğunu bilirim. Benim üstünde durduğum,kadını bir ev çerçevesi içine kapatmak isteyen, böylece kadının coğrafyasını daraltacağını uman anlayış. Ortalıkta rahat cirit atabilmek için, hiç olmazsa nüfusun yarısını eve kapatma aklı evvelliği. Bu "ev kadını" tamlamasında, kadını eve kapatmak gibi bir art niyet var. "1

SEVGİ SOYSAL ÜZERİNE BİR İNCELEME

İSTANBUL

2001

KAYNAKÇA:

CUMHURİYET PAZAR DERGİSİ, 26.11.2000

KİTAPLIK DERGİSİ, 26.Sayı, Mart- Nisan, 1997

MORAN, Berna : Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış III ,İletişim Yayınları, 1994, İstanbul

SOYSAL, Soysal : Barış Adlı Çocuk , Bilgi Yayınevi, 1976, Ankara

SOYSAL, Soysal :Şafak, Bilgi Yayınevi, 1975, Ankara

SOYSAL, Soysal :Yürümek, Bilgi Yayınevi, 1970, Ankara



1 Ahmet Oktay, Özgürlük Dolu Bir Kahkaha, Kitap-lık Dergisi, Sayı 26

1 Sevgi Soysal;Yürümek, sy. 80

2 Age; sy.91

1 Sevgi Soysal, Şafak, sy. 109

2 Berna Moran , Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış, İletişim Yayınları

1 Cumhuriyet- Pazar Dergi, 26 Kasım 2000

0 yorum: